Yaratılışçı safsataların evrim teorisine dair kimi bulguları çarpıtmaya dönük gayretleri bilinmektedir. Endosimbiyoz tezi geçersizdir diyerek bu safsataları sürdürmeye devam eden yaratılışçıların iddiasını Nıvart Taşçı yanıtladı.
İDDİA: Endosimbiyoz tezi geçersizdir
YANIT: Endosimbiyoz (ortakyaşam) tezini destekleyen bulgular vardır
“Endosimbiosis tezi geçersizdir.”
(Harun Yahya, Yaratılış Atlası 2, s.731)
Endosimbiyoz kuramına göre ökaryot (genetik materyalin yani DNA’nın çekirdek içinde bulunduğu) hücrelerde bulunan 3 yapı (organel), bakteriyel simbiyontlardan (ortakyaşarlardan) türemiştir. Bunlar, hücre hareketini sağlayan undulipod, enerji dönüşümünü sağlayan mitokondri ve fotosentezi sağlayan plastidlerdir. Endosimbiyoz kuramının önemli destekçilerinden Lynn Margulis’ten alıntılanan bu metin, kendisinin konuyla ilgili görüşlerini, güncel bilgiler ışığında ele almaktadır. Nitekim, farklı türlere ait en az iki organizmanın sürekli fiziksel etkileşim ve yaşarkalmaya dair ihtiyaçlarla açıklanabilecek kaynak paylaşımlarının, eşgüdümlü-evrimi tetiklemesi ve “tek” bir organizma halini almaları, yani simbiyozis, doğada çeşitli düzeylerde örneklerini bulabileceğimiz bir süreçtir.
Heterotrofik organizmaların (enerjilerini, yeşil bitkilerin sentezlediği karbonhidratları yıkarak elde eden hücrelerdir) yediği fakat sindiremediği fotosentetik organizma ile birlikte heterotrofik organizmalar arasındaki bu tür birliktelikler, kimileri doğrudan bitki hücresinde meydana gelen, alg-plastid hareket etmesi simbiyotik yaşama dair çokhücreliler düzeyinde ipuçları sunar. Söz gelimi, tatlı sularda yaşayan Hydra viridis bu tür canlılara iyi bir örnektir. Bu yeşil hidranın vücudunun iç yüzeyi (endodermal tabakası) Chlorella olarak bilinen bir yeşil alg türüyle kaplıdır. Kimyasallara ve yüksek dalga boyunda ışığa maruz bırakılan Hydra viridis, Chlorella’sını kaybeder. Deneysel yollarla beyazlaştırılmış, besinsiz bırakılmış ve karanlığa yerleştirilmiş hidra çok geçmeden ölecektir. Aynı durum yeşil rengini koruyan hidra veya rengini yitirmiş ve güneşte bırakılmış hidra için de geçerlidir. Diğer yandan besinsiz bırakılmış yeşil hidra, ışık gördüğü müddetçe 3-4 ay yaşamaya devam eder. Nitekim, besin olarak Chlorella verilen beyaz hidra, bir süre sonra yeniden “yeşillenir”; zira, Chlorella sindirelemeyecek, fakat ortakyaşar halinde vücudunun iç kısmına yerleşerek fotosentez yoluyla hidranın beslenmesini sağlayacaktır. Fotosentetik ve simbiyoz modelleridir.
Bu ilişkinin izlerini tekhücreliler arasında gözlemek, dolaylı yollardan ve çıkarımlardan hareket ederek de olsa, mümkündür. Ökaryot hücrelerden evvel yeryüzünü dolduran ve metabolik çeşitlilik konusunda herhangi bir diğer canlı türünden çok daha yetkin olan -dolayısıyla her koşulda yaşayabilen- bakteriler, simbiyotik ilişkilerin izini sürme konusunda harika bir zemin sunar. Bu noktada ele alınabilecek örneklerden ikisi, az önce söz edilen plastid ve ilginç özellikleri sayesinde nispeten popüler bir organel olan, “mitokondridir”. Büyüklük ve şekil bakımından bakterilerle olan benzerlikleri; çekirdek yerine sitoplazmada, üstelik hücrenin diğer kısımlarına göre farklı şekilde ve zamanlarda çoğalıyor olmaları; mitokondri üzerindeki genlerin, günümüzde kendi başına yaşayan ve oksijen soluyan bakterilerin genleriyle gösterdiği çarpıcı benzerlikler, ortakyaşama katılan bakterilerin bıraktığı ipuçları olarak okunabilir.
Aslında mitokondrilerin endosimbiyozu hipotezinin ortaya atılmasının üzerinden bir asır geçti. Öte yandan organel genomunun keşfi, mitokondrinin evrimsel geçmişi hakkında endosimbiyozu daha net bir yere oturttu. Mitokondrilere ait gen dizilerinin belirlenmesiyle, varsayımsal atanın kimliğini de artık biliyoruz: Proteobakteriler. Araştırmalar, zorunlu hücre içi parazitleri içeren bir altgruba sahip proteobakterilerin α zarın oluşturulması için molekülleri yönlendiren aracılar olarak görev yaparlar. Günümüzdeki çoğu biyolog gibi Cavalier-Smith de, çeşitli bakteri türlerinin ökaryotik hücrelerin ataları tarafından hücre içine alınıp hücre yapısına yerleşmesini, nihayetinde hücre için yaşamsal olan organellere dönüştüklerini öne süren 19. yüzyıl düşüncesine katılır. Tekhücreli canlılarla yaptığı altgrubunun, mitokondrilerin bilinen en yakın bakteriyel akrabaları olduğunu kesin bir şekilde ortaya koyuyor. İlk defa suda, oksijensiz koşullarda ortaya çıkan bakterilerin, zamanla hareketlilik, fermantasyon, solunum, fotosentez gibi bir dizi metabolik yetenek kazandıkları kabul edilmektedir. Günümüzden 2-3 milyon yıl evvel, fotosentetik siyanobakterilerin metabolik tepkimeleri sayesinde atmosferdeki oksijen derişiminin yükseldiğini, bu geçişle beraber oksijensiz (anaerobik) solunum yapan organizmalar ile bugünkü ökaryot hücrelerin ataları arasında mutualist simbiyotik yaşam için gerekli zeminin oluştuğu düşünülmektedir. Mitokondri – α-proteobakteri ilişkisinin bir benzeri, Prochloron türü fotosentetik bakteri ile serbest yaşayan bir yeşil alg türü olan Codium arasında tespit edilmiştir. Kloroplastın zar yapısı ile organel içindeki DNA, RNA ve ribozomlar, bazı serbest yaşayan bakteriler ile büyük benzerlikler göstermektedir. Araştırmalar klorofil α ve klorofil β pigmentlerine sahip Prochloron’un bu anlamda bitki plastidlerinin en yakın atası olduğunu gösteriyor. Aslında Prochloron ile kloroplast arasındaki farklılık, Prochloron’da bir hücre duvarı bulunmasından öteye gitmez. Hücresel madde alışverişinin mümkün kılınması için bu duvarın kaybedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu görüşü destekleyen evrimsel biyoloji uzmanı Thomas Cavalier-Smith de, karmaşık hücre zarlarının evrimi konusunda ilgi çekici bazı görüşler ortaya atmıştır. Buna göre uygun koşullarda, doğru yağ moleküllerinin varlığında basit zarlar kendiliğinden meydana gelebilir, fakat günümüz canlılarındaki protein içeren zarlar bunu yapamaz. Biyolojik evrimin başlarında zarlar kendi kendilerine toplanma özelliğini yitirmiş, yapısal kalıtım sistemlerine dönüşmüşlerdir. Mevcut proteinler ile yağlar, aynı tür çalışmasında, önceden bakteri olan bu organellerin zarlarının temel yapısı ve içeriğinin korunduğu ve kimi bakterilerle aynı olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Sonuç olarak Lynn Margulis’in ifadesiyle doğa, “gözünü kan bürümüş” olsa da, bireysel acılara kimi zaman kayıtsız kalsa da, birbirinden çok farklı yaşam biçimlerinin tedirgin dayanışması olarak başlayan ortakyaşamın, en büyük evrimsel yeniliğin kökenini gösterebileceği gerçeğini örtbas edemez. Bunu görünür olmaktan çıkaran anlayış, yaratılış düşüncesinin iddia niteliği taşımak şöyle dursun, olsa olsa inanç diyebileceğimiz savunuları değil, bilim dünyasında son 50 yıldır hâkimiyet kazanan (fakat artık geçerliliğini yitirmeye yüz tutan) gen kalıtımı merkezli evrim anlayışıdır.
KAYNAKLAR
1) Lynn Margulis, Ortakyaşam Gezegeni: Evrime Yeni Bir Bakış, Varlık Yayınları, İstanbul, 2001.
2) Environmetal Evolution: Effects of the Origin and Evolution of Life on Planet Earth, edited by Lynn Margulis and Lorraine Olendzenski, MIT Press, Cambridge, 1994.
Kaynak: Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Şubat 2009, 2.Baskı, s.210-213