Ana Sayfa Dergi Sayıları 237. Sayı Enerji alanında anti-emperyalist bir öneri Batı Asya Gaz Birliği

Enerji alanında anti-emperyalist bir öneri
Batı Asya Gaz Birliği

Çağımızda emperyalist projeler ile mazlumlar cephesinin projeleri arasındaki kıyasıya rekabet bir olgudur. Emperyalizm de mazlumlar da aynı sorunlar zemininde hareket eder. Emperyalistler durup dururken çıkarları gereği geliştirdikleri projeleri uygulamaktan vazgeçmezler. Emperyalizmi alt etmenin yolu, sorunlara mazlumlar cephesinden çözümler bulmak ve ısrarla mücadelesini vermektir. Bu yazıda tartıştığımız Batı Asya Gaz Birliği önerisi, emperyalist projelerin karşısına çıkarılacak işte böylesi bir projedir.

144
0

Hasan Bögün

GİRİŞ

Bölgemizin ve ülkemizin yaşamakta olduğu sorunlar jeopolitik sorunlar olarak ele alınıyor ve genellikle yine jeopolitik çözüm önerileri sunuluyor. Bu yaklaşımın yabancı büyük güçlerin minderinde güreşmek anlamına geldiğini ve dolayısıyla yanlış olduğunu belirtmekle birlikte jeopolitik üzerine uzun uzadıya bir tartışma yapmayacağız. Jeopolitik üzerine sözümüz olmadığı için değil. Jeopolitik tartışmasının emperyalist ülkelerin düzleminde arayışlara yol açtığını ve gerek bölgemizin gerek ülkemizin sorunlarına çözüm getirmeyeceğini düşünüyoruz.

Batı Asya’da Türkiye’nin projelendirip öncülük edeceği bir Enerji Birliği, Batılı yabancı güçlerin bölgemizde kurduğu satranç tahtasını devirebilir. Böylece hem Türkiye hem de enerji üreticisi bölge ülkeleri emperyalist satranç tahtasında taş olmaktan kurtulabilecek, kendi bağımsız inisiyatiflerini geliştirebileceklerdir. Bir kez bu temel kuruldu mu, arkasından bölgemizin ve Türkiye’nin bütün sorunları, en başta Kürt sorunu çözüm yoluna girecektir.

Enerji uzmanı olmadığımız hemen fark edilecektir. Dışarıdan gözlemci olarak enerji alanındaki inceliklere ve ayrıntılara vakıf değiliz. Böyle bir iddiada da bulunmuyoruz. Dünyanın gelişme yönünü ve günümüzdeki durağını az çok kavrayabiliyoruz. Türkiye’mizin bu gelişme çizgisi içindeki yerini alması arzusuyla, genel bir yaklaşım çerçevesi öneriyoruz.

Bölge ülkelerini birleştirerek sorunlarını çözme bakış açısının kökleri Cumhuriyet’in kuruluşunda vardır. Bunun en somut örnekleri Balkan Antantı ve Sadabad Paktı idi. Mustafa Kemal Atatürk’ün daha Millet Meclisi’nin Ankara’da ilk toplandığı sıralarda Türkiye, Suriye ve Irak arasında konfederal bir yapı kurulmasına sıcak baktığı, ama bunun gerçekleşmesi için Suriye’nin ve Irak’ın da bağımsızlıklarını kazanmalarına işaret ettiği, Türkiye NATO’ya üye olduktan sonra gizlenen bir başka gerçektir. Türkiye’deki milli kurtuluş hareketi Suriye’de ve Irak’ta bağımsızlıkçı hareketleri ateşledi, bu hareketlerin İngiliz ve Fransız emperyalistlerine karşı mücadeleleri de Kurtuluş Savaşımıza destek oldu.

Atatürk daha Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı tebaası olan Arapların milletleşme çabasını kabul etmişti. Atatürk ile başta Enver Paşa olmak üzere İttihat ve Terakki liderliği arasındaki başlıca ayrılık konularından biri buydu. İttihatçıların programı bir bütün olarak Osmanlı İmparatorluğunu savunmayı ve sürdürmeyi kapsıyordu. Atatürk ise milletleşmeyi temel alan programı savundu.

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin ve Fransa’nın işgal ettiği Suriye’nin ve Irak’ın kendi kaderlerini tayin hakkını bu emperyalist devletlere karşı destekledi. Milli Kurtuluş Savaşı sonrasında, Türkiye ile Suriye ve Irak’ın yeni bir birlik kurabilmeleri olasılığı tartışmasında, böylesi bir birlik için Suriye ve Irak’ın da bağımsız egemen devletler olması önkoşulunu koydu.

Bölge ülkelerini birleştirerek sorunlarını çözme bakış açısının kökleri Cumhuriyet’in kuruluşunda vardır. Bunun en somut örnekleri Balkan Antantı ve Sadabad Paktı idi.

Türkiye Cumhuriyeti, komşu ülkeler arasındaki sorunların çözümünde nüfuz amaçlamayan ve taraf tutmayan aktif çabalar harcadı. Bu tutarlı tavır, kuvvet ilişkilerini gerçekçi biçimde saptamanın dışında, jeopolitiği reddeder ve çağımızdaki eşit milli devletler arası birliklere ışık tutar.

Türkiye dışındaki ülkelerde de etkili çevreler Batı Asya’da benzer birlikçi görüşler savunmaktadır. En net görüş Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın “Beş Ülke Beş Deniz” tasarımıdır. Suriye’nin 2011 Mart’ında başlayan örtülü savaştan önce Türkiye ile sınırları kaldırmanın eşiğine gelmiş olması, kuşkusuz bu tasarımla ilişkilidir. Türkiye, İran ve Irak arasında kısa sayılmayacak sürelerle teröre karşı ortak mekanizmalar kurulmuş ve işletilmişti. Bu pratik ile üç ülkenin milletlerinin bilinçaltında yaşayan ve tarihsel köklere dayanan dayanışma duyguları arasında bir bağ kurmak yanlış olmaz. Türkiye ile Azerbaycan ise birbirlerini “tek millet iki devlet” olarak tanımlıyorlar.

Jeopolitikte çözüm yok
Madem yukarıda jeopolitik içinde ülke ve bölge sorunlarına çözüm bulunmayacağını öne sürdük, bu giriş bölümünde çok genel hatlarıyla biraz açalım.

Kimi çevreler jeopolitiğin bilim olduğunu ileri sürer. Bu tartışmalıdır, ama jeopolitiğin bir fikir sistematiği olarak 19. yüzyılın sonundan günümüze kadar gelişmiş kapitalist ülkelerin gereksinimlerine yanıt verdiği ortadadır. Doğru tutum jeopolitiğe işte bu tarihsel açıdan bakmaktır.

Coğrafya, toplumların değişmezleri arasındadır. Milletler coğrafyanın sunduğu olanakları azami ölçüde kendileri yararına kullanarak gönenç ve güç elde ederler. Tarih boyunca topluluklar coğrafya düzleminde savaştı, barıştı, karıştı, ticaret yaptı, etkileşimlerle ortak kültürel alanlar kurdu, sık sık siyasi birlikler oluşturdu, kısacası ortak bir tarih biriktirdi. Komşulukta çatışma geçici ve ikincil, ortaklık ve her türlü alışveriş esastır. Çatışırken bile her türlü alışveriş yapılır. Üçüncü tarafların kışkırttığı çıkar çatışması komşuların her birine zarar verir, ortak çıkarlar temelinde iş birliği ise istikrar ve refah doğurur. Tarihte daima böyle oldu ve tarih de milletlerin değişmezlerindendir.

Coğrafyayla ilişkili ortak tarih, günümüzde komşu milletlerin tek tek her birinin ve ortaklaşa hepsinin gücü demektir. Komşu milletler birbirleri için güvenlik ve istikrar garantisidir. Bu bakış açısına göre, her millet kendi zenginliğini, güvenliğini ve istikrarını komşusundan başlatır.

Jeopolitik, emperyalist emeller besleyen devletlerin yayılma ve nüfuz alanları kurma, rakiplerini ve komşularını istikrarsızlaştırma, sömürge elde etme vb. pratiklerinin teorisi olarak ortaya çıktı.

Kimi çevreler işte bu durumu jeopolitikle eşitlemektedirler. Bilim olarak kabul etsek bile jeopolitiğin bu geniş tanımlamasına itirazımız şöyle: Bu bakış açısı jeopolitiği bütün tarih boyunca en başa, hatta tarih öncesi topluluklara kadar uzatır. Fakat 19. yüzyılın sonundan önceki tarih içinde jeopolitiğe anıştırmalar yapmak bilim dışıdır. Güneş, yıldızlar ve gökcisimleri galaksimizin, hatta kimisi evrenin oluşumundan beri uzayda hareket halindedir. Yerleşikliğe geçen bütün topluluklar gökyüzünü gözleyerek takvimler oluşturdular, mevsim geçişlerini saptadılar, evrenin işleyişi üzerine fikirler geliştirdiler vs. Hem gözlemlerini hem gözlemlerinin sonuçlarını zaman içinde olgunlaştırdılar, kapsamlarını genişlettiler ve paylaştılar. Astronomi işte bu olgunlaşmanın belirli bir aşamasında bilim olarak sistematik kazandı. Nasıl o aşamanın öncesine astronomi denilemezse, İsveçli Rudolf Kjelen’in 1870’lerdeki jeopolitik tanımlaması da daha öncesine uzatılamaz.

Jeopolitik, kapitalizmin tekelleşme aşamasına girdiği 19. yüzyılın sonlarında, kapitalizmin gelişmesine ayak uydurmuş ve emperyalist emeller besleyen devletlerin yayılma ve nüfuz alanları kurma, bunun için sınırlarının öte yanına müdahale etme, rakiplerini ve komşularını istikrarsızlaştırma, sömürge elde etme vb. pratiklerinin teorisi olarak ortaya çıktı. Kısacası, üretim tarzı bakımından kapitalizmin tekelleşme aşamasına kadar geliştiği (yani pazarın daralmakta olduğu), ideolojik bakımdan liberalizmin “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” felsefesinin egemen olduğu ve siyasi olarak jeopolitik iddianın arkasına bu iddiayı destekleyecek kadar yeterli büyüklükte kuvvetin biriktirildiği koşulların ürünüdür. Jeopolitik hukukla değil güçle yapılır. Jeopolitikte hukuku da güç belirler.

Tarih sahnesine erken çıkan milletler kendilerini tarihin öznesi, diğerlerini nesnesi olarak gördü. Aslında dünya savaşlarının bile arkasında yatan bu bakış açısıdır. Çağımızda kimi milletlerin kendilerini özne, başkalarını nesne olarak gördüğü dönemin kapanması aşamasına girdik. Bu süreci İstiklal Savaşımız, eylemli karşı duruşla başlattı. Arkasından Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki milletler kendilerinin nesne yapılmasına izin vermeme iradesini gösterdiler, egemen milli devletler kurdular. Bu devletlerin egemenliklerini ve bağımsızlıklarını koruma mücadelesi iyidir, uygarlığa sıçrama yaptıracak bir ivmedir. Kuşkusuz eskiden beri özne olma alışkanlığına, yeteneklerine ve gücüne sahip olmuş milletlere bu durumu kabul ettirmek kolay değildir ve zaman gerektirir. Yalnız zaman da yetmez, ezen milletlerle mazlumlar arasında savaş düzeyine varabilen bir dizi çatışma yaşanacaktır, halen yaşanmaktadır. Bu çatışmalarda haklı-haksız ayrımını yapmak, aynı zamanda emperyalist jeopolitiğin de sorgulanmasıdır.

Gelişmiş milletlerin diğerlerini nesneleştirmesinin ifadesi olan jeopolitik, çağımızda yerini başka bir uyum tasarımına bırakmaya başlamıştır. Bunun ifadesi egemen, eşit ve bağımsız milli devletlerin, birbirlerinin egemenliklerine ve toprak bütünlüklerine karşılıklı saygı, saldırmazlık, içişlerine karışmama, eşitlik, ortak çıkar ve karşılıklı yarar temelinde kurduğu ortaklıklardır. Latin Amerika’da MERCOSUR, ALBA, CELAC; Afrika’da Afrika Birliği Örgütü; Asya’da ASEAN, ŞİÖ, Avrasya Ekonomik Birliği ve küresel çapta BRİCS yeni tür uyum tasarımının çeşitlilik gösteren örnekleridir.

Yeni uyum tasarımının ana hatları, örtük olarak Cumhuriyet Devrimimiz pratiğinin bilince yansıması demek olan “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak”, “yurtta barış, dünyada barış” ve “mazlum milletlerin birliği” ilkelerinde yatar. Bandung Konferansı, Çin ve Hindistan devrimlerinin pratiğiyle daha da belirginleşen bu ilkeleri geliştirdi, zenginleştirdi ve evrensel boyuta çıkardı. Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Çu En Lay ile Hindistan Başbakanı Cevherlal Nehru’nun savundukları ve konferansın kabul ettiği “barış içinde bir arada yaşamanın beş ilkesi”, günümüzde Avrasya düzeni diyebileceğimiz yeni uyum dünyasının gelişme yatağını belirliyor. Ne yazık ki dönemin Menderes yönetimi, milli kurtuluş savaşları çağını başlatarak Bandung Konferansı’nın yolunu açan Türkiye’yi ABD’nin konferanstaki “Truva atı” yapmıştı.

Geçmeden Türkiye’deki jeopolitikçiliğin günümüzde esas olarak “Yeni Osmanlıcılık” kılığı altında tezahür ettiğini not edelim. ABD’nin “Türkiye ya büyüyecek ya küçülecek” stratejik denkleminin içeriden bir yansıması olan Yeni Osmanlıcılık, emperyalizm bölgemizi Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile “omlet”leştirirken, büyük güçler arasında uygun manevralar yaparak omletten pay kapma arayışı olarak tezahür ediyor1.

Yeni Osmanlıcılık, çok milliyetçi görünmesine karşın, gerici karakteri nedeniyle stratejisini yanlış yerde, ABD’nin hâlâ küresel hegemon ve BOP’un hâlâ yürürlükte olduğu ön kabulü üzerine kuruyor. Oysa, aşağıda ayrıntılara gireceğiz, ABD hegemonyasını büsbütün kaybedip etmemenin savunma hattında savaş veriyor. Bölgemizin yaşamakta olduğu genel kargaşa ABD’nin saldırı döneminin yol açtığı çarpışmaların ürünü değil, tersine geri çekilmesini yavaşlatmak ve durdurmak için patlattığı coğrafi-toplumsal mayınların sonucudur. Yeni Osmanlıcılık, emperyalistlerin Türkiye’mizde ve bölgemizde etnik ve mezhepsel bölücülük biçiminde döşediği mayınların fünyesi görevini görüyor.

Yeni Osmanlıcılık, çok milliyetçi görünmesine karşın, gerici karakteri nedeniyle stratejisini yanlış yerde, ABD’nin hâlâ küresel hegemon ve BOP’un hâlâ yürürlükte olduğu ön kabulü üzerine kuruyor.

ABD’nin geri çekilmesi durup dururken olmadı. Birbirini besleyen iki sürecin ürünüdür. Birinci olarak ABD’nin temsil ettiği liberal kapitalist model iç dinamikleriyle gücünün erişebileceği doruğa erişti ve kapitalizm içinde bundan ötesi yoktur. Tıkanıp kalmış ve çürümekte olan liberal model, sürekli olarak eşitsizlik, kriz ve savaş üretiyor.

Öte yandan geçen yüzyılın başından itibaren dinamikleri harekete geçen ikinci süreç insanlığın gelişme çizgisine damgasını vuracak güce erişti: ABD’den farklı, daha ileri ve toplumcu bir model izleyen Asya ülkeleri, ABD ile arayı kapattılar. Bu süreci durduracak, nükleer silahların yaygın olarak kullanılacağı topyekûn bir savaş veya ABD ile başa baş bir ekonomi haline gelmiş Çin’in çöküşüne ve dolayısıyla küresel kaosa yol açacak öngörülmeyen olağandışı etkenlerden başka hiçbir şey yoktur.

STRATEJİK SAPTAMALAR

Avrupa’nın pazar gereksinimi
Avrupa’nın 2008 yılından bu yana aşamadığı bunalım, her ne kadar “borç krizi” diye adlandırılsa da kapitalizmin temel çelişmesinin ürünüdür ve kaçınılmazdı. Bunalım, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ABD’nin gözetimi altında adım adım inşa edilen Avrupa Birliği’nin (AB) dağılması dinamiklerini harekete geçirmiş olabilir. Artık Batılı siyasi çevrelerde de tartışılmaya başlanan muhtemel bir dağılmayı durdurmanın yolu, çok zorlu iki sorunun aşılmasına bağlı: Pazar bulmak ve enerji ihtiyacını kesintisiz olarak güvenceye almak.

AB ile ABD arasında görüşmeleri süren Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP), Avrupa’nın pazar darboğazını aşmak için ortaya atıldı. ABD ve Avrupa ekonomilerinin varlık olarak toplamı dünyadaki bütün varlıkların toplamının yarısına yakındır. ABD ile Avrupa arasındaki yıllık iş hacmi 1,8 trilyon dolardır. Buna karşılık Güney Çin Denizi’nden geçen ticaretin yıllık çapı 5 trilyon dolar. Dünyadaki toplam varlıkların yarısının aralarındaki iş hacminin neredeyse üç katı.

ABD ile Avrupa Birliği arasındaki gümrük engellerini ortadan kaldırmayı amaçlayan TTIP’nin katkısı hakkında pek çok araştırma ve hesaplama yapıldı. Bunlardan biri de Ekonomi Politikaları Araştırma Merkezi (Center for Economic Policy Research) tarafından yapılan bir araştırma. Bu araştırmaya göre, anlaşma sonucunda Avrupa’da 2027 yılına kadar yıllık milli gelirin 68 ile 119 milyar avro, ABD’de ise 50 ile 95 milyar avro arasında artması bekleniyor. Avrupa Komisyonu’nun yaptığı hesaplamalar ise TTIP’nin 10 yılda 28 ülkenin üye olduğu AB’ye 120 milyar avro, ABD’ye 100 milyar avro ek büyüme sağlayacağını gösteriyor. Buna karşılık sadece Almanya 2012 yılında Çin ile 250 milyar avro çapında anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmaların sadece Alman ekonomisine getireceği ek büyüme, oransal olarak TTIP’nin katkısından kat kat büyüktür.

Öte yandan TTIP’nin öngördüğü yapıda, yabancı şirketler ve yatırımcılar egemen devletlerle eşit statüde sayılıyor. Şirketlerin devletleri ulusal mahkemeler dışında da dava edebilecek olması, ulusal hukuk sistemlerine karşı önemli bir tehdit oluşturuyor.

Almanya eski Başbakanı Angela Merkel, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Lizbon’dan Vladivostok’a ortak ekonomik alan” önerisini destekleyen açıklamalar yapmıştı.

Enerji sorunu bir yana, mevcut ekonomik ilişkilerin yapısı değişmeksizin Avrupa’nın pazar sorununun en kolay çözümü doğusundaki Avrasya’dadır. Esasen Avrupa sermayesi krizi doğuya yönelerek aşabileceğini saptamış bulunuyor.

2014 yılında Kırım’ı kendi topraklarına katması üzerine AB’nin Rusya’ya yaptırımlar uygulamasından sonraki ilk yıl, Almanya’nın dış ticaretinde 11 milyar avro düşüş oldu. Almanya’nın Rusya’ya ihracatının yüzde 18’ini motor aksamları, yüzde18’ini araç ve araç yedek parçaları, yüzde 8’ini kimyasal ürünler oluşturuyor. Ekim 2013 itibariyle, Alman şirketlerinin Rusya Federasyonu’na yaptığı yatırımların tutarı 22 milyar dolardı. 6 bin 100 Alman şirketinin 2012 yılı cirosu 40 milyar avroydu. 2 binin üzerinde Fransız şirketi Rusya’da yatırımlar yapmıştı. Ünlü Alman Porsche firması, yeni kuşak Rus zırhlı araçlarının motorlarının geliştirilmesinde ortak. Fransa Rusya’ya, kimi önemli bölümleri planları Rus gemi mühendislerince çizilen iki Mistral çok amaçlı savaş gemisi inşa etti. ABD’nin baskısıyla bu gemiler Rusya’ya teslim edilmedi ve Fransa tazminat ödedi. Olay Fransa’ya uluslararası alanda büyük itibar kaybettirdiği gibi, Fransız askeri gemicilik sanayisine de ciddi darbe vurdu. Fransız petrol şirketi Total, yaptırım yasaklarına karşın Rusya’nın Uzakdoğu’daki petrol projelerine katılıyor. Total’ın İran ile de iş yapma girişimleri var. Rus doğalgazının taşınması ve dağıtımı (Kuzey Akım), Almanlar başta olmak üzere Avrupa enerji şirketlerine kârlı yatırım alanları açtı vs.

Özetlersek, bırakalım Çin ve Hindistan gibi nüfusları bir buçuk milyara varan dev pazarları, Asya’nın batısında AB’nin ölümüne ihtiyaç duyduğu, Avrupa pazarına yakın büyüklükte bir pazar var. Bu gerçeklik, Alman devletinin resmi metinlerinde de ifadesini buluyor. Alman Dışişleri Bakanlığı 2012 Şubat’ında Almanya’nın stratejik konumlanışını “Atlantik ile BRİCS arasında köprü olmak” biçiminde açıklamıştı. BRİCS’in büyük ülkeleri Çin, Rusya ve Hindistan Avrasya’da. Almanya eski Başbakanı Angela Merkel, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Lizbon’dan Vladivostok’a ortak ekonomik alan” önerisini destekleyen açıklamalar yapmıştı. Merkel, Çin ile Almanya arasında 250 milyar avro tutarında anlaşmalara imza koymuştu.

Avrupa’nın enerji gereksinimi
AB, blok olarak, 500 milyonu aşkın nüfusu, yaklaşık 32 bin dolarlık kişi başına geliri ile dünyanın en büyük üç ekonomisinden biridir. Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH) 16,3 trilyon doları bulan AB, dünya ekonomisinde yüzde 22 oranında pay sahibidir. ABD’nin 18 trilyon dolarlık GSYH’den sonra, Çin’in 11 trilyon dolarlık GSYH’sinden önce gelmektedir.2

AB blok olarak düşünüldüğünde dünyadaki toplam mal ihracatından yüzde 15,2, dünya toplam mal ithalatından ise yüzde 14,3 oranında pay almaktadır. Bu oranlarla dünya mal ticaretinde ikinci sıradadır. Hizmet ticaretinde de 162 milyar dolar ticaret fazlasıyla, dünyanın en büyük ihracat ve ithalatçısı konumundadır.

Ağırlıklı olarak yatırım malları, kimyasal ürünler ve muhtelif tüketim malları imal eden AB’nin ithalatının büyük kalemlerini enerji, hammadde ve tarım ürünleri oluşturuyor.

Avrupa Komisyonu, 22 Ocak 2014 tarihinde kabul ettiği “Sanayi Rönesansı” adlı belgeyle, AB’yi sanayi üretiminin yeniden canlandırılması konusunda harekete geçmeye çağırdı; güçlü ve yenilenmiş bir sanayi temeli olmadan Avrupa ekonomisinin sürdürülebilir olamayacağına işaret etti. Bildiri, “sanayide yeni bir atılım” gerektiğini ortaya koydu. Sanayide atılım ise öncelikle enerjiye kesintisiz, kolay, sürdürülebilir ve güvenli ulaşmayı gerektirir.

AB, blok olarak, 500 milyonu aşkın nüfusu, yaklaşık 32 bin dolarlık kişi başına geliri ile dünyanın en büyük üç ekonomisinden biridir.

AB, dünyanın en büyük enerji ithalatçısıdır. Tüketimi dünya tüketiminin yüzde 30’u kadardır. Tükettiği enerjinin yüzde 53’ünü ithal ediyor.3 AB’nin kendi fosil kaynaklarından enerji üretimi hızla düşüyor. Hollanda ve Danimarka’daki doğalgaz üretimi kapasitesi kısa vadede sona erme sınırlarına ulaştı. “Doğalgazın Altın Çağının Altın Kuralları” alt başlığını taşıyan Dünya Enerji Görünümü 2012 Özel Raporu, 2030 yılında Avrupa’nın kendi belirsiz alanlarında yılda 80 milyar metreküp gaz üretebileceğini öngörüyor. Oysa AB’nin 2012 yılındaki talebi 477 milyar metreküp olarak gerçekleşti. Dolayısıyla bu kadar az miktarda gaz üretimi için yatırımlara girişilmemesi bile söz konusu. Bir kısım AB üyesi ülke, çevresel nedenlerle kaya gazı üretimini yasakladı.

AB, halen elektriğinin yüzde 28’ini kömür santrallerinden, yüzde 27’sini nükleer santrallerden elde ediyor. Kömür santralleri orta vadede devre dışı kalacak. AB’nin 131 nükleer santralinin yarısı 30 yıldan daha yaşlı. İvedilikle yeni reaktör yapımı, güvenliği, yaşlı santralleri yenileme ve genişletme, lisans uzatma, faaliyet durdurma, devreden çıkarma, nükleer yakıtın ve atıkların harcanması kararlarının alınması gerekiyor. Nükleer santrallerin enerji üretimindeki önemli rolüne bağlı olarak, AB, alınacak bu kararları uzlaşı içinde desteklemekle, nükleer atıkların yönetimi konusundaki güvenlik endişelerini ortadan kaldırmakla karşı karşıya.

AB’nin çare olarak düşündüğü sıvılaştırılmış doğalgazda (LNG) da durum iç açıcı görünmüyor. Gerçi AB LNG terminalleri kurdu ve bu altyapı sayesinde 2014 yılında LNG bolluğu yaşadı, ancak pazar içinde LNG’nin tersine döndürülmesi sorununu çözebilmiş değil. Ayrıca dünyadaki LNG üretimi sınırlı ve bu alanda yatırımlar yetersiz. Üretilebilen LNG’nin aslan payını da Uzak Doğu Asya ülkeleri çekiyor. Avrupa’nın Asya ülkeleriyle girişeceği LNG rekabeti enerjisinin maliyetini artırabilir ve dolayısıyla sanayisinin rekabet etme gücüne darbe vurabilir.

AB, 2020 yılı iklim ve enerji paketini 2009 yılında uygulamaya koydu. Paketin birinci hedefi, 2020 yılında 1990 yılındakinden yüzde 20 daha az sera gazları salımı gerçekleştirmek; ikincisi, yenilenebilir enerjinin tüketimdeki payını yüzde 20, taşınmadaki payını yüzde 10 artırmak; üçüncüsü, 2007 yılında belirlenen 2020 birincil enerji tüketimi öngörüsünü yüzde 20 oranında düşürmekti.

Bu hedefler içinde birincisine ulaşılmış sayılabilir. 2012 yılında 1990’dakinden yüzde 19,2 daha az sera gazı salındı. Bu düşüş ekonomik kriz nedeniyle enerjideki talebin düşmesine, yenilenebilir enerjideki artışa ve yakıt olarak doğalgazın kullanımındaki artışa bağlanıyor. AB’nin 2005’te yüzde 8,7 olan yenilenebilir enerji tüketim oranı 2012’de yüzde 14,1’e yükseldi. Ancak yenilenebilir enerji üretiminin yakın gelecekte daha fazla artması mümkün görünmüyor. Bunun için perakende enerji fiyatına en az yüzde 20-25 oranında zam yapılması gerekiyor. Dünyada enerji fiyatları düşerken, Brüksel bu zammı göze alamıyor. O yüzden kurulmuş olan yenilenebilir enerji işletmelerinin yarısına yakını kaderine terkedildi. Zorunluluklar, Avrupa’nın enerjisinde doğalgazın oranının düşmeyeceğine, tersine artabileceğine işaret ediyor. 2020-2030 yılları arasında AB’nin doğalgaz talebinin ve Rusya doğalgazına bağımlılığının artacağı öngörülüyor.

AB, halen elektriğinin yüzde 28’ini kömür santrallerinden, yüzde 27’sini nükleer santrallerden elde ediyor.

Avrupa’nın yukarıda değindiğimiz pazar talebinin yanı sıra enerji sorununun çözümü, AB’yi olduğu kadar ABD’yi de meşgul etmektedir. Hatta günümüzde ABD’nin küresel ölçekte bir numaralı problemi, AB’nin bu sorunlarına çözüm bulmaktır denilebilir. Hem pazar bakımından doğuya yönelen hem Rusya’nın enerjisine bağımlı hale gelen AB, kaçınılmaz olarak ABD’den uzaklaşacaktır. Bu da ABD’nin dünya hegemonyası iddiasının en önemli aracı olan ve Irak işgalinden bu yana içindeki çatlak derinleşen Atlantik İttifakının yıkılmasının yolunu açabilir.

Kısacası, Avrupa’nın enerji sorununun ABD’nin kendi inisiyatifi altında çözüme kavuşması, ABD için can alıcı konu. Bu durumu eski ABD Genelkurmay Başkanı David Jones, 1981 başında Kongre’ye sunduğu askeri harcamalarla ilgili raporunda şöyle açıklamıştı:

“ABD’nin Batı Avrupa, Kuzeydoğu Asya ve Güneybatı Asya’da çıkarları vardır… ABD’nin güvenliği Batı Avrupa ve Kuzeydoğu Asya’daki müttefiklerine sıkı sıkıya bağlı olduğu için ve onlar Güneybatı Asya’daki petrol kaynaklarına sıkı sıkıya bağlı olduklarından, bir bölgedeki ABD stratejisi öbür bölgeler tarafından desteklenmelidir…” (Teoman Erel’in 23 Şubat 1981 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinden aktaran Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye, s.165, Otopsi Yayınları, Ekim 2005.)

Kürt sorununu kaşımak, maliyeti ne olursa İsrail’e Akdeniz’e açılan ikinci bir İsrail desteği sağlanması, bu nedenle ABD’nin stratejik önceliği. Yani, bölgemizde yaşanan çatışmalar Avrupa’nın geleceğini; Avrupa gelecekte ABD’nin yörüngesinde kalmaya mı devam edecek yoksa ABD’den koparak doğuya mı yanaşacak, işte bunu tayin edecek.

Türkiye’nin benzersiz konumu
Ülkemiz, Avrupa’nın geleceğiyle ilgili bu muazzam kaymanın sarsıntılarından gerek Kürt sorunu yoluyla gerek siyasette NATO aracılığıyla perçinlenen 70 yıllık Amerikancı kurumlaşmaların komşularına yönelik yaklaşımları nedeniyle payını alıyor. Oysa benzersiz coğrafi konumlanışı bırakın Türkiye’ye bu sarsıntıları yaşamayı, tersine sorunların çözümünde öncü olma olanağı sunuyor.

Ülkemiz, yukarıda gelecekteki enerji ihtiyacını kısaca analiz ettiğimiz Avrupa ile sınırdaş olmasının dışında, dünyanın en büyük enerji alanıyla da üç yandan çevrili. Şimdi yine kısaca bu duruma bir göz atalım:

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) 2015 yılı yıllık istatistik bülteninde açıklanan verilere göre, 2015’te 201 trilyon 966 milyar metreküp olarak hesaplanan dünyadaki kanıtlanmış toplam doğalgaz rezerv miktarının en fazla bulunduğu bölge Ortadoğu. İran, Irak, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yer aldığı bölgenin 79 trilyon 430 milyar metreküp toplam kanıtlanmış doğalgaz rezervi bulunuyor. İran 33 trilyon 500 milyar metreküplük kanıtlanmış rezervle bölge birincisi ve dünya ikincisi. Katar 24 trilyon 299 milyar metreküple bölgede ikinci sırada.

Ortadoğu’dan sonra ikinci en büyük gaz deposu 65 trilyon 422 milyar metreküplük rezervle Avrasya. Bu bölgenin rezerv zengini Rusya, 49 trilyon 541 milyar metreküp kanıtlanmış rezervle dünyada birinci sırada yer alıyor. Rusya’yı 9,9 trilyon metreküp kanıtlanmış rezervle Türkmenistan izliyor. Azerbaycan’ın 1,291 trilyon metreküp kanıtlanmış rezervi var.

Rusya’nın doğalgaz rezervlerini 44,8 trilyon metreküp olarak gösteren 2011 yılı BP istatistiklerine göre, Rusya’nın üretimi yılda 588,9 milyar metreküp. Bunun 414,1 milyar metreküpünü iç tüketimde kullanıyor. Avrupa doğalgaz tüketiminin de yüzde 25’ini karşılıyor.

Yine aynı verilere göre 29,61 trilyon metreküp kanıtlanmış doğalgaz rezervi bulunan dünya ikincisi İran’ın yıllık üretimi 138,5 milyar metreküp. Ürettiği gazın 137,5 milyar metreküpünü harcıyor. İran’ın doğalgaz ihracatı, dünyadaki toplam gaz ihracatının yüzde 1’i kadar.

Doğalgaz rezervleri bakımından dünyada 14. sırada bulunan Katar, ürettiği yıllık 116,7 milyar metreküp gazın 21,89 milyar metreküpünü tüketiyor. Geriye kalanının hemen hemen tamamını sıvılaştırılmış (LNG) olarak dünya pazarlarına ihraç ediyor.

Görüldüğü üzre, ülkemiz dünyanın en büyük enerji tüketicisi ile dünyanın en büyük doğalgaz rezervleri ve üreticileri arasında, iki tarafla da sınırdaş olmak gibi benzersiz bir konuma sahip. Özellikle Ortadoğu doğalgazının Avrupa’ya akış yolu üzerinde.

STRATEJİK KARAR: BATI ASYA’DA GAZ BİRLİĞİ

Bölgemizdeki çatışmaların başlıca nedenlerinden biri enerji
Batı Asya, tarih boyunca yeryüzünün en dinamik bölgelerinden biri oldu. Bu dinamizmin kaynağında, yeryüzü anakarasını oluşturan Asya, Afrika ve Avrupa’nın kavşağı olması yatar. İnsanoğlunun bu üç kıta arasındaki her türlü hareketi, kuzey-güney ve doğu-battı eksenindeki ticaret, nüfus hareketleri, askeri kampanyalar, kültürel alışveriş ve etkileşim, ağırlıklı olarak Batı Asya, özellikle bizim topraklarımız üzerinden cereyan etti. Bu hareketler ideolojilerin, fikirlerin, buluşların vs. beşiği ve taşıyıcısı oldu. Mezopotamya’nın, Güney ve Orta Asya’nın, Kuzey Afrika’nın uygarlık bileşenleri burada harmanlandı ve Batı’ya aktarıldı. Batı’da yeni atılımlar yapan uygarlık, yine bu topraklar üzerinden anakaranın uzak köşelerine taşındı. Uygarlık bileşenlerinin harmanlanması süreci yazıyı, matematiği, kayıt sistemini, bütün bunları çekip çevirecek örgütlenmeyi doğurdu ve geliştirdi. Bu dinamizmin kesişme noktasında bulunan ülkemiz, uygarlığın ilerlemesinde özel bir konuma sahip.

Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak amacıyla çıkarılan Birinci Dünya Savaşı, “geniş ölçüde petrole yönelik bir savaş” idi.

Sanayi devriminden itibaren öne geçen Batı’nın bölgemizdeki dinamiklere dışsal bir etken olarak dahil olmasının temelinde, bölgenin yukarıda saydığımız dinamizmine dayanan zenginliği ve kaynakları var. Hareketliliğe 20. yüzyılın başından bu yana büyük güçlerin enerji konulu çatışmaları, yerli güçleri çatıştırmaları ve bölge güçlerinin kendi kaynaklarına sahip çıkma mücadeleleri eklendi. O kadar ki, Batılı birçok fikir adamı, son yüzyılda Batı Asya’daki hareketliliği, sanki başka dinamikler yokmuş gibi, esas olarak enerji çatışmalarına bağlama eğilimindedir. Amiral Philip Dumas, hemen hemen bütün Batı Asya topraklarına oturmuş olan Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak amacıyla çıkarılan Birinci Dünya Savaşı’nı, “geniş ölçüde petrole yönelik bir savaş” diye niteledi ve şu öngörüde bulundu: “Geleceğin harpleri tamamen o amaca yönelik olacaktır. Bismark’ın ‘kan ve demir’ özdeyişi artık ‘kan ve petrol’ şeklinde ifade edilecektir.”4

Gerçekten de dönemin büyük devletleri İngiltere, Fransa, Almanya, Çarlık Rusya’sı, İtalya ve ABD, savaştan çok önce Osmanlı topraklarında arkeolojik kazılar veya başka imtiyazlar yoluyla petrol alanlarını keşfetmişlerdi. Özellikle İngiltere’nin Osmanlının Arap topraklarında savaştan önce giriştiği oldu bittiler ve emperyalistler arasındaki Sykes-Picot, San Remo gibi gizli anlaşmalar, petrol alanlarının paylaşımını hedefliyordu.5 Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, savaşla petrol arasındaki ilişkiyi şu sözlerle dile getirmişti:

“Bir idealist gözüyle baktığımızda dahi, Mezopotamya’nın kuzey bölgelerini ele geçirmemiz kaçınılmazdır. … ne Başkan Wilson ne de bir başkası Dicle ve Fırat’ın çevresindeki geniş Mezopotamya topraklarını yeniden Osmanlının denetimine bırakmak istemeyecektir. … Bu durumda sormak isterim, Mezopotamya’da Küçük Zap suyuna (Lesser Zap) kadar veya yeterli derecede zengin su kaynaklarını denetim altına alacak kadar ordularımızla ilerlemenin büyük bir önemi yok mudur? Bunu başardığımızda petrol yataklarının büyük çoğunluğu elimize geçmiş olacaktır.”6

1 Ekim 1918 günü toplanan İngiliz savaş kabinesi, Almanya’nın ve Osmanlı İmparatorluğunun askeri bakımdan çökme noktasına gelmiş olduğunu saptamasına karşın, savaşı bir süre daha sürdürme kararı almıştı. Mondros Ateşkes Anlaşması 30 Ekim’de yapıldı. Bunun nedeni Musul petrol alanlarının bütünüyle ele geçirilmesiydi. İngiltere Başbakanı Lloyd George, Musul petrol alanlarının ele geçirilmesini talimat haline getirdi. Irak’taki ordu komutanı General Marshall’a “petrol yataklarının bulunduğu alanlardan olabildiğince geniş bir bölgeyi işgal etmesi” emredildi. Savaş kabinesi, rakip Fransa’yı da kontrol altında tutmak için Doğu Akdeniz’e takviye iki savaş gemisi gönderdi.7

Petrole doğalgazın da eklendiği günümüzde, enerji kaynakları, emperyalist devletlerin kendi aralarında gizli diplomasiyle paylaşma konusu olmaktan çıkmıştır. Batı Asya’nın egemen devletleri ve Rusya, kendi enerji kaynaklarının nasıl işletileceğine esas olarak kendileri ve kamu eliyle karar vermeye koyulmuşlardır. Petrolde OPEC gibi güçlü bir örgüt kurulmuştur, İran ve Irak gibi iki büyük üretici ülke OPEC üyesidir. Amerikan işgali bile Irak’ta enerji kaynakları üzerindeki kamu tekelini kıramamıştır. Irak topraklarında enerjiye yatırım yapmak isteyen yabancı şirketler, Bağdat hükümetinin koyduğu koşullar çerçevesinde ve denetimi altında iş yapabilmek zorundadır. Zaten Uluslararası Enerji Ajansı da enerji alanında kamuculuğun hâkim hale geldiğini saptıyor.8

Kriminal soruşturmalarda “Suçluyu bulmak istiyorsan parayı izle” denir. Bu sözün ne kadar geçerli olduğu ayrı konu, ama günümüzde enerjiyi izlemek emperyalistlerin uluslararası tertiplerini anlamada doğruya yakın sonuçlar verir. Egemen devletlerin kendi enerji kaynaklarına sahip çıkması ve hâkim olması emperyalistleri caydırmak için yeterli olmuyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD’nin ve Avrupa’nın Hazar Havzası’nın enerji kaynaklarına el koymak için çevirdiği dolaplar hatırlardadır.

Irak ve Libya işgallerine yol açan birincil nedenin, bu ülkelerin bağımsız hareket etmelerini, enerjiyi silah olarak kullanmada Arap dünyasına örnek olmalarını ve Arapları İsrail’e karşı birleştiren bir çizgi izlemelerini sağlayan enerji kaynaklarına el koymak olduğu biliniyor. Suriye’de yürütülen örtülü savaşta da başlıca nedenlerden biri yine enerjidir. Bunu anlamak için bölgesel çapta olayları gözden geçirmek gerekir.

AB, Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla, ABD’nin de yarım yamalak desteğini alarak NABUCCO projesini geliştirmişti. Proje uyarınca Türkmenistan doğalgazı İran ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınacaktı. Türkmen gazının yarıya yakınını Çin kapatınca, NABUCCO’yu destekleyecek yeterli gaz kalmadı. Ankara devreye girdi, Türkmen gazı yerine İran gazı önerisini ortaya attı.

NABUCCO için İran doğalgazını Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) çıkaracaktı. Bu konudaki anlaşma, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi’nin gözetiminde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile İran Petrol Bakanı Seyyid Mesud Mirkâzımi tarafından 17 Kasım 2008 tarihinde imzalandı.Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanlığı ile İran İslam Cumhuriyeti Petrol Bakanlığı arasında imzalan Anlayış Muhtırası” şöyle:

“1) Güney Pars Sahasındaki bazı doğalgaz sahalarının TPAO’nun yönetimine yatırım yapmak üzere tahsisi,

“2) Türkiye üzerinden İran doğalgazının Avrupa’ya taşınması,

“3) Türkmen doğalgazının İran üzerinden Türkiye’ye taşınması ile ilgili mutabakat zaptının süresinin uzatılması konusunda mutabık kalınmıştır. Ayrıca Güney Pars sahasında daha önce Türkiye’ye tahsis edilmiş olan sahaların daha zengin diğer sahalarla değiştirilmesine yönelik ortak çalışma grubu kurulmasına karar verilmiştir.”9
Dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın yaptığı açıklamaya göre, anlaşma yılda 35 milyar metreküp gaz çıkarılmasını öngörüyordu. Güney Pars doğalgaz sahasında 21., 22. ve 23. fazlara göre daha verimli sahalar olduğuna kanaat getirilirse, karşılıklı anlaşmayla yeni yerler üzerinde durulacaktı. TPAO 3,5 milyar dolar tutan bir yatırım yapacak, çıkarılacak gaz ve yan ürünleri pazarlanacak, gazın en az yarısını Türkiye alacak, geriye kalanı NABUCCO’ya satılacaktı. Türkiye bu yolla Avrupa-İran ilişkilerini sıcaklaştırmayı da umuyordu.

Ne var ki TPAO, 2010 yılı yazında İran’ın Güney Pars sahasındaki yatırımdan çekildi. TPAO’nun çekilme nedeni olarak projenin “ticari bakımdan cazip bulunmaması” gösterildi. Ancak kazın ayağı başkaydı. Ağustos ayında Ankara’ya gelen ABD Dışişleri ve Hazine bakanlıkları mensuplarından oluşan heyet, AKP hükümetine “İran ile enerji alanında iş birliğinin azaltılması uyarısında” bulunmuştu. Uyarı dikkate alınmazsa, ABD, “İran enerji sektörüne yaptırım yapan Türk kamu ve özel sektör şirketlerine tek yanlı kısıtlamalar uygulayacaktı”. ABD, özellikle TPAO’nun Güney Pars’taki yatırımını gündeme getirmişti. Heyete yanıt olarak “Biz sadece BM Güvenlik Konseyi çerçevesinde gündeme gelecek yaptırımlar konusunda üzerimize düşeni yaparız. Ama bunun dışındaki tek taraflı yaptırımlar bizim tarafı olmadığımız hususlardır” mesajını aktarmayı ihmal etmeyen AKP yetkilileri, TPAO’nun “ticari açıdan cazip olmadığı” için Güney Pars’tan çekildiğini bildirdi.10 ABD heyeti, TPAO’nun İran’dan çekilmesinden memnun kalmıştı.

İran, yaklaşık 34 trilyon metreküp doğalgaz rezervi ile bu alanda Rusya’dan sonra dünyanın en büyük ikinci ülkesi konumunda. İran’da bulunan rezerv dünyanın toplam gaz rezervlerinin % 17’sini oluşturuyor.

İran, doğalgazını Türkiye üzerinden başta Avrupa olmak üzere dış pazarlara aktaramayacağı ortaya çıkınca başka seçeneklere yöneldi. Irak ve Suriye ile gazı Akdeniz’e ulaştıracak bir boru hattı anlaşması yaptı. Suriye’deki terör örgütlerinin 2012 yılına kadar inşası bir hayli ilerleyen bu boru hattını özellikle hedef almaları ve bombalayarak tahrip etmeleri, arkadaki kuvvetin kimliğini belirlemek bakımından anlamlıdır.

Bu sırada Katar doğalgazının Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden geçecek boru hattıyla Avrupa’ya aktarılması gündeme geldi. ABD’nin asıl istediği buydu. Suudi Arabistan ve Ürdün’ün kabul ettiği projeye AKP hükümeti de dahil oldu. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’dan İran ile yaptığı anlaşmayı iptal edip Katar projesine dahil olması istendi. Esad kabul etmeyince Dera’da göstericilere ateş edilerek ve sorumluluk Suriye güvenlik güçlerine atılarak savaşın pimi çekildi.11

ABD, müttefikleri Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün ile AKP yönetimi birbirlerine düşseler ve aralarında sorunlar yaşansa da bu projeden vazgeçmiş değil. Şimdi PKK/PYD, Mesut Barzani ve IŞİD aracılığıyla proje sıcak tutulmaya çalışılıyor.

Emperyalist Batı’nın enerji üreticisi ülkelere karşı çevirdiği dolapları boşa çıkarmanın yolu, enerji üreticilerinin Batı’nın istediği gibi birbirleriyle rekabet etmek ve çatışmak yerine, çelişmelerini asgariye indirip kendi aralarında birlik kurmalarıdır. Bu birliğin kapsamı ve derinliği, katılımcıların ortak kararıyla belirlenecektir.

Gaz Birliği’nin maddi temeli
Enerji alanında hem üretici ülkelerin çıkarlarının daha iyi korunacağı hem Türkiye’nin yarar göreceği ve hem de Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlayacak bir ortaklığın, yani Batı Asya Gaz Birliği projesinin hayata geçirilmesinin büyük dinamikleri olduğu açık.

Türkiye, dünyanın en büyük enerji tüketicilerinden biri olan AB ile sınır komşusudur. Güneyinde, doğusunda ve kuzeyinde ise dünyanın en büyük enerji üreticileriyle çevrilidir. Rusya’nın, Azerbaycan’ın ve İran’ın doğalgazını tüketiyoruz ve bu ülkelerden topraklarımıza doğalgaz zaten akıyor. Irak gazının gelmesi büyük maliyet gerektirmez.

Yukarıda benzersiz konumunu işaret ettiğimiz ülkemiz hem enerji üretenlerin dışarıya açılmasında hem enerji tüketenlerin güvenli ve sürdürülebilir enerjiye ulaşmasında anahtar konumundadır. Arz cephesine Rusya’ya, İran, Azerbaycan, İran üzerinden Türkmenistan ve Katar ve yakın zamanda hizmete girecek Irak ile; talep cephesinde ise Bulgaristan ve Yunanistan (Dedeağaç’ta TANAP’ın istasyonu inşa ediliyor) boru hatlarıyla bağlı durumda. Ve Batı Asya’nın doğalgazı ister savaş yoluyla ister barışçıl yollarla olsun Avrupa’ya akacak. Bu akışı çatışmasız sağlamak Türkiye’nin elinde.

Türkiye’nin doğudan batıya, kuzeyden güneye gelişmiş bir doğalgaz dağıtım ağı bulunuyor. Milli ağ, Ukrayna ve Bulgaristan üzerinden gelen Rusya doğalgaz boru hattıyla Avrupa’ya bağlanıyor. Bu hat üzerinde akışı tersine döndürmek zor değil. Sistemi Avrupa’nın tüketimine göre yenilemek ve geliştirmek büyük maliyet gerektirmez.

Türkiye, işte bu benzersiz konumundan yola çıkarak, kendisi de dahil bütün katılımcıların eşit ortak olduğu, bankası, borsası ve özerk yönetimi olan Batı Asya Gaz Birliği’nin kurulmasına öncülük etmelidir. Gaz Birliği’ne ortak olacak üretici ülkelerin doğalgazını akıtacağı yeraltı depolarının kurulması için arazi sağlamalıdır.

Avrasya’nın büyük devletlerinden Rusya, aynı zamanda ekonomisi önemli ölçüde enerji dışsatımına bağlı olan, dünyanın en önemli enerji üreticilerindendir.

Avrasya’nın büyük devletlerinden Rusya, aynı zamanda ekonomisi önemli ölçüde enerji dışsatımına bağlı olan, dünyanın en önemli enerji üreticilerindendir. Başta İran olmak üzere Batı Asya’daki öbür enerji üreticisi ülkelerin ekonomileri de esas olarak enerji dışsatımına dayanıyor. Bu durum, Rusya ile Batı Asya ülkeleri arasında çıkar çatışması çıkmasının nesnel temelini oluşturuyor. Mevcut piyasa koşullarında Rusya ve önümüzdeki dönemde enerji dış satımını artırmak zorunda kalacak olan İran rakiptirler. Rekabet iki ülke arasında sürtüşmeleri içinde taşıyor.

Rusya kendi çıkarlarını savunmada açık sözlü ve dürüst. Ama karşılıklı saygıyı ve yararı, eşit ilişkileri gözetmede de samimi. Rusya, Suriye örneğinde olduğu gibi başka devletlere destek olurken sırf onların çıkarlarını savunmak için yapmıyor bunu. Daha çok kendi çıkarlarını garantilemek, hatta olabildiğince yukarılara çıkarmak için yapıyor.

Rusya’nın nükleer sorunda İran’ı destekleyen, Suriye’yi askeri olarak da desteklemeye varan politikaları bunun örnekleridir. Ayrıntılardaki kâr-zarar hesapları bir yana, Rusya’nın NATO üyesi Türkiye’de nükleer santral inşa etmesi bir başka örnektir. Nükleer santral inşaatı Türkiye’yi nükleer ülkeler sınıfına soktuğu gibi, Rusya’ya da bölgede üstünlük sağlıyor.

Bu bağlamda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türk Akımı önerisi, doğru biçimde yaklaşılırsa, Rusya’ya olduğu kadar Türkiye’ye ve Batı Asya ülkelerine büyük yarar sağlayan bir enerji merkezi projesine dönüştürülebilir. Putin’in öneriyi yapış biçimi, önerinin böylesi bir projeye kadar genişletilebilmesi olanağını verdiği izlenimini doğuruyor.

Rusya ile bölge ülkeleri arasında çıkar çelişmeleri var elbette. Ama bu çelişmeler, Rusya’nın küresel güç ABD ve Atlantik ittifakıyla arasındaki çelişmelerin yanında önemsiz kalır ve uzlaşılabilir çelişmelerdir. Öteki kimi bölge ülkelerinin de Atlantik ittifakıyla çelişmeleri vardır. Dolayısıyla, Rusya ve bölge ülkeleri, aralarındaki çelişmeleri karşılıklı yarar temelinde yumuşatabilir ve Atlantik ittifakına karşı güç birliği yapabilir.

Suriye’deki Rus askeri gücü yalnız ABD’ye karşı konumlanmadı, bir bakıma İran’a karşı da pozisyon aldı. Türkiye, İran’a ve Rusya’ya aralarında gelecekte enerji nedeniyle çıkabilecek ihtilafları önleyeceği teziyle Gaz Birliği projesini kabul ettirebilir. Türkiye, böylece Avrasya’nın kritik güçleri olan iki büyük komşusu arasında ortaya çıkabilecek ihtilafları daha çıkmadan önlemenin anahtarına sahip olabilir.

Rusya, kendisinin içinde yer aldığı, dolayısıyla denetleyebildiği böyle bir projeyi kabul edebilir. Avrupa ve ABD’nin karşısında tek başına değil, enerji üreticisi bütün ülkeleri ve Türkiye’yi arkasına almış olarak duracaktır zira. İran da aynı nedenlerle kabul edebilir. İsrail-Kıbrıs Rum Kesimi ortaklığı ve İran-Irak-Suriye boru hattı da Moskova’yı düşündürüyor. Rusya, karada ve denizde Suriye’nin doğalgaz alanlarını, İran da Lübnan’ın alanlarını işletme anlaşmaları yaptı. Rusya ve İran, çatışmaktansa ikisi birlikte kazanmayı kabul edecektir. Türkiye ile sıkı bir birlik, iki devleti Atlantik cephesine karşı güçlendirir.

Türkiye, Rusya ve İran’ı bu çözüme çekerse, öteki bölge devletlerinin katılması kolaylaşır. Azerbaycan’ı Türkiye, Irak’ı İran, Suriye’yi İran ve Rusya, Lübnan’ı Suriye ve İran, Katar’ı Türkiye katılmaya ikna edebilir.

Putin Türk Akımı önerisini yaptığı sırada, Azerbaycan ve İran doğalgazı Türkiye’nin milli dağıtım ağı üzerinden Edirne’ye, Avrupa sınırına dayanmıştı. Azerbaycan Şahdeniz 2 gazını Türkiye üzerinden İtalya’ya taşıyacak ve BOTAŞ’ın da dahil olduğu TANAP anlaşması geri dönülmez bir aşamaya varmıştı. İran-Irak-Suriye boru hattı anlaşması imzalanmıştı. ABD, Irak gazını ve Katar gazını Avrupa’ya ulaştırma seçeneğini canlı tutmak için “Bağımsız Kürdistan” ve Suriye’nin “omlet”leştirilmesi siyasetini derinleştiriyordu. İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile bir doğalgaz ittifakı kurmaya çalışıyordu. Kısacası Rus gazı gibi Azerbaycan gazı da, İran gazı da, Irak gazı da, Katar gazı da, Doğu Akdeniz gazı da şöyle veya böyle Avrupa’ya gidiş yolu arayışındaydı.

Biz ülkemizi düşünüyoruz. Ne olursa olsun Türkiye’nin bağımsızlığı ve çıkarları esastır. Bunları da komşularımızla eşit, karşılıklı saygıya dayanan, dostça ve sağlam ilişkiler kurarak sağlayabiliriz. Rusya ve İran’ın Gaz Birliği’ne ikna edilmesi, öteki üretici ülkelerin de katılmasının yolunu açacaktır.

Türkiye’nin Avrasya’daki öncü müdahalesi
Çağımızda emperyalist projeler ile mazlumlar cephesinin projeleri arasındaki kıyasıya rekabet bir olgudur. Emperyalizm de mazlumlar da aynı sorunlar zemininde hareket eder. Emperyalistler durup dururken çıkarları gereği geliştirdikleri projeleri uygulamaktan vazgeçmezler. Emperyalizmi alt etmenin yolu, sorunlara mazlumlar cephesinden çözümler bulmak ve ısrarla mücadelesini vermektir. Tartıştığımız Gaz Birliği önerisi, emperyalist projelerin karşısına çıkarılacak işte böylesi bir projedir.

Türkiye’yi “enerji hub”ı yapma fikri öteden beri seslendirilir. Seslendirenler arasında AKP iktidarı ve TÜSİAD’çı sermaye çevreleri de var, ancak bu çevrelerin samimi olduklarına inanmak güçtür. Enerji üreticisi olmayan Türkiye, enerji üreticisi komşuları arasında rekabetin derinleşmesinden küçük çıkarlar umarak; İsrail, Mesut Barzani ve Katar ile özel anlaşmalar yaparak, coğrafi üstünlüğünü hem Batı’ya hem enerji üreticisi komşularına satmaya uğraşarak merkez olamaz.

Putin’in Türk Akımı önerisi, doğru biçimde yaklaşılırsa, Rusya’ya olduğu kadar Türkiye’ye ve Batı Asya ülkelerine büyük yarar sağlayan bir enerji merkezi projesine dönüştürülebilir.

Şimdiye kadarki uygulamalar Türkiye’yi enerji merkezi değil, topraklarından boru hatlarının geçtiği transit ülke yapmıştır.12 Türkiye’nin enerji merkezi olabilmesi için, öncelikle, burada önerdiğimiz gibi kapsamlı ve bütünlüklü bir Enerji Birliği projesi hazırlaması, başta Rusya ve İran olmak üzere komşularını ikna ederek bu projeye dahil olmalarını sağlaması, enerji bölgelerine coğrafi yakınlığını Batı ile pazarlıkta koz olarak kullanmaktan vazgeçmesi ve safını enerji üreticisi komşularının yanında belirlemesi, enerji üreticisi komşularıyla emperyalistlerin el ovuşturarak izleyeceği çatışmalara girmek yerine işbirliği ve karşılıklı yarar içinde sorunlarını çözmesi, komşularının iç sorunlarını çıkar amaçlı kullanmaması ve taraf olmaması, komşuları arasındaki ihtilafları çözmede arabulucu olması, dini ve etnik çatışmalardan kaçınması ve bölücülüğe kararlılıkla karşı çıkması, Suriye yönetimi ile derhal ilişki kurması ve Suriye’nin yaralarını sarmasına yardımcı olması, Irak Merkezi Yönetimi ile bölücülüğe karşı ittifak yapması gerekir. Unutulmamalı ki, Rusya ile Türkiye’yi tokuşturan Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı modeli Türkiye’yi enerji merkezi yapmadı. Katar doğalgazını Avrupa’ya aktarmak için Suriye’yi parçalamak da, Barzani ve İsrail ile Irak ve İran’ın hilafına yapılan özel anlaşmalar da, ABD ve AB’nin Rusya’nın elini zayıflatmak için devreye soktuğu Azerbaycan doğalgazını İtalya’ya taşımak da yapmaz. Açıktır ki Suriye’yi parçalamak amacıyla çıkarılan savaş ve Irak’ın petrolünü yasadışı yollarla İsrail’e aktaran Barzani’yi kollamalar, Türkiye’nin bölünmesi tehlikesini içinde taşıdığı gibi, yukarıda sözünü ettiğimiz benzersiz konumunu da zayıflatıyor.

Batı Asya Gaz Birliği projesi, bölgenin üç büyük ülkesi Türkiye’yi, Rusya’yı ve İran’ı birbirine kenetler. Bu üç ülkenin oluşturacağı güç dünyaya ağırlığını koyar ve yeni bir denge oluşturur.

Proje, başta ABD olmak üzere bölge dışı kuvvetlerin enerjiye müdahalesini önler. Bu kuvvetlerin bölge ülkelerini birbirine karşı kullanmasının önüne geçer.

Bölge ülkeleri arasında proje yoluyla kurulacak sıkı birlik, Kürt ayrılıkçı maceralarını önler. Projenin sağlayacağı bölgesel refah, Kürt bölücülüğünün toplumsal temelini eritir. Türkiye PKK’yi bu yolla bitirir.

Anadolu’da kurulacak bir merkez, Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Türkiye’ye mecbur bırakır, Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkinliği artar.

Proje Türkiye’yi kilit konuma getirir, bölgesel ve küresel ağırlığını artırır.

Proje, Türk ekonomisini hem kesintisiz ucuz enerjiye kavuşturarak hem proje gelirlerinden düşen payla canlandırır. Türkiye’nin milli gelirini iki katına çıkarabilir. Projenin inşası süreci, hemen Türkiye’nin istihdam sorununa ciddi çözüm sağlar.

Proje, mevcut bölgesel savaş tehdidine verilecek yegâne cevaptır.

Proje gelirlerinden ayrılacak bir fon, savaştan zarar gören ülkelerin yeniden inşasını sağlayabilir, insani sorunların çözümünde kullanılabilir. Türkiye ekonomisi bu kalemden de yarar sağlar.

Proje, teröre, bölgesel ticaretin tıkanmasına neden olan düşmanlıklara son vereceği ve ekonomisini canlandıracağı için Türk milletinin bütün olarak desteğini kazanır. Halk sınıflarının yanı sıra sermaye sınıfı da destek verir. Yani iktidar projesidir.

Projenin finansmanı kapsamında Avrasya Ekonomik Birliği, BRİCS, Şangay İşbirliği Örgütü ve Asya Altyapı Yatırım Bankası ile kurulacak ilişkiler, sağlam ekonomik bağlar sağlar.

Küresel piyasanın oluşumuna katkı
Dünya petrol piyasasını belirleyen birincil oyuncu Petrol Üreten Ülkeler Örgütü OPEC’tir. OPEC dünyadaki günlük petrol üretiminin yaklaşık olarak üçte birini karşılıyor. Bilinen petrol rezervlerinin ise yüzde 72’sine sahip. Londra ve New York borsalarında fiyatları oluşturan başlıca etken, talep cephesindeki hareketlerle bağlantılı olarak OPEC’in, OPEC üyesi ve OPEC dışı bir iki büyük üreticinin üretim düzeyini indirme veya yükseltme kararlarıdır. Siyasi amaçlı spekülatif operasyonları dışarıda tutuyoruz. Küresel petrol piyasasında petrolün dolar cinsinden varil fiyatı, petrolün üretim maliyetinin esas olduğu bir etkenler sepetiyle belirleniyor.

Rusya ile Türkiye’yi tokuşturan Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı modeli Türkiye’yi enerji merkezi yapmadı.

Doğalgaz ticaretinde, son dönemlerde spot piyasalarda başka etkenler ağırlık kazanmaya başlamış olsa da fiyat genel olarak ham petrol ve petrol ürünleri fiyatlarına bağlıdır. Gaz ticareti, 1950’lerden itibaren, 30 yıl vadeye varabilen uzun süreli ithalat-ihracat sözleşmeleriyle yapılageldi. Petrol ve petrol ürünleri fiyatlarına endeksli bu anlaşmalar hâlâ gaz ticaretinde ağırlığını koruyor. Türkiye de daha çok tedarikçilerle yapılan uzun vadeli sözleşmeler yöntemini yeğliyor. Bu tür anlaşmalarda fiyat sözleşme boyunca geçerli olduğu için, piyasadaki fiyat düşmelerinden yararlanmak için her defasında tüketicinin tedarikçiyle müzakereye oturması gerekir. Müzakerenin sonucu, tedarikçinin ve tüketicinin o anki sıkışıklıklarına bağlıdır. Uzun vadeli anlaşmalar fiyat düşüşlerini kapsamadıkları için dezavantajlı olsalar bile enerjinin kesintisiz akışını garantilerler.

Uzun vadeli sözleşmelerin yanında spot piyasa merkezlerinde alışveriş yöntemi de yaygınlaşıyor. Dünya üzerinde Asya’da, Avrupa’da ve Amerika’da üç spot piyasa oluşmaktadır. ABD’deki Henry Hub ile İngiltere’deki National Balancing Point (NBP) ve Hollanda’daki Title Transfer Facility (TTF) spot piyasa örnekleridir. Çin’in Doğu Asya’da, hem de gazın kendi milli parası yuan üzerinden alınıp satılacağı bir merkez (hub) kurma hazırlığı içinde olduğu gözleniyor. Ayrıca yine petrol fiyatlarına bağlı olan Japonya’daki sıvılaştırılmış doğalgaz piyasasından söz edilebilir.13

Tedarikçilerin ve tüketicilerin buluştuğu spot piyasa merkezlerinde fiyatın gazın gazla rekabeti süreci içinde oluşması eğilimi güçleniyor. Kimi merkezlerde petrol ve petrol ürünleri fiyatları gazın fiyatını belirlemede etken olmaya devam ediyor. Kimi piyasalarda ise petrol ve petrol ürünleri fiyatlarının yerini başka etkenler alıyor. Çok sayıda tedarikçinin ve tüketicinin spot piyasa merkezine girmesi, piyasanın işlemesinin ve gazın kesintisiz akışını sağlamanın önkoşuludur. Tüketiciler bu merkezlerde daha ucuz fiyatla doğalgaza ulaşma avantajını elde ediyor.

Gaz ticareti, spot piyasa merkezinde piyasanın rekabetçi işleyişi içinde yapıldığı için fiyat değişkendir. Uzun vadeli sözleşmelerde de küresel tek bir fiyat söz konusu değildir. Rusya’nın AB ülkelerine sattığı gazın fiyatı, Çin ile yaptığı anlaşmanın fiyatından daha yüksektir. Türkiye’nin Rusya ve İran’dan satın aldığı gazın fiyatları da farklıdır. 2015 yılının başında Enerji Birliği’ni kuran Avrupa Birliği’nde (AB) bile üye ülkelerin her biri çeşitli üreticilerden farklı fiyatlardan gaz alıyor.

Asya, Avrupa ve Amerika’daki spot piyasalarda farklı fiyatlar oluşuyor. Durumun kısa vadede değişmesi ve doğalgazda tek bir küresel piyasa oluşması beklenmiyor. Bunun başlıca nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

1) Enerjinin talep cephesine girişleri yakın zamana dayanan Çin ve Hindistan ekonomilerinin büyüklüğü ve büyüme hızları, doğalgaz talebindeki muhtemel artış öngörülerini zorluyor. Üretici ülkeler, gelecekte daha çok gaza ihtiyaç duyması öngörülen bu büyük pazarları elde etmek için rekabet halindedirler.

2) En büyük enerji alıcısı Avrupa’nın Rusya ve İran siyasetleri, gaz projelerinin finansmanında, üretiminde, taşınmasında belirsizliklere neden oluyor.

3) ABD’de başlayan ve başta Avrupa olmak üzere dünyanın geri kalanına yayılma belirtileri gösteren kaya gazı olayı küresel piyasanın oluşmamasına etki ediyor. Avrupa’da Polonya başta olmak üzere ülkeler kaya gazına ciddi yatırımlar yapıyor. Henüz üretim aşamasına ulaşmayan bu yatırımların sonuçları kestirilemiyor.

4) LNG’nin toplam gaz ihracatı içindeki payı artıyor. Doğalgazı sıvılaştıran ve yeniden gaza dönüştüren tesisler ile taşımacılığına yatırım yapmış olan üretici ve tüketici ülkeler arasında bir tür bağımlılık oluşmuş durumda. Bu tür ülkelere arz cephesinde Katar, Avustralya ve Malezya, talep cephesinde Japonya örnektir. Kimi Avrupa ülkelerinde ve ABD’de de LNG tesislerine büyük yatırımlar yapılmıştır. Böylesi ülkeler yatırımlarının atıl kalmaması adına karşılıklı bağımlılık alışkanlıklarını sürdürmeyi tercih ediyorlar. Fakat doğalgazı sıvılaştırarak A noktasından B noktasına taşımak petrolü taşımaktan on kat pahalı.14

5) Avrupa, son 10 yılda toplam enerji yatırımlarının beşte dördünü yenilenebilir enerji kaynaklarına yaptı.15 Yaşlanan yenilenebilir enerji tesislerini yenilemek için orta vadede 2 trilyon dolar yatırım yapılması gerekiyor. Bu yatırımları yapmakta isteksizlik var. Kimi tesisler kullanılmıyor bile. Çünkü bu yatırımların kâr edebilmesi için tüketici enerji fiyatlarının en az yüzde 20 oranında artması gerekiyor. Oysa dünyada enerji fiyatları düşüşte. Fakat Rusya ile soğuyan ilişkiler ve ABD’nin Rusya’yı tecrit etme baskısı, AB’yi yeniden yenilenebilir enerji alanına yöneltebilir.

6) Avrupa Enerji Birliği’nin zararlı gaz salımını önemli miktarda düşürme kararlarının enerji piyasasına, özellikle doğalgaz piyasasına etkileri henüz belli değil.

7) Irak ve Suriye’deki çatışmalar, üretim cephesinde istikrarın oluşmasını önlüyor. Büyük güçlerin dahil olduğu bölgedeki enerji odaklı çatışmalar yakın gelecekte sona erecek ve bölge istikrar kazanacak gibi görünmüyor.

8) Önemli bir petrol üreticisi olan İran, doğalgaz kaynakları bakımından da önde gelen bir ülkedir. Nükleer anlaşmadan sonra İran’a uygulanan yaptırımlar rejiminin gevşemesi, bu önemli üretici ülkeyi daha güçlü biçimde sisteme sokacaktır. Ekonomisi bunu gerektirmektedir. İran’ın enerji denklemindeki yeni konumunun nasıl olacağı, bunun etkilerinin ve sonuçlarının ne olacağı henüz belli değildir.

Rusya ile İran’ın rekabeti, ABD’nin ve AB’nin yaptırımlarla ekonomisine darbe vurmayı amaçladığı Rusya için olduğu kadar İran için de ek bir dezavantajdır. Nükleer anlaşma İran ile ABD ve Batı bloku arasındaki sorunların yalnızca birini geçici olarak dondurdu. Nükleer sorunun da temelinde yatan İsrail’in güvenliği iddiası ve bu iddiaya bağlı Suriye gibi bir dizi sorun varlığını koruyor. ABD ve müttefikleri her an İran’a karşı yeni gerekçelerle yaptırımlar rejimine yeniden başvurabilir. İran’ın uzun zamandan beri yakın ilişkiler kurduğu ve Batı bloku karşısında desteğini gördüğü, Şangay İşbirliği Örgütü’nde (ŞİÖ) müttefik olmak istediği Rusya ile doğalgaz arzında rekabete girmesi, İran gibi bir ülkeden beklenebilecek akılcı siyaset olmaz.

Saydığımız bu etkenlerin yol açtığı belirsizlikler yüzünden doğalgaz kaleminde küresel piyasanın oluşması on yılları bulabilir. Eğilim, küresel piyasanın oluşmasında spot merkezlerinin başat rol oynayacağı yönündedir. Bu merkezler, yalnız gaz alışverişine ilişkin finansal işlemlerin yapıldığı yerler değil, depolama ve diğer fiziki altyapısıyla gazın güvenli tedarikinin sağlanabildiği yerlerdir. Türkiye, öncülük ederek Batı Asya Gaz Birliği projesini gerçekleştirebildiği taktirde, adil bir küresel gaz piyasasının oluşumuna da katkıda bulunabilir.

DİPNOTLAR

1) Eski İsrail Savunma Bakanı Yaalon Suriye için, “Omlet oldu. Omletten yeniden yumurta olmaz” dedi.

2) AB ile ilgili bu ve sonraki veriler, Ekonomi Bakanlığı’nın Yanıbaşımızdaki Dev Pazar Avrupa Birliği başlıklı raporundan alınmıştır. https://www.ekonomi.gov.tr/portal/faces/home/disIliskiler/ab/yanibasimizdaki-dev-pazar?_afrLoop=6540396270797157&_afrWindowMode=0&_afrWindowId=1b432j8qaq&_adf.ctrl-state=1dqqyl0i23_52#!%40%40%3F_afrWindowId%3D1b432j8qaq%26_afrLoop%3D6540396270797157%26_afrWindowMode%3D0%26_adf.ctrl-state%3D1dqqyl0i23_56, 2015

3) AB’nin enerji politikalarıyla ilgili veriler için bkz Energy Policies of IEA Countries, European Union, 2014 Review, https://www.iea.org/Textbase/npsum/EU2014SUM.pdf.

4) Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Turkish Daily News Yayınları, Ocak 1995, s.147, arka kapak. Uluğbay’ın ilgili kaynakların titizlikle incelenmesine dayanan bu kapsamlı araştırması, emperyalist devletlerin petrol konusundaki gizli manevralarını ayrıntılı olarak veriyor.

5) Aktaran Uluğbay, aynı yerde, s.147.

6) Aktaran Uluğbay, aynı yerde, s.147.

7) Uluğbay, s.147 vd.

8) Uluslararası Enerji Ajansı Başekonomisti Dr. Fatih Birol; 5. Uluslararsı Enerji Forumu, Sabancı Üniversitesi Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi, s.201. Birol’un Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine dayanarak açıkladığına göre, 10 yıl önce enerji sektöründe yatırım kararlarının yüzde 30’u rekabetçi piyasalarda, yüzde 70’i devletler tarafından veriliyordu. Günümüzde rekabetçi piyasaların oranı yüzde 10 düşmüş ve düşmeye devam ediyor. Önümüzdeki 20 yılda enerjiye yapılması gereken 16 trilyon dolarlık yatırımın 15 trilyon dolarını kamu, sadece 1 trilyon dolarını özel şirketler yapacak. Dünyadaki enerji santrallerinin yarısı, petrol ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 80’i devletlere ait. Ülkemizde enerji sektöründeki tablo dünyadaki eğilimin tersi. Öncelikli konu durumu dünyadaki genel eğilime uydurmak.

9) Doğalgaz Derneği Bülteni, “Doğalgaz Derneği Başkanı Ramazan Ergün Dünya Gazetesine Konuştu”, 03 Kasım 2009.
10) Cumhuriyet, “ABD’den Ankara’ya kara liste uyarısı” ve “TPAO İran’dan vazgeçti” haberleri, 20-21 Ağustos 2010.

11) Foreign Affairs, “Putin’s Gas Attack, Is Russia Just in Syria for the Pipelines”, Mitchell A. Orenstein ve George Romer, 14 Ekim 2015. Foreign Affairs, ABD’nin gölge Dışişleri Bakanlığı sayılan Council on Foreign Relations’ın (Dış İlişkiler Konseyi) yayın organıdır.

12) Türkiye’nin enerji taşınmasında transit ülke olduğunu savunan uzmanlardan biri Dr. Volkan Özdemir’dir. Dr. Özdemir’in Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler (MGIMO) Üniversitesi bünyesinde yer alan Uluslararası Enerji Politikaları Enstitüsü’nde verdiği Dünya Doğal Gaz Piyasaları ve Türk-Rus Gaz İlişkilerinin Ekonomik Boyutları başlıklı doktora tezi tam da bu konuyu işlemektedir. Dr. Özdemir, topraklarımızdan geçen boru hatlarına bekçilik yapmayı “enerji merkezi” gibi sunan anlayışları eleştiren uzmanların başında gelir. Türkiye ile Rusya’nın birlikte enerji merkezi kurabileceğini savunan Dr. Özdemir’in çalışmalarından çok yararlandık, teşekkür ederiz. Bizim Dr. Özdemir’in görüşlerine yaptığımız ek, Batı Asya ülkelerinin de katılmasıyla doğalgaz odaklı bir enerji merkezinin kurulmasının daha olanaklı olduğunu savunmaktır.

13) Doğalgaz fiyatının oluşumuna ilişkin karşılaştırmalar, spot piyasa merkezlerindeki işleyişin ve fiyat oluşumunun ayrıntıları için bkz. Dr. Volkan Özdemir, “Avrupa Gaz Piyasası: Uzun Erimli Kontratlar mı, Spot Piyasa mı?”, EPPEN 13, Mart 2015.

14) Birol, aynı yerde.

15) Birol, aynı yerde. Uluslararası Enerji Ajansı verileri, Avrupa’nın yakın gelecekte elektrik kesintileriyle karşı karşıya kalabileceğine işaret ediyor.