Ender Helvacıoğlu
Tüm toplumların uygarlığa geçişi (yani barbarlıktan uygarlığa geçişin tamamlanması) yaklaşık 5000 sene aldı (Kabaca MÖ 4000 – MS 1000). Bu uzun süre boyunca “özgür barbarlar” zorla uygarlaştırıldılar; uygar düzene (sınıflı düzen) boyun eğdirildiler; boyun eğmeye alıştırıldılar.
Bu süreçte yaşanan halk isyanları aslında “uygarlaşmaya” karşı direnişlerdi. Ama ya başarıya ulaşamadılar ve ehlileştirildiler veya başarıya ulaştılar ama uygarlık tarafından soğuruldular. Barbarlar ve uygarlık karşıtları, ya yenilip ehlileştirilerek ya da yenip soğurularak (yenilenler tarafından fethedilerek) uygarlık kervanına katıldılar. Uygarlığın böyle bir hegemonyası vardır, girdap gibidir, yenilse bile kazanır. Hatta yenildiği zaman daha fazla kazanır. Çoğu uygarlık atılımı, barbarların çürümüş uygarlara karşı zaferi ile başlar (Hikmet Kıvılcımlı’nın “tarihsel devrimler” dediği süreçler).
Ama barbarlık hiçbir zaman yok olmadı; halk kitleleri içinde devam etti. Çünkü uygarlık bir dayatmaydı. Uygarlığın en ufak bir bocalamasında barbarlığın yeniden fışkırmasının nedeni budur. Uygarlık toplumsallaşamadı. Çünkü uygarlığın toplumsallaşması mevcut uygarlık sistemiyle (sınıflılık ve sömürü) olanaksızdır.
Ama egemenler bu toplumsallaşamamayı, yani kitleler içindeki barbarlık potansiyelini de kendi çıkarları için kullanabiliyorlar.
Uygar egemen sınıflar, uygarlığın toplumsallaşmasını, ancak kitlelerin kendilerini izleyebilecek düzeye kadar olmasını isterler. Yani aslında uygarlığın değil, uygarlığı temsil eden egemenlere boyun eğmenin, rıza göstermenin toplumsallaşmasını hedeflerler. Egemen sınıfların hedefi, disiplin altına alınmış bir barbarlıktır. Kullanışlı bir barbarlık… Onlar adına üreten, onlar adına savaşan bir barbarlık… Uygarlık toplumsallaşırsa, egemenler sömürülecek emekçi ve savaşacak asker bulamazlar.
Uygarlık, örgütlenmiş barbarlıktır. Uygarlık, barbarlığı örgütleyerek ayakta kalabilir; barbarlığı aşarak ve yok ederek değil. Uygarlık, barbarlığa muhtaçtır.
Barbarlık, uygarlık (sınıflılık) ile aşılamaz! Uygarlık barbarlığın aşılması değil, egemenler tarafından örgütlenmesi ve düzen altına alınmasıdır.
Barbarlığın sınıflılık ile aşılamadığının bir göstergesi, en ufak bir otorite boşluğu durumunda barbarlığın kitlesel düzeyde ve kaotik bir biçimde fışkırmasıdır. Barbarlığın sınıflılık ile aşılamadığının diğer bir göstergesi, egemen sınıfların, iktidarlarının devamı için her türlü “uygarlık birikimini” (insanlığın sınıflılığa karşı mücadele birikiminden söz ediyoruz) rahatlıkla göz ardı edebilmeleridir.
“Uygarlık dönemi”ni belki de barbarlığın en üst aşaması, -umarım- son aşaması olarak nitelemek daha doğru olacaktır. Rosa Luxemburg’un “ya sosyalizm ya barbarlık” önermesini kanımca böyle anlamak gerekir.
Barbarlık döneminin aşamaları belki şöyle sıralanabilir: Aşağı barbarlık / Orta barbarlık / Yukarı barbarlık / Örgütlü barbarlık (uygarlık)
***
Bu noktada örgüt ve örgütlülük meselesine -geniş kitleler düzleminden- değinmek gerek.
İnsanlığın toplumsal gelişimini, örgütlülüğünü giderek daha üst düzeyde ve yaygın biçimde (örgütlenmeyi toplumsallaştırarak) gerçekleştirmesi süreci olarak da açıklayabiliriz. Gerek doğaya gerekse birbirine karşı…
Türümüz olan Homo sapiens’in on binlerce yıl süren ilkel komünal döneminin aşamalarını pek fazla bilmiyoruz. Fakat ilkel topluluktan uygar topluma geçiş sürecini (neolitik ve uygarlığın başlaması) bu açıdan izleyebileceğimiz arkeolojik verilere sahibiz.
Fakat örgütlü olmayı başlı başına bir “ilericilik kıstası” olarak belirlemek yanlış (daha doğrusu eksik) olur. Burada kritik nokta şudur: “Örgütlenmiş topluluk”tan değil, “örgütlü toplum”dan söz ediyoruz. Çünkü koyun sürüsü de örgütlenmiş bir topluluktur. “Örgütlü toplum” çeşitli düzeylerde kendisi için örgütlenmiş, kendi kaderini eline almış kitleler demektir.
Sömürücü ve gerici sınıflar “örgütlenmiş topluluk”tan (yukarıda “örgütlenmiş barbarlık” diye söz ettiğimiz olgu) yanadırlar. Örgütlenme edimini tekellerinde tutmak isterler. Kitleler topluluk olarak, güruh olarak, sürü olarak kalmalıdır ki, onlar bu güruhu/sürüyü rahatlıkla kendi çıkarları doğrultusunda örgütleyebilsinler.
Çorum, Maraş, Sivas katliamlarını ve daha nice kırımları yaşamış bir ülkeyiz. On binlerce insanımızı, binlerce gencimizi, yüzlerce aydınımızı katlettiler. “Örgütlenmiş güruhları” da kullandılar bunu yaparken.
“Örgütlenmiş topluluk” ile “örgütlü toplum” arasındaki çelişki, tarih boyunca sömüren-sömürülen, ezen-ezilen arasındaki sınıf mücadelesinin en yakıcı alanlarından biridir.
Emekçi kitlelerin kendi mücadele deneyimleriyle ve kendi içlerinden çıkan öncüleri aracılığıyla oluşacak “örgütlü toplum” dışında bir çıkışımız yok.
Egemenlerin kitleleri aptallaştırıp yönlendirecek çok gelişmiş araçları var günümüzde. Aslında her zaman vardı. En gelişmiş bilişim teknolojileri dahi, egemenlerin aracı olarak dinin ve tanrının manipülasyon gücüne ulaşabilmiş değildir henüz.
Fakat bizim de “algısal” olmasa da “olgusal” bir gücümüz var. Ezilen kitlelerin kısa sürede bilinçlenmeleri, aydınlanmaları, bilimsel düşünceyi içselleştirmeleri zordur, zaman alır. Ama kendi öz çıkarları doğrultusunda çok büyük bir hızla devrimcileşebilirler. Tipik bir barbar özelliği! Emekçi kitleler -aydınlar gibi- bilinçlenerek devrimcileşmezler; devrimcileşerek bilinçlenirler.
İşte emekçi kitlelerin bu devrimcileşme potansiyeli, örgütlü toplumun zeminini oluşturur. Öncü örgüt sadece bilinçli olmakla yetinemez; devrimci olmalıdır. Başka türlü kitlelerin devrimcileşme potansiyeli ile birleşemez ve egemenlerin manipülasyon gücüyle baş edemez.
Egemenlerin manipülasyon araçlarına karşı kitlelerin öz-devrimci potansiyeli…