Üstümüzden sıralı sırasız silindirler geçiyor. Bitti dediğimiz yerde yenisi işkencesine başlıyor. Çok fazla şey oluyor – çoğu karanlık, çoğu ruhu sersemletecek kadar yoğun ve yorucu. Sıralı sırasız; çoğu şeye üzülmeye zaman, derman bile kalmıyor. Çoğumuz karın tokluğuna bile çalışmıyoruz artık; elimizde avucumuzda hiçbir şey kalmayana dek alıyorlar. Başkasına üzülecek kadar etrafımıza bakamıyoruz – her yarın başka bir faturanın, başka bir ödemenin son günü, ufkumuz bu kadar daraldı artık. Bizi mutlu edecek bir hayatın hayalini dahi kuramıyoruz. Hayat şimdi çalışmak ve ödemekten ibaret. Yine de yetmiyor, yine de yettiremiyoruz. Alacaklısı olduğumuz sisteme her gün borçlanıyoruz.
Toplanan, öldürülen sokak köpeklerine üzülemiyoruz çünkü elimizde kalan bir iki sokak köpeğini nasıl besleyeceğimizi, nasıl koruyacağımızı bilemiyoruz. Yağmalanan, geleceğimiz pahasına satılan ormanlarımız için üzülemiyoruz çünkü kalan birkaç ağacı nasıl savunacağımızı bilemiyoruz. Enes’e üzülemiyoruz çünkü diğer çocukları nasıl kurtaracağımızı bilemiyoruz.
Bir cehennem kuyusunun dibinde büyük cennetlerden söz edip büyük vurgunlar yapanların palazlanmasını izliyoruz. Bu da başka bir işkence elbette. İnsanın aptal yerine konduğunu bile bile hayatının, hayallerinin ellerinden çalınışını izlemesi ne büyük bir işkence. İzliyoruz. Ama nereye kadar? Nereye kadar izleyeceğiz? Sonu olmayan bir kuyunun içinde dibe vurmayı mı bekleyeceğiz? Karanlığın içinde başkası için üzülmenin ne demek olduğunu unutacağımız noktaya gelmeyi mi bekleyeceğiz?
Yaşanmaya değer, güzelleştirilmeye değer bir hayatımızın, her şeyden kıymetli hayallerimizin olduğunu unutacağımız cehenneme erene dek mi bekleyeceğiz?
Hayır.
***
“Çocukluğuma dair mutlu bir anım yok. Tüm bu yıllar boyunca mutluluk ya da sevinç duygusunu tatmamış olduğumu söylemek istemiyorum. Ama şu var ki acı totaliterdir: Sistemine girmeyen her şeyi yok eder.”
Eddy’nin Sonu bu cümlelerle başlıyor. Devamında hikâyenin bu cümlelerin hakkını verdiğini göreceğiz: Eddy’nin maruz kaldığı zorbalıklar, hakaretler; baskı ve dışlanma o kadar yoğun, o kadar sarsıcı ki kimi yerde okumakta zorlanıyor insan. Kaç kere kitabı kapatıp soluk molaları verdim; sıkışan kalbimi, bunca eziyet karşısında sancılanan aklımı rahatlatmam gerekti.
Fransa’nın yoksul bir kasabasında, yoksulluk, işsizlik ve sefalet içinde, tipik erkek egemen taşrada başlar Eddy’nin yaşamı. En başta kadınların erkekliği yücelttiği, erkeğin ise “hak edilmiş” onurunu olanca zorbalığıyla kuşandığı, “öteki” olduğundan, “eşcinsel” olduğundan şüphelenilenlerin yediden yetmişe herkes tarafından başının ezildiği bir kasaba. Homofobi, ırkçılık, şiddet gündelik uğraşlar burada; her kurbanın kendinden zayıf gördüğünü ezdiği kanlı bir arena. Zorbalar nefret dolu, kurbanlar nefret dolu; bir kıvılcıma bakıyor kan dökülmesi. Tanıdık, değil mi?
Édouard Louis hikâyeyi ilk satırdan son satıra vurucu bir çıplaklık ve acımasız bir olağanlıkla anlatıyor. Louis’in satırları çıplak elektrik teli gibi. Nefretin, zorbalığın, korkunun kokusu geliyor burnunuza. Bir uzlaşma, bir tür ruh yatıştırma sunmuyor metin; aksine. Ve bu onu daha da güçlü, daha da gerçek kılıyor.
Çevirisine özellikle değinmek istiyorum. Ayberk Erkay’in sözcükleri, cümleleri o kadar bütünleşmiş ki metinle, Türkçe yazılmış deseniz inanırdım. Kimi kısımları metnin gücünün yanı sıra çevirinin güzelliğine de hayran kalarak tekrar tekrar okudum.
“Er ya da geç acıya alışacağımı düşünüyordum. Acıya alışıyordu insan, bir şekilde alışıyordu nasılsa, sırt ağrılarına alışan işçiler gibi. Bazen, evet, acı baskın geliyordu. Demek alışmak değildi bu tam anlamıyla, uyum sağlıyordu insan, acısını gizlemeyi öğreniyordu.”
***
Alice Harikalar Diyarında muhtemelen hepimizin birden çok kez okuduğu, çocukluğun o şenlikli öykülerinden biri. Ama yalnızca o kadar mı? Her okumada farklı bir yerinden yakalamaz mı sizi de? Her okumada farklı bir derinliğe açılmaz mı dizeler? Her yaşta farklı bir yere göndermez mi sizi? Belki gerçekdışı büyüsü bunu sağlayan, belki de aslında tam burayı, bu dünyayı anlatması. Aklın almadığını uca taşıyarak, hayalin o yerçekimsiz boşluğuna salarak göstermesi onu bu kadar vazgeçilmez bir klasik kılan. (Bizim medyada son derece pespaye bir deyiş vardır, bilirsiniz: “Sözün bittiği yer.” Sözün bittiği bir yer yoktur elbet ama olacaksa, hani illa olsun istiyorsak orası harikalar diyarıdır.)
Bilgi Yayınevi etiketi, Yasemin Yener çevirisiyle 2021’de basılan Alice Harikalar Diyarında, Salvador Dali’nin resimleriyle daha da büyülü bir diyara taşınan koleksiyonluk bir kitap. Çevirinin duruluğu, Dali’nin büyüleyici çizimleri ve göz dolduran baskısıyla kitap günlerdir elimden düşmüyor. Kimi okuyorum, kimi resimlere bakıp başka öykülerin kıyısına uzanıyorum.
“Zavallı Alice, ‘Ama iki kişiymişim gibi davranmanın yararı yok!’ diye düşündü. ‘Adamakıllı bir kişi olacak kadar bile ben kalmadı bende!’”
-Eddy’nin Sonu, Édouard Louis, Çev. Ayberk Erkay, Can Yayınları, 2021, 167 s.
-Alice Harikalar Diyarında/Salvador Dali’nin Resimleriyle, Lewis Caroll, çeviren Yasemin Yener, Bilgi Yayınevi, 2019, 123 s.