Anıl Ceren Altunkanat
“Bu gezegenin zekâsını ve bilgeliğini kabul edemeyenler,
er ya da geç onunla karşı karşıya gelirler.”
Mutsuz muyuz? Mutsuzuz çok şükür. En neşeli gün bile gölgeli, en coşkulu gün bile ya geçmişe kurban gidiyor ya geleceğe gebe kalıyor. Bir an yerimizde duramıyoruz, bir an huzurla soluk alamıyoruz. Kendimize dönmemek için hep bir şeyle meşgul olmamız, hep bir endişe ya da beklentiyle boğuşmamız lazım. Sonra bunlardan kurtulmak için – kendimizden kurtulmak için – yeni yollar inşa ediyoruz. Her yol bize kendi içimize ulaşmak, benliğimize kavuşmak için daha derin bir yolculuk vaat ediyor. Benliğe ulaşmanın bir tür huzur vereceğini vaat ediyor. Ama öyle olmuyor.
Kendimizden kaçmak için tüketime, tüketim çılgınlığı bizi korkuttuğunda yeni, daha dolaylı tüketim yöntemlerine yöneliyoruz. Mutsuzluktan kaçmak için tüketiyor, tükettikçe mutsuzluğumuzu derinleştiriyoruz. Mutsuzluktan kurtulmak, aynaya bakmak, o cesareti toplamak için gerçekten bunca şeye ihtiyacımız var mı? Kendimizden gerçekten de bu kadar mı nefret ediyoruz?
“Uygarlığımız bir canavara dönüştü: İçinde bulunduğumuz ortamı yok ediyor ve amacına ulaşmak için her birimizi ayrı ayrı kullanıyor.”
Ediyoruz. Uygarlığımız, hatta bizzat her birimiz kendi çapında yıkım çarklarıyız; toplamda görkemli bir yıkım makinesi oluşturuyoruz. George Tsakraklides buna “mutsuzluk makinesi” diyor. Haklı, inşa ettiğimiz cehennem bir mutsuzluk makinesi; içinde hem yanıyoruz hem ona odun taşıyoruz. Koşa koşa, nefes almadan, başkalarının gözünün yaşına bakmadan. İştahla. Yıkım iştahıyla.
“Kapitalizm duygusal ihtiyaçlarımızın yerine ürün ihtiyaçlarımızı koymayı hızlıca başarmış ve varoluşsal mutsuzluğumuzu narsisizme dönüştürerek ideal tüketiciyi yaratmıştır: bencil, açgözlü ve tamamen kaybolmuş tüketici.”
İçten içe farkındayız; bir yerde yanlış yaptık ve bu yanlışı korkunç bir hızla, ballandıra ballandıra anlattığımız, kutsal kitapların doyamadığı o kıyamete dönüştürdük. İnsanın en görkemli hikâyesi bu olsa gerek.
“Yalnızca şehirlerde büyümüş ve hayatları boyunca beton duvarlar ve kirlilikten başka bir şey görmemiş birçok insan var. Doğanın ne olduğundan ve onu korumanın kendi türlerinin devamı için ne kadar önemli olduğundan habersizler. Bizi besleyen ekosistemden gerçekten bu kadar koptuysak, teknik olarak ölü olduğumuzu da söyleyebiliriz.”
***
George Tsakraklides Mutsuzluk Makinesi’nde büyük ve haklı bir öfkeyle insanın hem kendine hem gezegene – gezegeni paylaştığı kardeşlerine – yaptıklarını anlatıyor; bunu sorunla arasına duygusal bir mesafe koymadan, adeta ağzı köpürerek yapıyor. Kitabın en sevdiğim yanlarından biri bu. Çünkü öfkelenmemek mümkün değil, çıldırmamak mümkün değil.
“Hiçbir teknolojik bilgi birikimi, hiçbir yenilenebilir enerji teknolojisi veya Yeşil Yeni Anlaşma kararmış bir kalbi – sömürmek, tüketmek, insanları ve canlıları ürüne ve kâra dönüştürmek isteyen bir kalbi – asla düzeltemez.”
Tsakraklides zaten başlamış olan yok oluşu, gözlerimizi hâlâ kapamaya çalıştığımız yıkımı acımasız bir dille haykırıyor. Bu sistem içinde umuda pek yer bırakmıyor zira umudun da bir pazarlama stratejisi olduğunun farkında. Satışta olan, tek kullanımlık bir ürüne dönüşen umut da bize – ve ne yazık ki diğer canlılara – mutsuzluk ve yıkımdan başka bir şey getirmiyor.
“İstediğiniz pazarlamacıya, politikacıya veya dinî lidere sorun. Zaten üçü de aynı işi yapıyor: Satış. Modern mutsuzluğun yayılması ekonomik, dinî ve politik sistemlerimizin gelişimi için hayatî önem taşıyor.”
Peki ne olacak? Bence öncelikle çoğu insanın ağzına almadığı, alamadığı sorundan söz etmeli: Neden hâlâ kontrolsüzce ürüyoruz? “Nüfus, bu denklemdeki en büyük çarpandır; etkimizi geri alınamaz ve gezegenimizi geri döndürülemez kılan denklemin parçasıdır.” Gezegendeki sayımızın çok fazla olduğunu, yeryüzünün bunu kaldırmayacağını anlamak için dahi olmaya gerek yok sanırım. O halde neden? Bu bencillik, bu aymazlık başımıza gelecek olanı – ya da gelmiş olanı – hak ettiğimizi düşündürüyor.
“Bu çökmekte olan dünyaya getirilen her yeni bebek yalnızca çocuk istismarı oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda gezegendeki diğer herhangi bir insan faaliyetinin karbon ayak izini açık ara gölgede bırakan bir mega karbondioksit bombasıdır.”
***
Mutsuzluk Makinesi Filiz Çakır’ın güzelim çevirisiyle Livera Yayınevi etiketiyle çıktı. Yayınevinin “İnsan ve/ veya Hayvan” serisinin ikinci kitabı olan bu zorlayıcı ama dürüst ve yalın (belki de dürüst ve yalın olduğu için zorlayıcı) çalışma, aynaya bakma cesareti bulan herkese hitap ediyor. Ama ne yalan söyleyeyim, kendinizi insanlık güzellemeleriyle kandırıyorsanız, büyük ve muhteşem uygarlığımızın büyük ve muhteşem öyküleri gönlünüze hitap ediyorsa; bu büyük yıkım makinesinin hayranıysanız… Bu kitabı okumayın.
“Uygarlığımızın şu an yaşamakta olduğu çöküşün en büyük ironisi, elektrik, tedarik zincirleri ve teknolojinin hayatlarımız üzerindeki baskısı azalmaya başladığında, hayatları çok daha zor hâle gelen birçok insanın buna rağmen kendilerini daha mutlu hissedecek olmalarıdır.”
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
Mutsuzluk Makinesi, George Tsakraklides, çeviren Filiz Çakır, Livera Yayınevi, 2023, 116 s.