Ana Sayfa Bilim Gündemi Hangi sürece sokuluyoruz?

Hangi sürece sokuluyoruz?

1
0

Ender Helvacıoğlu

AKP iktidarı, ilk kez çoğunluğu kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra denediği ve (1 Kasım 2015’te yinelenen seçimde çoğunluğu tekrar sağlayarak) başarı kazandığı politikayı günün koşullarına uyarlayarak yeniden gündeme soktu. Toplumu ger, çatışma çıkar, olağanüstü güvenlik ihtiyacı yarat, devletin bütün olanaklarını kullan, muhalefeti böl, çoğunluğu sağla… Bütün dava, ne pahasına olursa olsun Erdoğan iktidarının devamıdır. İşin özeti budur.

Şunu net olarak saptayalım: Yeni bir “Kürt açılımı” sürecine girmiş değiliz. Tersine “Kürt açılımı”, Erdoğan’ı yeniden çoğunluk yapma sürecinin bir aksesuarıdır, aparatıdır, tuzağıdır.  Bunu göremeyen acemi muhalefet, hemen el yükseltme yarışına girerek, Bahçeli’nin açıklamalarına değer biçerek bu tuzağa düşüyor ve Erdoğan’ın sürecine -sonradan geri dönmekte zorlanacağı, en azından tahribat alacağı biçimde- eklemleniyor.

AKP iktidarı kendi inisiyatifinde olan, kurallarını kendisinin belirlediği bir oyunu devreye sokmaya çalışıyor. Sonuçta öyle bir ortam yaratılacak ki, toplum, bu karışıklığı ancak yine iktidar çözer, muhalefetin ise çözme kabiliyeti yok noktasına getirilecek. AKP’nin (aslında tüm çürümüş iktidarların) klasikleşmiş yöntemidir bu.

AKP’nin toplumu sokmakta olduğu bu süreç kendisi açısından riskli mi? Elbette riskli; geri de tepebilir. Ama başka çareleri yok. Öte yandan bu süreç asıl olarak ülke ve toplum açısından riskli. Çünkü Haziran-Kasım 2015 döneminden farklı olarak, bu kez sadece bir bölgeyi değil tüm ülkeyi kapsayabilecek toplumsal çatışma tehlikelerini barındırıyor.

Senaryo bu kez esas olarak CHP üzerinden yürüyor. CHP operasyon yiyor (Esenyurt başlangıç, devamı gelebilir), iç çelişkileri kaşınıyor ve bölünmeye çalışılıyor. Bu, çok daha geniş bir kitlenin sıcak çatışma içine çekilmesi demek.

DEM’e ise bir dayatma yapılıyor: Uzattığımız eli tut, yani Erdoğan iktidarının devamı sürecine dahil ol, bazı tavizler verebiliriz, senin de kazancın olur, yoksa başına her şey gelebilir!

Bir noktada, İslam temasıyla Yeniden Refah ve Saadet gibi partilerin, milli beraberlik temasıyla irili ufaklı Türk milliyetçisi partilerin hizaya getirilmesi, en azından bir bölümünün sürece dahil olmaya zorlanması gündeme gelecektir.

Kısacası, hem görülmedik “açılım adımları” yoluyla hem de devlet sopası yoluyla siyaset sahnesi Erdoğan önderliğinde yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor.

Süreci böyle okuyorum, geçmiş deneyimlere dayanarak; yanılıyor olabilirim. Ama şuna eminim: Türkiye’nin önünde “normalleşme”, “yumuşama”, “demokratik açılımlar” gibi bir süreç yok. Bu iktidardan böyle yumuşak süreçleri beklemek, en hafif ifadeyle “şapşallık” olacaktır.

Muhalefet bu oyunu bozmanın yolunu bulmak zorundadır. AKP’nin senaryosu çerçevesinde etkili olmaya çalışmak en fazla etkili bir figüran olmayı getirir. Muhalefet kendi bağımsız gündemini yaratmak ve dayatmak zorundadır. Bu noktada anahtar, halkın gerçek sorunlarını eylemli bir biçimde gündeme sokmak olabilir.