Ana Sayfa 93. Sayı Ölüm anı deneyimlerine bilimsel açıklama

Ölüm anı deneyimlerine bilimsel açıklama

857

Hazırlayan: G. Pınar Gerçek

Ölümden sonraki hayata inanır mısınız? İnsanların çoğu hayaletlere ve cennete inanırlar ve 100 Amerikalıdan 3’ü ölüm-benzeri deneyim (ÖBD) yaşadıklarını rapor ediyor. Bu deneyimler genel olarak ölü olduğunun farkındalık, vücut-dışı deneyimler, ölü insanlarla tanışma, ışık tünellerine girme ve benzeri olayları içeriyor.

Ancak bunlar sadece hikâye; peki bilim bu konuda ne diyor?

Cambridge Üniversitesi’nin Tıbbi Araştırma Konseyi Kavram ve Beyin Bilimleri bölümünde görevli olan sinirbilimci Dean Mobbs’un ve Edinburgh Üniversitesi’nden Caroline Watt’ın yazdıkları, Trends in Cognitive Sciences (Kavramsal Bilimlerde Akımlar) dergisinde yayınlanan yeni bir makaleye göre; “yapılan araştırma bilinenin aksine bu deneyimlerin paranormal olmadığını belirtiyor. Onun yerine ölüm-benzeri deneyimler normal beyin fonksiyonlarının (travmatik ve hatta bazen zararsız bir olayın yaşandığı süreçte) yanlış gittiğinin habercisidir”.

Mobbs ve Watt pek çok klasik ÖBD semptomunun aslında öncelikle hiç ölüm tehlikesi olmayan insanlarca rapor edildiğini bildiriyor. Bu da kişinin ölüme yakın bulunduğu algısının bu tip bazı deneyimlere yol açmaya yeterli olacak kadar travmatik ve rahatsız edici olduğu fikrini veriyor.

Dying to Live: Near- Death Experiences (Yaşamak İçin Ölüp Bitmek: Ölüm-Benzeri Deneyimler, Prometheus Kitapçılık, 1993) kitabının yazarı, araştırmacı Susan Blackmore ÖBD’lerin çoğunun ( öfori -aşırı mutluluk hali- ve beyaz ışıklı bir tünele çekilme hissi) beyindeki oksijen yoksunluğunun genel semptomları olduğunu söylüyor.

Yeni makale ayrıca ismi Fransız sinirbilimci Jules Cotard’ca konulan, “yürüyen ceset” sendromunu tartışıyor. Ortak yazarlardan Watt Discovery News’e, “Bu sendromu yaşayan kişi ölümün yakınında olmasa bile kendisinin ölü olduğu hissine kapılır. Bu durum travma ve bazı rahatsızlıklarla ilişkilendirilebilir. Kişilerin neden Cotard sendromunu yaşadıkları tam olarak anlaşılmış değil ama olasılıklardan biri, kişinin yaşadığı bu tuhaf deneyimleri anlamlandıranın beynin teşebbüsleri olduğu… Bu durum ÖBD’lerle alakalı, çünkü ölüm-benzeri deneyimler alışılmadık fizyolojik ve psikolojik deneyimleri tercüme etmek amacıyla bulunulan bir teşebbüsten de ortaya çıkabilir. ÖBD, kişinin normal kelime anlamıyla canlı olmadığı algısını içerir.” diye yazmış.

Watt’ın araştırması aynı zamanda bu insanların “ölümden döndüğü” durumu efsanesini de çökertti; eğer ki ölü olmakla klinik beyin ölümü kastediliyorsa. Gerçek klinik ölümden kurtulabilen kimse yoktur (Zaten bu sebeple deneyimler ölüm-benzeri olarak adlandırılıyor). Pek çok insan kısa zaman aralıkları boyunca -20 dakika veya daha fazla- kalpleri durduktan sonra yeniden hayata dönmüştür, ancak beyin ölümünden dönen herhangi birinin beyni kalıcı olarak ve onarılamaz şekilde hasar gördüğü gibi; bu kişi kesinlikle deneyimlerini anlatabilecek bir durumda olamaz.

“Klinik beyin ölümünden sağ kurtulmak düşüncesi fazlasıyla efsanevi” diyor Watt. “ÖBD’ler bazen kişi ölümün ‘hazırlık’ aşamalarının bazılarını deneyimledikten sonra rapor ediliyor. Örneğin kalp bir süreliğine atmayı bırakırsa ve kişi yeniden hayata dönerse. Bence bu oldukça ilginç, ancak, araştırmaya göre gerçekten ölüme yakın olup da kurtulan hastaların yüzde 82’si ölüm-benzeri deneyimden söz etmiyor. Bu durum da bu deneyimlerde ölüm sonrası yaşamın bir anlık görünüp kaybolmasının meydana geldiğine dair fikri baltalayacağa benziyor.”

Watt ölüm-benzeri deneyimlerin insanlar için devamlı bir merak kaynağı olduğuna, çünkü insanların ölümün yenilmesi fikrini sevdiklerine inanıyor.

“Bazı insanlar bunu rahatlatıcı bir fikir olarak buluyorlar” diyor Watt, “çünkü bu bizim gezegenimizdeki diğer biyolojik organizmalar gibi olmadığımız demek”.

Ölüm-benzeri deneyimlerin sinirsel mekanizmalar tarafından kimyasal olarak indüklenebilir ve açıklanabilir olması onun doğal -doğaüstü değil- sebeplerle olduğunu gösteriyor.

Kaynak: http://news.discovery.com/human/-neuroscience-explains-near-death-110923.html

Önceki İçerikBakire doğumların ardındaki gizem
Sonraki İçerikNasrettin adı neden konulmuyor?