Tehlikeye de, fırsata da (daha doğrusu yaşama) çalım atamayız. Yaşama müdahil olmaktan kaçamayız. Cepheler bu müdahaleyi daha etkili ve güçlü yapabilmek için gündeme gelir. Cephe dayatmışsa, ama kurulamamışsa, onu kurması gerekip de kurmayanlar ya ezilirler ya da silinir, hayat dışı kalırlar. Bugün Türkiye’nin, halk güçlerini en geniş ve kapsayıcı biçimde bir araya getiren bir cephe örgütüne ihtiyaç var. Emekçi halkın kendi öz temsilcileriyle siyaset yapabilmesinin yolunu açacak -bugün olanaklı- başka bir politik araç önerisi gözükmüyor.
Cepheyi öznel değil nesnel ihtiyaçlar belirler. Cepheyi özneler değil, hayat dayatır. Parti biz istersek olur, cephe ise hayat isterse. Parti her zaman olmalıdır, cephe ise gerektiği zaman. Somut koşulların yakıcılığıdır cephenin varlığını belirleyen.
Örneğin, Suriyeli bir Esad yandaşı ile bir komünisti aynı partide birleştiremezsiniz. Ama emperyalist saldırı ve gerici iç savaş koşulları, bu ikisini (ve örgütlendikleri yapıları) ister istemez aynı cephede birleştirir ve silah arkadaşı yapar.
***
Cephe ideolojik değil, politik bir araçtır. Stratejiye değil, taktiğe ilişkindir. Cephede bir araya gelecek güçlerin ideolojilerine bakılmaz, o koşullardaki politik hatlarına bakılır.
Bazen öyle durumlar olabilir ki, ideolojik düzlemde uzak olduğunuz güçlerle aynı cephede yer alabilirsiniz de, ideolojik olarak yakın olduğunuz (veya öyle sandığınız) güçlerle aynı cephede buluşamayabilirsiniz, hatta karşı cephelerde yer alabilirsiniz. Örneğin Irak ABD tarafından işgal edildiğinde Irak Komünist Partisi’nin üyelerinin bir bölümü işgali desteklerken bir bölümü işgale direnmiş ve birbiriyle savaşan karşı cephelerde yer almışlardır.
Cepheleri, işte böyle, hayatın cilveleri belirler.
Cephe kurmak politik bir adımdır. Keskin bir politikadır. Bir kalın hat tutumudur. Acil olarak bertaraf edilmesi gereken bir tehlike veya acil olarak değerlendirilmesi gereken bir fırsat vardır, bu tehlike veya fırsat konusunda fikir birliği içinde olan güçler -farklılıklarını ve bu farlılıklarından kaynaklanan ayrı örgütsel yapılarını koruyarak- bir araya gelirler. Örgütler, dayatan, ama tek başlarına çözemeyecekleri bir sorunla veya tek başlarına değerlendiremeyecekleri bir fırsatla karşılaştıklarında güç birliği yaparlar. Cephe budur.
Parti, sözcüğün kökeninden (part) anlaşılabileceği gibi, ayırmak için kurulur. “Biz sosyalistiz”, “Biz liberaliz”, “Biz milliyetçiyiz”, “Biz İslamcıyız” vb. dersiniz ve partinizi kurarsınız. Cephe ise birleşmek için kurulur. Örneğin, “Arkadaş, ülkemiz işgal altında (veya işgal tehlikesi var), bugün esas mesele işgalciyi alt etmektir, hangi ideolojik konumda olursan ol, hangi partiden olursan ol, eğer işgale karşıysan bir araya gelelim” dersiniz ve ortak bir cephe kurarsınız.
Parti, kendini ayırmak demektir; ben buyum demektir. Cephe ise kendini birleştirmek demektir; biz buyuz demektir.
***
Cephenin programını ortak ilkeler belirler. Azami programla değil, asgari programla cephe kurulur. Bunu kavramak çok önemli. Azami (uzun vadeli) programınızın öğelerini cepheye dayatırsanız, oyunbozan durumuna düşersiniz; daha doğrusu hayatın, sıcak pratiğin dışında kalırsınız.
Bu, azami programı terk etmek anlamına gelmez. Tam tersine, azami hedeflere ulaşmanın yolu böyle asgari hedefleri çöze çöze döşenir. Dimyat’taki pirince, evdeki bulguru yiye yiye ulaşırız. Ve ancak, bulaşan ulaşabilir.
Aşamaları reddedenler, o günün sıcak konusu olmayan sonul hedefi tekrar etmekle yetinirler ve hayatın gereklerinin (yani politikanın) dışında kalırlar. Politika yapmamanın ve rahatı bozmamanın “radikal” yoludur bu.
11. Tez, böyle “mutlakçılara”, böyle “yorumculara” karşı yazılmıştır. Marx “insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar” derken, Lenin “çocukluk hastalığı” diye tanımladığı sol komünistleri eleştirirken, Mao on bin yıllık mücadele azminden söz ederken, böylelerini kastetmişlerdir.
Stratejik hedefe, taktik inceliklerle ulaşılabilir ancak. Stratejiye kilitlenmek, o stratejinin taktiklerini ustalıkla uygulamaktan geçer. Aşamaları reddeden hedeften de vazgeçmiş demektir, ne kadar “radikal” laflar ederse etsin… Asgariyi es geçen, azamiye ulaşamaz.
***
Partileri tüzüğün kuralları yönetir, cepheleri ise hayatın. Cepheye kimlerin gireceğini kişiler veya örgütler değil, yine hayat belirler. Örneğin “Futbolseverler Cephesi” kurup da “sadece Galatasaraylılar girebilir” diyemezsiniz. Çünkü gerçek hayatta futbolu seven ama Galatasaraylı olmayanlar da vardır. Ama bir “Galatasaray Partisi” kurabilirsiniz; kimse size karışamaz. Yine, bir “Futbolseverler Cephesi” kurup, cepheye “Galatasaraylılar önderlik eder” diye bir tüzük maddesi de koyamazsınız. Çünkü cephelerde önderlik “tüzük gereği” olmaz. Toplumsal mücadeledeki ağırlıklardır belirleyici olan.
Partinin sınırlarını kendisi, cephenin sınırlarını ise düşman belirler. Cephe, söz konusu süreçteki ortak düşmana karşı bir araya gelen çeşitli sınıf ve kesimlerden ve onların temsilcilerinden oluşur. Düşman alt edildiği, hedefe ulaşıldığı zaman, ortaklık da biter.
Partinin yaşamı sınıfın yaşamıyla koşuttur, yani sosyo-ekonomik bir saati vardır. Cephenin yaşamı ise belirli ve sınırlı bir politik hedefin geçerliliğiyle koşuttur.
***
Doğrudur, cephe kirletir. Kendinize benzemeyenlerle haşır neşir olursunuz ve doğal olarak hem etkiler hem de etkilenirsiniz. Aslına bakarsanız, her politik girişim çeşitli düzeylerde kirletir. Siyaset arenası cennet bahçesi değildir, kurtlar sofrasıdır; toza dumana bulaşırsınız.
Ama politika yapmak istiyorsanız, kirlenmek kaçınılmazdır. Hatta daha ileri gidelim: Biraz kirlenmek iyidir. Kirlenmekten çekinen, temizlenmeyi de öğrenemez; bağışıklık sistemi zayıf kalır. Tıpkı aşı olmak gibi… Bedenimize biraz mikrop girecek ki, mikroplarla mücadele etmeyi öğrenelim, temizlenme mekanizmalarımızı canlı tutalım.
Pratiğe girmeyen teori donar, kendi içine büzülür ve çürür. Hem, pratiğe girmeyen teorinin doğru veya temiz olduğu ne malum? Zihnimizde kurguladıklarımızı yaşamın denek taşlarına vuracağız ki, yanlışlarımızı, eksiklerimizi görebilelim ve düzeltebilelim. Eğer teorimizin tanrı kelâmı (mutlak doğru) olduğunu düşünmüyorsak, daha doğruya ulaşmanın başka yolu yoktur. Politik akıl vahiyle gelmez, örgütlü pratik içinde oluşturulur, geliştirilir. Evdeki hesabın doğruya ne kadar yakın olduğu, çarşıya çıkıldığında belli olur.
Temizlik hastalığına yakalanmış pek çok örgüt, gerekliliğini kavrasa bile, cephe kurmaktan veya içinde yer almaktan çekiniyor. Veya “örgütler gelmesin, bireyler gelsin” diyor. Örgütlü güçlerle bir araya gelindiğinde, etkisini yitirmekten, etkilenmekten (“kirlenmekten”) korkuyor. Oysa kendine ve yaptığı hesaba güvenen, böyle fobilere prim vermez. Hele söz konusu olan geniş emekçi kitlelerin ve ülkenin yakıcı ihtiyaçlarıysa, bu tür çekinceler sorumsuzluk anlamına gelir.
Cephe örgütler arasında yapılır. Örgüt ve bireyler arasında cephe olmaz, böyle bir girişim cephe işlevi görmez; o başka bir şeydir.
***
Cephe tehlikeli iştir. Bir savaş çağrısıdır. Ölüm-kalım meselesidir. Pratiğe ilişkindir. Başarılı olmak gerekir; olunmazsa bedeli ödenir (ödetirler).
Ama tehlikeye de, fırsata da (daha doğrusu yaşama) çalım atamayız, yokmuş gibi davranamayız. Yaşama müdahil olmaktan kaçamayız. Zaten cepheler bu müdahaleyi daha etkili ve güçlü yapabilmek, yaşamımızı sürdürebilmek için gündeme gelir.
Cephe dayatmışsa, ama kurulamamışsa, onu kurması gerekip de kurmayanlar ya ezilirler ya da silinir, hayat dışı kalırlar. Türkiye Solu bunu 12 Eylül’de çok acı bir biçimde yaşadı.
***
Bütün bunları laf ebeliği yapmak için kaleme almadık. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci bir kez daha gösterdi ki, bugün halk güçlerini en geniş ve kapsayıcı biçimde bir araya getiren bir cephe örgütüne ihtiyaç var.
Emekçi halkın kendi öz temsilcileriyle siyaset yapabilmesinin yolunu açacak -bugün olanaklı- başka bir politik araç önerisi gözükmüyor.
Bu araç yaratılamadığı sürece, emekçi kitlelerin, cendereye alınıp mecbur bırakılarak egemenlerin şu veya bu temsilcisinin peşine takılmasına; çeşitli sol ve sosyalist örgütlerin sürekli seçim başarısızlıkları içinde kısır tartışmalara boğulmasına son vermenin olanağı yok.
Cephe, hayal değil; olmamış bir şeyden söz etmiyoruz. Daha önceki Cumhuriyet Mitinglerinde, en önemlisi geçtiğimiz yaz yaşanan Haziran Ayaklanmasında ve Haziran’ın devamı gibi değerlendirilebilecek Berkin Elvan cenazesinde, Soma katliamını protesto eylemlerinde bu cephe pratikte şekillendi. Nasıl bir enerjinin, dahası -örgütlü olsa- nasıl bir iktidar seçeneğinin ortaya çıktığını hep birlikte gördük. Kısacası, zaman zaman harekete de geçen son derece güçlü bir potansiyel mevcut.
Hayat dayatıyor, doğru yolu da gösteriyor. Sorun, bu harekete şekil verecek, yön verecek, temsil edecek, önderlik edecek bir politik aracın yaratılması.
Tek bir seçenek var: Haziran’a katılmış, sıcak yaklaşmış örgütlü yapıların, CHP içindeki laik, aydınlanmacı, yurtsever ve sosyalizan güçlerin, Haziran’da yer almış sendikaların, meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, devrimci gençlik örgütlerinin, çeşitli platform ve toplulukların ve öncü aydınların bir araya geleceği bir Cephe.
Tek başımıza yapamadığımız şeyi güçlerimizi birleştirerek yapacağız. Haziran’da pratiğin dayatmasıyla yaptığımız şeyi, bu kez bilincimize çıkararak kendi ellerimizle yapacağız.
Bu tarihi bir zorunluluktur. Umarız ülkeye, emekçilere, yaşama karşı sorumluluk duyan politik odaklar bu konuyu gündemlerine alacaktır. Almaz isek gelecek kuşaklar bizi -en hafif nitelemeyle- basiretsizlikle anacaklar. Anabilecekleri bir şey kalırsa tabii…