Ana Sayfa Dergi Sayıları 225. Sayı Sekülerizm ışığında Alevilik

Sekülerizm ışığında Alevilik

969
0

“Sekülerizm” Batı aydınlanmasını temsil eden bir tanım olarak, tarihi süreçte gerek etimolojik gerek semantik değişimlerle günümüze kadar varlığını sürdürmüş bir kavramdır. Sosyal bilimlerin dinamik yapısı, değişen gelişen toplumsal olgular, tarihsel, siyasal ve beşerî her döngü, bu tanımlamalara yenilerini eklemektedir.
Bizde bu bağlamda, sekülerizm kavramının, tarihsel ve etimolojik serüvenine kısa bir göz attıktan sonra, bu tanımlamalar arasından, din sosyolojisi bağlamında sekülerizmin, Alevilik üzerinden, güncel konumlanmasına dair bir sosyolojik fotoğraf çekmeye çalışacağız.

Sekülerizm
Sekülerizm Fransızca sucularisme sözcüğünden türemiş olup, Türkçeye laiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak üç farklı terimle çevrilebilmektedir.
Türk Dil Kurumu ise: “Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti” olarak çevirmiştir.
Terimi ilk kez kullanan, George Jacob Holyoake sekülerliği, inançtan kaynaklanan bütün düşüncelerin dışlanmasını esas alan doktrindir diye tarif etmiştir.
Siyasi anlamda, sekülerizm din ve devletin ayrılmasıdır ki; bu din ve devletin birleşmesi olan teokrasinin zıddıdır.
Felsefi açıdan sekülerizm ise, devletlerin dogmatik bir inanç değil de nedensellik ve deneysellik üzerine kurulu olduğu, somut ve bilimsel temellere dayandığı düzeni temsil eder. Sekülerizm, din merkezli sosyal, hukuki ve siyasi alanın ayrıştırılmasını esas alan bir yaklaşımın adıdır. Zaman içinde birçok sosyal bilim kavramıyla beraberde kullanılıp, geniş bir tanım skalasına sahip, önemli kavram haline gelmiştir. Görüldüğü üzere, kavram zaman içinde genişleyen kendi içinde daha derin ideolojik ve siyasal argümanlar üreten çoklu bir disipline bürünmüş görünüyor.
Bizim üzerinde duracağımız, din sosyolojisi bağlamındaki sekülerizm tanımı ise “Toplumların dini ve doğaüstü inançlarının, dünyayı anlamalarına ve günlük yaşamlarında, karar verme süreçlerine dahil edilmedikleri bir pratikler bütünü” olarak  konumlanacaktır.

Alevilik
Herkesin az çok sorduğu ve yanıtlarını çoğu zaman birbirinden farklı dini, politik, ideolojik saikler yoluyla aldığı bir fenomen olarak Alevilik nedir? Din midir? Kültür müdür? Mezhep midir? Tarikat mıdır? Heterodoks batıni bir yorum ya da modern bir tanımlamayla, felsefi bir yaşam biçimi midir?
Uzun yıllar boyunca iktidar algısı tarafından riskli bir toplumsal yapı olarak görülmüş, otoriteyle ile bağları sürekli gerilim halinde, inanç ve sosyal kimlik olarak dışlanmış, öteki görülmüş ve çeşitli baskı ve zulümlere uğramış Alevilik, ilmi bir sınıf yaratıp kendi kurumlarını üretememişti. Bundan dolayı uzun süre Alevilik daha çok Alevi olmayanlar üzerinden tanımlanıp akademik mecralara taşındı.
“Her tanım bir kalıptır” ilkesi gereği, asırlarca farklı merhalelerden geçmiş bu dinamik olguyu, tek yönlü ve farklı disiplinlerden yoksun bir şekilde tanımlamak, bilimsel olarak pek mümkün görünmese de son otuz yıl içinde, bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişim, merak edilen her konu hakkında, tatmin edici nitelikte bilgiler sunabilmektedir.
Kanımca Alevilik, genel hatlarıyla basmakalıp tanımlanması gereken bir sosyolojik olgu değil, hâlâ yaşayan kültür kodları ile değişen ve dönüşen dinamikleriyle ancak tasvir edilip anlamaya çalışılması gereken bir tarihi ve inançsal mirasın tezahürüdür. Bu mirasın tarihi kökleri, Anadolu coğrafyasına has, dini yorumlama ve yaşama biçimiyle, binlerce yıllık kültür köklerinden beslenmektedir. Bu anlamda, her tanımlamanın eksik kalacağını kabullenip, din sosyolojisi perspektifinden bir tanım yapacak olursak; Alevilik, özü itibari ile kudret yerine aşk merkezli bir ontoloji ile insan ve doğa merkezli bir inanç olup, tasavvuf geleneği ile de bağıntılı kendine has bir batıni yaşam algısıdır.
Bu tanımlama sonrası, genel hatlarıyla Alevilik fenomenin tarihsel altyapısı, siyasi ve dini yönleriyle detaylıca anlatımı yazımızın konusu olmadığından, ana konumuz olan, Alevilikte sekülerizm etkilerini ana başlıklarıyla irdelemekle ilk temellendirmeyi yapmaya çalışalım.

Alevilik ve Sekülerizm
1) Alevilikte Sekülerizmin ilk ve temel etkisinin Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Tabii ki, bu süreci zorunlu ve tarihsel kılan etkiler, Batı aydınlanmasından gelen yansımalarla beraber, II. Mahmud döneminden itibaren, tedrici olarak devam ediyor gözükse de, ideolojik ve siyasal kopuş ile cesur bir devrimin mimarı pozisyonundaki Atatürk, kendi devrimleriyle siyasal paradigmal bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. Bu dönüşüm, gerek siyaset gerek toplum sahasında, otoriter bir irade ile kurumlarını temellendirmek istese de, geçmişten gelen gelenek, kendisini kısa sürede bu dönüşümün parçası haline getirmeyi reddediyordu. Bu reddediş, çeşitli siyasi ve sosyal merhalelerden geçerek, Cumhuriyet değerleriyle rövanş dinamiği üzerine kurulu bir kimlik inşasıyla, günümüze kadar hâlâ etkilerini sürdürmektedir.
Tüm sosyal bilimcilerin ortak görüşü olarak, Batı aydınlanmasının geçtiği sancılı yüzyılları, yavaş yavaş sindirerek, oluşturup geliştirdikleri kurumsal gelenekleri, yeni Cumhuriyet Türkiye’sine siyasi bir karar ile birkaç on yılda giydirmeye çalışmanın, siyasi aklın zaafı mı yoksa zorunlu bir gereğimi olduğu hâlâ günümüzde tartışma konusudur. Alevilik ise, bu dönüşümü bir zaaf olarak değil, tersine, kendilerini ifade edebilecekleri kullanışlı bir alan, tebaadan eşit yurttaş statüsüne geçiş için bir fırsat olarak görüyordu. Bu sebeple, Bektaşilik olarak adlandırılan, şehirli Alevi geleneğinin son kalelerini dahi feda etmeye razı bir anlayışla, tekke ve zaviyelerin kaldırılmasına destek vermişlerdi. Bu razı geliş, aslında kurumsal devamlılık anlamında, büyük bir şehirli kültür ve inanç geleneğinin bitişi idi. Geriye ise, büyük oranı Balkanlarda devam eden Bektaşilik, bağlarını Anadolu Aleviliği ile uzun bir süre koparacaktı. Zaten Anadolu Aleviliği tabiri, daha çok, kırsal kesim Aleviliği için kullanılan bir tanımlama olup, büyük oranı sınırlı tarımsal ve hayvancılık üzerine kurulu, kimi zaman yerleşik ve göçebe yoksul halkların inancını temsil etmekteydi. Bu yapının inanç olarak devam etmesi, çoğu zaman eğitimsiz, yetersiz bilgiye sahip dedeler sayesinde olsa da güçlü ve edebi bir sözlü gelenek, bu açığı büyük oranda kapatabilmekteydi.
Cumhuriyetle birlikte, yeni bir millet yaratma ülküsüne, canla başla sarılma eğilimdeki Alevilik, yüzyıllardır ezilmiş ve dışlanmış bir toplum olarak, Atatürk ve devrimlerini, kendisine bir nefes olarak görmüş, yıllarca baskı altında yaşamak zorunda kaldığı Osmanlı otoritesini, reddi miras olarak gören oluşuma destek vermeyi pragmatik bir zorunluluk olarak addetmişti.
Özetle, Aleviliğin, sekülerizme bakışının dinamikleri arasında, ciddi bir tarihi arka planın olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Bu arka plan Atatürk kişiliği ve devrimleri çerçevesinde, günümüzde cumhuriyet değerleri, laiklik, insan hakları, adalet, eşitlik, ile din ve vicdan özgürlüğünü savunan, daha çok sol bir tandans üzerinden kendini ifade etmektedir.
2) Cemevleri oluşumları itibarıyla, cem ibadeti için ayrılmış ya da o an için tahsis edilmiş mekânları temsil etmekteydi. İbadetin bile özgürce yapılamadığı zamanlardan gelen bir alışkanlıkla standart bir inanç mekânı dizayn edilememiş, o anki mevcut mekân ve ihtiyaçlara binaen yapılandırılmış mekânlardı. Sınırlı sayıda bir nüfus için hizmet gören bu yapılar, dedelik hizmetleri için pratik bir işlevselliğe sahiplerdi. Alevi nüfusun büyük oranının kırsal kesimlerde yaşaması, yoksul ve yoksun bir toplumun temsilcileri olmaları, eğitim ve öğretim olanaklarından sınırlı bir şekilde yararlanmaları dolayısıyla, köylerine gelen dedelerin, sınırlı bilgileriyle öğrettikleri kadar Aleviliği yeni kuşaklara aktarabiliyorlardı. Bu anlamda, süreç daha çok sözlü gelenek üzerinden kıssalar, mitolojik tasvirler, deyişler ve güncel yaşam için öğütler üzerinden devam eden bir gelenek bina etmişti. Bu sözlü gelenek aslında geçmişten gelen büyük bir kültür mirasını temsil ediyordu. Ve yüzyıllarca bu yönüyle gayet işlevsel bir görev ifa etmişlerdi. Tabi ki, bu işlevselliğin, Aleviliğin günümüze kadar devam etmesini sağlamakta önemli bir rolü olduğunu söylemeliyiz.
Köyden kente göç sonucunda ise, sosyal ve siyasal mücadelelerle inşa edilen cemevlerinin, kentlileşme sürecindeki, güncel beklentileri karşılayamaması, başta gençler üzerinde, çekim merkezi olma yeteneklerini kaybetmelerine yol açtı. Bu durum, ilerisi için ritüellerin devamlılığı açısından büyük bir risk barındırmaktadır. Bundan dolayı, geleneksel köy merkezli Alevi kurumlarının kent adaptasyonu, iyi niyetli bir pragmatik gereksinim taşısa da, dinamik toplumsal sürece katlı sağlamayacak yapay bir kuruma dönüştükleri açıkça görülmektedir. Kendileri de bu duruma ayak uydurup yeniden yapılanma iradesi gösterecek bir dinamikten yoksunlar. Bazı pratik işlevleri dolayısıyla, örneğin (kurban kesimi, adak ve cenaze merasimleri) cemevleri hâlâ kısıtlı işlevselliğini korumaktadır.
Yeni kuşaklar ise, kent kültürü ile birlikte, kendilerine hitap edebilen Alevi kurumlarının olmaması etkisiyle de, dini ritüellerden uzaklaştılar. Bu yönelişin, seküler akla uygunluklarını, yüksek eğitim skalaları sebebiyle bilgiye ulaşmaktaki kolaylıklarını ve sorgulama becerileriyle önceki kuşaklara göre değişime açık ve moderniteye uyumlu hale gelmelerine olanak sunduğu kanısındayım. Kentlilik bilinçleri, bireyselleşme ve modern kültür, etkileriyle de daha fazla dünya ile koordine olma eğilimindeler. Bu durum kendilerinden önceki kuşağın Aleviliği inanç ve kimlik üzerinden tanımladığı yapıdan evrilip, modern seküler bir anlam kazandırma çabasında olacakları bir alan oluşturma seçeneklerini kuvvetlendirmektedir. Yapılan bilimsel araştırmaların ve saha çalışmalarının, konuya derinlik kazandırmak adına oldukça önemli olduğu kanısındayım. Örneğin; Sosyolog Dr. Volkan Erit’in doktora tezi olan “Sekülerleşme ve Alevilik” aynı zamanda bir saha çalışması olup, tam da bu konuya uygun veriler sunarak, bu tezi destekler niteliktedir.
3) Sanatın toplumların refahı ve gelişim skalaları için önemli bir özne oldukları yadsınamaz. Sanat, toplumların anlam arayışlarına estetik bir yaklaşım kazandırırken mimariden müziğe, danstan edebiyata kadar geniş bir mecrada medeniyetlerin oluşumuna büyük katkılar sağlamıştır. Batı aydınlanmasında Reform öncesi Rönesans etkileri, bu katkıların siyasi ve sosyo-politik yanları olduğunu da açıkça göstermektedir. Bu anlamda sanat, yaratıcılık ve özgürlük idealini, her türlü baskıcı ve otoriter yaklaşıma karşı duran bir özsel duruşu her zaman muhafaza etmiştir.
Sanatı inançlarının öznesi yapan Alevilik, edebiyat ve müziğin tam göbeğindeki bir olgu olarak, bu zamana kadar ürettikleriyle, sanatı aslında kendi kimliklerini ve inançlarını aktardıkları bir aracı olarak değil, kutsalı olarak görmektedir. Bu yönüyle edebiyat diye literatüre geçen, ya da müzik diye salt kişisel üretim addedilen kaynaklar, Aleviliğin inanç öğretilerinin yer aldığı kutsal metinleri ve kaynakları temsil etmektedir. Kendi kutsallarını dahi, sanat ile ifade edebilen hümanist bir olgunun, Ortodoks, literal bir hayat algısı olamayacağı gerçeğinden yola çıkarsak, Aleviliğin, gitgide sekülerizme daha fazla kayan bir süreci yaşadığı ve genetik kodlarının da bu sürece müsait olduğunu söylemek yerinde bir izah olacaktır.
Alevilik tüm bu yönleriyle her sosyolojik olgu gibi, dinamik toplumsal işlevlerini devam ettirdiği müddetçe, kültürel bir organizma olarak yaşamaya devam edecektir. Her gelen yeni nesil ise, kültür kodlarını muhafaza ederek, kendi içinde yeni güncellemeler ile kurumsal olmasa da bireysel dönüşümlerini gerçekleştirecek görünüyor. Sekülerizm ise bu güncellemenin, düşünsel en önemli sacayağını oluşturmaya aday gözükmektedir.