Çin’in Wuhan kentinden yayılmaya başlayan ve dünya genelinde etkili bir salgına dönüşen koronavirüs kökenli hastalık Türkiye’de de görüldü. 11 Mart günü açıklama yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yurtdışından Türkiye’ye gelen bir erkekte koronavirüs enfeksiyonu tespit edildiğini açıkladı.
Koronavirüs enfeksiyonu vakalarında yaşanması muhtemel olan bir yayılmayı, salgın riskini ve hastalıktan korunmak için alınabilecek önlemleri Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olan Prof. Dr. Alpay Azap ile konuştuk.
Azap, “Türkiye hem coğrafik yerleşim nedeniyle hem de farklı kıtalarla olan yakın kültürel bağları nedeniyle bir geçiş ülkesi. O nedenle bu virüsün ülkemize gelmesi kaçınılmazdı. Epey bir zamandır da beklediğimiz bir şeydi. Daha doğrusu bu virüsün Çin’de sınırlı kalmayıp dünyaya yayılmaya başladığı anlaşıldığı andan itibaren ülkemize gelmesi de bekleniyordu. Aslında bütün çabalar virüsün ülkemize olabildiğince geç gelmesini sağlamak yönünde oldu” açıklamalarında bulundu.
“Virüs bir ülkeye ne kadar geç gelirse, ülke içerisinde ne kadar geç dolaşmaya başlarsa o kadar avantaj sağlıyor” diyen Prof. Dr. Alpay Azap, şunları kaydetti:
“İki avantajımız oluyor, birincisi havalar ısınıyor. Havaların ısınması virüsün canlı kalma süresini çok kısaltır. En önemli bulaş yolu olan cansız yüzeylerden bulaş sıklığı düşer. Böylelikle virüsün etkilediği insan sayısında azalma yaşanır. Havalar ısınınca insanlar havasız ve kalabalık yerlerde daha az bulunurlar; evler, iş yerleri sürekli havalandırılır. Bu sayede de salgının boyutunda azalma olur. İkinci avantaj ise, bu hastalıkla ilgili çok sayıda ilaç çalışması yürüyor. Birkaç ay içerisinde virüs üzerinde etkili olan ilaç için öneriler gelmesi mümkün olacak.”
“Şu an için bir vaka var ancak muhtemelen bu sayı artacaktır”
Virüsün yayılımına ilişkin açıklamalarda bulunan ve Türkiye’de vaka sayısında artış yaşanabileceğini belirten Azap, “Virüsün şöyle bir özelliği var, vakaların yüzde 80’inde çok hafif belirtilerle seyrediyor hastalık. Dolayısıyla hasta kişiler doktora başvurmayabiliyorlar. Önce kuru bir öksürük ve ateş oluyor ancak kişi çok halsiz değilse ve kendini çok hasta hissetmiyorsa, kendi günlük yaşantısına devam edebiliyor. Özellikle gençler böyle atlatıyor. Dolayısıyla bu vakalar hastaneye başvurmadıkları için tanı alamıyorlar ama toplumda virüsü yayıyorlar. Hastalığı ağır seyredecek riskli gruba bulaştırdıkları zaman, ancak o kişiler hastaneye geliyorlar. Onların da hastaneye gelmesi bir haftayı buluyor. Çünkü ilk bir hafta hastalık onlarda da hafif seyrediyor, sonra durumları ağırlaşıyor. Hasta kişiler sağlık kuruluşlarına gelmeden virüsü yayabildikleri için vaka gelmemesi imkânsız olan bir hastalıktı. Ülkemizde de ilk vaka tespit edildi, şu an için bir vaka var ancak muhtemelen bu sayı artacaktır. Başka küçük odaklarda da çıkabilir” dedi.
Türkiye’de teşhiste kullanılan “yerli tanı kiti” ve laboratuvar çalışmaları
Prof. Dr. Alpay Azap, Türkiye’de koronavirüs teşhisinde kullanılan “yerli tanı kiti”ni de değerlendirdi:
“Yerli tanı metodu deniyor ancak aslında kullanılan yerli tanı kiti. Bu kitte kullanılan metot ise PCR olarak bilinen metot. Bu metotla kullanılan kiti Türkiye kendisi geliştirmiş oldu ancak başka ülkelerde de bu metot kullanılarak teşhis yapılabiliyor, başka ülkelerde de pozitiflik saptanabiliyor. Türkiye’de çalışan laboratuvarlar da Halk sağlığı Genel Müdürlüğü’ne bağlı ve bu laboratuvarlar çok tecrübeli mikrobiyolog arkadaşların çalıştığı laboratuvarlar. Pozitif-negatif kontrol kullanarak çalıştıklarını söylüyorlar. Yerli tanı kiti ile ilgili şüpheler ve tartışmalar oldu ancak testin kendisinin çalışmasıyla ilgili bizim ciddi bir şüphemiz olmadı.”
“Fakat şöyle bir şey var, bunu belirtmek lazım. Bizim test sayımız çok fazla değildi. Türkiye’de 3000 civarında kişi tarandı ve bir kişide enfeksiyon saptandı. Bu sayı aslında dünyanın hemen hemen her yerinde böyle, bir pozitif vakayı bulabilmek için 2500-3500 kişilik taramalar yapmak durumundasınız. O zaman da şöyle bir sonuca ulaşıyoruz. Ne kadar çok kişi taranırsa pozitif vakaların bulunma oranı o kadar artar ama elinizdeki kitin bir çalışma süresi ve kapasitesi var. Eğer siz virüs enfeksiyonu şüphesi olan olmayan herkesi tarar ve pozitif vakaları yakalamaya çalışırsanız, birincisi buna olanaklarınız yetmez, ne insan kapasiteniz ne de laboratuvar kapasiteniz bu taramaları yapmak için yeterli olacaktır. Laboratuvarlarda iş yükü artınca ister istemez hatalı sonuçlar çıkmaya başlar, bu noktada hata yapmaya başlarsınız. Bu nedenle Türkiye baştan beri, virüsün bizde olmamasının da verdiği avantajla sadece son 14 gün içerisinde yurtdışına gitmiş ve hastalık belirtileri taşıyan kişilerde çalıştı. Bunlar aslında hep negatif çıktı ama en yüksek risk grubu bu gruptu. Dolayısıyla onlar da bile negatif çıkması bizim açımızdan iyi bir sonuçtu.”
“Bundan sonra iş değişecek tabi artık ülkemizde de var bu virüs. Bu nedenle artık test kapasitesi daha da artırılacak. Daha fazla tanı konup, o tanı konan kişiler hemen toplumdan izole edilecekler ve hastalığın yayılması, başka kişilere bulaşması ancak böyle engellenecek.”
Türkiye’de sağlık sistemi olası bir salgını kaldırabilir mi?
Dünya Sağlık Örgütü, ilk günden beri “Virüsün sağlık sistemi gelişmemiş ülkelerdeki yayılımının endişe verici olduğunu” vurguluyor. Konuya ilişkin olarak açıklamalarda bulunan Azap, “Türkiye’nin sağlık sitemi olanaklar sağlayabilecek boyutta. Böyle bir altyapısı var, dünyada çok az ülkede olan kadar çok yoğun bakım yatağı var Türkiye’de. Malzeme ve cihaz açısından bir sıkıntımız yok. Çok iyi eğitilmiş ve yedikleri dayaklara, horlanmalarına rağmen fedakârca çalışan hekimlerimiz var. Sağlık çalışanlarına virüsün dünya genelindeki yayılımına ilişkin çok kapsamlı bilgilendirmeler yapıldı. Hekimler bu konuda bilgili ve hazırlar. Bana soracak olursanız bizim altyapımız İran’dan da İtalya’dan da daha iyi durumda. Ancak koordinasyon ve organizasyon konusunda çok daha becerikli olmamız gerekiyor” dedi.
Koronavirüs enfeksiyonuna karşı alınabilecek önlemler: “Vatandaşlar üç temel şeye dikkat edecekler”
Altyapının, sağlık otoritesinin ve yerel yönetimlerin alacağı önlemlerin çok önemli olduğunu vurgulayan Azap, salgının ülke içerisinde yayılmamasındaki en önemli faktörün her bir bireyin üzerine düşeni doğru bir biçimde yapması olduğunu ifade ederek üç önemli tedbire dikkat çekti:
“Bir mesajı sürekli tekrarlıyoruz. Vatandaşlar üç şeye dikkat edecekler:
1) Doğru bilgiyi edinmek
Yurttaşlar sosyal medyada dolaşan yalan yanlış bilgilere kulak asmayacaklar. Salgın durumlarında yanlış bilgi, virüsün ve salgının kendisinden çok daha öldürücüdür. Çok daha yanlış sonuçlara sebep olur. Bu yüzden vatandaşlar lütfen uzmanlık derneklerini takip etsinler. Uzmanlık derneklerinin sitelerini takipte olsunlar ve sağlık otoritesinin yayınladığı dokümanlara baksınlar.
2) El hijyeni
El hijyeni sağlamayı bir alışkanlık haline getirmek gerekiyor.
3) Solunum hijyeni
Solunum hijyeni, öksürürken ağzımızı kapatmak, ağzımızı kapatmak için kullandığımız mendili hemen atmak ve ellerimizi hemen temizlemek gibi uygulamaları kapsar. Bunun dışında diğer bir nokta maske kullanımı, maskeyi sadece hastaysak kullanmalıyız. Hatalı maske kullanımından kaçınmak gerekiyor. Şu an için Türkiye’de de enfeksiyon vakası tespit edilmiş olmasına rağmen sağlıklı kişilerin maske ile dolaşmasına kesinlikle gerek yok. Maskeleri doğru ve gerektiği yerde kullanmak sağlık çalışanlarının yapabileceği bir şeydir.
Hatalı maske kullanımı tam tersine hastalığın yayılmasını kolaylaştırır, kişinin hasta olmasını kolaylaştırır. Ancak kişide hastalık belirtileri varsa, maske takarak bir sağlık kuruluşuna gitmesini öneriyoruz. Bunun dışında herhangi bir hastalık belirtisi yoksa, kişinin kendisinde de bağışık yetmezliği durumu, ileri yaş, kalp-akciğer hastalığı yoksa maske kullanımına gerek yoktur. Risk grubundaki kişiler de çok kalabalık yerlerde uzun süre kalacaksa maske takmalıdır. Yoksa sokakta dolaşırken maske bizi korumaz. Maske bizi sadece hasta bir kişiyle 2 metreden daha yakın bir mesafede 15 dakikadan daha uzun bir süre yüz yüze kalma durumunda korur. Bunun dışındaki hiçbir durumda maskenin koruyuculuğu yoktur. Maske kullanımının tam tersine sonuçları var ve maske kullanımını sağlık çalışanlarına bırakmak lazım. Boşu boşuna para ödeyerek maske satın almamak lazım, bunun hiçbir koruma sağlamadığı bilinen bir gerçek.”
“Etrafımızdakiler yanlış davranıyorsa, biz kendimizi doğru davranışlarla koruyamayız”
Bireylerin her birinin bu önlemleri tek tek uygulamasının önemli olduğunu ancak bu davranışların toplum içerisinde mutlaka yaygınlaşması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Alpay Azap açıklamasında, “Etrafımızdakiler yanlış davranıyorsa, biz kendimizi doğru davranışlarla koruyamayız. Dolayısıyla biz etrafımızdaki kişileri de doğru davranmaları konusunda eğitmeliyiz. Onları bilgilendirmeli, motive etmeli ve doğru davranışta bulunup bulunmadıklarını takip etmeliyiz. Ailemizden, çevremizden, yakınlarımızdan başlayarak bunu yaygınlaştırmamız gerekiyor. Toplum olarak doğru davranışlar sergilersek, yani bahsettiğim üç öncülü olması gerektiği gibi uygularsak bu salgını en az hasarla atlatırız” ifadelerine yer verdi.
Bu noktada akıllara sağlık çalışanlarının virüsten nasıl korunduğu sorusu geliyor. Azap, Türkiye’nin sağlık çalışanları açısından aldığı önlemleri değerlendirerek “Bu hastalık, damlacıklar yoluyla bulaşan bir enfeksiyon. 2009’daki domuz gribi salgının etmeni olan virüs de damlacıklar yoluyla bulaşıyordu. Aslında Türkiye enfeksiyon kontrolü konusunda çok bilgili. Her bir hastanenin enfeksiyon kontrol komiteleri var ve onlar hiçbir salgın durumu olmadan da eğitim çalışmaları yapıyorlar. Ekipman kullanımı konusunda sağlık çalışanları oldukça bilgili. Yeterli ekipman da var görünüyor, yeter ki vatandaşlarımız o ekipmanları tüketmesinler. Sağlık çalışanları da tıbbi maske ile korunacaklar, çok özel durumlarda N95 dedikleri respiratörlü maskelerin kullanımına ihtiyaç var. Hastalara özel işlem yapılacaksa bu tür maskeler kullanılıyor” açıklamalarında bulundu.
İtalya ve İran’daki yayılımın nedeni nedir?
Enfeksiyonun Çin dışında yaygın bir biçimde gözlendiği yerler İtalya ve İran. Bu durumun temel nedeninin önlemlerin yetersizliği olduğunu vurgulayan Azap, “Virüs mutasyonu gibi açıklamalar geliyor ancak değil. Tamamen önlem alınmamasıyla ilgili. İran hiçbir önlem almadı. Hastaların tespit edilmesi ve toplumdan izole edilmesi gerekirdi ancak hiçbir önlem alınmadı. İtalya’da bu önlemlerin alınması için biraz geç kalındı. İtalya’da insanlar önlemler konusunda sağlık otoritelerine yardımcı olmadılar, başlangıçta hastalığı ciddiye almadılar” dedi.
Risk grubunda kimler var?
Prof Dr. Alpay Azap, koronavirüs enfeksiyonu açısından risk grubunu oluşturan bireylerin özelliklerini de anlattı:
“Özellikle 40 yaşın üzerinde risk artmaya başlıyor. Yaş çok önemli bir faktör. 40 yaşındayken binde iki olan ölüm oranı, 80 yaş üzerinde yüzde 15’e kadar çıkıyor. İkincisi altta yatan hastalıklar, çok önemlidir. Özellikle kalp ve akciğer hastaları, yüksek tansiyon hastaları ve bağışıklık sistemini baskılayan bir hastalığa sahip olan kişiler risk grubunda bulunuyor. Üçüncüsü ise sigara kullanımı, çünkü sigara kullanımı solunum sistemindeki lokal bağışıklığı çok ciddi etkiliyor. Virüsün çok daha kolay yerleşmesine neden oluyor. Sigara içenler bu dönemde sigara kullanımını azaltmalıdır.”