Merhaba. Bu tekir şahıs nereden çıktı, neden çıktı? Dahası, kimdir bu tekir? Yanıtı benim için hayatın en büyük gizemini barındıran son sorudan başlayayım: Zamanının çoğunu kitaplarla geçiren, kendini yüz yüze değil, satır satır anlatabildiğine inanan bir kitap çevirmeniyim. Ve evet, kediciyim (ama aynı zamanda iflah olmaz bir köpek annesiyim). Bir tekir olduğumu düşünmekten hoşlanırım ama bu konuda çok iddialı değilim.
Gelelim Üçüncü Tekir Şahıs’a: Burada başlı başına inceleme bütünlüğüne dönüştürülmemiş pervasız okuma notlarımı bulacaksınız. Bunlar kedi huylu bir okurun kalem savuruşları. Sevmediği kitabı itekleyerek raftan atan, sevdiği kitabın üstüne kurulup mırıl mırıl uyuyan bir okur.
Bunları yazmak istedim çünkü okudukça paylaşmak istiyor insan. Bir arkadaşına okuduklarından söz etmek – önermek ya da eleştirmek (çoğu zaman her ikisi de). Ve son zamanlarda bunu ne kadar az yapabildiğimi fark ettim: okumak (da) hakkında konuşulamayan, adeta mahrem bir alana dönüşüyor.
Okumanın mahremiyetine sonuna dek sadık olmakla birlikte, okurlar arası dokunuşun, dirsek temaslarının en başta okumanın kendisini zenginleştirdiğine inanıyorum. Mahremiyet ve paylaşım çok da uç kutuplarda değildir belki; paylaşmadan mahremiyetimizi kuramayız, mahremiyetimizi kurduğumuz yerde paylaşmaktan kaçınamayız.
Başta öne attığım soruları yanıtladım mı, bilemiyorum. Belki Üçüncü Tekir Şahıs’ı tanıdıkça siz yanıtlarsınız.
***
Galápagos, yeniden. Kendine saygısı olan bir kıyamet düşkünü pandemi döneminde eline ilk ne alır: Kurt Vonnegut. Elbette. Her zaman önerdiğim bir yazardır. Ama şimdi, tam da şu dönemde kara mizahı, insanı tereddütsüz harcayan alaycılığı cuk diye yerine oturuyor. Hele de Galápagos. Koca beyinlerimizin marifetleri… Koca beyinlerimizin ve ellerimizin şu dünyaya ettikleri…
Uzun bir dönem boyu yalnızca ve yalnızca “dünyanın sonu geldi” filmleri izlemiştim. Benim en büyük neşe kaynağımdı bu (genellikle düşük bütçeli, piyasa işi) filmler – iyilerine denk geldim mi daha da neşeleniyordum. Ama çok titiz seçimler yaptığım söylenemez; insanlığın sonunun gelmesi, dünyanın bildiğimiz dünya olmaktan çıkması benim için yeterliydi. Hâlâ severim bu tarz filmleri. Benim için özünde, yıkım getirenin sonunda yıkıma uğramasının kaçınılmazlığını anlatan öykülerdir bunlar. Adeta bir hesaplaşma. Adeta kişisel.
Sanırım Galápagos’u kerelerce okumam da bununla ilgili. Bana o kişisel hesaplaşmanın hazzını her okumada vermiştir. Hele de şimdi.
***
Fırsat bulmuşken, daha önce elime alıp okuyamadığım bir metinle hesaplaştım: Middlesex. Bu kez son sayfayı görebildim ama… Evet, burada kocaman bir ‘ama’ var.
Yazar vaat ettiğinden fazlasını anlatmaya başladı mı, okuru (tam da dizi mantığında) bitimsiz bir beklentiye sokmaya başladı mı, metinle iyicil bağım kopuyor; yerini bir çekişme ve sürtüşmeye bırakıyor. Söz az olsun ama yükte ağır olsun; sanırım okuduklarımdan beklentim bu. Bana merak alanı, dolduracak boşluk bırakan kitaplar çok daha cazip, çok daha hacimli geliyor.
Üç kuşağı anlatan Middlesex aslında son derece ilginç bir öyküye sahip. Ama yazar hep geriye, bitimsizce geriye ve bitimsizce ayrıntılara saplandığından bu ilginç öykünün çekirdeğine varmak için altı yüz sayfalık kitabın ilk beş yüz sayfasını okuyabilmek gerekiyor. İşte, ben de tam burada zorlandım. Okur tembelliği deyin, pişkinlik deyin, yeri geldi atlayarak okudum.
Middlesex’i okurken en çok çevirmeni, Solmaz Kâmuran’ı düşündüm doğrusu. Bu denli uzun (ve bence çoğunlukla sıkıcı) bir metinde dili korumuş, her cümlenin hakkını vermiş. Bu, büyük bir sabır ve adanmışlık gerektirir.
***
Mesafenin Şiddeti, hakkında uzun uzadıya yazacağım bir kitap; bu önsöz olsun. Yalçın Tosun her zaman içimdeki öyküleri uyandıran bir yazar olmuştur. Öyküleri çıplak ama dikenlidir. Bir kirpi hassasiyeti vardır satırlarında. Tanımıyorsanız dikenleri ürkütür, gözlerinin içine baktıkça seversiniz. Yaklaştıkça öyküler okşamaya başlar; anlatının içine giriverirsiz. Ama bu öykülerde yalnızca okşanmayacağınızı, sert darbelere de maruz kalacağınızı bilmelisiniz. Kirpi hassasiyeti.
Mesafenin Şiddeti, Tosun’un daha önceki öykülerine göre fantastik öğeleri yoğunlaşmış, sarımtırak bir pus içinde geçen öykülerden oluşuyor. Ancak bu pus tam burada, bizim yaşadığımız ve soluduğumuz yerde – belki de soluğumuzun yarattığı pus. Bu yüzden okudukça soluk gibi işliyor içine insanın, tüm damarlarına yayılıyor.Ve okudukça dikenleri daha derine, daha mahrem gizlere uzanıyor. Tabii izin verirseniz.
***
3. Tekir Şahıs’tan bu aylık bu kadar. Köşeyle ilgili (ya da genel olarak kitaplarla ilgili) önerileriniz olursa bendenize [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz.
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
Galápagos, Kurt Vonnegut, Çev. Handan Balkara, Can Yayınları, 2016, 312 s.
Middlesex, Jeffrey Eugenides, Çev. Solmaz Kamuran, Domingo Yayınevi, 2015, 605 s.
Mesafenin Şiddeti, Yalçın Tosun, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 120 s.