Afşar Timuçin, ülkemizin en üretken felsefecilerinden. 50 Soruda Aydınlanma, Düşünce Tarihi, Estetik, Felsefeye Giriş, Felsefe Sözlüğü kitaplarından sadece birkaçı. Timuçin, bu kez Gençler İçin Felsefe Tarihi adlı çalışmasıyla karşımızda. Felsefe tarihi üzerine çalışmaların oldukça az olduğu ülkemizde, Afşar Hoca ile yeni kitabından, Türkiye’de felsefe eğitiminin sorunlarına, gençlerin felsefe ile ilgisinden yeni çalışmalarına keyifli bir söyleşi yaptık.
Hocam öncelikle, Gençler İçin Felsefe Tarihi adlı kitabınızın sunuş bölümünde neden böyle bir kitap yazdığınızı açıklamışsınız ama kitabı henüz edinmeyenler için oradan başlayalım isterseniz…
Genelde bizim lise eğitimimizde felsefenin çok büyük bir yeri yok. Bu bir yana felsefe eğitimi, deyim biraz tuhaf kaçacak ama, bozuk bir eğitim. Dolayısıyla çocuklar burada felsefe öğrenmiyorlar, yani tanıma olanağı bulmuyorlar, tersine belki kafaları karıştırılıyor ve hatta ideolojik bir tavrın içinde de bilinç bulanıklığına uğruyorlar. Bunu göz önünde tutarak özellikle lise öğrencilerinin yararlanabileceği bir kitap olsun istedim. İlk planda bunun için yazdım. Sonra sanıyorum lise felsefe öğretmenlerinin de bizim felsefe bölümlerinde yetiştikleri için bilgi açısından bazı sorunları var. Bu sorunların giderilmesinde çok geniş çerçevede olmasa da belli bir genişlikte herhangi bir bilgi edinebilmeleri olanağını sağlayabilmek için böyle bir kitap yazdım. Öte yandan sanıyorum üniversitelerde artık felsefe tarihi diye bir kaygı kalmadı, felsefe tarihi istenmiyor, sevilmiyor; dolayısıyla felsefe birtakım yalan yanlış sorunların tarihsel çizgi dışında tartışılmasıyla yapılıyor. Açıkçası üniversitelerdeki bu sıkıntıyı da aşmak umuduyla böyle bir kitap yaptım. Gerçi şimdi benim Düşünce Tarihi kitabım da, ders notlarımdan oluşuyordu, bu konuda yararlı bir kaynak diye düşünülebilir. Ayrıca hocam Macit Gökberk Bey’in Felsefe Tarihi de çok çok önemli bir kaynaktır ama bu kaynaklar ne kadar çok olursa o kadar iyidir. Bir de ben biraz özet bir kitap yazmak istedim, çünkü büyük kitaplar insanların gözünü korkutuyor. Türkiye’de özellikle insanlar pek kitap okumaya alışmadıkları için büyük kitap gördükleri zaman kaçıyorlar. Benim hazırladığım bu kitap kaçılmayacak kadar küçük diye düşünüyorum. O yüzden de böyle çok da hacimli olmayan bir kitap tasarladım.
İnsan nedir sorusundan 20. yüzyıla
Türkiye’de zaten çok fazla felsefe tarihi kitabı yok ama var olan kitaplar da hep antik Yunan’dan başlar ve 20. yüzyıla kadar gelir. Siz önce felsefenin ne olduğunu anlatmışsınız, sonra insanın ne olduğuna dair bir giriş yapmışsınız. Buna nasıl karar verdiniz?
Şimdi felsefe bilgisini ortaya koymadan önce sanıyorum felsefenin konusunu ortaya koymak gerekecekti. Yani “insan nedir?” sorusunu bir kere en genel çerçevede sormadan felsefe tarihi çalışmasına başlamamak gerektiğini düşünüyorum. İnsan nereden geldi, nerelere ulaştı, nasıl bir varlıktır, gizleri nedir, başarıları nedir; bunu bir genel çerçevede çizdikten sonra onun düşünsel serüvenini çizmek istedim. Gerçekte belki ayrıca “insan nedir?” sorusunu karşılayan bir kitap yapılabilirdi. Dolayısıyla başlangıçtan bugüne kadarki serüveni anlatmanın ötesinde, insanla ilgili derinlikli ve ayrıştırıcı bir araştırma yapılabilirdi ama ben onu yapmayı pek düşünmedim, kısa tuttum. Sanıyorum Düşünce Tarihi’nin çok etraflı oluşu, hatta felsefeyle sınırlanmayışı, adından da bellidir, daha çok sanatı, siyaseti, hatta genel tarihi, hatta bilimsel gelişmeleri içine alması, insanla ilgili en temel sorunları da ortaya koyması gibi bir sonuç getirdi. O yüzden uzun uzun durmadım ama felsefeye ilk defa başlayanlar için “insan nedir?” sorusunun sorulması gerektiği gibi bir düşüncem oldu.
Onun için böyle bir bölümleme yaptınız…
Evet. İşte “felsefe nedir?”, “felsefe nerden çıktı?”, “mitolojide felsefe var mıydı?”, “mitolojiden felsefeye nasıl bir dönüşüm oldu?”, “mitolojik düşünceyle felsefi düşüncenin arasındaki ayrım nedir?”, “insanın var olma kaynakları neler olmuştur?” gibi sorular da çok etraflı bir biçimde olmasa da yanıtlamaya çalıştım ve ondan sonra tarihin içine girdim.
Tarihsel bilinç olmadan felsefe anlaşılmaz
Bir filozofun eserlerini ve oluşturduğu felsefeyi anlayabilmek için, felsefe tarihi bilgisi çok önemli. Kitabınızda da, felsefe tarihini bir bütün olarak, kuşbakışı bir biçimde görmek ve sonra filozofların eserlerine yoğunlaşmak daha doğru bir yol olur felsefe okuyucusu için diyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Önce tarihsel çizgiyi doğru çizmek gerekiyor. Bu çizgiyi çizerken elbette filozofları ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Şimdi filozofları ayrı ayrı değerlendirirken kaçınmamız gereken bir nokta var, o da kendi ideolojik yapımıza göre bir değerlendirme yapmamak ve felsefe tarihinin filozoflara ne kadar ağırlık verdiğine bakmak. Yani ben Bergson’u sevmeyebilirim ya da Heidegger’i sevmeyebilirim ama Heidegger’den söz etmemek gibi ya da Bergson’u üç satırla geçiştirmek gibi bir lüksüm olamaz. Dolayısıyla ben o tarihsel çizgiye zorunlu olarak uyuyorum. Tarihsel çizginin dışına çıkıldığı için zaten felsefe eğitimi kavrayışlarında bir sakatlık oluyor. Neden? Çünkü bir 17. yüzyıl filozofuyla 20. yüzyıl filozofuymuş gibi hesaplaşmaya kalkanlar oluyor. Tarihsel bilinç olmayınca insan felsefenin içinde saçmalayabilir. Bugün de zaten üniversite felsefe bölümlerinin en büyük sıkıntısı, tabii yine ideolojik bir kaygıyla, tarihsel çizginin dışında insanları düşündürmeye çalışmaktır. Bu son derece tehlikelidir. Bir kere tarihsel çizgiyi, tarihsel konumu her şeyden önce doğru olarak kavramak, filozoflara kendilerini sevelim sevmeyelim gereken yeri vermek, ondan sonra sizin de buyurduğunuz gibi her biri üzerinde kendi eğilimlerimize göre, kendi sevgilerimize göre, hatta kendi sevmeyişlerimize göre onlarla ilgili enine boyuna çalışmalar yapmak. Yani bir kişi Auguste Comte’u sevmeyebilir, çünkü şu dönemde bir Auguste Comte düşmanlığı yayıldı bilim düşmanlığıyla beraber, pozitivizm kötüdür diyenler ortalığı sardı. Pozitivizmin bütününü benimsemek zorunda değilsiniz ama bilimsel düşünceden de kaçamazsınız. Dolayısıyla burada yapılacak tek şey tarihsel çizginin içinde özel bir değerlendirme yapıp ondan sonra filozoflarla teker teker ilgilenmek.
Bu kitabı genç felsefe okurları için yazdınız. Gençlerin felsefeyle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vallahi bir yanıyla moda elbette ki, bir yanıyla da abartılmış bir ilişki. Şimdi artık gençler felsefeye düştü falan gibi bir ilişkiden söz ediliyor. Pek düştüklerini görmüyorum ben. Zaman zaman liselerde konuşma yapmaya çağırıyorlar felsefeyle ilgili ama çok büyük bir eğilim yok, üniversitelerde de öyle. Felsefe kongreleri yapılıyor. Üniversite öğretmenleri, oraya katılıp bildiriler sunuyorlar, hiçbir şey anlamıyorsunuz ve hiçbir yararı olmuyor. Çünkü bizde felsefe yapılmadıkça değerli oluyor, yapıldıkça değil. Devletin siyaseti de bunu gerektiriyor. Çıkıp mesela bir kongrede havanda su dövmek, ileri geri bir konuda konuşur gibi yapmak çok daha yararlı. Bu yüzden felsefe sürekli olarak bir gerileme içinde. Bir de ilahiyatçıların felsefeye müdahalesini yaşıyoruz, ilahiyat mezunu bölüm başkanı profesörler var. Bölüm başkanı olmasa da ders veren ilahiyatçı arkadaşlarımız var. Bunlar tabii felsefeyi kendi açılarından ele aldıkları için, dinle felsefenin yasaları ayrı da olsa ikisini de aynı gördükleri için felsefede bazı kafa karışıklıkları yaratıyorlar. Dolayısıyla felsefenin bugünkü durumu hiç iyi değil. Eğer devlet bu politikasını sürdürecekse, yani insanlar belli bir dinsel bakış açısı içinden felsefeyi görsün anlayışı geliştirecekse, bunun gelecekteki sonuçları da son derece vahim olacaktır. Felsefe kitaplarında bizim “doğru” dediğimiz şeyi eskiden “hakikat” diye karşılarlardı, şimdi “hikmet” diye karşılıyorlar, bu son derece vahim bir tablodur. Bu, felsefeye yapılmış bir ihanetten başka bir şey değildir. Felsefeye yapılmış ihanet de topluma ihanettir düpedüz.
Bu toplumun felsefesini oluşturmak gerek
Türkiye’de felsefe alanında telif kitapların sayısı oldukça düşük. Neredeyse her üniversitede felsefe bölümü açılan bir ülkede, yani bu kadar felsefe hocası ve öğrencisinin olduğu bir ülkede neden bu kadar az ürün veriliyor sizce?
Bu toplumun düşünen insanları olarak, bu toplumun felsefesini oluşturmak zorundayız. Burada insan nasıl bakmalı ya da nasıl bakıyor yaşama? Buradaki insanın sorunları ne? Tabii bunu kendi başımıza hiçbir temele dayanmayan çabalarla ortaya koyamayız. Tersine felsefe tarihi temeli üzerinde ancak bu sorunları tartışabiliriz. Genelde bizim arkadaşlarımız felsefe tarihi bilmezler, hatta bazıları bunu iftiharla söyler. Yani bir felsefe profesörünün felsefe tarihi bilmesi gerekmiyor diyen profesörler ve doçentler tanıdım. Diyor ki adam, gerekirse ben ansiklopediden mesela nasıl bir Afrika maddesini okuyorum, onun gibi ansiklopediyi açarım Spinoza maddesini okurum. Peki sen Spinoza, Descartes, Platon, Leibniz, Jean-Jacques Rousseau’yu bilmiyorsun ama felsefe biliyorsun. Felsefe bilmeyen bir felsefe profesöründen bir şey elde edemezsiniz ya da ondan elde edeceğiniz şey kafa karışıklığından başka bir şey olmaz. Adam derse giriyor, özgürlük nedir çocuklar bunu tartışacağız diyor, çünkü hiçbir felsefe bilgisi yok. Haydi alamadın veremedin özgürlüğü tartışıyorlar 50 dakika. Aa, diyor bak yetmedi vaktimiz, önümüzdeki ders yine aynı konuyu tartışalım! Peki özgürlük kavramı en eski uygarlıklardan bu yana nasıl gelişti? Yunan ve Latin uygarlıklarında nasıl bir anlam kazandı? Eskiçağın bitiminden yeniçağa kadar böyle bir kavram var mıydı ve filozoflar bunu nasıl tartıştılar? Bunları bilmeden özgürlüğü tartışırsak, “Aa, bak Hasan ne güzel söyledi! Ayşe de çok hoş bir fikir ileri sürdü” gibi. Burada tamamen çocuk oyunundan başka bir şey yoktur. Bugün felsefe bölümlerinde çocuk oyunu oynanıyor. O yüzden bazı filozofları öne çıkarıyorlar. Mesela, bunların içinde kurulu düzenlerin zararsız gördükleri filozoflar da var. Diyelim ki Heidegger Türkiye’nin resmi filozofu haline geldi, onunla yatıp onunla kalkıyor insanlar. Ama bu bizi nereye götürüyor? Bu bizi felsefe bilgisine değil de, felsefe saplantıları elde etmeye götürüyor. Biz felsefe saplantıları olan insanlar oluyoruz. Nitekim felsefe toplantılarında da bu ortaya çıkıyor. Felsefi bilgiyle karşılaşmıyorsunuz ama felsefi bir ideolojik tavırla hemen üçüncü cümlede karşılaşıyorsunuz. İdeolojisi herkesin vardır da, bunu ikide bir ortaya dökmek ve felsefi bilgiyi ideolojinin altında ezmek pek de hayırlı bir iş değil tabii ki.
Bundan sonraki çalışmalarınızdan söz edelim hocam. Çok üretken bir yazarsınız. Bizim dergimize de estetik yazıları yazıyorsunuz, bu arada yeni kitaplarınız çıkıyor. Bundan sonra neler yapacaksınız?
Efendim, işte bu benim biraz gevezeliğim diye düşünüyorum. Çok kitabı olmak bana gevezelik gibi geliyor. Hatta bazen kaç kitabınız var diye sorduklarında utanıyorum, söylemek istemiyorum çünkü kaç kabahatin var gibi algılıyorum. Benim bir edebiyat merakım var, bir öykü kitabını altı yedi veya on yıldır tamamlamaya çalışıyorum. Bir de bir “Eskiçağ Ahlakları” diye bir kitaba başladım, epey de ilerledim. Fakat, çok emek istiyor. Şimdi öyle bir yere geldim ki, Platon ve Aristoteles’i yeniden baştan okumam gerekiyor, gözümde büyüyor. Acaba diyorum bu tasarıyı olmamış gibi mi kabul etsek. O da yazık, çünkü 4-5 yıl üstünde çalıştım. Bir tartışma içindeyim kendimle, onun dışında da başka bir tasarım yok doğrusu.
Bir de işte sizin derginizde yayımlanan yazıları bir kitapta toplamaya niyetliyim sonbaharda. Bu zaten bütünlüklü bir estetik kitabı oldu. Kitabın adını ya “Anlam ve Yorum” ya da “Estetikte Anlam ve Yorum” koyacağım. Çünkü, “anlam nedir”, “yorum nedir”in dışına çıkmayan, belki sizde dikkat etmişsinizdir, o tür makaleleri bir araya toplamış olacağım.
Çalışmalarınızı merakla bekliyoruz hocam, teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.