Ana Sayfa Dergi Sayıları 249. Sayı J. M. Coetzee’nin Utanç romanının alegorisi: İktidar el değiştirir, utanç baki...

J. M. Coetzee’nin Utanç romanının alegorisi: İktidar el değiştirir, utanç baki kalır

13
0

Nalân Mahsereci

Utanç duygusu bir sonuçtur. Eylemden zamansal bir mesafeyi içerir. Bir sürecin uzantısıdır. Ahlaki bir yargılama sürecinin. Kendi değerlerimizle de kendimizi yargılayabiliriz, aklımızı ve duygularımızı karıştıran dış sesler de (toplumsal sesler de) sürece sızabilir. Vicdani değerlerimiz toplumsal değerlerden ne kadar farklıdır diye sorulabilir elbette. Her şeyden önce hangi toplumsal değerleri içselleştirdiğimiz, kendimizin kıldığımız meselesidir bu. Neden utanç duymaya başlarız? Ya da hangi durumlarda “Ben utanılacak bir şey yapmadım” deriz?

Bu girizgâhın meramı şu soruda kilitli: J. M. Coetzee’nin başkahramanlarından David Lurie, bütün o yaşattıklarından/yaşadıklarından sonra, utanç duymuş muydu?

Coetzee, Hollanda asıllı Güney Afrikalı, anadili İngilizce olan bir yazardır. Utanç1 (1998) romanı, Güney Afrika’da siyahların ayrımcılığa dayalı olarak zalimce sömürüye maruz kaldıkları; siyahların, beyazların ve renklilerin (melezlerin) tüm yaşam alanlarını, okullarını, hastanelerini, toplu taşıma araçlarını, kamusal alanlarını, hatta şehirlerini ayırmaya zorlamış ırkçı-ayrımcı rejim Apartheid Dönemi’nin (1948-1994) henüz sonlandığı yıllarda, Post-apartheid Dönemi’nin (1994-günümüz) başlarında geçer. Toplumsal uzlaşı ve eşitlik arayışı baş göstermiş olsa da, Coetzee bu romanında Post-apartheid Dönemi’nde değişmeyen olguları ele alır.

Romanı değerlendiren bu yazı, olası okurlarda merak ve heves uyandırmayı hedeflemiş olsa da, ne yazık ki, piçeden (spoiler) içermeden yazılamazdı, nitekim yazılamadı. Romanın kimi bölümlerinin bir özetini içermekle birlikte; yazanın yorumuna bulayarak özetlemeyi seçtikleri, işlemeyi tasarladığı tezini destekleyen kısımlardır. Okumanın kişisel bir eylem olmasının doğal sonucu olarak bir yorumdur ve romanın yerini hiçbir biçimde tutmayacaktır.

Yitirilenler
David Lurie, Cape Town Teknik Üniversitesi’nde profesörlük yapan bir beyazdır. Eskiden Klasik ve Modern Diller Bölümü’nde modern diller profesörüydü; bölüm kapatıldığından beri İletişim Bölümü’nde yardımcı profesörlük yapmaktadır. Önceden İngiliz edebiyatı dersleri verirdi, İngiliz Romantik Dönem şairleri üzerine uzmanlaşmıştı; klasik İngiliz edebiyatından konular içeren pek de dikkat çekmeyen eserler kaleme almıştı. Artık, İletişim Teknolojilerine Giriş ve İleri İletişim Teknolojileri dersleri veriyor. Bir tane seçmeli ders verme hakkı var; Romantik Dönem şairleri konusunu seçmiş. Üniversitedeki değişimi iğdiş edilmekle özdeşleştiriyor; eski çalışma arkadaşları gibi kendisinin de yeni görevine hiç de uygun düşmeyen eğitimini sırtında bir yük gibi taşıdığını düşünüyor. Biten bir dönemin temsilcisi olduğunu iliklerinde kemiklerinde hissediyor; yeni dönemle de uyumsuz.

Özel hayatında da durum aynı. 52 yaşında. İkinci eşinden ayrılmış. Eskiden beğendiği kadınlara ilgisi mutlaka karşılık bulurken, artık umduğu karşılık onu pas geçmekte. “Cinsellik sorununu” haftada bir gördüğü, betiminden siyah olduğunu anladığımız bir fahişeyle, “oldukça iyi çözmüş” durumda. İlişkileri, en azından David tarafında, belli bir duygusallık da içermekte. Derken Soraya işi bırakıyor; David sudan çıkmış balık gibi kalakalıyor.

İlgisi çok geçmeden bir öğrencisine kayacak. Melanie, seçmeli olarak verdiği derse giriyor. David bir iki buluşmaya adeta sürüklediği Melanie ile rızasıyla pek ilgilenmeden ilişkiye giriveriyor. İlkeleriyle değil, dürtüleriyle hareket ediyor David. Hem yaşça büyüklüğünü, hem de öğretmeni olmasını; yani otoritesini kullanıyor Melanie üstünde. Cinsel ilişkilerinde Melanie’yi avladığı ürkek bir tavşan gibi gördüğünü okuyoruz. Melanie’nin rızası tartışmalı; pasif kalmış, sesini çıkarmamış, teslim olmuş ama bazen kendi ayaklarıyla gelmiş David’e.2 Giderek içine kapanmaya, okulu boşlamaya başlar Melanie; bir süre sonra dersleri tümden bırakır; David ona ulaşamaz olur.

Derken Melanie’nin erkek arkadaşı çıkar ortaya, David’e derste, okulda, sokakta, evinde sataşmaya başlar. Çok geçmeden Melanie’nin babası da girer romanın sahnesine; kızının neden bu kadar emek verdiği okulunu bırakmak istediğini sorgular. Üniversite yönetiminden üzerinde “Gizli” notuyla bir bildirim alır David. Bir soruşturma komitesi tarafından iletilmiştir: Hakkında, Davranış Yönetmeliği’nin 3.1. maddesi gereğince şikâyet vardır. Yönetmeliğin 3. maddesinin konusu, ırk, etnik grup, din, cinsiyet, cinsel tercih ya da bedensel özür nedeniyle baskı ya da tacizi içermektedir, 3.1.maddesi ise, öğrencilerin öğretmenleri tarafından baskıya ya da tacize uğramasını ele alır.

Komitenin sorgulamaları boyunca David hiçbir savunma yapmaz. Kendini kurtaracak, okuldaki işini, itibarını korumasını sağlayacak hiçbir açıklamaya girmez, pişmanlık göstermez, hatasını kabul etmeye yanaşmaz. David’in ahlaki değerlerini sorgulamaya başlarız. Onun suskunluğunun içsel bir sorgulamadan geçtiğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz sevgili okurlar; daha çok kibrinden, kendini beğenmişliğinden gelmektedir. Sorgulanırken dile getirmediği ama içinden geçirdiği konuşmalardan, sonradan eski eşine, kızına karşı söylediklerinden anlarız ki, yaptığının erkek doğasının kendisini zorladığı doğal bir durum olduğuna, engellenemeyen doğal dürtülerin bir suç oluşturmayacağına, Eros’un kölesi haline geldiğine ama bunun yargılanabilir olmadığına inanmaktadır. Yaptığı şeye hakkı olduğunu belki düşünmez ama mecbur olduğunu düşünür. Yol açmış olduğu acılara, Melanie’nin okulla bağının kopmasına, içine kapanmasına, sinmişliğine duyarsızdır. İnsanlar, “vahşi bir hayvanı köşeye kıstırıp hesabını nasıl göreceklerini bilmeyenler gibi” David’in çevresinde dolanırlar. “Yaptığınızdan pişman mısınız?” diyen gazetecilerle, “Bu deneyim beni zenginleştirdi” diyerek dalga geçer.

Güney Afrikalı yazar J. M. Coetzee’nin (1940-), Utanç dışında, belki de en ünlü eseri Barbarları Beklerken’in de içinde olduğu pek çok romanı bulunuyor.

Mülkiyet, iktidar ve güç el değiştiriyor
Romanın devamı bir çiftlikte yaşanacaktır. David, komitenin işini kaybetmesiyle sonuçlanacak kararını beklemeden, Doğu Cape’in Salem kasabasındaki kızının yanına gitmiştir. Lucy, sonradan kendisini bıraktığını anlayacağımız kız arkadaşıyla bir zamanlar beraber yaşadığı çiftliğinde, pazarda satmak üzere çiçek ve sebze yetiştirerek, yanı sıra sahipleri tarafından bir süreliğine bırakılan köpekler için bir hayvan barınağı işleterek geçinmektedir. Petrus adında David’in yaşlarında siyah bir yardımcısı vardır.

David çiftlik işlerine ve Petrus’a giderek ısınmakteyken beklenmedik bir olay olur. Petrus’un uzakta olduğu bir gün, üç siyah genç çiftliği basar, barınaktaki köpekleri öldürür, David’i ateşe verip tuvalete kilitler, elektronik eşyaları, bir silahı ve arabayı alıp kaçarlar. Neden sonra anlarız ki, evi soymanın yanı sıra Lucy’e tecavüz de etmişlerdir. Ne Lucy, ne de David bu travmayı kolayına atlatır. Garip olan Lucy sigortadan para alabilmek için sonunda polise suç duyurusunda bulunsa da, tecavüzden hiç söz etmemesi, suçluların peşine düşmekten ya da onları ifşa etmekten kaçınmasıdır. Bir sonuç alınamayacağını düşünmektedir. Öte yandan alttan alta, beyazların siyahlara yıllarca yapıp ettiklerinin bedelini ödediğine de inanmaktadır. Gene de onu şaşırtan ve yaşadıklarını atlatmasını zorlaştıran, saldırganların Güney Afrika’nın hatalar tarihinin sözcüleri gibi davranmaktan çok, kişisel bir kinle, nefretle hareket ediyor gibi görünmeleridir. David, Lucy’nin yaşadıklarını sineye çekme, bireysel bir acı olarak kendi içinde baş etmeye çalışma yöntemini onaylamaz ve onu harekete geçmeye zorlar. Dirençle karşılaşır; Lucy kendi inisiyatifini kullanmaktadır, babasının manipülasyonundan rahatsızdır.

Artan soygunlar ve gasplara karşı bölgedeki beyaz çiftçiler topraklarını çok önceden dikenli tellerle çevrelemiş, silahlanmışlardır. Lucy diğer çiftçiler gibi davranmak istemez; kendini korumak için çalışanı Petrus’un koruması altına girmeyi kabul eder. Zaten çiftliğin küçük bir bölümünü ona satmıştır ama Petrus saldırıdan sonra Lucy’i ortaklığa zorlar. Hatta bunun göstermelik bir evlilik yoluyla olabileceği bile konuşulur. David başından beri saldırıda Petrus’un parmağının olduğundan, çiftliği ele geçirmek, Lucy’i sindirmek için böyle bir strateji geliştirdiğinden şüphelenmektedir. Lucy bunu da umursamaz. David’e, orada yaşadığını, bundan sonra da ne olursa olsun orada yaşamaya devam etmek istediğini anlatmaya çalışır. Boyun eğdirmek istiyorlarsa, eğecektir. Tecavüze uğradığı gün hamile kalmıştır; çocuğu doğuracaktır. Arazisini verecek, gerekirse her şeye sıfırdan başlayacak ama orada kalmaya devam edecektir. David, Lucy’nin “kendini tarihin önünde aşağılatmak istediğini, onurunu yitireceğini” düşünür. Lucy için ise, her şeyi bırakıp gitmek yenilmektir. Bedel ödemeye hazırdır; ama orada kalacaktır.

Roman çok katmanlı ilerler; pek çok şey anlatılır, pek çok unsur barındırır. Başta da söylediğim gibi, bu yazının yazarı kendi tezinin çerçevesine uymayan kısımları makaslamıştır; tezini sonraki başlıkta özetleyecektir.

Erkekler, kadınlar ve köpekler
Romanın alegorisi en kaba haliyle şöyle özetlenebilir: Statüsünü, işlevini ve hatta kadınlar tarafından arzulunma özelinde iktidarını yitirmekte olan David Lurie, Güney Afrika’da Apartheid Dönemi’nin sona ermesinin ardından, toplumsal statüsünde değişiklikler, ekonomik ve sosyal kayıplar yaşamaya başlayan beyaz azınlığı simgelemektedir. David bütün ömrünü, Apartheid Dönemi boyunca geçirmiştir; bu dönem tarafından biçimlendirilmiştir. Verdiği derslerdeki değişim ilginçtir; İngiliz Edebiyatını anlatırken, iletişim dersleri vermeye başlamıştır. Ama bundan memnun değildir; öğrencileriyle ya da siyahlarla iletişim kurabildiği söylenemez. Her ne kadar bir entelektüel, bir aydın olsa da, sahip olduğu entelektüel ve konumsal otoriteyi, bir kadın bedenini rızasını çok da gözetmeden elde etmek için kullanmıştır. Yitirmekte olduğu iktidarı, bir kadının bedeni üzerinden yeniden kurmaya çalışmıştır. Erkeğin arzusunun, doğasının bu olduğunu düşünür, bunun için utanç duyacak ya da özür dileyecek değildir.

Coetzee, Utanç’ta kadın karakterlerini, başlarına geleni pasif bir biçimde kabullenmişlik içinde çizdiği için eleştiriler almıştır. Romandaki kadınların ele geçirilecek, üzerinde hak iddia edilecek, iktidar sağlanacak bedenleriyle en geniş anlamda toprağı ve doğayı işaret ettikleri düşünülebilir. Bu kadınlar yaşamı ve ölümü olduğu gibi onaylar ve kabul eder görünürler; aradıkları iktidar ya da güç sahibi olmak değildir. Yaşamdır, sağ kalmaktır, vazgeçmemektir, başka canlıların acılarına duyarlı olmaktır.

Çiftliği basan siyahların Lucy’e tecavüzü ve onun toprağını yavaş yavaş ele geçirmeleri, Post-Apartheid Dönemi’nde değişen mülkiyet ilişkilerini, güç dengelerini, el değiştiren iktidarı işaret eder. Uzlaşma ve eşitlik arayışı beklendiği gibi sonuçlanmamıştır. Eskiden entelektüel söylemlerle sarıp sarmalanan, “modern” görünümlere bürünerek kurulan iktidar, şimdi tüm çıplaklığı içinde uygulanan şiddetle, vahşetle ele geçirilmektedir. Günün sonunda, David’in Melanie’ye yaptığıyla; siyah gençlerin Lucy’ye yaptığı birbirinden o kadar da farklı değildir. Güç dengeleri değişmiş, mülkiyet ve iktidar el değiştirmiştir belki ama kadın bedeni (ya da doğa ve toprak) üzerindeki tahakküm olduğu gibi sürmektedir. Utanç da yer değiştirmiş midir?3 İktidar arayışı, ötekinin üstünde tahakküm kurma arzusu sürdükçe, utanç yer değiştirir mi? Yoksa tahakküm peşindekiler utancı hâlâ, iktidarını kaybetmekten, toplumsal olarak düşmekten mi duymaktadırlar?

Son olarak, romanın kurgusu içinde, kapağa bir figür olarak çıkacak kadar önemli görünen köpeklerde cisimleşen sembolizmden de söz etmek gerek. Köpekler, Güney Afrika’nın sömürgeci tarihi boyunca, sahipleri olan beyazlar tarafından siyahları çiftliklerden uzak tutmak ya da kaçan siyahları takip etmek için beslenmektedir. Siyahların, Lucy’nin çiftliğini bastıklarında köpekleri büyük bir hınçla öldürmesinin nedeni budur.

David romanın sonlarına doğru, Lucy’nin arkadaşı Bev Shaw’a, ömrünün sonuna varmış, ölmek üzere olan köpeklere ötanazi uygulamakta yardım etmeye başlar. Kendince, “ölüm utancı” karşısında, son anlarına şefkatle eşlik ederek, “hayvanların onurunu” korumaktadır.

Okudukları üzerine düşünmeyi sevenler için zengin olanaklar sunan Coetzee’nin Disgrace romanı, 2008 yılında aynı adla, oldukça sadık sayılabilecek bir uyarlamayla, yönetmen Steve Jacobs tarafından filmleştirilmiş. David Lurie’yi John Malkovich canlandırıyor. Okumaya olduğu kadar izlemeye de değer.

DİPNOTLAR

1) Güney Afrikalı J. M. Coetzee romanlarını İngilizce dilinde yazmıştır. Romanın orijinal adı olan Disgrace’in Türkçe karşılığında utanç dışında, rezalet, yüz karası, ayıp, kara leke, kepaze olmak gibi nüanslar da bulunuyor ve hem kişisel bir onur kaybını hem de toplumsal düzeyde bir skandalı, bir ahlaki çöküşü ifade ediyor.

2) J. M. Coetzeee’nin Utanç romanını, İstanbul Eczacılar Kooperatifi’nin İSKOOP Kampüs Kitap Kulübü dolayısıyla hep birlikte okumuş ve tartışmıştık. Tartışmanın düğüm noktalarından biri de, Melanie’nin David’le ilişkisine rıza gösterip göstermediği olmuştu.

3) Bu yazının yazılma sürecine, güncel bir olayın, 72 yaşındaki Gisèle Pelicot’un kocasının başı çektiği, mağduru olduğu toplu tecavüze dair yargı süreci boyunca aldığı, saygı ve hayranlık uyandıran, umut ve cesaret aşılayan tavrının sızmış olduğunu şaşkınlıkla fark ediyorum. Gisele, “Utanç yer değiştirmeli” diyor, “utanması gereken biz değiliz, onlar. Tecavüze uğrayan hiçbir kadının artık utanç duymasını istemiyorum.”