Şüphesiz ki Tıp; von Behring’e, Claude Bernard’a, Ivan Pavlov’a, Ignarro’ya ve daha birçok deney hayvanlarıyla çalışan araştırıcılara çok şey borçludur. Çünkü şu an bilinen birçok patolojik ve fizyolojik mekanizmalar, hayvan deneyleriyle elde edilen tecrübelerden kazanıldı. 20. yüzyılın başlarında bir kimlik kazanan hayvan deneylerinin yapılmaya başlandığı zamanlardan bu yana, büyük tartışmalardan biri kullanılan hayvan modellerinin insana ait mekanizmaları ne kadar yansıttığı idi.
Etik sınırlar içinde en iyi modeli arama kaygısı hâlâ bütün hızıyla devam etmektedir. Gerçekten de psikiyatri gibi bazı alanlarda yapılan çalışmalara bakıldığında, kullanılan bazı hayvan modellerinin yeniden tasarlanması gerektiğini görmekteyiz. Nature’ın Kasım sayısında deney hayvanlarının özellikle psikiyatri alanındaki modellerine yeni yaklaşımlar öneren çalışmalara yer verildi.
Yaygın kullanılan depresyon modellerinin birinde, kuyruğundan tutup baş-aşağı sallandırılan farenin, kurtulma çabasını bir süre sonra bıraktığı görülür. Bu geçen süreyle ilgili çeşitli yorumlar yapılmaktadır. California Üniversitesi’nden Dr. Laurence Tecott’e göre, bu deneyden, farenin depresyonda olduğunu veya bir insanın ayaklarından sallandırıldığında depresyona gireceği sonucunu çıkarmak doğru olmayacaktır. Tecott, son 50 yılda yeni sınıf bir psikiyatrik ilacın bulunamama nedenini bu tarz hayvan modellerine bağlamaktadır.
Klasik testlerin hastalıkları simüle ettiği bir gerçektir, fakat mutlaka o bozuklukların nedenini ya da biyolojik temelini yansıtacağı söylenemez. Birçok araştırıcı hastalıkların nedeninin araştırılmasında gen eklenmesi veya çıkarılması gibi gen düzeyinde yapılan değişiklerle modellerin güncellenmesi gerekliliğini savunmaktadır.
Otizm ve şizofreni gibi bazı hastalıkların belirtilerine dayalı modeller üzerinde uzun süredir çalışılmaktadır. Mevcut bulgulara göre DISC-1 proteinini kodlayan genler bu hastalıklarda tanımlandı. Bununla ilgili olarak, John Hopkins’ten psikiyatrist Akira Sawa, DISC-1 geni bozulmuş farelerin beyinlerinin sol ventriküllerinin, şizofrenik insanlarda olduğu gibi büyüdüğünü tespit etti. Sawa, laboratuarında DISC-1 ile ilişkili proteinleri ve çevrenin etkisini araştırıyor. California Üniversitesi’ndeki diğer bir araştırmacı psikiyatrist Alcino Silva, bir adım daha ileri giderek, DISC-1 genleri duruma göre çalışan veya duran “şartlı mutant” fareleri oluşturdu. Dr. Silva, bu genlerin doğumun sadece 7. gününde aktive olduklarını gösterdi. Böylelikle, şizofreni hastalığının belirtilerinin ortaya çıkması için, DISC-1 geninin sadece bir gün (7. gün) aktive olmasının yeterli olabileceği gösterildi.
Nöral devrelerle ilişkili hastalıklar, fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) teknikleriyle, bölgenin oksijenlenmesi ölçülerek tespit edilmektedir. Örneğin: Ön beyin korteksi, striatum ve talamusun derinlikleri arasındaki bir devrenin, obsesif-kompulsif bozukluklarla ilişkili olduğu bilinmektedir. Bazen bu bozuklukların belirtileri, serotonin etkisini artıran, seçici serotonin geri alınım inhibitörleri tarafından azaltılmaktadır. Bu şekilde yeri belirlenen bir bölgenin moleküler metotlarla oluşturulmuş hayvan modelleri, araştırma laboratuarlarının maddi imkânları doğrultusunda tercih ediliyor.
Hal böyleyken bu tarz araştırmalar, ilaç üreten firmaları kendi ilaçları için yaptıkları testleri yeniden tasarlamaya itmektedir. Böylelikle ilaçların yan etkilerine çok daha az hasta maruz kalmaktadır, fakat bu oldukça yavaş ilerleyen bir gelişmedir.