İçinden seçip anlattıklarımla okur dostlarımı yeterince meşgul etmişken burada da gazeteci Murat Yetkin’in Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’ndan bahsetmek istiyorum. Aslında Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı ve Meraklısı İçin Casuslar Kitabı neredeyse birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirini tamamlayan iki kitap. Daha Türkiye odaklı olduğundan henüz okumayıp da merak edenlerin ilkinden başlamalarını önereceğim. Murat Yetkin uzun yıllar ana akım medyada önemli pozisyonlarda bulunmuş, uluslararası siyasetle birlikte Ankara’nın da nabzını iyi tutan gazetecilerden olmasına rağmen son zamanlarda malum nedenlerle ana akımın dışına düşüp bağımsız ve bireysel yayıncılığa soyunanlardan ve gazetecilikten vazgeçmeyenlerden. Daha genç ve delikanlı yaşlarımda analiz ve yorumlarını fazla soğukkanlı ve dengeli bulduğum için açıkçası beni pek çekmezdi. Belki satır aralarını, boşlukları, sessizlikleri, dolaylı anlatımları okuma sabrını henüz kazanamamıştım, belki ülke ve dünya alt üst oluyormuş gibi hissediyorken bu kadar “aklı başında” kalabilmeyi anlamlandırmakta zorlanıyordum. Nedense o zamanlarda dahi sakin görünüşünün, ağırbaşlı yorumlarının ardında zihninden çok daha fazlasının geçtiğini, sezdikleriyle bildiklerini birbirine karıştırmamak, somut kanıtlara dayanmayan iddialarda bulunmamak için kendini tuttuğunu, sözün çoğunu sakladığını hissederdim. Bu iki kitap vesilesiyle polisiyeye, casusluğa, gizli diplomasiye, perde arkası siyasete ilgisini keşfettikçe geçmişten kalan bu belli belirsiz izlenimim biraz daha güçlendi.
Entrikalar Kitabı 2017’de, yani 15 Temmuz darbe girişiminden yaklaşık bir yıl sonra basılmış. 15 Temmuz girişimi de uzun yıllara yayılan bir entrikalar silsilesinin son adımı değil miydi? Entrikalar Kitabı’nda bu konuya özel bir yer verilmiyor. Verilseydi dumanı üstünde bir olay olarak dikkatimizi daha çok çekeceğinden diğer başlıkları gölgede bırakarak önemsizleştirebilirdi. Yetkin bu kitapta son yüzyılın siyasi hayatındaki dönüm noktası sayılabilecek olaylara ve o olayları hazırlayan süreçlerde istihbarat servislerinin, istihbarat elemanlarının rollerine odaklanıyor. Her ne kadar NATO’ya bağlansa da Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanca bir tutum sergiliyor gibi görünmekten özellikle kaçınan ve II. Dünya Savaşı’ndaki gibi dış politikada dengeli bir siyaset izlemeye çalışan Türkiye, her zaman istihbarat örgütlerinin ilgi odağı ve oyun sahası olmuştur. Nazilerden sonra MI6, CIA de Ortadoğu ve Kafkasya operasyonlarını Türkiye’den yönetip yönlendirmiştir. Geçmişte Almanya Büyükelçisi Von Papen’e Ankara’da suikast düzenlemiş KGB, aynı ortam koşullarını olabildiğince Sovyetler Birliği lehine değerlendirmeye çalışmıştır. Savaş sırasında taraf değiştirip Nazi üniforması giyerek, Almanların elindeki esir Türkistanlılardan lejyonlar kurup onları Kızıl Ordu’ya karşı yönetmiş Ruzi Nazar, savaş bittikten birkaç yıl sonra CIA istasyon şefi olarak Ankara’dadır. James Bond karakterinin yaratıcısı olan yazar ve aynı zamanda deneyimli istihbaratçı Ian Fleming 6-7 Eylül Olayları sırasında bir konferans nedeniyle İstanbul’dadır. Sovyetlerin İngiliz istihbaratı içindeki üst düzey yöneticilik yapan köstebeği Kim Philby, ajan devşirip Sovyetler Birliği’ne göndermek üzere Türkiye’de görevlendirildiği yılları Münevver Ayaşlı’nın Boğaz’daki yalısında geçirmektedir. Hindistan Komünist Partisi’ni bölünmesini ve ayrılanların Çin’in haberi bile olmadan Çin dışındaki ilk Maocu partiyi kurmalarını sağlayan Duane Clarridge, 1968 Temmuz’unda Dolmabahçe’deki ABD askerlerinin öğrenciler tarafından tartaklanıp denize itilmelerine o sırada konuk olduğu bir evin penceresinden kendi gözleriyle tanıklık etmektedir. Bu sayede İstanbul’daki istasyon şefliğine henüz atanmışken Türkiye’de öğrendiği ilk isimlerinden biri Dev-Genç olmuştur. MİT bu ortamda kimi zaman işbirliğiyle kimi zaman bağımsız olarak kendi operasyonlarını yürütmektedir. Türkçülük ve İslamcılık hem dışarıda Sovyetler Birliği’ne hem de içeride yükselen sol akımlara karşı desteklenmektedir.
Olayların içinde yer alan kişileri kariyer hikâyeleri ve türlü biyografik anekdotlarla öne çıkaran Murat Yetkin, sürükleyici anlatımıyla adeta birbiriyle ilişkili belgesel casusluk öykülerinden bir toplam oluşturuyor. Her okur bir James Bond filmi seyreder gibi “vay canına, adamlar neler yapmış” hayretiyle gayet memnun tamamlayabilir bu kitabı. Gerçekten de söz konusu casusluk, istihbarat operasyonları ve entrikalar olunca hayatın kendisi bu alanda üretilen kurgulardan çok daha zengin ve şaşırtıcı. Farkı ise kitap üzerine yazıların moda tabiriyle “katmanlı” okumalara imkân sağlamasıyla yaratıyor Murat Yetkin. Yapmak istediği hayret avcılığıyla sınırlı değil. Sunduğu tarihsel çerçeveyle de siyasi tarihi oluşturan olayların tek nedenli, tek sonuçlu olmadığını, evdeki hesapların çoğu zaman çarşıya uymadığını anlatıyor. Herkesin kendi adına hareket ettiği, çok oyunlu ve çok oyunculu bu sahada tarihe etkide bulunmanın kolay, istenen yönü vermeninse hayli zor olduğunu gösteriyor. Bir olayı çeşitli boyutlarıyla kavrayabilmek için farklı açılardan, farklı gözlüklerle bakabilmenin önemini hatırlatıyor. Türkiye hiçbir zaman gündemsiz kalmamıştır ama sanki biraz daha çalkantılı geçen son günlerimizde Murat Yetkin’e kulak vermenin çoğu okurun ufkunu genişletebileceğini düşünüyorum.