Ana Sayfa Dergi Sayıları 91. Sayı Büyük Fransız Devrimi – 3 ‘Almanya’daki Fransız Devrimi’

Büyük Fransız Devrimi – 3 ‘Almanya’daki Fransız Devrimi’

330
0

Devrim yapmış Fransız halkı devrimcileşmiş ve insanlığa olumlu örnek vermiş, Almanya ise, Devrimden etkilenmekle ve yararlanmakla birlikte, Devrime karşı durmuş, gericileşmiş, bu yüzden, komşusu, hasmı, düşmanı Fransa’yla eşzamanlı gelişme şansını o dönemde kaybetmiştir. Devrimin olumlu etkileri ise kendini, Devrim döneminde doğan kuşaklar tarafından sonradan gösterecektir. Bu kuşakların Fransız Devriminden aldığı en önemli ders, Fransız burjuvazinin ve Alman devletinin kitleleri siyasetin dışına sürme eğilimine karşılık, geniş kitlelere ve özellikle proletaryaya siyasal sahnede başrol vermenin zorunlu olduğuydu.

Fransız Devrimi daha ilk günlerinden başlayarak bütün Avrupa’da ilgi ve tepki uyandırdı. Feodal hanedanlar Devrime hemen karşı çıkarken, halklar öğrendikleri kadarıyla olumladılar; bazı ülkeler benimsediler. Örneğin, 1789, Polonya’da ikinci bir devrim tutuşturdu.

Fransız Devriminde ekonomik ayrışmanın ve sınıflaşmanın, iktidardaki soylulukla yeni sınıflar (burjuvazi) ve halk arasındaki ayrışmayla tam olarak bütünleşmesi, bu bütünleşmenin siyasi platformlara bire bir yansıması, soylulukla halk çoğunluğunun köken farklılığı sayesinde kolaylaşmış, belirginleşmişti.

Fransa hanedanı ile Avusturya hanedanı arasındaki yakınlık ve dayanışma, sınıfsal olduğu kadar, hanedanların ortak etnik kökeninden de beslenmişti. Buna karşılık, komşu halklar arasında, Fransa ve Almanya halkları arasında devrim temelinde olması gereken sınıfsal dayanışma ise hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. “Galya-Latin kökenli” olarak “devrimci” Fransız halkı, Almanya’nın Cermen halklarına, Alman toplumuna burjuva devrimini, Büyük Fransız Devrimini hiçbir zaman aşılayamayacaktı. (1) Yöneticilerini kendisiyle özdeşleştiren Alman halk kitleleri, Frank aristokrasisine yapılan “saldırı”yı, kendisine yani Cermenliğe yapılmış bir saldırı, Devrimin Avusturya hanedanına düşmanlığını, kendisine yönelmiş bir düşmanlık, Fransa’nın Alman devletleriyle savaşmasını, kendisiyle yapılmış bir savaş gibi görmüştü.

Devrimin “kutsal” Marianne’ı, Fransızların ve Devrimin özgürlük simgesiydi, ama Almanlar için bir fahişeydi.

Devrimin “kutsal” Marianne’ı, Fransızların ve Devrimin özgürlük simgesiydi, ama Almanlar için bir fahişeydi.

Devrim, Fransa’da, 1000 yıllık krallıkla birlikte, 1000 yıllık Cermen egemenliğini de yıkmıştı.

Devrimi destekleyen Alman aydınları
Bunlara rağmen Devrim Alman aydınlarından biraz destek de buldu. Devrim günlerinde Lyon kentinde “L’ange” imzasıyla yazılar yazan bir sosyalist aydın teorik önerileriyle devrimin seyrini etkilemiş, yanlış bulduğu uygulamaları (örneğin, yalnız mülk sahiplerinin oy hakkına sahip olması) eleştirerek uyarılarda bulunmuştu. Döneminde kimliği öğrenilemeyen ama belediyenin devrimci örgütlenmesinde en yüksek görevleri üstlenen (2) bu devrimci aydının elli yıl sonra Lange adında bir Alman olduğu Jean Jaurès tarafından keşfedilecekti.

Almanya’da Kant (Heine’nin (3) deyişiyle “felsefenin Robespierre’i”, “bizim Robespierre’imiz”), Hegel (4), Schiller (5), Fichte, Klopstock (6), Hölderlin (7), Herder (8) gibi aydınlar, düşünürler ve sanatçılar Büyük Fransız Devrimini düzyazılarıyla ve şiirleriyle kutlamışlardı. Sömmerring (9) alaycı bir söylemle Devrimin “iyileştirilemez bir bulaşıcı hastalık” olduğunu söyleyerek Alman hükümdarları tehdit etmişti. Bilimciler, profesörler ve öğretmenler coşkunluklarını göstermek için gösteriler yapmışlardı. Devrimci eğilimleri Fransız Devrimiyle akacak bir kanal bulan Wieland (10), heyecanla gittiği Paris’te gözlemlerini, izlenimlerini ve düşüncelerini hemen orada yazmaya başlamıştı. Mainz Üniversitesi’nde kitaplık müdürlüğü yapan araştırmacı ve bilim adamı Georg Forster ayaklanmalar başlar başlamaz koşup Paris’e gelmiş, devrimcilerin içine girmişti. (11) Mainz Jakobenlerinden “ressam, çiftçi ve özgürlük neferi” Lux, Devrim günlerinde hep Fransa’daydı. Devrimci bir eğitimci olan yazar Campe heyecanla geldiği Paris’te yalnız devrimcilerin arasına girmekle kalmıyor, izlenimlerini Almanya için, Devrim Almanya’da da olsun diye bir yandan kaleme alıyordu. (12) Von Kleist (13) da soluğu Paris’te alanlar arasındaydı. Onları çeşitli yerlerden aydın ve mültecilerin akını izlemişti. Versailles’daki gösterilere Almanya’dan gelen Humbold, Clootz gibi aydınlar da katılmıştı.

Almanya’da büyük filozof Immanuel Kant, Heine’nin deyişiyle “felsefenin Robespierre’i”, “bizim Robespierre’imiz” idi.

Tübingen’de öğrenciler bir Hürriyet Ağacı dikmişler, Hamburg’ta burjuvalar 1790’da Bastille’in alınışı onuruna gösteriler düzenlemişler, bu gösterilere katılanlar yakalarına üç renkli (beyaz, kırmızı, mavi) devrim kokartları takarak dolaşmışlardı. “Mainz Jakobenleri” kurdukları dernekle Alman devrim tarihinde bir sayfa oldular. Beethoven’ın 1792’den sonra yaşadığı Viyana, bütün eski kurumların yıkılabileceğini ima eden her şeye ilgi ve yakınlık duymaktaydı. Devrime karşıtlığın ve Fransız düşmanlığının merkezi Viyana’da Fransa’ya gizli bir sempati, Devrime saklı bir destek vardı.

Gönlü Prusya’dan yana olan, Alman prenslerinin kendisine Devrimi kötüleme görevini vermiş olduğu Goethe (1749-1832), Prusyalı soylu Karl August’un peşinden, Weimar Birliği yapısında gözlemci olarak “Fransız Devrimini ezme seferi”ne (1792) katıldı. Cumhuriyetin Devrim ordusunun uyandırdığı hayranlıkla allak bullak olan Goethe, Devrimin önemini ve gücünü fark etmiş, Devrimin dünyayı değiştireceğini hemen anlamıştı. Prusya ordusu Valmy’de yenilgiye uğrayıp, savaş alanından ayrılıp geri çekildiği zaman, Cumhuriyet ordusunun daha sonraki başarılarını da görmek istemesi yüzünden, 1793’teki Mainz kuşatmasında da bulunmuş, “değerlendirme”sinin doğrulandığını görmüştü. Devrimin askerlerinin bütün zorlukları yeneceğini düşünmekte haklı çıkmıştı. Böylece safını değiştirdi. 1882’de yazacağı Campagne in Frankreich 1792 adlı yapıtı, devletinin, yöneticilerinin ve Alman kamuoyunun kendisinden beklentilerini boşa çıkarmak pahasına, Fransa-Almanya çatışmasına Prusya gözünden bakmayacaktı. (14) “Alt edilemeyecek bir deha” olarak tanımladığı Napoleon’a hayranlığı ise hep yadırganacaktı.

Devrime sempati duyan Alman köylüleri
Çoğunluğu Almanya’nın Frankia ve Bavyera’nın kuzey bölgelerine yerleşmiş/yerleştirilmiş bulunan Fransız göçmeni Huegenotlar (15) (zaten çoğunluk Cermen kökenli de değillerdi), örgütsüz ve dağınık olmaları yüzünden açık destek verememekle birlikte Devrimi olumlu gören “Alman”lardı.

Fransa’ya komşu Ren boyu, Fransa’nın devrimci halk şarkılarını ezbere biliyor ve coşkuyla söylüyordu. Ren Nehri kıyısı köylülerinin Devrime koşut talepleri ve mücadeleleri dikkate değer olumlu örneklerdi. Başlarındaki derebeylerin “hakları”nı ödemek istememişlerdi. Saksonya’da Meißen bölgesinde de ordunun zorlukla bastırdığı köylü ayaklanmaları olmuştu.

Napoleon’a karşı direniş döneminde köylüler içinde, Fransızların ülkeden atılmasının eski feodal mükellefiyetlerin yeniden karşılarına çıkarılacağı kaygısıyla silahlı birlikler oluşturulmasına katılmama, hatta direniş birliklerini sabote etme tutumlarının ortaya çıkması (16), Fransız Devrimini benimseme olarak değerlendirilmese de Devrimin Almanya’daki sonuçlarından biridir.

Alman aydınları tutum değiştiriyor
Ancak gene de, az sayıdaki Alman köylüsü ve orta sınıfıyla Alman aydını arasında coşkuyla karşılanan Devrimin, toplumun bütünü düşünüldüğünde önce kayıtsızlıkla, sonra da kaygı ve düşmanlıkla karşılandığını söylemek gerekir. Almanya’nın geniş bölgelerinde, Napoleon gelene kadar Devrimin hissedilmediği ve büyük çoğunluğun Prusya reformları başlayana kadar Devrimden haberdar bile olmadığı, birçok yerde yazılmıştır.

Önceleri “Fransız Devrimini ezme seferi”ne katılan ünlü Alman edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe, kısa sürede Devrimin dünyayı değiştireceğini anlamıştı.

Hatta Devrim aydın çevrelerin genel ilgi alanına bile çok fazla giremedi. Geniş olarak düşünüldüğünde Alman aydın dünyası, Devrimi görmezden gelmiş gibiydi. Üstelik aydınlar arasında devrimden etkilenenlerin bir kısmı da beklediğini bulamadı. Sonradan hüsrana uğradığını düşünenler de oldu. Devrimi olumlayan Alman aydınları Fransız Devriminin uygulamaları konusunda çok kırılgandı. Devrimden uzaklaşmaya teşne, Devrimi terk etmeye, Devrimi olumsuzlamaya yatkın, Devrimin açmazlarına yüklenmeye, hatalarının üstüne atlamaya hazırdılar. Devrimdeki “keyfiliği” fark etmekte hiç zaman kaybetmediler.

Goethe, Devrimden on yıl sonra, herkesin özgürlüğü kendisi için istemesinin keyfilik olduğunu, giyotinin kitleleri ürküttüğü için şiddetin akıllıca kullanılmadığını yazacaktı. 1790’da “Fransız Devrimi benim için de bir devrimdir” diyen Friedrich Heinrich Jacobi (1743-1819), 1794’te Devrime o kadar uzaktı ki, Fransız devrim ordularından kaçacak, evini terk edecek ve “Devrime en uzak yer” olan Hamburg’a yerleşecekti. Herder, Devrimin olumlu olduğunu coşkuyla kaleme almışken “Terör”ün ortaya çıkışıyla yazdıklarını hemen yırtmıştı. Devrim hükümetinin kendisini onursal hemşeri yapmasını sevinerek kabul eden Schiller (1792), Danton’un idamı üzerine Devrime yüz çevirdi. Devrimi olumlamasına karşın, devleti de olumlu görmekten kaynaklanan “aşağıdan yukarı devrim”e soğuk bakış, hemen belirginleşti; devrim devlete karşı olmak zorunda mıydı, devrimi devlet de yapamaz mıydı. Ayrıca özgürlük adına özgürlük feda edilemez, özgürlük için özgürlüksüzlük kabul edilemezdi. (17) Devrim, ona, siyasal özgürlüklerin devleti “hümanist davranma”ya yetmediğini göstermişti. Fichte, Fransız Devriminden duyduğu heyecanı, Devrimin haklılığını savunmak için yazdığı “Fransız Devrimi Üzerine Kamunun Yargısını Düzeltmeye Dair Katkı” adlı yazısında (1793-94) dile getirmişken, Fransa’ya karşı Alman devletlerinin saldırısını “devletler arasında bir savaş değil, despotların özgürlüğe karşı savaşı” olarak nitelemişken, birkaç yıl sonra Napoleon’a karşı Alman direnişinin öncüsü, sözcüsü, ideologu ve eylemcisi olmaya soyunacaktı. 1913’te Napoleon’a karşı öğrencilerinin direniş savaşına katılabilmelerini sağlamak için derslerini iptal bile etmişti. (18) Ona göre Devrim, Almanya’nın bağımsızlığına yönelik değildi, Almanya’nın bağımsızlaşmasına yol açamazdı, hatta Almanya’nın bağımsızlığını ve hükümranlığını çiğnemiş, Almanya’yı, prensliklerin Napoleon’a bağlanmasıyla sömürülen ve ezilen bir duruma da sokmuştu. Fichte’nin Fransız Devriminden çıkardığı sonuç, Alman yurtseverliğine sarılınması gerektiği yanında, devletin elindeki eğitim işlevinin bir Alman karakteri yaratılmasındaki önemi ve belirleyiciliği idi. (19) Fransız Devrimi hayranlarından Campe, Devrime bağlılığının ne kadarını kaybetti bilinmiyor ama belki içi kan ağlayarak, Fransızlara karşı Alman bağımsızlık savaşına katıldı. Kleist, Devrimin kendisine verdiği hayal kırıklığıyla İsviçre’ye gitti, çiftçilik yapmak istemesi Devrimden kaçış gibiydi. Napoleon’a karşı mücadeleye tarihsel eserleriyle katıldı. Mainz Jakobenlerinin öncülerinden Joseph Görres, Devrim günlerinde “Fransız”ken, 1797’ye gelindiğinde Fransız karşıtı olmuştu. Fransız Devriminin Avusturya’daki temsilcisi gibi görülen ve Devrimin verdiği ateşle yerel hükümdarlara direnişe geçmiş Andreas Hofer (1767-1810), Napoleon’un seferlerine direnişin kahramanı ve şehidi oldu. Fransız Devriminden çok heyecanlanan ve Devrim için her şeyi yapabileceğini düşünen Alman romantizminin teorisyenlerinden Friedrich Schlegel (1772-1829), 1912’de Katolisizmle barışan Fransız karşıtı bir Metternichçidir. (20)

Fransa’ya komşu Ren boyu, Fransa’nın devrimci halk şarkılarını ezbere biliyor ve coşkuyla söylüyordu.

Alman aydınlarının yurt savunmasına yönelmesi elbette doğrudur, ama bazılarının (belki de çoğunun) Fransa’nın Devrimden ayrılması ve uzaklaşmasını anlayamamaları, Napoleon’a tepki gösterirken Devrimi de olumsuzlamaları dikkat çekicidir.

Beethoven, devrimci olduğu gerekçesiyle Napoleon’a bir senfonisini ithaf etmiş (Eroika adlı 3. Senfonisi Napoleon’u “kahramanlığı” ile yüceltiyordu), ancak Napoleon’un 1804’te kendini “imparator” ilan etmesiyle ve istila savaşlarına giriştiğini görmesiyle ithafını karalamış ve geri almıştı. Ama onun durumu ve duruşu farklıydı; yaptığı, Devrimden caymak değil, Devrimle Devrimin bittiği noktayı devrimciliğiyle seçebilmesiydi.

Fransa ile Almanya arasındaki bir başka “terslik”, devrim-karşıdevrim ilişkisindedir. 1797’de Direktuvar yönetimi Jakoben avına çıktığında, Avusturya topraklarındaki Jakobenlerle Fransa’nın ilişkisi koptuğunda, bir Fransa-Avusturya yakınlaşması oldu. Fransa’da Devrim eksildikçe ülkeler arasında karşıtlık hafifledi. Ancak bunlar Fransa’yı Avusturya ile uzlaştırmaktan gene de çok uzaktı. Avusturya’nın herhangi bir belirleyiciliği yoktu, önemli ve anlamlı olan Fransa’ydı, Devrimdi. Devrim Fransa’da Napoleon’la geri dönüş sürecine girmişken, Almanya’ya, Fransa’nın karşıdevrim döneminde ve Fransız Devrimini tersine çeviren Napoleon’la gelmiştir. Almanya’daki “Napoleon Devrimi”nin bitmesi için ise Napoleon’un sonunun gelmesi gerekecektir. Nitekim yenilgilerinden sonra iktidarını kaybetmesi ile Napoleon Almanya’da da biter ve “Almanya’daki Fransız Devrimi” sona erer.

Almanya’ya göre Fransız Devrimi
Alman devletlerinin saldırısı, Devrimin seyri üzerinde önemli sonuçlar doğurdu. Bu süreçte Devrim sert önlemler almak, beklenmedik hamleler yapmak zorunda kaldı. Uç noktalara savrulan Devrim önce şiddeti büyüttü, sonra da kendini savunamaz ve koruyamaz duruma girdi. Bu zorluklar önderleri yıprattığı ve birbirine düşürdüğü gibi kitleleri de yormuştu. Devrim kendini sürdüremiyordu. Karşıdevrimin inisiyatifi ele geçirmesinde dış etken önemli rol oynadı, hatta belirleyici oldu. Devrim elbette soğuyabilir, coşkusunu kaybedebilir, hatta geri dönebilirdi, ama dış müdahaleler olmasa, ne Jakoben iktidarın “Terör Dönemi” yaşanır, ne kitleler hızla durgunlaşır, ne de Napoleon iktidarı ele geçirebilirdi. (21)

Devrim hükümetinin kendisini onursal hemşeri yapmasını sevinerek kabul eden ünlü Alman şair Schiller (1792), Danton’un idamı üzerine Devrime yüz çevirdi.

Alman devletlerinin Devrime saldırması, Fransa’ya verdiği zararın daha fazlasını, Alman toplumuna verdi. Alman toplumsal ve siyasal yapısıyla Devrim arasında başından beri bir kan uyuşmazlığı bulunuyordu. Ama Alman devletlerinin saldırısı sonucu Devrimin Almanya’yla savaşması, bu savaştan başarıyla çıkarak Alman devletlerine boyun eğdirmesi, aristokrasiyi tasfiye eden Devrimin, Fransız soyluluğunun ağırlıklı etnik kökeni yüzünden Cermen-soyları hedef aldığı yolunda kanıların uyanması ve bu konunun Alman tarafında kasıtlı bir şekilde Devrime karşı propaganda malzemesi olarak kullanılması, Napoleon savaşları döneminde Fransız ordularının Avusturya ve Prusya’nın egemenlik haklarını çiğnemiş olması ve Alman devletlerini kabul edilemeyecek ölçülerde ezmesi yüzünden, Devrimle Alman toplumu arasında bir yakınlık ortaya çıkamamıştı.

Alman dünyası, yalnız yöneticileri, prensleri ve hanedanları olarak değil, toplum olarak da, Büyük Fransız Devriminden etkilenmek ve onu örnek almak şöyle dursun, Fransız Devrimini kendisine de yönelmiş bir “hastalık”, Almanya’yı ve Almanları hedef almış bir “saldırı” olarak değerlendirdiğinden, kendisi için “özel bir tehdit” gibi de algıladığından, Almanya’nın Devrimle bağdaşmayan karşı eğilimleri güçlenmiş, örneğin, tutuculuğu, gelenekçiliği, devletseverliği, düzenciliği, idealizm yatkınlığı, din düşkünlüğü artmıştır. Kilisenin egemenliği, feodal ilişkiler ve sağlam monarşik yapılar yüzünden Devrimle arasında bulunan mesafe de büyümüştür. Özgürlükten çok disipline, eşitlikten çok itaate, inisiyatiften çok otoriteye, arayıştan çok alıştığına yakın olan Alman insanı aslında Devrime yatkın da değildi.

Fransız Devriminin Almanya’ya hukuk alanında etki yapmasını önlemek için sarf edilen çabalar, Devrime direnme eğiliminin karşılığıydı. Von Savigny’nin öncülük ettiği hukuk tutuculuğu o kadar güçlüydü ki, her yenilik bir süre sonra kendini eski duruma terk ediyordu.

Almanya, Büyük Fransız Devrimini, bırakalım bir sınıf savaşı olarak değerlendirmeyi, bırakalım soylular ve burjuvalar ile malsız-mülksüzler arasında bir hesaplaşma olarak tanımlayabilmeyi, soylularla burjuvalar arasında bir mücadele olarak bile göremiyordu. (22) Gördüğü yalnızca, Fransa’daki “Cermen-soya karşı yürütülen haksız bir savaş”tı. Devrim, Fransa’daki Cermen-soyun baskıya uğramasından, Almanya’nın ise tehdit edilmesinden, sonra da Devrim tarafından askeri saldırıya uğramasından başka bir şey değildi!

Almanya’nın Devrime saldırısı ayrıca, “gelişmiş saldırgan” İngiltere ile “gelişmemiş saldırgan” feodal Çarlık Rusya’sına hizmet ettiği, onların yayılmacılıklarına yaradığı için de uzun dönemde gene Almanya’nın zararına olmuştur. Mücadele etmek zorunda olduğu bu düşmanlarının mevzi kazanmalarına katkıda bulunduğu gibi, ideolojik olarak onların gericilik havuzunda onlarla birlikte yüzmek durumunda da kalmıştır.

Almanya’nın devrimci kuşağı
Ancak Almanya’daki Fransız yayılması ve egemenliği, Devrimin birçok ileri mekanizmasını ve uygulamasını Almanya’ya getirmişti. Alman “devletleri” arasında bundan en çok yararlananlar küçük prenslikler oldu. Fransız Devrimi, daha ileride görüleceği üzere, Napoleon uygulamalarıyla Almanya’yı birleştirirken, prenslikler nezdinde sonraları “Alman birliği”ne engel haline gelecek anlayışların da tohumlarını atıyordu. O dönem geçtiğinde, “modernleşen”, modernleştiği ölçüde yenilenen ve güçlenen bu prensliklerin, yaşanmış olan Napoleon’lu süreçte güven kazanmaları, sonradan Almanya’nın önüne Alman toplumunun önünde yükselen setler, “‘Alman birliği’nin gerçekleşmesine karşı dikilen duvarlar” olarak gelecekti.

Fransız Devrimi, merkezileşme, birörnekleşme, standardizasyon, ölçü ve birimlerin tekleştirilmesi uygulamalarının yolunu açmıştı. Bunların değişik oranlarda olmakla birlikte toplumu ilerletmedeki her yere yayılan rolü ile ekonomideki yararları, aynı şekilde uygulanmadıkları için Almanya’da ortaya çıkamadı.

Fransız egemenliğinin Almanya’ya getirdiği yeni yönetim anlayışı, yeni ekonomi uygulamaları, yeni devlet bakışı, Prusya’da büyük bir etki yarattı. Prusya’nın güçlenmesi sürecine olumlu katkılarda bulundu. 1806-1813 arasında yapılan reformlar, bu yeniliklerin en güçlü ve yaratıcı örnekleri oldular. Büyük Fransız Devrimine direnebilmenin olanaksız olduğu anlaşılmayacak gibi değildi. Bu yüzden tek çare, Devrime karşı “reform”a sarılmaktı. Devrime, ancak reformların mevzisinden direnilebilirdi. Sarayını kurtarmak isteyen, birtakım haklar verilmesine razı olmak zorundaydı. Prusya kralı da dahil Alman prenslerinin çoğu halklarına anayasa sözü verdiler. Ve ilk kez prensler tahtlarını korumak için halklarına hitap etmek zorunda kaldılar (o zamana kadar buna tenezzül eden hükümdar çıkmamıştı). Fransız Devriminin yaydığı özgürlükler geçerlik kazandı. Toprak köleliği kaldırıldı (9 Ekim 1807), kralın ve prenslerin kişisel mülkü olan köylülere topraklar dağıtıldı.

Beethoven, devrimci olduğu gerekçesiyle Napoleon’a bir senfonisini ithaf etmiş (Eroika adlı 3. Senfonisi Napoleon’u “kahramanlığı” ile yüceltiyordu), ancak Napoleon’un 1804’te kendini “imparator” ilan etmesiyle ve istila savaşlarına giriştiğini görmesiyle ithafını karalamış ve geri almıştı.

Aydınlanmacı bir din adamı olan Montgelas (1759-1838), Bavyera’da Fransız Devrimi ilkelerini uygulamaya çalıştı. Bakanlık yaptığı için devlet yönetiminde ve başkanlığını yaptığı belediye faaliyetlerinde girişimlerinin önemli sonuçları oldu.

Almanya’nın aydınlar dünyasında silik bir iz bırakan Fransız Devrimi, Devrim günlerinde göremediği ilgiyi, o dönemde doğan kuşaklar tarafından, sonraki on yıllarda fazlasıyla görecek, Devrim hayranlığı ve taraftarlığı Almanya’da sonradan yeşerecekti. Fransız düşmanlığından arınmış bu devrimci aydın kuşağı (23) ile yöneticilerine direnmeye başlayan devrimci işçi kitleleri, Fransız Devriminin Almanya’da ziyan olmayacağını ve olmadığını varlıkları ile göstermek istemiş gibidir. Fransız Devrimi sonrası dünyayı etkisi altına alan proleter devrimleri zincirinin ilk halkalarını bu Alman devrimci aydınları ve devrimci işçi kitleleri oluşturacaktır.

“Robespierre’ini arayan Almanya”dan söz eden, Napoleon’un en son ve kesin yenilgisi olan Waterloo’yu Fransız Devrimi ilkelerinin, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik”in yenilgiye uğradığı yer olarak gören Heine, daha ilkgençlik yıllarında Fransız Devriminin değerini ve önemini keşfeden Marx ve Engels, Fransız Devrimi sıralarında ve hemen sonrasında doğmuş kuşağın en bilinen ve en önemli sözcüleri oldular. 1813 doğumlu Georg Büchner, Fransız Devrimini konu alan kitapları hep yanında taşımış, bunları ezberlercesine okumuş, Devrimi ayrıntılarıyla incelemiş, bu konuda bir tiyatro oyunu yazmıştı (24), Almanya’daki 30 Devriminin ateşli taraftarıydı ve 1834’te “Hessen Köylülerine Bildiri”yi (25) kaleme alan kişiydi.

Aydınlanmacı bir din adamı olan Montgelas (1759-1838), Bavyera’da Fransız Devrimi ilkelerini uygulamaya çalıştı.

Fransa da, Almanya’nın Fransız Devriminin hakkını veren bu devrimci kuşağına kapılarını açacak, ileride görüleceği gibi, Almanya’daki 1830 ve 1848 Devrimlerinde baskıya uğrayarak ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan on binlerce devrimciyi bağrına basacak, Fransa’yı onlara sığınma yeri yapacaktır. Marx -bir süreliğine de olsa- Paris’te çalışmalarını sürdürecek, Heine yerleştiği ve uzun yıllar yaşadığı Paris’te ölecektir.

Fransız Devriminin Almanya uzantısı olan bu kuşağı Fransızlar yüceltecek, örneğin Balzac, bir öyküsünü ithaf ettiği Heine’den “sağduyulu Fransız eleştirisinin Alman temsilcisi” diye söz edecektir.

Devrim kaçkınlarının Almanya’daki olumsuz etkisi
Büyük Fransız Devriminin Almanya’daki etkilerinden biri de, Devrimden kaçan/göçen soyluların etno-ayrımcı anlayışlarının, Almanya’da zaten var olan ayrımcı eğilimleri güçlendirici, artırıcı rolüdür. Bu olumsuz rolün, Cermen-soylu olmayan toplumlara (örneğin Slavlara, Polonyalılara) karşıtlığın güçlenmesine, Almanya’da 19. yüzyılda yeniden patlayan Yahudi düşmanlığının yükselmesine ve ırkçılığa varan dışlayıcılığın ve ayrımcılığın gelişmesine ve büyümesine katkısı söz konusudur.

Fransa’dan Almanya’ya kaçan Cermen-soylular, Devrimin Almanya’ya kurumsal olarak yansımalarına da sürekli çomak soktular. Her alanda ortaya çıkan yeni “Fransız” kurumlar, her şeyden çok bu kaçkın “Fransız”ların, hem kasıtlı hem de farkında olmadan yaptıkları çeşitli engellemeler ve zorluklarla karşılaştı. (26)

Fransa’da Devrimin doğal gereği olarak vatandaşlıkta eşitlenen Yahudiler, Almanya’da Napoleon zoruyla ve yasayla Almanlarla eşitlendiği için, köklü ve kalıcı olmadığı gibi, Napoleon dönemi sonrasında birikmiş tepkiler yüzünden düşmanlık konusu olarak önem kazanacak, 19. yüzyıl boyunca Almanya’daki Yahudi düşmanlığı dalgalanmalarında bu tepkilerin belirleyici denmese bile artırıcı bir payı olacaktır.

Devrim Fransa’sı, “ulus”, “yurt”, “yurttaş”, “yasa”, “hak”, “eşitlik” gibi sözcüklerin anlamlarını güçlendirir ve günlük hayatın içine sokarken, “baskı”, “aristokrasi”, “haksızlık”, “eşitsizlik” gibi kavramları sevilmez, hatta nefret edilir kılmıştır. Bu yeni anlam yüklenmeleri Fransız Devrimi döneminde Almancaya geçmemiş, Alman dili bu kavramları günlük hayata geçirerek kendini yenileyememiştir.

Büyük Fransız Devriminin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganının kavramları Fransa’da karşıdevrim ve Restorasyon dönemlerinde içi boşalarak soyut kavramlara dönüşmüştü. Almanya’da ise bu kavramlar soyut kavramlar olarak bile hiçbir zaman var olamadı. Almanya, Fransız Devriminin kavramlarını o derece dışlamıştı ki, bu kavramlar “Avrupa düşüncesi” olarak algılanmaya başladığında Almanya kendini “Avrupa” saymamaya bile razı olacaktı. Metternich (27) İstanbul’a gönderdiği elçisi Graf Appony’e yazdığı bir talimat mektubunda Osmanlının “zararlı Avrupa düşüncesine” karşı olması, Avrupa’nın istediği reformları yapmaması gerektiğini uzun uzun anlatmıştı. Osmanlı, “Avusturya gibi” olmalıydı, Avrupalılaşmamalıydı!

Devrimin halkçılığı ise Almanya sınırlarından içeriye hiçbir zaman girmedi, giremedi.

Devrim, tarihi halk kitlelerinin yaptığını ortaya çıkarmışken, Almanya’da tarihi “büyük adamlar” yazmaya devam etmiştir. Bu idealist tarih anlayışı, ancak 19. yüzyıl ortalarına doğru Marx ve Engels tarafından yapılan teorik ve felsefi çalışmalarla değişmeye başlayacaktır.

Fransız Devriminin olumlu etkileri Almanya’da, Devrim döneminde doğan kuşaklar tarafından sonradan görülecektir. Bu kuşağın en önemli temsilcileri Karl Marx ve Friedrich Engels’tir.

Devrim sürecinde Fransa’da sosyalizm ve sınıf çatışması temelinde mücadele gelişti. Bu dönemde Almanya’da yalnız burjuva ideolojisinin çarpık bir etkisi vardır, o da cılız bir şekilde. Fransa’da 18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan sosyalist fikirlerin Almanya’da görülebilmesi için elli yıl geçmesi gerekecektir.

Almanya’da Doğu Roma İmparatorluğu’na karşıtlıktan kaynaklanmış Grek-Yunan düşmanlığı (28), Fransız Devriminin ulusçuluk konusundaki anlayışının etkisiyle, Devrimden sonraki dönemde tersine dönüştü. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması Almanya için yararlı bir politikaydı çünkü. Kendisinden koparmadıkça ulusçu-ayrılıkçılık olumluydu. 19. yüzyılda, aşağı yukarı yüzyıl boyunca, Yunan mitolojisi hayranlık konusuydu, “Grek-Yunan”ların kahramanlıkları övüldü, Yunanistan’ın bağımsızlığı Almanya’da hem devlet, hem de toplum katında desteklendi.

Sonuç olarak…
Fransa’da feodal sistem yıkılırken Almanya’da varlığını sürdürmüştür. Devrim Fransa’da ulusal pazarı birleştirmiş, kapitalizmin önünü açmıştır ama Almanya’da kapitalizmin gelişmesi için daha çok beklenecek, Almanya’nın birleşmesi için bile seksen yıl geçmesi gerekecektir. Fransa’da krallık sona ermiş, Almanya’da ise monarşinin yetkileri sağlamlaştırılmış, monarşi tartışma konusu bile olamamıştır. Fransa’da burjuvazi feodal soyluluğu iktidardan sürmüş, aristokrasinin itibarını sıfırlamış, Almanya’da ise feodal sınıflar hüküm sürmeye devam etmiştir. Fransa’da ulusal egemenliğin gereği olarak meclis egemenliği dönemi başlamış, işlevi olan meclisler sosyalleştirme ve kamulaştırma gibi halkçı çözümleri yaratmış, bunun gereği olarak da demokratik seçim sistemleri geliştirilmiş ve uygulanmış (örneğin, milletvekilliği, genel oy vb.), sosyal ve yasal haklar belirlenmiş, tanınmış, meşrulaşmış; Almanya ise ne meclisleri, ne oy hakkını, ne katılımı, ne siyasal hakları gündemine getirebilmiştir. Fransa’da din adamlarının ayrıcalıkları ve feodal etkileri yok edilmiş, devlet laikleşmiş, Almanya’da toplum ve siyaset üzerindeki Kilise ağırlığı, halkın üzerinde din baskısı artmıştır. Fransa’da Devrim, köylüleri özgürleştirmiş, Almanya’da toprak köleliği sürmüştür. Köylülerin özgürleşmesinin sonucu olarak Paris’in nüfusu hızla artmış (1830’da bir milyona varacaktır), ama Almanya’da kent nüfusları 19. yüzyıl ortalarına kadar hiç artamamıştır. Devrim Fransa’ya, “derebeyliğin 4 Ağustos 1789 gecesi kaldırılmasından doğmuş bir sonuç” (29) olarak “mülkiyet özgürlüğü”nü getirmiş, Devrimi reddeden Almanya’da mülkiyet “özgürleşememiş”tir. Fransa’da eğitim öne çıkarılmış ve Kilisenin tekelinden alınmış, modern ve laik eğitim uygulanmış, Almanya tutucu yapısını bu alanda da korumuştur. Fransa’da kadınlar haklarını savunan dernekler içinde faaliyet gösterirken, Almanya’da tek bir kadın kuruluşu bile ortaya çıkamamıştır. Fransa’da medeni kanun, kadının siyasal haklarını tanımamış olsa bile, miras, boşanma vb. toplumsal sorunlarda önemli hakları tanırken, Almanya bu konuları ancak yüz yıl sonra ele alabilecektir. Fransa’da halk vatandaşlık temelinde eşitlenirken ve bunun sonucu olarak kitleler siyasal eşitliğe sahip olup etnik kökenleri silikleşirken, Almanya’da eşitlik hiçbir alanda gelişmemiştir. Fransa’da etnik ayrımcılık geride kalırken, örneğin Yahudi karşıtlığı ve düşmanlığı törpülenip zayıflarken, Almanya’da kökenler önem kazanmış, başta Yahudilere olmak üzere ayrımcılıklar, karşıtlıklar, düşmanlıklar azmıştır. Fransa’da Fransızlık bir birleştirici unsurdur, Almanya’da ise Almanlık ayrıştırıcı bir rol oynamıştır. Fransa’da devlet hiçbir ırk ya da etnik grubun devleti olmazken, Almanya Cermenlerin devleti olarak birleşebilecekti.

Listeyi uzatmak mümkündür, ancak belirgin ve somut olan şudur: Devrim yapmış Fransız halkı devrimcileşmiş ve insanlığa büyük bir olumlu örnek vermiş, Almanya ise, Devrimden etkilenmekle ve yararlanmakla birlikte, Devrime karşı durmuş, gericileşmiş, bu yüzden, komşusu, rakibi, hasmı, düşmanı Fransa’yla eşzamanlı (ya da yakın zamanlı) gelişme ve atılım yapma şansını o dönemde kaybetmiştir.

Alman özelliklerinin oluşmasına Fransız Devriminin “katkısı”, esas olarak bu şekilde, ters yönde ve olumsuz oldu. Devrimin olumlu etkileri ise kendini, Devrim döneminde doğan kuşaklar tarafından sonradan gösterecektir. Bu kuşakların Büyük Fransız Devriminden aldığı en önemli ders, burjuvazinin (Fransız karşıdevrimci burjuvazisinin) ve Alman devletinin kitleleri siyasetin dışına sürme eğilimine karşılık, geniş kitlelere ve özellikle proletaryaya siyasal sahnede başrol vermenin zorunlu olduğuydu. Marx ve Engels, Komünist Manifesto’yu, proletaryayı (hem yerel, hem de uluslararası proletaryayı) siyasetin birincil unsuru haline getirme anlayışıyla yazdılar.

DİPNOTLAR
1) Bununla birlikte, proleter kitlelerin eseri olan Fransa’daki 1830 ve 1848 Devrimleri, dünyada en dikkate değer yansımasını Alman devletlerinde gösterecek, ilerde görüleceği gibi Alman devletleri bu devrimlerle altüst olacaklar, modern Alman devrimci tarihi bu devrimlerle yazılmaya başlayacaktır.
2) Soboul, s.259-60.
3) Yahudi asıllı devrimci şair Heinrich Heine (1797-1856), 19. yüzyıl Alman edebiyatının en önemli adlarındandır. Genç Heine, Alman romantikleriyle ilişki kurdu, onlardan etkilendi, döneminin olumsuz eğilimlerinin arkasından sürüklendi, Hegel’in öğrencisi olduktan ve onunla bire bir ilişki kurduktan sonra farklı bir tutum aldı. Eleştirel bakışı, istenen ve alışılmışın dışındaki romantizmi yüzünden olumsuz bulundu ve dışlandı. Edebiyat dünyasında devrimciliğin temsilcisi oldu. Almanya’da yaşanan gerici gelişmelere tepki gösterdi, hayatının son yıllarını Fransa’da geçirdi. Hitler döneminde bütün kitapları yakılacak ve yasaklanacaktı.
4) Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), evrenin, hayatın ve tarihin anlaşılabilirliğinin diyalektik bir süreç olarak görülmesine bağlı olduğunu düşünen ve Hıristiyanlığa eleştirel yorumlar getiren bir filozoftu. Döneminde devrimi temsil ediyordu ve etkisi çok fazlaydı. Felsefe tarihindeki önemine ve Alman felsefesindeki ağırlığına karşın Hegel, ölümünden sonra Almanya’dan çok, Avrupa’nın başka ülkelerinde önemli görüldü ve değerli bulundu. “Französiche Revolution” başlıklı yazısı için bkz. Geschichten der Französischen Revolution, s.472-476.
5) Aynı yerde, s.186, 247-253.
6) Aynı yerde, s.7, 60, 117.
7) Aynı yerde, s.74-77, 78-80.
8) Aynı yerde, s.69-74.
9) Samuel Thomas Sömmerring (1755-1830), “Neuer Epoche der Weltgeschichte”.
10) Christoph Martin Wieland (1733-1813), yaşadığı dönemde ünlü, önemli ve etkili olan aydınlanmacı bir yazardı. Eleştirel gülmece yazı ve romanlarıyla dönemindeki dargörüşlülüğü sergiledi, toplumsal sürüklenmelere karşı çıktı. Fransız Devrimi ile ilgili olarak yazdıklarını “Benim Yanıtım: Fransız Devrimi Üzerine Yazılar” adını verdiği derlemesinde yayımladı (Meine Antworten /Aufsätze über die Französische Revolution, Cotta’schen Buchhandlung, Marbach am Neckar 1983).
11) Doğa araştırmacısı Johann Reinhold Forster’in oğlu doğabilimci, dilbilimci, halkbilimci ve yazar Georg Forster (1754-1794), Fransız Devriminin Almanya’daki takipçisi olarak bilindi, sonradan Alman devrimci hareketlerinde önemli roller üstlenecek olan Mainz Cumhuriyetçiler Kulübü’nün kurucusu ve önderi oldu (Udo Andersohn, Denkbuch der Franzoesischen Revolution und das Geschehen im Rheinland / 1789-1799, Hamborner Verlag, Duisburg-Hamborn 1989, s.69). Fransız Devrimi ile ilgili olarak yazdığı beş makale için bkz. Reiseziel Revolution, s.33-38, 47-62, 165-174.
12) Joachim Heinrich Campe (1746-1818) bu izlenimlerini Almanya’daki dostlarına mektuplar halinde gönderiyordu, bir yıl sonra ise bunlar “Devrim Döneminde Paris’ten Mektuplar” başlığıyla toplanıp Almanya’da yayımlandı (Briefe aus Paris zur zeit Revolution, 1790). Mektupların altısı için bkz. Reiseziel Revolution, s.23-27, 28-33, 39-46, 63-66, 69-74.
13) Heinrich von Kleist (1777-1811), Alman edebiyatının en önemli şair, yazar ve dramacılarındandır.
14) Bu yazı için bkz. Geschichten der Französischen Revolution, s.118-138. Bu konudaki diğer yazıları için bkz. s.150-160, 281-296, 298-307, 437-441.
15) Huguenotlar, Lutherizmin Fransa’daki yansımasıydı. Sözcüğün nereden geldiği bilinmemekle birlikte 16. yüzyıldan itibaren Protestanlar için kullanılmıştı. Başından beri baskı gördüler, ezildiler, katliama uğradılar (25 Ağustos 1572’deki ünlü Saint Bartolomeus Yortusu kıyımında çok insan öldürülmüştü). 1598’deki Nantes Fermanı’yla kabul edilmelerine rağmen her zaman takibata uğradılar ve 1685’te Ferman’ın kaldırılmasıyla da göçe zorlandılar. 300 bine yakın Fransız ülke dışına kaçmak zorunda kaldı. En büyük kısmı “Protestan” Almanya’ya geldi. Alman tarihinin ilk ve en önemli “yabancı” kitlesi olacaklardı.
16) Ulrich Bröckling, Disiplin / Askeri İtaat Üretiminin Sosyolojisi ve Tarihi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001, s.159-160.
17) ”Über die Aestetische Erziehung des Menschen” (1794), Schiller / Ein Lesebuch für unsere Zeit, Aufbau Verlag, Berlin und Weimar 1984, s.382-394.
18) Haz. E. A. Kılıçaslan – G. Ateşoğlu, Alman İdealizmi I / Fichte, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2006, s.9, 14, 21.
19) Harold James, Deutsche Identität, 1770-1990, Campus Verlag, Frankfurt/Main 1991, s.51-52.
20) Bu konuda yüzün üstünde Alman aydını ve siyasetçisinin Fransız Devrimi ile ilgili olarak yazdıklarının derlendiği Freiheit Gleichheit Brüderlichkeit / Die französische Revolution im deutschen Urteil adlı kitapta iki yönden de çok sayıda örnek bulunmaktadır. Alman intelligentsiasının Fransız Devrimi üzerine yazdığı altmış beş mektup ve makaleyi içeren başka bir derleme için bkz. Reiseziel Revolution, içinde şiirlerin, illüstrasyonların ve karikatürlerin de bulunduğu altmış unsurlu bir derleme için bkz. Geschichten der Französischen Revolution.
21) Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi, Dördüncü ve Beşinci Kitap, Kitapçılık Servisi, İstanbul 1865, s.465-6.
22) Engels, “pek anlamlı ve verimli bir buluş” olarak Devrimin bir “sınıf savaşı” olduğunun daha 1802’de Fransa’da saptanabildiğini belirtiyor. (Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Devrim Yayınları, Luxemburg 1981, s.58)
23) Fransa’da yaşamak zorunda kalanlar ve Paris’te yaşamayı tercih edenler, Fransız Devriminin doğal savunucuları oluyordu. Bunların olumlu aydın özellikleri ve sayıca çokluğu, 1830 ve 1848 Devrimlerinin Almanya’daki etkilerinin artmasını sağlamıştır.
24) Danton’un Ölümü, 1835. 1837’de daha 24 yaşındayken ölen Büchner bu kadar erken ölmeseydi bile dramının sahnelenmesini büyük olasılıklı göremeyecekti. Çünkü oyun ilk kez 1902’de Berlin’deki Freie Volksbühne’de sahnelendi.
25) Offenbach am Main’da gizlice basılan ve bütün bölgede dağıtılan bildiri, çok büyük bir baskı dalgasına yol açmış, bildiriyi tasarlayan, hazırlayan ve dağıtan aydın grubunun mensupları ya yakalanmış, hapiste tutulmuş, ya da öldürülmüştü. Kaçabilenlerin bazıları izini kaybettirdi, bazıları da başka ülkelere sığındı. Büchner kaçabilenler arasındaydı.
26) Fransız Devriminin Almanya’da olumlu etkilerinden birisi, kayıtçılığın, koleksiyonculuğun, kütüphaneciliğin önem kazanmasıydı. Bu sayede Goethe, Weimar’da prense Weimar Dükalık Kütüphanesi’nin reformunu, Jena Üniversitesi Kütüphanesi’nin büyütülmesini vb. kabul ettirmiş, kendisi de ömrünün son 35 yılını bu uğurda etkin çalışmayla geçirmişti. Almanya’nın en büyük kütüphaneleri arasına giren, kitap sayısı 120 bini geçen Dükalık Kütüphanesi’nin en önemli sorunlarından birisi ödünç kitapların geri getirilmemesiydi, ki bu konuda esas sorunu, özellikle Fransa’dan Almanya’ya gelen soylular yaratıyordu. Sorun, özel bir yönetmelik çıkarılmasıyla, yönetmeliğe aykırı hareket edenlerin gazetede teşhir edilmesiyle çözülebilmişti. (P. V. Bojanovski, Aus der ersten Zeit der Leitung der Grossherzoglichen Bibliothek durch Goethe, Weimar 1899; akt. Tülin Sağlamtunç, “Johann Wolfgang von Goethe ve Kütüphanecilik”, Bilim ve Ütopya, Sayı 66, Aralık 1999, s.56-57)
27) Prens Klemens von Metternich (1773-1859), Avrupa tarihine çok önemli bir politikacı ve diplomat olarak geçti. Denge siyasetçisi ve ittifaklar ustası olarak bilindi. Şaşırtıcı atakları, politik cambazlıkları ve mubahçı anlayışlarıyla olmazları gerçekleştirdi. Napoleon’un Avusturya İmparatorunun kızıyla evlenmesi için çöpçatanlık bile yaptı.
28) Bu düşmanlık, esas olarak Haçlı Seferleri döneminde Katolisizmin Bizans karşıtı politikalarının ürünü olan propagandalar sonucu ortaya çıkmıştır. Haçlı Seferlerindeki Cermen kolu, Latinlerin Doğu Roma’ya karşı olan kışkırtma ve kötüleme propagandasının hedef kitlesi durumundaydı. Geniş bilgi için bkz. Alp Hamuroğlu, “Haçlı Seferleri – 1”, Bilim ve Gelecek, sayı 82, Aralık 2010, s.36-63.
29) Soboul, s.198.