Karaburun taraflarında peygamberlik iddiası ile ortaya çıkan Börklüce Mustafa ile onun müridi Torlak Kemal, Bedreddin tarafından yetiştirilmişlerdir. Börklüce’nin ortaya atmış olduğu malda vesairede iştirakçilik fikrinin yapımcısı ve öğreticisi Bedreddin’dir. İsyancı ruh ile yetiştirdiği talebelerine verdiği derslerdeki öğretilerini topladığı eseri Varidat’dır.
Okuyacağınız makale, 7-10 Ekim 2022 tarihleri arasında İzmir-Karaburun’da gerçekleştirilen 28. Ütopyalar Toplantısı’nda H. Serdar Yasa tarafından yapılan sunuşun düzenlenmiş ve genişletilmiş halidir.
Börklüce Mustafa’yı anlamak için önce Bedreddin’i anlamak gerekir.
Bedreddin’in dedesi Gazi Abdülaziz’dir ve Selçukiler zamanında Sultan Alaaddin Keykubat’ın vezirliğini yapmıştır. Gazi Abdülaziz, amcası 2. Gıyaseddin Mesud’un tekrar Selçuklunun başına padişah olması üzerine artık Konya’dan ve Selçuklu devletinden ayrılma vaktinin geldiğini düşünür. Osmanlı padişahı Orhan Bey’in oğlu olan Süleyman Paşa ile birlikte 7 atlı (Gazi Abdülaziz, iki kardeşi, kız kardeşinin oğlu, diğer iki yeğeni, onların babaları ve kendi oğlu Gazi İsrail) Rumeli’ye geçmek üzere Konya’dan ayrılırlar. Hedefleri Dimetoka’dır. Dimetoka yolunda Süleyman Paşa’nın attan düşerek ölmesi sonrasında Osmanlı Türklerinin başına geçen Murat Bey, Dimetoka’nın zaptı için 100 yaşında ama hâlâ dinç ve at üzerinde seferlere de katılan Gazi Abdülaziz’i görevlendirir. Gazi Abdülaziz ve oğlu Gazi İsrail Dimetoka’ya giderken pusuya düşürülürler ve Gazi Abdülaziz şehit olur.
Bedreddin’in babası Gazi İsrail’dir. Dede Gazi Abdülaziz’in Gaziler kayasında pusuya düşürülerek öldürüldüğünde oğlu Gazi İsrail 35 yaşındadır. Semerkant’ta zamanın ünlü hukuk bilgini Abdülmelik’ten ders almış ve aynı zamanda babası gibi iyi bir savaşçı olarak yetişmiştir. Dimetoka’nın zaptından sonra 300 atlı ile esas kuvvetlerden ayrılarak Edirne yakınlarındaki Bizans tekfurluğu olan Simavna Kal’asına gitmiş, orada Bizans askerini yenmiştir. Gazi İsrail’in ele geçirdiği kalenin arazisi tımarlara ayrılarak başlarına sipahiler verilmiş, diğer ganimetler de 300 atlı arasında bölüştürülmüştür.
Gazi İsrail zapt ettiği kalenin tekfurunun kızı ile evlenmiş, karısı Müslüman olarak Melek Hatun adını almıştır (1359). Evliliklerinin ilk yılında (1360) doğan çocuklarına Bedreddin adını verirler. Gazi İsrail kalenin kadılığını üstlenir ancak bir yandan da askerlik ve çiftçilik yapmaya devam eder.
Oğlu Süleyman Paşa’nın attan düşerek ölmesinden sonra Padişah Orhan Bey fazla yaşayamaz ve 1362 yılında vefat eder, yerine ikinci oğlu Murat Hüdavendigar geçer ve padişah olur. Padişah Murat, Edirne üzerine yürüme kararı alır ve Lala Şahin Paşa’yı bu fetih için görevlendirir. Simavna kadısı Gazi İsrail de 300 atlısı ile birlikte Lala Şahin Paşa’ya katılır. Edirne tekfurunu yenerek Edirne’yi fethederler. Gazi İsrail ailesini Edirne’ye taşır ve oraya yerleşirler.
![](https://bilimvegelecek.com.tr/wp-content/uploads/2022/11/2-1.jpg)
1360 yılında doğan Bedreddin, 3 yaşına kadar Simavna’da kalmıştır. Çok soru soran, soru sorduğu için azarlanmayan bir çocukluk yaşamıştır. Delikanlılık çağında bilimin derinliklerine inmeye başlamıştır.
Bedreddin ilk derslerini babasından alır, babasından çok etkilenir ve daha sonraları yazacağı eserlerinde Simavna Kadısıoğlu namı ile müştehir abd-i zaif İsrail oğlu Mahmud imzasını kullanır.
Bedreddin daha sonra Şahidi’nin öğrencisi olur ama asıl hocası Mevlana Yusuf’tur. 20’li yaşlarında amcasının oğlu Müeyyed ile Bursa’ya giderek orada Koca Efendi’yi bulur. Bursa kadısı ve Kaplıcalar medresesinin müderrisi Koca Efendi namı ile bilinen Mahmud Efendi ve torunu Musa’nın Edirne’ye gelişinden sonra Musa ile yakın arkadaş olur ve Koca Efendi’den 6 ay süre ile kelam dersleri alır. Bu arada matematik ve astronomiye de merak sarar.
“Kelam, İslam dininin felsefi bir görüşle açıklanması anlamına gelir. Bu suretle Kelamcılar İslam dinini dogmatik bir sisteme bağlamışlardır.”
“Zeki olan kimselerin üstünlüğü kişisel buluşlarıyladır yoksa bir takım rivayetleri nakil ve ezberlemekle değil”
Bedreddin gerçeğin peşine düşer. Yalnız İslamiyet’i değil, bütün dinleri, insanı mutluluğa kavuşturma çabasının bir vasıtası olarak kabul etmektedir. İnsanı korkutarak veya umutlandırarak Allah yoluna sevk etmenin yanlışlığını düşünmeye başlamıştır. “İnsan, varlığında taşıdığı Allah’ın sıfatları ile köle olamazdı, tarikat müesseseleri insanı köleleştiren birer sömürü topluluklarından ibaretti.”
Hocası Koca Mahmud Efendi, torunu Musa’yı ve Bedreddin’i, Konya da fıkıh, mantık ve astronomi okutan Müderris Feyzullah’ın medresesine gönderir. Daha sonra Musa’yı Timurleng’in oğlu Şakruh çağırtır. İleride Kadızade-i Rumi lakabını alacak olan Musa, Uluğbey’e öğretmen tayin edilir. Astronomide büyük şöhret olan Musa, meşhur Ali Kuşçu’yu da yetiştiren hocadır.
Bedreddin ve Müeyyed Konya’dan Şam’a doğru at sürerler. Bereketli topraklardan geçerken bakımlı bir coğrafya ve mutlu insanlar görürler. 21-23 yaşlarında olan Bedreddin, bilimin katılığına kapılmadan kendisini hayatın içerisinde buluverir.
“Başkalarının içtihadıyla yargı haramdır.” (Varidat)
“İnsaf ediniz. Oyun, eğlence ve güzel seslerle Tanrı’ya kavuşmaya vesile olan bir şeyi haram görmek ve haram olduğunu söylemek bir Müslümana helal olabilir mi? (Varidat)
“Hasılı insanda melekler ve şeytanlar doludur. Bunlardan hangisi galip gelirse insana o hükmeder.” (Varidat)
Şam’da salgın hastalık çıktığını öğrenen Bedreddin ve Müeyyed Kudüs’e doğru at sürerler. Kudüs’te zamanın yüksek hukukçularından ders alırken diğer taraftan oturdukları Mescid-i Aksa’da fakir bir hayat sürmektedirler. Kudüs’e geldikten 6 ay sonra paraları biter. Açlıktan bitap düşerler. Ali Keşmiri ismindeki zengin bir Türk onlara yardım eder ve evinde yaptığı toplantılara davet eder. Oradaki toplantılarda Bedreddin herkesin dikkatini çeker. 23 yaşında olmasına rağmen muhakeme tarzı, tartışmalarda gösterdiği zekâ ve mantık seyri yaşlı âlimlerin takdirini toplar.
Bir süre sonra Bedreddin, Ali Keşmiri’ye artık Mısır’a gitmek istediğini söyler. Keşmiri çok sevinir ve Kahire’de evi olduğunu birlikte gidebileceklerini söyler. Ali Keşmiri Kahire’de tanıdığı bütün müderrisleri Bedreddin ve Müeyyed ile tanıştırır, bu müderrisler içerisinde mantık ilminin büyük hocalarından Mübarek Şah da vardır. Mübarek Şah, Bedreddin’i dinlerken yanındaki Seyit Şerif’e (Cürcani) “Eğer benzeyeceksen birine, muhakkak Bedreddin’e benze” diye fısıldar. Bu suretle Bedreddin, Mübarek Şah ve Cürcani’nin öğrencisi olur.
Mübarek Şah, öğrencisi Bedreddin ile yakın arkadaş olur ve hacca giderken onu da yanında götürür. Mekke yolundayken yelkenlileri fırtınada batar ama kurtulurlar ve bir adaya çıkarlar, yaklaşan başka bir yelkenli onları alarak Cidde’ye götürür, oradan da Mekke’ye geçerler, hacı olduktan sonra Medine’ye dönerler. Cürcani’den gelen bir mektupla Bedreddin Kahire’ye çağırılır ve Şeyh Ekmel’in derslerine kabul edilir.
Bedreddin 12 yıl Kahire’de kalır. Mısır’a hakim olan Sultan Berkuk, oğlu Ferec’in yetiştirilmesi için1395 yılında Bedreddin’e öğretmenlik teklif eder ve Bedreddin kabul eder. Sultan onu sarayına davet eder ve sarayda Şeyh Hüseyin Ahlati (tarikat şeyhi) ile tanıştırılır. Sultan Berkuk, hediye olarak Ahlati ve Bedreddin’e iki Habeş kız kardeş verir ve kardeşlerden Maria Şeyh Ahlati ile, Caize ise Bedreddin ile evlenir. Bedreddin’in İsmail adını verdiği bir oğlu olur.
Bedreddin Ferec’in öğretmenliğini yapar, Timurleng’in Mısır’a savaş açması ve Mısır ordusunu yenmesi ile Berkuk öldürülür yerine oğlu Ferec geçer. Böylece Bedreddin’in öğretmenlik görevi sona erer.
Bedreddin artık öğrenecek bir şey kalmadığını düşünerek bir boşluğa düşer, bir ölüden farksız hale gelir. Babası Gazi İsrail, subaşısı Musa’yı Bedreddin’i Edirne’ye getirmesi için Mısır’a gönderir ama Bedreddin dönmez. Baldızı Maria’nın etkisi ile Ahlati’nin dergâhına katılır. Ahlati hastalanan Bedreddin’i tedavi ederek bir seyahate çıkmasını tavsiye eder. Anadolu’nun doğu illerine doğru yola çıkan Bedreddin Tebriz e kadar gider.
1402 yılında Ankara savaşında Timur’un orduları Yıldırım Bayezid’in emrindeki Osmanlı ordusunu yener, Sultan Yıldırım Bayezid Oğlu Musa Çelebi’nin kollarında ölür. Bedreddin, geçtiği yerlerdeki yıkımı, harap edilen Anadolu’yu görür ve üzülür. Osmanlı ordusunun bazı komutanlarının birlikleri ile birlikte Timur’un ordusuna katılarak Yıldırım Bayezid’in Timurleng’e yenilmesine neden olmasına çok hırslanır, bu komutanları bulup yaptıklarının yanlış ve ahlaksızlık olduğunu kendilerine söyler.
Bedreddin, Timur’un davetine katılır. Âlim Şeyh Cezeri, Timurleng’in yanındadır, Timurleng ve Şeyh Cezeri bilim insanlarının katıldığı toplantılarda Bedreddin’e hayran kalırlar. Timurleng, Bedreddin’in kızı ile evlenmesini ve ona şeyhülislamlık vermeyi teklif eder ancak Bedreddin kabul etmez.
Çocuğu ve eşi Mısır da olduğu için Bedreddin Mısır’a döner. Bu sırada, Ahlati’nin ölümü nedeniyle ve ona verdiği söz üzerine, istemese de Ahlati’nin tarikatının başına geçer. 6 ay süren bu görev sonrasında ailesi ile birlikte kaçarcasına Mısır’ı terk ederek Edirne’ye doğru yola çıkar. Tire ve Aydın üzerinden İzmir’e oradan da Tekfur’un davetlisi olarak Sakız adasına gider, 10 gün kalır. Bazı Hristiyanların ve rahiplerin Bedreddin’in etkisi ile Müslüman olduğu söylenir. Bedreddin Sakız adasından ayrıldıktan sonra torlakların öncülüğü ile Bursa’ya oradan da Edirne’ye henüz sağ olan anne ve babasının yanına geçer (1406).
Bir yıl sonra davet üzerine Bursa ve Aydın civarlarında dolaşır, tekrar Edirne’ye döndüğünde karısı Caize’yi hasta bulur, kısa bir süre sonra da karısı vefat eder. Bedreddin kabuğuna çekilir. Hukuk alanındaki ilk eseri olan Letaif-ül İşarat bu dönemde yazılmaya başlanmıştır. Eseri bitirdikten kısa bir süre sonra Osmanlının başındaki Musa Çelebi Bedreddin’i kazasker olarak atamıştır. Kazasker ya da Kadıasker: ordu komutanı, yargıçların başı, yargıda idari işler, müftülere el çektirmek dahil, tayinleri, ücretleri, cezalandırmaları ve benzeri konularda karar veren kişidir. Kazaskerliği döneminde Camu’ül Fusuleyn’i yazmaya koyulur ve 10 ay içerisinde de tamamlar. Bu eseri ile insanları özgürleştirmiş ve kanunperestlikten kurtarmıştır. Kazaskerliği 1410-1413 yılları arasında sürmüştür.
Mülkiyet hakkı kutsal mıdır? Bedreddin’e göre kutsallık diye bir şey yoktur. Kutsallık sadece Tanrı’ya aittir, “mülkiyet hakkı” insanlar ve toplumlar arasındaki düzenin devamını sağladığı sürece saygıya değer bir haktır. İşsize iş, mekânsıza mekân sağlamanın derdine düşen Bedreddin sahibi bulunduğu Edirne de kilise camii bölgesindeki taşınmaz malını 1412 yılında vakıf malı haline getirir.
Musa Çelebi kardeşi Çelebi Mehmet’e yenilerek öldürülünce Bedreddin’in kazaskerliği de son bulur. Çelebi Mehmet bu ünlü bilgine kıyamaz ve 1000 akçe maaşla İznik’e sürgüne gönderir. Bedreddin sürgün hayatı yaşarken, yazdığı iki kitabının tam anlaşılmadığı yönündeki eleştiriler nedeniyle, Edirne’de başladığı üçüncü eseri Teshil’i İznik’te tamamlar. Bu eserle birlikte kelamda, hukukta ve felsefede anlaşılmayan hiçbir şey kalmasın diye yazdığı bu eserlerin her birinin 2000 sayfalık büyük eserler olduğu bilinmektedir. Gerek Edirne’de gerekse İznik’te verdiği derslerin notları öğrencileri tarafından birleştirilip kitap haline getirilerek Varidat kitabının oluşturulduğu söylenir. Varidat’ın Kanuni dönemine kadar neşredilmediği de söylenmektedir.
İznik’te iken Börklüce ve Torlak Kemal’in vaizleri ile etrafına topladıkları müritlerin çoğalması ve cemaatlerinin önlenemez büyümeleri haberlerini alan Bedreddin, Sultan’ın gazabına uğrayacağını anlar ve İznik’i habersiz terk edip önce Kastamonu taraflarındaki İsfendiyar Oğullarının yanına ve oradan da Rumeli’ye, Eflak-Boğdan tarafına geçer.
Dede Sultan Börklüce’nin ve Torlak Kemal’in, üzerlerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerini mağlup etmeleri Bedreddin’i ve etrafında toplanan müritlerini başlangıçta sevindirir. Ancak mağlubiyet haberleri sonrası kendi etrafına toplanan Anadolu’nun tımar sahipleri ve müritleri korkup Bedreddin’in etrafından uzaklaşmaya ve dağılmaya başlarlar. Bedreddin Deliorman’da kolayca ele geçer. Padişahın bulunduğu Serez’e getirilir.
Bedreddin, Rumeli fatihleri evladından ve yüksek âlim olduğundan derhal öldürülmez, Çelebi Mehmet’in huzuruna çıkarılır, Çelebi Mehmet ulemanın fetva vermesini emreder. Âlimlerden oluşan heyet cezanın ne olması gerektiğini tartışır ve Herat’lı Acem Mevlana Haydar isimli bir âlim, Bedreddin için “kanı helal, malı haramdır” der. Bedreddin de kararı kabul eder. Serez çarşısında bir dükkânın önünde asılarak idam edilir, malları varislerine verilir (1420).
Asılmazdan önce kendisine diyecek bir son sözü olup olmadığı sorulur: O da,“Madem ki bu kerre mağlubuz! Gayri uzatman sözü, Verin ki basak bağrımıza mührü!” der ve asılarak öldürülür.
Bedreddin’in eserleri
– Letaif-ül İşarat (Kadıaskerliğinden önce Edirne’de yazılmış)
– Cami-ül Fusuleyn
– Teshil (Edirne’de Kadıaskerliği sırasında başlayıp İznik’te sürgündeyken bitirmiş)
Prof. M. Şerafeddin Yurtkaya’ya göre Letaif-ül İşarat, Hanefi Fıkhının “ibadat-ı muamelat, ukuba” kısımlarını ihtiva eden bir eserdir. Bedreddin’in kendi hukuki görüşlerine çok geniş mikyasta yer vermiştir. Ancak Bedreddin, okuyanların bu eserdeki konuları layıkıyla anlayamadıklarını öğrenince, Teshil’i yazarak ilk eserindeki anlaşılması güç meseleleri birtakım notlarla izah etmiştir.
Bedreddin hakkındaki görüşler
Bedreddin, ilahiyatçılara göre zındıktır. Meşrutiyet ve Cumhuriyet devri düşünürlerine ve edebiyatçılarına göre ise komünizm eğilimli bir fikir ve eylem insanıdır. Bedreddin’in yaşadığı devir vakanüvislerinin bir kısmından günümüze kadar, bu konuda yazı yazmış tüm düşünür ve tarihçilerin birleştiği noktalar şunlardır:
– Karaburun taraflarında peygamberlik iddiası ile ortaya çıkan Börklüce Mustafa ve onun müridi Torlak Kemal, Bedreddin tarafından yetiştirilmişlerdir.
– Börklüce’nin ortaya atmış olduğu malda vesairede iştirakçilik fikrinin yapımcısı ve öğreticisi Bedreddin’dir.
– Bedreddin İznik’e sürüldükten sonra burada çevresine topladığı talebelerini isyancı bir ruh ile yetiştirerek Karaburun eylemine zemin hazırlamıştır ve bu derslerin bir araya getirilmesinden oluşan Varidat adlı eseri buna bir örnek teşkil eder
– Börklüce’nin Karaburun tarafında peygamberlik iddiası ile ortaya çıkarak malda, mülkte vesairede iştirakçilik gibi “Batıni” ilkeleriyle halk arasında “Terakki” de olması nedeniyle Bedreddin, ya durumdan korkarak ya da Rumeli’de isyan başlatmak amacı ile İznik’ten firar etmiştir.
![](https://bilimvegelecek.com.tr/wp-content/uploads/2022/11/4-2-225x300.jpg)
– Rumeli’ye gelen Bedreddin, Osmanlı düşmanı olan Eflak Beyi Mirça’dan geniş yardım görerek yanında bir süre kalmış, sonra Serez üzerinden Karaorman’a çekilmiştir. Burada karargâhını kuran Bedreddin, etrafa mektuplar göndererek Karaburun taraflarında başarılı askeri harekâtlarda bulunan Börklüce’nin kendi yetiştirdiği adamı, halifesi olduğunu, kendi tarafına geçecek olan herkese, kuracağı yeni düzende toprak, devlet vazifesi ve her ne isterse verileceğini vadetmiş ve padişahlığın kendisine ait olduğunu iddia etmiştir. Bu suretle çevresine, kadıaskerliği zamanında tımar verdiği kimselerle, Toykaçlar, medrese talebeleri ve hayvani hislerine düşkün ayaktakımı halk da toplanmıştır.
– Börklüce ve Torlak Kemal kuvvetlerinin, Çelebi Mehmet’in oğlu Şehzade Murad ve Bayezid Paşa kuvvetlerine yenildikleri haberi gelince, Bedreddin, adamları tarafından terk edilmiştir.
– Bir rivayete göre savaş esnasında, bir başka rivayete göre de hile ile yakalanan Bedreddin Serez’e getirilerek Çelebi Mehmet’in huzuruna çıkarılmış ve görülen lüzum üzerine, “kanı helal, malı haram” hükmünce, çırılçıplak olarak idam edilmiştir (1416-1420).
Şu halde gerçekten Bedreddin, yukarıda işaret olunan 7 maddede iddia edildiği üzere, Börklüce ve Torlak Kemal eylemlerini gerek fikir gerekse de eylem yönünden hazırlayan ve bu isyanları Rumeli’nde temsil eden adam mıdır? Peygamberlik, mehdilik, velilik, nebilik veya padişahlık iddiası ile mi ortaya çıkmıştır?
Nitekim Bayezid Paşa’nın kılıçları üzerine atılan müridlerin feryatları ”İriş Dede Sultan iriş” Bedreddin için değil, Börklüce içindir (Tarihçi Dukas’ın söylemi). Dolayısıyla bu feryatlar, Börklüce’nin müstakilen hareket ettiğini göstermektedir.
DEDE SULTAN (BÖRKLÜCE MUSTAFA)
Bedreddin’in Musa Çelebi döneminde kazaskerlik yaptığı sırada müridi olan Börklüce Mustafa aynı zamanda onun kethüdasıdır ve sağ kolu olmuştur. Bedreddin İznik’e sürgüne gönderildiğinde Börklüce Karaburun’u merkez yaparak (doğum yeri olduğu rivayet edilir) etrafında cemaat oluşturur. Torlak Kemal de Saruhanlı kazasına yerleşerek kendi cemaatini oluşturur.
Osmanlının zulmünden yılmış köylüler, vergi vere vere ne malı ne mülkü kalmış insanlar, daha güzel, daha adaletli, daha eşit bir yaşam için Bedreddin’in söylemlerini hayata geçirmek isteyen Börklüce’nin etrafında Karaburun ellerinde toplanmaya başlar.
Dede Sultan Börklüce Mustafa, her çehreden, her inançtan insanla hemhal olabilen birisiydi. Ermeni gemiciler (Sakız adasından), Yahudi esnaflar, Rum zanaatkârlar, Müslüman ve ekseriyeti Türk ustalar ve daha niceleri Dede Sultan Börklüce’ye Şeyh Bedreddin’in emaneti diye bambaşka duygularla, güvenle bağlıydılar. Dede Sultan Börklüce halinden memnun olmayan, ya da otoriteyle sorunu olan herkesi Karaburun ellerine göndermekteydi.
Dede Sultan Börklüce hayli hünerli ve lakırdıcı biriydi; lakin bu kabil içtimai bir hadiseyi vücuda getirecek ilhamdan ve dahi ilimden yoksundu. Fakat kendisi çok zeki, işittiği, öğrendiği bir hadiseyi, öğretiyi hızlıca ezberine alan, anlatı yeteneği ile adeta bir hafız, bir imam gibi herkesten çok hadiseyi inandırıcı hale getiren bir yeteneğe sahip idi. Edindiği öğretiyi cemaate aktarmadaki marifeti takdire şayandı.
Kafkasyalı Türklerden Mizancı Murad Bey’in hazırladığı bilgilerden, oğlu Faruk tarafından babasının ölümünden sonra derlenip yayınlanan Tarih-ül Ebulfaruk adlı eserde, o dönemin Anadolu’daki isyana neden olan sosyolojik durumu çok iyi anlatılmaktadır;
“Böyle bir mezhebin süratle yayılmasını, çoğalmasını anlayabilmek için Anadolu’nun o vakit ki ahvalini görmek gerekir;
“İki asırdan beri Anadolu, kavga ve savaşların merkezi olmuştu. Savaşçılar, geçtikleri her halkın zararına olarak ihtiyaçlarını sağlarlardı. Kimse ırzından, malından, canından emin olamıyordu. Timur fırtınası henüz geçmişti. Yıldırım Bayezid’in oğullarının taht kavgası anı izlemişti. O bitti, iade olunmuş Beyliklerle Osmanlı Hanedanı mücadelesi başladı. Güya gereken mücadelenin devamı imiş gibi, Karamanoğlu gailesi bertaraf edilmek ihtimali hasıl olmuş iken manasız surette uzatılmıştı. O günki Osmanlı Cemiyeti o vakit büyük bir kısım itibariyle zulüm altında eziliyordu. Evvela Müslüman olmayan unsurlar hiçbir imtiyaza malik değiller idi. Terakki ile Kemale erişmek için hiçbir umutları yoktu.
“Müslümanlar bile müsavata sahip değillerdi. Mansaplar devlet zadeganına, Derebeğlere yahut Kapu halkına münhasır idi. Tımar sahipleri, köy çocuklarını medreseye gidip öğrenimden bile men ediyorlardı. Çünkü onlara kendilerinin malikaneleri gözüyle bakıyorlardı.”
![](https://bilimvegelecek.com.tr/wp-content/uploads/2022/11/5-3.jpg)
İşte böyle bir sırada ortaya çıkan Börklüce ve dervişleri halk içinde dolaşarak;
“Yazık değil mi biçare ahaliye, onlar da Allah’ın kuludur. Yaşamak, rahat etmek, çoluk çocuğu ile, mal ve ırzıyla bahtiyar olmak ister. Bütün yıl rahat görmüyor, hayvan gibi çalışıyor. Kazancını Bey’e diyorlar alıyorlar, Beyliğe diyorlar alıyorlar. Geri kalan kısmını olsun rahat yiyemiyorlar. Tatarlar geliyorlar yağma ediyorlar. Derken Karamanoğlu diyorlar, Cüneyd Bey diyorlar, şu diyorlar, bu diyorlar, geliyorlar, alıyorlar, yakıyorlar, yıkıyorlar, karıları, çocukları, ihtiyarları kesiyorlar, doğruyorlar.
“Timurlar, Osmanoğulları, Karamanoğulları bizim nemize lazım. Kozlarını kendi kendilerine kırsınlar. Bizi rahat bıraksınlar. Onların bize gereği yoktur. Biz kendi işimizi biliriz, kendimiz görürüz. Allah’ın kelamı bizim kendi dertlerimize kafi derman olabilir. Bir Kadı nerde olsa bulunabilir. Bize mütegalliblerin, zalimlerin, kan içicilerin lüzumu yoktur.
“Allah insanları hür olmak, kardeş olmak, birbirini kucaklamak, sevmek üzere yaratmıştır. Birbirini kesmek, doğramak, mala ve ırza ve cana tecavüz etmek, canavar olmak üzere yaratmamıştır.
“Yaşasın müsavat, yaşasın uhuvvet, var olsun hürriyet!”
Şeklinde vaazlar vermekteydi. Bunun için halk, cins ve mezhebe bakılmaksızın, tereddütsüz bu yeni mezhebe sarıldı. Bu mezhep şimdilik Bursa, Konya, Aydın vilayetlerine yayıldı, Sakız’a ve diğer adalara, Girit’e kadar sirayet etti.
Dede Sultan, İzmir civarında doğmuştu. Karaburun yarımadasını merkez yaptı. Torlak Kemal Saruhan dahilinde kaldı. Dede Sultan büyük kuvvetlere sahipti. Dahası gaza ve şahadet hakkında itikat tazelendiğinden müritleri gülerek ölüme gidiyorlar, şecaat ve metanetle herkesi hayrette bırakıyorlardı. Camilere, kiliselere ve sinagoglara dokunmuyorlardı. Lakin tekke ve manastırlara bilakis aman vermiyorlardı. Dede Sultan namını alan Börklüce Mustafa ki bir müddet Müdir-i Umur sıfatı ile Bedreddin’in hizmetinde bulunmuş idi, vaazlarında halka şunları söylerdi:
“Allah Dünya’yı yaratmış, insanlara bahşetmiştir. Servet ve tarım ürünleri cümlenin müşterek hakkıdır. İnsanlar müsavidir. Birinin servet toplamaları ile diğerlerinin ekmeğe bile muhtaç kalmaları ilahi maksada aykırıdır. Yalnız nikâhlı kadınlardan başka, dünyada her şey müşterek olmalı.”
“Tanrı kanunlar vazetmiş, onlardan istifade için de akıl ve izan vermiştir. Kendi aklının muhiti dairesi içinde herkes ilahi emirleri kabul eder. Birinin muhiti, itikadı diğerininkine benzememek iddiasıyla üzerinde cebir kullanılması, ilahi emirlere ve maksatlarına aykırıdır. Çünkü fikir ve vicdan bir ahenk-i tabiat mahsulüdür. Bunun için İslam, Hıristiyan, Musevi, Mecusi hep Tanrı kuludur, birdir, kardeştir. Aralarında muhabbet ve uhuvvet şarttır. İhtilat ve muhabbetleri sayesinde Hak, Batıla galebe eder.”
“Hükümet ise zulüm ve tegallüb mahsulidir. Anın tecavüzlerini hoş görmek, Tanrı’nın maksadına uygun olmayan emirlerine itaat etmek caiz değildir. İdari heyet, zaman-ı saadette olduğu gibi millet tarafından seçilmelidir. Saray, saltanat, muharebe, asker hep zulümdür. Tekkeler, dervişler, ulema, onlar da zulüm ve tagallüp eseridir. Herkes hürriyet-i temme üzere fikir ve meslek-i zatide bulunmalı, komşusunun meslek ve mezhebine hürmet etmeli …”
“Bütün bu Osmanlı egemenliği altındaki tebaanın hayatından memnun olmadığı aşikardı.”
Bu vaazlar üzerine Hıristiyan, Musevi, Müslüman on binler Dede Sultan’ın etrafında toplandılar. Kendini peygamberin halifesi ilan eden Börklüce, Osmanlı ordularının kendilerini rahat bırakmayacağını bildiği için cemaati ile birlikte bir cenk olacağı ihtimaline karşı hazırlıklarını yaptı.
![](https://bilimvegelecek.com.tr/wp-content/uploads/2022/11/6-2-300x293.jpg)
Dede Sultan’ın cenk öncesi hazırlıklar sırasında müritlerinde oluşan tereddütlere karşı onlara söylediği sözler şöyleydi: “Biz kimsenin malına, ırzına göz dikmedik, tamah etmedik. Cenk sırasında bize kartal olup, gökten saldırmadıkları müddetçe bu dağlık, geçitleri dar bölgede bize bir şey yapamazlar. Umut olmadan var olunmaz, gayrete gelinmez. Sevgi insanı kuvvetli kılan en büyük güçtür. Nefretten bile büyüktür. Sevgi emek, sevgili de korunmak ister. Asıl olan insanın kendini yaşarken aziz kılmasıdır. Öldükten kelli, kimin ne dediği yahut ne düşündüğü ölüye bir fayda mı verir?”
Ankara Savaşı kaybedildikten sonra Azap askerlerinden içlerinde kumandanlık da yapan Kara Esat ve 200 atlı süvarisi ve 200 piyadesi firar edip Karaburun a çoktan intikal etmişlerdi ve Dede Sultan Börklüce’nin müritleri olmuşlardı. Börklüce cenk için hazırlıklarda, zamanında Osmanlı ordu kumandanı da olan Kara Esat’ı hazırlıklar için yetkilendirmişti. Kara Esat ve diğer firari askerler de bu dağlık bölgede yaşamaya başlamışlardı. Börklüce Mustafa Karaburun ellerine kaçıp yerleşen tüm ahalinin, köylünün de elleri çapa tutanlarının cenke hazırlanması talimatını Kara Esat’a vermişti. Dede Sultan Börklüce, eski bir savaş taktiği olan; dağlık bölgelerde sarp yerlerde yamaçlardan büyük kayaların, taşların düşman kuvvetleri üzerine boca edilmesini kumandan Kara Esat’ a sıkı sıkı ya tembihlemiş ve Karaburun dağlık bölgesinde buna göre hazırlıklar yapılmıştı. Bölgede ağaçlıkların özellikle yamaçlarda tepelerde olmadığı Dede Sultan’a söylendiğinde o da bilge bir savaş sanatçısıymış gibi “yamaç başlarına kazıklar çakıla, taşlarda onlara bağlana” diye stratejik bir detay vermiş ve Osmanlı ordularının ilk iki cengi kaybetmesinde bu stratejik önlemin çok büyük yararının olduğu ortaya çıkmıştı. Her iki cenkte de tepe başlarındaki kayalar yıkılan bir dağ gibi Osmanlı kuvvetlerinin üzerine inmiş, yine firari askerlerin iyi ok kullanan okçuları, Rodoslu-Sakızlı-Giritli Rum askerleri ve okçularından oluşturulan kuvvetler ve Kara Esat kumandasındaki atlı süvarilerle, eli kılıç tutan köylüler, firari askerler bu iki cenkte de üzerlerine düşen vazifeleri eksiksiz yerine getirerek, ilk cenkte üç-dört bin ikinci cenkte de dört binin üzerindeki İzmir sancak beyinin ve Timurtaşoğlu Saruhan beyinin askerlerini kırıp, yok etmişlerdi.
İzmir sancak beyi Aleksandır, Börklüce müritlerine yenildi ve maktul oldu. Birinci cenk kazanılmıştı. Bu kez Saruhan sancak beyi Timurtaş Paşazade Ali Bey ve ordusu Börklüce’nin üzerine gönderildi, onlar da Karaburun yarımadasında mağlup oldular. Padişah Çelebi Mehmet durumun önemini anlayarak veziriazam Bayezid Paşa ile oğlu şehzade Murad’ı büyük bir kuvvetle Börklüce’nin üzerine gönderdi. Bu üçüncü cenk; Osmanlı ordusunun esas düzenli askerleri olan yeniçerilerle Dede Sultan Börklüce Mustafa’nın müritleri olan; düzensiz asker, Rodoslu, Giritli, Sakızlı gemiciler, Musevi, Ermeni gayrimüslim köylüler ve Müslüman Türk köylüleri Cehennem deresi mevkiinde çetin bir savaş yaptılar. Börklüce ve diğer asi kuvvetleri bu cenkte kırıldılar, kılıçtan geçirildiler. Hayatta kalanlar teslim oldular. Şehzade Murad ile Bayezid Paşa, Börklüce isyanını bastırdıktan sonra Saruhanlı’daki Torlak Kemal’in 3000 kişilik isyanını da bastırdılar.
Asilerin başının Börklüce olduğu anlaşılınca, üzerindeki giysiler çıkartılıp, çift hörgüçlü bir deveye bindirilip elleri tahtaya bağlanmış bir şekilde Selçuk sokaklarında gezdirilip teşhir edildikten sonra müritlerinin gözü önünde katledildi. Aman dilemeyen müritleri “İriş Dede Sultan İriş” diye nidalar atarken kılıçtan geçirildiler. Börklüce’nin katli öncesi söylediği son sözleri şuydu:
![](https://bilimvegelecek.com.tr/wp-content/uploads/2022/11/7-1.jpg)
“Ölür müyüz? Biz ki insanlığın geleceği için kavga vermişiz. Ve dahi binlerin, milyonların kalbine girebilmişiz, hiç ölür müyüz?”
Dede Sultan’ın katli sonrası hayatta kalan müritleri, inananları, yaşadıkları alan olan Karaburun yarımadasından sürülmüşler ve bu topraklara, başkalarının yerleşmesine izin verilmemiş seksen yıl süre ile iskâna kapatılmıştır.
NOT: 28. Karaburun Ütopya toplantılarında yaptığım sunumun hazırlığında emeği ve katkısı olan arkadaşım Necati Etlacakuş’a, oluşturduğu küçük bir Börklüce kütüphanesini bana açan Cevat Ilgaz arkadaşıma, sunumun ve bu makalenin editörlük işini üstlenen eşim Prof. Dr. Mukadder Yasa’ya teşekkür ederim.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1) Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (Franz Babinger).
2) Şeyh Bedreddin (Mustafa Anayurtlu).
3) Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (Abdülbaki Gölpınarlı).
4) Bütün yönleriyle Bedreddin (Necdet Kurdakul).
5) Ben de halimce Bedreddinem (Radi Fiş).
6) Kalplerin ışığı Börklüce Mustafa (Kemal Derin).
7) Börklüce (Bilge Umar).
8) Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa İsyanı (Asyacan Nermin Devrimci).
9) Anadolu’da bir sosyalist Şeyh Bedreddin (Birol Öztürk).
10) Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (M. Şerafettin Yaltkaya).
11) Bedreddin (Murat Küçük).
12) Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa (Ernst Werner).
13) Simavna Kadısıoğlu Şeyh Mahmut Bedreddin-Varidat (Prof. Dr. Mehmet Kanar).
14) Yolculuk Felsefe İsyan Şeyh Bedreddin (Şahin Tümüklü).
15) Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı (Nazım Hikmet).
16) Azap Ortakları (Erol Toy).
17) Varidat (İsmet Zeki Eyüboğlu).