Ana Sayfa Dergi Sayıları 224. Sayı Robespierre’in XVI. Louis’ye karşı Konvansiyon’da okuduğu iddianame (1793)

Robespierre’in XVI. Louis’ye karşı Konvansiyon’da okuduğu iddianame (1793)

624
0

Baylar sizi asıl sorundan uzaklaştırıyorlar. Biz burada hiçbir davaya bakmıyoruz. Louis bir sanık değildir; sizler de yargıç değilsiniz Bir insanın lehine ya da aleyhine bir karar vermek durumunda da değilsiniz. Siz sadece kamu esenliği için bir önlem alacaksınız, ulusal yazgının bir edimini yerine getireceksiniz. Gitgide serpilip, gelişen cumhuriyeti sağlam temellere oturtmak için, sağlıklı bir siyasetin öngördüğü karar hangisidir acaba?
Krallığın ayaklar altına alınışını sineye çekmeli ve Kral’ın tüm yandaşlarını etkisiz hale getirmeliyiz.  Eğer bir insan, işlediği cürmü dünyaya büyük bir sorunmuş, davasını da, o güne değin var olan en ateşli tartışmaların, en muazzam görüşmelerin yegâne konusuymuş gibi sunarsa, eğer geçmişine ait anılarıyla, vatandaşlık unvanı arasında ölçülmesi zor bir uzaklık koyarsa, bu demektir ki, bu insan kendisini özgürlük için daha da tehlikeli kılacak aracı sonunda bulmuştur. XVI. Louis kral iken cumhuriyet kuruldu. Sizi uğraştıran o büyük soruyu aslında tek sözle çözüme kavuşturmak mümkün. Louis işlediği cürüm yüzünden tahttan indirilmiştir. Cumhuriyete karşı komplo düzenlemiştir. Ya o yargılanacak ya da cumhuriyet aklanmış sayılmayacaktır. XVI. Louis’ye karşı bir davanın açılmasını önermek bile devrimden kuşku duymak demektir. Eğer mahkeme önüne çıkarılırsa aklanma olasılığı vardır; aklanırsa da, suçsuz çıkabilir pekâlâ. Ama eğer suçsuzsa, devrim nerede kaldı? Eğer gerçekten suçsuzsa, bizler iftiracılardan başka neyiz ki? Yabancı sarayların hakkımızda çıkardıkları beyannameleri doğrulamış oluruz o zaman. Louis’nin hapsedilmesi bile yanlış bir hareket olur. Müttefiklerimizin, Paris halkının, Fransız İmparatorluğu yurtseverlerinin cezalandırılması gerekir o zaman; ve kaç yüzyıldır doğanın mahkemesinde, erdemle cürüm, özgürlükle tiranlık arasında süregelen o yüce dava en sonunda cürmün ve despotizmin lehine sonuçlanmış olur. Vatandaşlar, aklınızı başınıza devşirin! Burada yanlış kavramlarla yanıltılıyorsunuz. Büyük bir halkın majestelere özgü davranışlarıyla erdemin o yüce coşkuları, bizim gözümüzde bir volkanın patlaması, siyasal toplumun yıkılışıdır. Eğer bir ulus darbe yapma hakkını ele almaya zorlandıysa, tirana karşı doğa kanununa geri dönüyor demektir bu. Tiran kendi başına toplumsal sözleşmeye nasıl başvurabilir ki? Kendisi çiğnemiştir onu! Peki, onun yerine hangi yasalar getirilmiştir? Doğanın yasaları: Yani halkın selâmeti. Bir tiranı cezalandırmak hakkıyla, aynı adamı tahttan indirmek hakkı bir ve aynı haktır. Biri diğerinden başka bir biçimi kabullenemez. Bir tiranın davası demek, isyan, ayaklanma demektir. Bir tiranın hak etiği yargı, iktidarının yıkılışıdır; çarpıştırılacağı ceza da, halkın özgürlüğünün uygun gördüğü cezadır. Halklar şimşeği çakarlar, yargıları budur onların. Halklar kralları itham etmezler, işlerini bitirirler sadece, hiçe indirirler onları! Kralları cezalandırmak hakkı hangi cumhuriyette tartışma konusu olmuştur ki? Tarquinius mahkeme önüne mi çıkarıldı? Bazı vatandaşlar onun savunucusu olduğunu açıklasalardı, Roma’da ne söylenirdi acaba? Biz de XVI. Louis olayını çözmek için avukat mı çağıracağız? Belki de avukatları ilk kez daha vatandaşlıkla taçlandıracağız. Ne de olsa onlar bir şeyi savundular mıydı, o şeyi zafere ulaştırmayı umarlar; yoksa dünyaya sadece gülünç bir adliye komedisi göstermiş oluruz. Hâlâ cumhuriyetten konuşma cüretini gösteriyoruz! Tabi, ezilenlere karşı öyle merhametsiz kalabiliyoruz ki, bu yüzden zorbalara karşı gayet naziğiz. Bu ne biçim bir cumhuriyettir ki, kurucuları tarafından kuşkuyla karşılanıyor; terazide hafif gelsin diye, kurucuları harıl harıl düşman arıyorlar. Burada Kral’ın dokunulmazlığından söz edileceğini 2 ay öncesine değin kim düşünebilirdi? Bugünse Ulusal Konvansiyon’un bir üyesi, vatandaş Petion çıkıp, bu düşünceyi ciddi bir görüşmenin konusu olarak önerebiliyor! Ey cürüm, ey alçaklık! Fransız halkının yargılaması XVI. Louis’nın Pengyrikos’una çarpıp geri dönmüştür. Louis hâlâ bulunduğu zindanın derinliklerinden bizimle savaşmaktadır. Siz de onun suçlu olup olmadığını, ona bir düşman gözüyle bakılıp bakılamayacağını soruyorsunuz. Onun çıkarı uğruna Anayasa’ya el uzatılmasına izin veriyor musunuz? Öyleyse, Anayasa’yı yargılayın daha iyi; çünkü Anayasa Louis’yi korumamızı yasaklar. Haydi, ne duruyorsunuz, gidin Tiran’ın ayaklarına kapanın ve sizi bağışlaması, merhametli olması için yalvarın ona…
Ama yeni bir zorluk daha çıkıyor karşımıza: Onu hangi cezaya çarptıracağız? Birisi çıkıyor, ölüm cezası çok korkunç bir ceza diyor. Bir başkası hayır diyor, yaşam daha korkunç, onu yaşam cezasına çarptırmalıyız. Avukatlar! Merhametiniz yüzünden, işlediği cürümden kurtaracak mısınız onu? Ben şahsen ölüm cezasından nefret ederim; Louis’ye karşı da ne sevgi besliyorum ne de kin; sadece işlediği cürümden tiksiniyorum. Ben Konvansiyon’da ölüm cezasının kaldırılmasını talep etmiştim ve o zaman, aklın en önde gelen temel ilkeleri, ahlâkî ve hukukî kâfirlikler olarak görüldüyse de, bunda benim bir suçum yok. Ancak siz, bireysel ve bağışlanabilir türden hatalar işlemiş olan zavallıların yararına, ölüm cezasının kaldırılmasını talep etme kararlılığını gösteremeyenler: Tüm cürümler içinde en büyüğünün davasına ahkâm kesebilmek için neden insancıllığınızı anımsıyorsunuz birdenbire, bu ne nahoşluk böyle? Bir defaya mahsus olmak üzere ölüm cezasından cayılmasını talep ediyorsunuz, hem de, o tek başına bu cezayı, kılı bile kıpırdamadan yasallaştırabilecek olan bir kişi için: Daha tam oturmamış bir Cumhuriyet’in kucağına düşmüş tahtsız bir kral için istiyorsunuz bunu. Bu Kral’ın adı bile, ulusumuzu, uluslararası bir savaşın eşiğine getirmeye yetmektedir. Ne hapishane, ne de sürgün onun varlığını, suçlarını arındırabilir. Ben acıyla da olsa, şu üzücü gerçeği dile getiriyorum: En iyisi Louis ölmelidir. Yüz binlerce dürüst vatandaşın yerine ölmek zorunda, çünkü vatan yaşamalıdır.