Ana Sayfa Bilim Gündemi İki kazanma stratejisi

İki kazanma stratejisi

146

Ender Helvacıoğlu

Hiç Çinli bir devlet yetkilisinin ağzından “Moğolistan Çin’in eyaleti olsun”, “Nepal’i bize satsınlar”, “Japon Denizinin adını Kuzey Çin Denizi olarak değiştirdik”, “Kabil’i Orta Asya’nın Dubai’si yapacağız”, “Hindistan için en uygun yönetim biçimi hayırsever bir sosyalizmdir”, “Filipinler yönetimine meşruiyet vereceğiz”, “Hindiçini’de ulus devletlere ne gerek var; bize engel oluyorlar” türünden laflar duydunuz mu?

Duyamazsınız. Böyle hayalleri olsa bile uluorta söylemezler. Tarzları farklıdır çünkü.

Fakat ABD Başkanı Trump ve onun Ortadoğu Temsilcisi Barrack böyle lafları bol keseden atabiliyorlar. Muhatap devlet ve toplumlardan fazla tepki de almıyorlar; belki o denli ciddiye alınmadıkları, belki de -tersine- korkuldukları için. Dediklerini yapabiliyorlar mı? Ciddi bir toplumsal tepki görmedikleri yerlerde, evet, yapabiliyorlar. Son örnek Gazze ve Suriye’dir. Buraları kaba güç kullanarak istedikleri gibi at oynatabilecekleri devletsiz coğrafyalara ve toplumsuz kalabalıklara dönüştürdüler. İran ve Türkiye için de benzer tehlikelerin söz konusu olduğu biliniyor. Demek ki, tedbir alınacak kadar ciddiye alınmalılar, ama korkulup sinilecek kadar değil.

Dünyada, ABD ve ÇHC’nin stratejilerinde somutlaşan iki farklı “güç uygulama tarzı” karşı karşıya: Savaşarak ve sindirerek kazanma ile savaşmadan kazanma stratejileri.

Trump yönetiminin Kasım 2025’te ilan ettiği Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde saldırgan tarzı tüm unsurlarıyla görebiliyoruz. ABD, “arka bahçesi” denilen Güney Amerika ülkelerini ve “ön bahçesi” diyebileceğimiz Avrupa ve Ortadoğu ülkelerini ya yıkıp yeniden dizayn ederek ya da tehdit edip korkutarak hizaya sokmaya çalışıyor. Hizadan kasıt ise açıkça asıl rakip ilan edilen Çin’e karşı ABD’nin yanında safa girmelerini sağlamak. Rusya ise hem tehdit edilerek hem de bazı tavizler verilerek Çin’den uzaklaştırılmaya çalışılıyor.

Çin ise hiçbir zaman böyle kaba güce dayalı saldırgan bir stratejiyi benimsemez. Çinli liderlerin söylemlerinde ve devlet belgelerinde hep barıştan, karşılıklı işbirliğinden, ekonomik istikrarın ve gelişmenin korunmasından, insanlığın ortak çıkarlarından vb. söz edilir. Savaşarak değil, sıcak çatışma dışı yollarla yavaş yavaş etki alanını artırarak kazanma stratejisidir bu. Bir benzetme yapmak gerekirse, satranç oyunu ile go oyunu arasındaki farkı gösterebiliriz. Lao Tse (Tao Te Ching / Yol ve Erdem Kitabı) ve Sun Tzu (Savaş Sanatı) gibi kadim Çinli bilgelerin metinlerinde de bu tarzın kökleri bulunabilir. Elbette bu iki tarzın da kendi içlerinde çeşitli varyantları var; farklı satranç ve go ekolleri olduğu gibi…

Tarihin derinliklerinden gelen iki farklı uygarlık tarzından kök alır bu yaklaşımlar. Daha önce birkaç kez yazdığım için sadece atıf yapacağım: Bilim ve Gelecek web sitesinde yayınlanan “Uygarlıklar tarihine ve geleceğine bakışımızı genişletmek…” (29.3.2024) ve “Çin neden savaşmıyor?” (19.4.2024) başlıklı makaleler.

Peki, hangi strateji daha etkili ve sonuç alıcıdır? İlk bakışta ABD stratejisinin daha etkili olduğu düşünülebilir. Güçlüdür, saldırmaktadır, yakıp yıkmaktadır, boyun eğdirmektedir ve sonuç almaktadır. Ortadoğu sürecini tüm sıcaklığıyla yaşıyoruz.

Fakat politikada güç kavramının “yıkıcılık” kadar “yapıcılık” bileşeni de vardır. Batı kapitalizmi iktidarı ele alıp kendi sistemini egemen kılıp dünyaya yayılmaya başladığından beri saldırgan bir strateji uyguladı. Ama tüm dünyaya uygarlık götürmek (burjuva modernitesi) gibi bir büyük anlatıya, misyona sahipti. Sömürü ve sömürgecilik bu ideoloji ile ambalajlanmaktaydı. Yani yıkıcılığının yanı sıra kendine özgü bir yapıcılığı da bulunmaktaydı. Günümüzde bu “yapıcılık” (dünyaya uygarlık ve demokrasi götürme misyonu) bizzat kapitalizm tarafından yük olarak görülmüş ve küpeşteden atılmıştır. Ortada sadece çıplak bir yıkıcılık kalmıştır.

İlginçtir, Trump yönetiminin hazırladığı ABD ulusal güvenlik stratejisi belgesinde de Avrupa’nın gerileyen hatta çöken bir medeniyet olduğundan söz ediliyor. Ama bu belgenin kastettiği Avrupa’nın yapıcılığının değil yıkıcılığının gerilemesidir. ABD, Avrupa’nın zayıflığından, yeteri kadar yıkıcı olamadığından ve kendisine yük teşkil ettiğinden söz ediyor.

İnsanlığa temel sorunlarının çözümüne ilişkin bir büyük anlatı sunamayan, yani yapıcılığı tükenen bir güç aslında güçlü değildir ve tarih boyunca görülmüştür ki, sonu yaklaşıyor demektir.

Günümüz Amerikan stratejisi artık bir “Pax Americana” (ABD egemenliğindeki bir barış) dahi vaat edemiyor. Böyle bir gücü ve potansiyeli bulunmuyor. Saldırganlığının nedeni de budur.

Peki, Çin stratejisi? Kısa vadede fazla savunmacı ve pasif bir strateji gibi gözükebilir. Gazze yıkımına ve Suriye’deki iktidar değişimine etkili bir karşı duruş geliştirmedi Çin. ABD ve İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına karşı da direkt bir tutum almadı. ABD’nin başta Venezuela olmak üzere Latin Amerika’daki saldırgan girişimlerine karşı da benzer bir tutum alacağını öngörebiliriz.

Çin, sabırla bekler. Güncel olgulara takılmaktan çok geniş süreçleri göz önüne alır. Bu bizim (bizim kültürümüzün sosyalistlerinin bile) kolay kolay anlayabileceğimiz bir yaklaşım değil. Biz savaşa çağrıldığımızda “hoş geldi sefa geldi” diye gideriz! Çin’i “pasif” diye nitelememizin nedeni budur zaten.

Çin neyi bekler? Karşı tarafın güç zehirlenmesine uğramasını, kendi kendine zarar vereceği bir noktaya ulaşmasını ve çökmesini. Beklerken, barışçıl yöntemlerle etki alanını artırmaya çalışır. Geniş süreçte avantajlı konumları hedefler; bu uğurda kısa vadeli geri duruşları sineye çeker.

Öte yandan, büyük anlatılar düzleminde, modernitenin kazanımlarını (sadece Batı modernitesini değil, Doğu modernitesini de kastediyorum) savunan dünya çapındaki belki de tek odak ÇHC yönetimidir. Yapıcılık potansiyelinin özenle korunması, Çin stratejisinin en temel özelliğidir. Sadece uygarlık birikiminden değil, uygarlık tarzından da kaynaklanıyor bu özellikler.

ABD, Çin’i yok edebilir mi? Bütün dünyayı yok ederse, belki. Çin, ABD’yi yok edebilir mi? Böyle bir niyeti yok; nasıl olsa kendiliğinden çökecek!

Belki günün sıcak sorusu değil ama, biz de uzun vadeli düşünmeye çalışarak yine de soralım? Hangi strateji sosyalizm hedefi anlamında daha elverişlidir? Savaşarak kazanma mı, savaşmadan kazanma mı? Emin değilim, çünkü biz bir devlet değiliz. Ama bu soruya artık sadece insan-insan ilişkileri düzlemi değil insan-doğa ilişkisi düzlemi de dikkate alınarak yanıt verilmeli.

Savaşmadan kazanmak için çok güçlü olmak gerekir. Emekten daha güçlü ne var bu dünyada? Tanrı mı? Devlet mi? Sermaye mi? Yapay zekâ mı? Hepsi emeğin çocukları.

Yeni bir sosyalist strateji, daha genelleştirerek söyleyelim yeni bir sosyalist büyük anlatı, sadece Batı modernitesini değil Doğu modernitesini de kaynak alarak, bir sentez oluşturarak geliştirilebilir.