Ana Sayfa Dergi Sayıları 213. Sayı Kitapçı Rafı

Kitapçı Rafı

194
0

Felsefi Yazılar
Isaac Newton, Çev. Deniz Esen, Say Yayınları, 2021, 199 s.
Isaac Newton (1642-1727) ardında yalnızca düşünce tarihinin muazzam yazılarından oluşan hacimli bir miras bırakmamıştır; aynı zamanda bu düşünceler dünyayı temsil etmekte somut bir değere de sahiptir. Modern dönemin ilk yıllarına yaptığı eşsiz katkılara rağmen, doğa felsefesi alanındaki mektuplaşmaları, elyazmaları ve yayımladığı çeşitli çalışmaları bundan önce farklı edisyonlarda ayrı bir biçimde bulunuyordu. Bu kitapta, Principia ve Opticks çalışmalarından önemli kısımlar ve De Gravitatione’nin düzeltilmiş bir çevirisi de içlerinde olacak şekilde Newton’un başlıca felsefi yazıları bir araya getirilmiştir. Ayrıca erken optik çalışmalarından belli parçalar, Dünya’nın hareketi hakkında dinî yorumlara ilişkin yayımlanmamış düşünceler ve çağdaşı olan önemli figürlerle mektuplaşmaları da bu kitapta yer almaktadır. Mektuplaşmalarının muhatapları arasında din âlimi Richard Bentley, matematikçi Roger Cotes ve filozof G.W. Leibniz var. Bu kitap için seçilmiş pasajlar, Newton’un uzay, zaman, hareket ve madde kavramları hakkındaki fikirlerinin nasıl şekillendiğini ve bu gibi tartışmalı fikirlerini çağdaşlarının eleştirileri karşısında nasıl savunduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Ayrıca bu eser Newton’un başarılarının insani ve felsefi yönlerini görmek açısından da eşsiz bir fırsat sunar; çünkü genel olarak okullarda öğretildiği kadarıyla çoğu kişinin zihninde Newton’a dair onun çalışmalarının ve Newtoncu mekaniğin bir karikatürü yer etmiştir. Oysa mektuplaşmalarında ve argümanlarında kırılgan ve inatçı kişiliğinin yanında onun günümüzde anladığımız anlamıyla sadece bir bilim insanı olmadığı, ayrıca bilimsel araştırmanın temellerine dair son derece detaylı görüşleri olan bir doğa filozofu olduğu da ayırt edilebilir. Bu açıdan kendisinden sonra bilim kavramının nasıl şekillendiğini ve Newton’a göre doğa felsefesinin neleri içerebileceğini görmek adına bu son derece önemlidir. Ek olarak, bu nokta Newton’un döneminde Avrupa’daki entelektüel ortamın doğasını anlamaya yönelik olarak da bir kapı aralar.

Kadın Kurtuluş Hareketi – Ütopyalar ve Devrimler
Ebru Pektaş, Yordam kitap, 2021, 270 s.
Ebru Pektaş, Kadın Kurtuluş Hareketi’nde, kadınların ezilmişliği ve baskının nedenleri hakkında süren uçsuz bucaksız kuramsal arayışların dışına çıkarak “kurtuluş fikri”ni dünyevi ve gündelik olanla, somut ve yaşamsal konularla ilişkilendiriyor. Kadın ütopyalarından burjuva devrimlerine, Komün deneyiminden “reel sosyalizm” pratiklerine ve nihayet günümüzün komünalist reçetelerine uzanan bir hatta “kadının devrime hükmetmesi”nin yollarını araştırıyor. Kitapta şu sorulara yanıt aranıyor; Kadının kurtuluşu adına elimizde nasıl bir stratejiler bütünü, ne tip deneyimler vardır? Aydınlanma ile açılan büyük tarihsel dönemeç kadınlara neler vadetmiştir? Önceki yüzyılda Avrupa devrimlerle çalkalanırken, hak taleplerinden özgürlük arayışlarına kadınlar hangi konumda yer almıştır? Bu tabloda Paris’in komünar kadınları ne tip çözümler üretmiştir? 20. yüzyıla damgasını vuran “reel sosyalizm” deneyimleri, “kadının kurtuluşu” başlığında, ne tür vaatler, mevziler ve hayal kırıklıkları ile ayrıştırılabilir? Tüm bu tarihsel izlek ile günümüzün komünalist yaklaşımları, müşterekler perspektifi ve “feminist grev” gibi örnekleri nasıl ilişkilendirilebilir?

Parsel Parsel 2 – Vurgun
Murat Ağırel, Kırmızıkedi Yayınları, 2021, 153 s.
Yazar Murat Ağırel Parsel Parsel kitabının devamı niteliğinde ona bu kitapta Melih Gökçek ve FETÖ bağlantıları üzerinde duruyor ve kitabında şu soruların yanıtları aranıyor; Melih Gökçek’in istifa ettirilme sürecinde, yerine geçmesi için Erdoğan’a önerdiği iddia edilen isim “FETÖ abisi” miydi? Nihat Hatipoğlu’nun kardeşi, Gökçek’in en yakınındaki isme nasıl rüşvet verdi? Belediyeden çıkarılan FETÖ’cüler hangi üniversiteye, hangi kadrolarla yerleştirildi? Gökçek’in belediyeyi neredeyse birlikte yönettiği o dört FETÖ’cü isim kimdi? FETÖ Ankara’yı nasıl parselledi? 4 mütevelli bölgesi yöneticileri kimlerdi? Keçiören, Çankaya, Sincan ve Altındağ mütevelli bölgelerinin alt bölgeleri nerelerdi? Onların yöneticileri kimlerdi? Bu isimlerin Melih Gökçek’le ilişkileri nelerdi? Belediyeden FETÖ’ye himmet hangi yollarla aktarılıyordu? Melih Gökçek’in Mansur Yavaş’a kurduğu o kumpasın tüm ayrıntıları… Erdoğan’ı nasıl tehdit etti? Melih Gökçek’in istifa ettirilmesinden bir ay önce Nevin Gökçek’in evine aldığı mobilyalar nasıl belediyeye ödettirildi?

Türkiye’de Köylülüğün Sosyal Tarihi 1945-1960
Sinan Yıldırmaz, İletişim Yayınları, 326 s.
Geçiş diye tanımlanan dönemlere genellikle güçlü bir belirleyicilik atfedilir ve bir toplumun tarihi, ağırlıkla, söz konusu “geçiş” dönemlerine referansla düşünülür. 1945-1960 yılları arası da -çok partili siyasal hayata geçiş, Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ve 1960 Darbesi- Türkiye tarihi için böyle bir dönemi ifade eder. Bazen “geçiş” momentlerinin belirgin nitelikleri, dönemin birtakım kritik gelişmelerini görmeyi zorlaştırabilir. Sinan Yıldırmaz, Türkiye’de Köylülüğün Sosyal Tarihi’nde “köylülük” üzerinden bu zorluğun üzerine gidiyor. Köylülerin siyasi bir güç haline gelmesini, siyasal alanda artan görünürlüklerini, siyasi tartışmalarda “hesaba katılmalarını” köy edebiyatından, köylülerin “karıştığı” olaylardan, kırsal alanın dönüşümü, kente göç, gecekondulaşma gibi gelişmelerden hareketle anlamaya çalışıyor.

Okumanın Alfabesi
Ezra Pound, Çev. Kemal Atakay, Ketebe Yayınları, 256 s.
Okumanın Alfabesi’nin girişinde” Ümidim, artık okulda okumayanların, hiç okul okumamış olanların, keza üniversite sırasında benim neslimden çoğu kişinin çektiği dertleri çekenlerin ‘zevk alarak ve yararlanarak’ okuyabilecekleri bir ders kitabı ortaya koymak.”diyen Ezra Pound, ders kitabı olarak tanımladığı bu metinde şiire odaklanıyor. Dilin, edebiyatın ve şiirin ne olduğu sorusuyla başlayıp bir dizi nasıl sorusuyla devam ediyor: Şiire nasıl yaklaşılır? Şiir nasıl yorumlanır? İyi şiir nasıl ayırt edilir? Ezra Pound bütün bu sorulara cevap verirken tarihsel ve kavramsal bir arka plan veriyor, şiir ile müziğin ilişkisini irdeliyor ve en önemlisi edebiyatın gücünün faydadan değil, bir araç olarak dilin iyi kullanımından kaynaklandığının altını çiziyor. Bununla kalmayıp okurlarının gücünü dilden alan iyi bir edebî metni ayırt edecek yetkinliğe erişmesi için elinden geleni yapıyor; örnek metinler sunuyor, yakın okumalara girişiyor, okuma önerileri veriyor, listeler çıkarıyor, mini testler hazırlıyor, yazma alıştırmalarından söz ediyor.

Hegel’in Toplumsal Etiği: Din-Çatışma ve Uzlaşı Ritüelleri
Molly Farneth, Çev. Kadir Gülen, İz Yayıncılık, 2021, 287 s.
Molly Farneth, Hegel’in politika ve din felsefesine ışık tutmayı amaçlayan yeni ve özgün bir Fenomenoloji yorumu geliştirmeyi hedefliyor. Metnin merkezindeyse Hegel’in Hıristiyanlık ile ilgili erken dönem kavrayışının Tinin Fenomenolojisi’nin “Din” ile ilgili bölümünde yeniden ele alındığına, dolayısıyla Hegel’in toplum felsefesinin nihai kabullerinin din felsefesiyle yakından bağlantılı olduğuna ilişkin çarpıcı bir iddiada bulunuyor. Hegel’in din ve modernite ile ilgili düşüncelerine gösterilen ilgiyi göz önünde tutarak kitabı Hegel literatürü açısından hayli davetkâr bir yorum olarak ön plana çıkarmayı amaçlıyor.

Geçmişten Günümüze Obsesyon
Lennard J. Davis, Çev. Deniz Uludağ, Doğu-Batı Yayınları, 2021, 387 s.
Lennard J. Davis, obsesyonun izini Rönesans kültüründe hâkim olan posesyon (yani şeytan girmesi) ile sürmeye başlar ve bunun obsesyonla ilişkisini incelemeyi amaçlıyor.  Obsesyonun Kökeni’nin ardından obsesyonun tarihsel sürecini histeri, buharlar, melankoli, hipokondriyle incelemeye başlayıp ve akabinde delilik kategorilerini genel olarak ele alır ve buna ilişkin örnekler sunuyor. Bu tarihsel yolculuğun devamında edebiyata geniş bir yer ayırır. Merak ile obsesyon arasındaki ilişkiyi ve monomaniyi inceler. Cinsellik, aşk ve obsesyon üçgenine geniş bir yer ayıran Davis, yaşadığımız yüzyıla yaklaşırken de obsesyon ile resim, heykel gibi görsel sanatlar arasındaki ilişkiye odaklanır. Tüm bunları biyokültürel bir çerçevede ele alır. Daha çok 19. ve 21. yüzyıllar arasını mercek altına alır, zira modernite ile obsesyon arasında büyük bir ilişki olduğu kanısı bu çalışmaya yön verir: “Modernite öyle bir dönem olarak görülmektedir ki, normal olmak bir nevi deli olmakla, özellikle de obsesif olmakla örtüşen bir şey olarak tanımlanır.

Sanatçının Kendine Yolculuğu – Sanat ve Edebiyat Üzerine Psikanalitik Denemeler
Nilüfer Erdem Güngörmüş, Metis Yayıncılık, 2021, 144 s.
Psikanaliz tedavisi sağlıklı ve patolojik durumları birbirinden ayıran sınırların aslında zannedildiği gibi keskin olmadığı ve birinden diğerine geçişin mümkün olduğu fikri üzerine kuruludur. Analizdeki kişinin kendisinin de fark edeceği gibi tedavi olmakla kendini tanımak, kendi ruhsallığının derinliklerini kavramak ayrılmaz şekilde iç içe ilerler. Günümüzün en şanslı bireylerinin sanatçılar olduğu söylenebilir, çünkü onların kendi karanlıklarını emanet edebilecekleri emniyetli ve çok zengin potansiyellere sahip bir yer vardır: Sanat yaratısının gerçekleştirildiği alan.
Güngörmüş kitabını şöyle özetliyor: “Zaten birçok sanatçı da bunun farkındadır: Eserlerini yaratırken kendi içlerinde de bir dönüşümün gerçekleştiğini biliyorlar ve sanatları aracılığıyla kendi karanlıklarına dalıp, içsel bir yolculuğu tamamlayıp kendi derinliklerinden hakikati nasıl bulup çıkardıklarını anlatıyorlar bize. Tıpkı psikanaliz tedavisinde olduğu gibi sanatsal yaratıcılıkta da esas olan bireysel süreçlerin tekilliği ve biricikliğidir. Farklı tarihlerde kaleme aldığım ve Hermann Melville’den Henry Bauchau’ya, Sevim Burak’tan Selma Gürbüz’e, Alvin Lucier’den Mehmed Siyah Kalem’e farklı ressam, yönetmen, besteci ve edebiyatçıların eserlerine odaklanan bu denemeler, sanatsal yaratıcılıkla psikanalitik düşüncenin kesiştiği noktalardan doğan bu tür tekil örnekler getirmeyi amaçlıyor.”