Ana Sayfa Dergi Sayıları 100. Sayı İnternette sınıf mücadelesi!

İnternette sınıf mücadelesi!

62
0

İnternette yeni soğuk savaş mı? İnternetin askerileştirilmesi: Acaba sonraki dünya savaşı, internette mi gerçekleşecek? Sınırsız bir bahçe olarak nitelendirilen internette örülen duvarlar. Fikri mülkiyet ve yazılım patentleri tartışmaları. İnterneti “medenileştirme”, daha doğrusu denetim altına alma çabaları. Devletlerin ve şirketlerin interneti sansürlemeye ve duvarlar örmeye yönelik hamlelerine karşı örgütlenen direnişler. Mahremiyet konusu. İnternette kıyasıya bir mücadele sürüyor.

The Guardian, 16-22 Nisan tarihleri arasında internetin temel yönelimlerini, içerdiği çelişkileri ve çatışmaları “İnternet İçin Mücadele” başlığı altında tartışmaya açtı. Tim Berners-Lee’den Google’ın kurucularından Sergey Brin’e, Korsan Partisi’nden Hillary Clinton’a kadar farklı taraflar, internetin geleceğine dair görüşlerini paylaştılar. Tartışma, her güne bir konu gelecek şekilde yedi ana başlıktan oluştu. Tüm bu tartışmalara http://www.guardian.co.uk/technology/series/battle-for-the-internet adresinden erişebilirsiniz. Bu yazıda, Guardian’da yayımlanan tartışmalara kısaca yer verilecek.
Birinci günün konusu, internette soğuk savaştı. Soğuk savaşın, en önemli mizansenlerinden biri özgürlükçü Amerika ile baskıcı Sosyalist Blok’tu. Günümüzde de benzer bir durum var. Çin, Çin Seddi’ni internette örmeye çalışıyor; Rusya internetin sansürüne yönelik adımlar atıyor; İran, interneti helal kılma çabası içinde. Tüm bunlara karşın Batı, özgür interneti savunur bir pozisyonda görünüyor.
İkinci gün ise, internetin askerileştirilmesi ele alındı. Başta devlet olmak üzere, her şeyin başına e- eklendikçe, ülkeler bilişim teknolojilerine daha bağımlı hale geliyor. Dolayısıyla, bilişim teknolojilerinin kullanımının yaygın olduğu bir ülkenin bilişim altyapısına yapılacak herhangi bir saldırı, o ülkede günlük hayatı felç edebilir. Son yıllarda, bunun örneklerini de görüyoruz. Acaba sonraki dünya savaşı, internette mi gerçekleşecek?
Üçüncü tartışma konusu ise yeni duvarlı bahçeler. Bugün birçok insan için Facebook, internet demek. İnternete PC yerine cep telefonu ile erişim yaygınlaşıyor. Fakat hem Facebook hem de Apple, neredeyse sınırsız bir bahçe olarak nitelendirilen internette kendilerine duvarlar örüyor ve kullanıcıları gerçek internetten koparıyorlar. Duvarların arkasındaki bölgelere erişim, bu şirketlerce engelleniyor.
Dördüncü günde, internetin en kritik mücadele alanlarından biri olan fikri mülkiyet konusu tartışıldı. Tartışmada yalnız telif hakları değil, yazılım patentleri de ele alındı. ABD’de gündeme gelen ve dünyadaki tüm internet kullanıcılarını yakından ilgilendiren Sopa, Pipa ve Acta adlı yasa tasarıları geri püskürtülmüş olsa da mücadelenin daha devam ettiği belirtildi.
Gerçekleri, hükümetlerin skandallarını ve anti-demokratik uygulamalarını internet çağında örtbas etmek artık o kadar kolay değil. Televizyon kanallarının kamerasındaki orantılı güç, bir cep telefonundan kaydedilen görüntülerin sosyal medyada paylaşımı ile orantısızlaşabiliyor. Ancak nefret söylemi de internette kendine çok rahat yer bulabiliyor. Bir kişi hakkında atılan herhangi bir Twitter mesajı, doğruluğu araştırılmadan gündemi işgal edebiliyor. Bu karmaşık durum, beşinci günün tartışma konusu: İnternetin medenileştirilmesi mümkün mü?
Devletlerin ve şirketlerin interneti sansürlemeye ve duvarlar örmeye yönelik hamlelerine karşı direnişler örgütleniyor. Altıncı gün tartışmasında belirtildiği gibi, bu karşı örgütlenmelerin söylemleri ve etkinlikleri farklılaşabiliyor. Fakat hükümetlere duyulan güvensizlik, telif haklarından duyulan rahatsızlık, mahremiyet, ağlara özgür erişim gibi konularda ortaklaşıyorlar.
Yedinci günde ise mahremiyet konusu tartışıldı. Bugün, birçok web sitesi, kullanıcıların davranışları, kişisel hayatları ve diğer insanlarla bağlantıları konusunda çok geniş bir bilgi yığınına sahip. Acaba bu siteler, hakkımızda ne biliyorlar ve ellerindeki bilgileri nasıl kullanıyorlar?

1.gün: yeni soğuk savaş
2000’li yıllara kadar interneti, demokrasi, eğitim, sağlık, örgütlenme vs. için nasıl kullanabileceğimizi tartıştık. Devletlerin ya da şirketlerin, internete müdahale edebileceğine pek ihtimal vermedik. Oysa bugün yeryüzündeki sınırların, sınırsız bir dünya olarak nitelendirilen internete taşındığına şahit oluyoruz. Çin, Rusya ve ABD konulu yazıları okuyunca, insan ister istemez soğuk savaş yıllarına geri dönüyor. Geçmişteki tezler, internet bağlamında tekrar gündeme geliyor: Özgürlükçü ABD ve sansürcü devletler.
Çin, internet sansüründe birinci sırada geliyor. İnternette oluşturduğu Çin Seddi ile vatandaşlarının denizaşırı ülkelerdeki hassas bilgileri okumasını, Facebook, Twitter ve Youtube gibi sitelere erişimini engelliyor.
Fakat Çin, Twitter’ı yasaklamakla kalmayıp, Twitter yerine kendi microblogu Weibo’yu koymuş. Weibo, Çin’de Twitter’ın yerini almış durumda. Ancak Weibo, Twitter’ın Batı’daki yerinden çok daha önemli bir yere sahip Çin’de. Weibo’da da sansür uygulaması var. Buna karşın, Weibo’nun Çin’de 300 milyon civarında kayıtlı kullanıcısı var ve kullanımı oldukça yaygın. Milyonlarca insan, resmi skandallardan TV şovlarına kadar çeşitli konularda yorumlarını yazıyor. 2012 yılı başında, sosyal medya kullanıcılarından gerçek kimlikleri ile kayıt olması istenmiş olmasına rağmen hükümet henüz bu yönde bir yaptırım uygulamış değil. Sosyal medya, zaman zaman hükümeti rahatsız ediyor. Ama aynı zamanda, kamuoyunun çeşitli konulardaki düşüncesini öğrenme ve buna etkide bulunabilme açısından eşsiz olanaklar sunuyor.
Çin hükümetinin sansür politikalarını Weibo örneği çerçevesinde değerlendiren yazıya yapılan yorumlarda, Amerikan ve İngiliz hükümetlerinin sansür ve gözetim yaklaşımlarının da Çin’i aratmadığına dikkat çekiliyor.
Çin en başından beri internete temkinli yaklaşıp, ülkede bu doğrultuda bir internet kullanımı kültürü yerleştirmeye çalışırken, Rusya son zamana dek internet kullanımı konusunda herhangi bir kısıtlayıcı yaklaşım sergilemedi. Ancak Arap Baharı deneyimleri Rusya’yı harekete geçirdi. Rus istihbarat servisi, Batılı istihbarat servislerinin yeni teknolojileri, başka ülkelerde gerilim yaratmak ve oluşan gerilimi devam ettirmek için kullandığını iddia etti. İnternetteki Batı etkisine karşı hamleler yapmak istediğinde ise, interneti sansürlemenin, ülkenin koşulları gereği pek kolay olmayacağını fark etti. İnternet kullanımının yaygın ve sansürün hiç uygulanmadığı bir ülkede, Çin tarzı uygulamalar büyük tepki çekebilirdi. Dolayısıyla, daha çok İslamcı ya da milliyetçi suçlara karşı çıkartılan, ancak liberal muhalefete, çevrecilere ve eşcinsellere karşı da uygulanan “aşırılık karşıtı yasa”yı internet için de uygulama yoluna gittiler. “Elektronik medya”daki aşırılıklara karşı geliştirilen bu yaklaşım sonrasında blog yazarlarında bir otosansür refleksi oluştu.
Fakat Rusya’nın Çin gibi, internetin kullanımına yönelik bir stratejisinin olmaması ve teknolojisinin Çin’e göre yetersiz olması Rus Hükümeti’ni zor durumda bırakıyor. Çeşitli internet sitelerini yasaklamış olmalarına rağmen, sosyal medyanın kontrolünde Çin’in başarısını yakalayamadılar.
Ve Amerika… ABD’li aktivistler, ABD Hükümeti’nin de desteğini alarak, anti-demokratik rejimlere ve internete getirdikleri yasaklamalara karşı etkin bir mücadele yürütüyorlar. Anti-demokratik rejimlerde, iktidara karşı mücadele eden aktivistlere destek oluyorlar. Örneğin, Yeni Amerika Vakfı adlı düşünce kuruluşunun, Common Wireless (Ortak Kablosuz) adlı projesi, kullanıcılara izlenme korkusu olmadan, ülkenin internet yapısından bağımsız olarak haberleşme olanağı sunuyor. Kullanıcılar, akıllı telefonlar aracılığıyla farklı bir ağda bir araya gelebiliyorlar. Arap Baharı’nda bazı hükümetlerin, sosyal medya üzerinden örgütlenen eylemlerin önüne geçmek için ülkenin internet bağlantısını kestiği hatırlanırsa, bunun son derece önemli bir teknoloji olduğu ortada. ABD kongresi bu doğrultuda yapılan çalışmaları desteklemek için milyonlarca dolar harcıyor. İnternet özgürlüğünü bir insan hakkı olarak gören Hillary Clinton, internet özgürlüğünün en ateşli savunucularından biri.
Ancak ABD’nin bu özgürlükçü politikaları yönünde son derece ciddi şüpheler de var. Suriye hükümeti anti-demokrat da, Suudi Arabistan’ınki demokrat mı? ABD, hükümetlere vatandaşlarını gözetleme olanağı veren yazılımların ihracını neden yasaklamıyor?
ABD hükümetinin temsilcileri, internet özgürlüğünün rejim değişikliği yapmak için desteklendiği yönündeki eleştirilere ısrarla karşı çıkıyorlar. Asıl ilgilendikleri konunun bir insan hakkı olarak internet olduğunun altını çiziyorlar. Bu söylemleriyle çok sayıda internet aktivistini etkileyip yedekleyebiliyorlar. Fakat internete yönelik gerçek tehdit, helal internet adı altında alternatif bir internet inşa etmeye çalışan İran’dan değil, telif hakları için lobi faaliyetleri yürüten ve küresel çapta çok daha geniş bir sansürü uygulatmaya çalışan Amerikan Sinema Derneği’nden (Motion Picture Association of America) geliyor.
Bu bağlamda, Sergey Brin’in web’deki özgürlüğün büyük bir tehlike altında olduğu uyarısına dikkat etmek gerekiyor. Brin, bugün web özgürlüğüne yönelik üç büyük tehditten söz ediyor. Birincisi, hükümetlerin vatandaşların internet erişimini kontrol ve gözetim yönündeki çabaları; ikincisi eğlence endüstrisinin korsanlığa karşı yürüttüğü telif hakları ve patent savaşları; üçüncüsü Facebook ve Apple’ın başını çektiği ve platformlarında kullanılabilecek yazılımların ve erişilebilecek içeriğin sınırlandığı kısıtlayıcı duvarlara sahip olan yazılımlar. İkinci ve üçüncü tehditler, aşağıda tartışılacak. Fakat ABD hükümetinin özgürlükçü politikası, sadece ilk tehdit ile sınırlı. O da kısmen… Daha çok ABD’nin uluslararası çıkarları tarafından belirleniyor.
Görüldüğü gibi internet, içinden çıktığı toplumsal düzenin tüm günahlarını almış ve onları yeniden üretmiş durumda. Ama internette iyi şeyler de oluyor… En azından arzulanan internet kullanımını hayata geçiren yerler de var. Estonya’da internet erişimi 2003’ten beri insan hakkı olarak görülüyor. Ülke kablosuz ağlarla örülmüş durumda. Estonya hükümeti, eğer interneti hükümet uygulamalarında kullanacaksak, öncelikle tüm vatandaşların internet erişimi olmalıdır diye düşünmüş. 1997’de ülkedeki okulların yüzde 97’sinde internet erişimi varmış. Vergilerin yüzde 94’ü internet üzerinden toplanıyor. Hükümet toplantıları 2000’den beri kâğıtsız. Seçimler elektronik ortamda gerçekleşiyor. Doktorlar herhangi bir kâğıda reçete yazmıyorlar. 20 yıl önce nüfusunun yarısının telefon erişimi bile olmadığı düşünülürse, baş döndürücü bir gelişme.
Estonya, Letonya ve Litvanya aynı dönemde bağımsızlığını kazandı. Peki, neden Letonya ve Litvanya değil de Estonya? Estonyalılar, diğer iki ülke gibi Slav ırkından değil, kendilerini Kuzey Avrupalılara daha yakın görüyorlar. Bu nedenle, 1990’larda son derece ileri teknolojiye sahip olan Kuzey Avrupa ülkeleri ile ticari ilişkiler geliştirmeye çalıştılar. E-posta kullanan bu ülkelerle ticari ilişkileri faks üzerinden yürütmek olmazdı. Bu zorunluluk ve yöneticilerin teknolojiye yakınlığı/yatkınlığı Estonya’nın gelişmesinde belirleyici oldu.
Bugün Estonya’da her vatandaşın özel bir vatandaşlık numarası var ve devlet hizmetlerinden bu numara aracılığıyla faydalanıyor. Vatandaşlık numarası denilince ilk akla gelen şey gözetim oluyor. Estonyalılar, eskisinden daha güvenli olduklarını söylüyor: “Önceden de hakkımızda bilgi toplanıyordu. Ama şimdi en azından, kimin ve ne zaman bilgilerimize ulaştığını biliyoruz. Hakkımızda toplanan bilgileri biliyoruz ve bilgilerimize her tıklandığında, bundan haberdar oluyoruz.”

2. gün: internetin askerileştirilmesi
2007 yılında, Estonya hükümetinin Sovyetler’den kalma bir anıtı, şehrin merkezinden, şehir dışında bir mezarlığa taşıması ülkedeki Rusça konuşan azınlığın tepkisini çekti. Sokaklarda protestolar yapıldı ve bu protestolar kısa bir süre sonra internete taşındı. İlk başta, hükümet, medya ve banka sitelerine yönelik binlerce kullanıcıdan gelen basit DoS saldırıları yapıldı. Daha sonra saldırıların çapı ve şiddeti genişledi. Üç hafta devam eden saldırılar neticesinde Estonya, ülkenin dışarıyla bağlantısını kesmek zorunda kaldı. Bu saldırı sonrasında NATO, Estonya’da siber savunma düşünce kuruluşu kurdu ve Estonya hükümeti, siber güvenlik için konusunda uzman gönüllülerden oluşan bir ordu kurdu.
Estonya’nın bu deneyimi, sayısallaşan devletlerin kritik bir zaafını da ortaya koymaktaydı. Artık uçaklarla bombardıman yapmadan da düşman ülkede yaşam felç edilebiliyordu.
Bunun yanında internet ayrı bir savaş alanı. Özellikle Çin ve Amerikan orduları, interneti önemli bir savaş aracı olarak görüyorlar. Bilgisayar virüsleri yardımıyla, başka bir ülkenin nükleer silahları etkisizleştirilebiliyor. Hem saldırı hem de savunma amaçlı tatbikatlar yapılıyor.
Hükümetler kabul etmiyor ama, ülkeler birbirlerine internet üzerinden gayri resmi saldırılar gerçekleştirebiliyor. Olası bir savaş halinde, kara, deniz ve hava sahaları yanında, internet de yeni bir savaş sahası olacak gibi. Burada, başta Çin olmak üzere ülkelerin neden windows değil de GNU/Linux işletim sistemini tercih ettiğini hatırlamak gerekiyor. Bu ülkeler, windows gibi kapalı sistemler kullanmanın ülkenin anahtarını ABD’ye vermek olduğunu biliyorlar.

3. gün: yeni duvarlı bahçeler
Jonathan Zittrain, 2008 yılında, herkesin hükümetlerin internet üzerindeki baskılarına odaklandığı bir dönemde internet kullanıcılarını uyarmaktaydı: İnternete erişmek için kullandığımız araçlar, internet erişimimizi kontrol ediyor ve içeriği sansürlüyorsa buna karşı ne yapabiliriz?
PC’ler yerlerini henüz yeni yeni akıllı cep telefonlarına bırakırken, Zittrain İnternet’in Geleceği ve Onu Nasıl Durdurabiliriz? adlı kitabında internete erişirken kullandığımız cihazlara dikkat çekiyordu. Bugün bu cihazlar, şık tasarımlarına karşın internete erişim hakkı için büyük tehdit. Hatta güvenli ve helal olan internetlerden daha büyük bir tehdit. Çünkü kullanıcıların büyük bir çoğunluğu, içinde bulundukları durumun ve başlarına ne geleceğin farkında değil. Ayrıca, sorunu sadece ifade ve bilgiye erişim özgürlüğü bağlamında değerlendirmemek gerekiyor. Başta iPhone olmak üzere akıllı cep telefonlarında telefon sahibine sadece şirketin belirlediği şartlarda telefonu kullanma olanağı sunuluyor. PC’ler gibi, ihtiyaca göre programlanabilir ve genişletilebilir değiller. Şirketin size sunduğu ile yetinmek zorundasınız. Bir diğer deyişle, PC’lerin yerini akıllı cep telefonlarına bırakmasıyla beraber üretici etkinliğimiz zayıflayacak, PC öncesinde olduğu gibi salt tüketici seviyesine ineceğiz.
Aynı sorun, Facebook, Myspace ve Google+ uygulamaları için de söz konusu. Bu web siteleri, Apple’ın cep telefonunda yaptığını web’de yapıyorlar. Her geçen gün, içerdikleri uygulama sayısını artırıyorlar ve kapalı bir platformla kullanıcıyı dış dünyadan yalıtıyorlar. Hem Apple, hem de söz konusu siteler, adeta sadece belirli bir frekansı dinleyebilen radyolara dönüşüyor.
İnternette duvarlar örerek dolaylı sansür yaratanların gerekçeleri, interneti doğrudan sansürleyen hükümetlerinkiyle aynı: İnternet güvenli bir yer değildir. Virüs dağıtıcılarından, teröristlere, pedofillere kadar çeşitli tehditler barındırır. Biz sizi bunlardan koruyoruz.
Google’ın internette oluşan duvarlara karşı tepkisini bir kapitalistin arta kalan gençlik idealizmi ile açıklamak yanlış, en azından eksik olur. Google’ın iş modeli, internetin açıklığı ve bilginin özgürce erişebilirliği üzerine kurulmuştur. Kullanıcının, internetteki dağıtık veriye erişimini sağlar. Şimdi yükselen duvarlar, Google’ın çalışmasını da engelliyor. Duvarlar, Google’ın reklâm pastasının bir kısmını Facebook’a kaptırmasına neden olacak.
İnternete duvarlar örülmesi, kullanıcılar tepkisiz kaldıkça giderek yaygınlaşıyor. Microsoft da Apple gibi, Metro Store ile yeni işletim sistemi olan Windows 8’e kurulacak yazılımları kontrol etmek istiyor.
Zittrain’in de belirttiği gibi insanlar kolay kullanımı ve güvenliği isterler. Fakat dün ile bugün arasında niteliksel bir fark söz konusudur: Şimdiye kadar hiç kimse Bill Gates’e şu uygulamayı Windows’ta kullanılamaz hale getir ya da şu sitelere erişimi engelle demedi. Facebook, Google Android, Apple ve Metro satış yerlerinde satıcılar bu taleplere yanıt verebilirler. Yanıt veriyorlar da… Apple, Çin hükümetinin talebi üzerine Dalai Lama içeren uygulamayı Çin’de sattığı telefonlardan çıkardı. Apple daha sonra bunu, faaliyet yürüttüğü ülkelerdeki kanunlara uymak zorunluluğu olarak ifade etti.
Web’in mucidi Berners-Lee de, internete örülen duvarlar hakkındaki kaygısını dile getiriyor. Duvarların, internetin paylaşımcı doğasına karşı büyük bir tehdit olduğunu vurguluyor ve şunları söylüyor:
“Hangi uygulamayı kullanacağıma kendim karar vermeliyim, istediğim içeriğe bakabilmeliyim, hangi cihazı seçeceğime kendim karar vermeliyim ve internet bağlantımı sağlayacak firmayı kendim belirlemeliyim. Ve tüm bunlar birbirinden bağımsız seçenekler olmalı.”
Berners-Lee, ayrıca yine pek önem verilmeyen bir noktaya dikkat çekiyor. Ne Facebook ne de paylaşımda bulunduğumuz diğer siteler ebedi değil. Bir gün paylaştığınız tüm içeriği kaybedebilirsiniz. Bu nedenle, çocuklarınıza ya da torunlarınıza göstermek istediğiniz resimler için Facebook’a fazla güvenmeyin.

4. gün: fikri mülkiyet savaşları
Eğlence endüstrisi, teknolojiden pek hoşlanmıyor. Her yeni teknoloji, eğlence endüstrisini yeni lobi faaliyetlerine sürüklüyor. En son olarak, eğlence endüstrisinin girişimleriyle ABD Kongresi’ne sunulan SOPA (Stop Online Piracy Act) adlı yasa tasarısı reddedildi. PIPA (Preventing Real Online Threats to Economic Creativity and Theft of Intellectual Property Act) tasarısı da yasalaşamadı. Eğlence endüstrisinin, Bulgaristan, Almanya, Hollanda, Polonya ve Slovakya’daki hamlesi de boşa çıktı; bu ülkeler kendileri dayatılan yasa tasarılarını imzalamadılar. Genel kanı eğlence endüstrisinin süreçten büyük yara alarak çıktığı. Fakat hiç kimse, eğlence endüstrisinin mücadeleyi bırakacağını düşünmüyor.
Bunun yanında, medya şirketlerinde, Silikon Vadisi’ne ve özellikle de Google’a karşı bir tepki var. Medyada, Google’ı korsan içerikten gelir sağlayan bir şirket olarak gösteren ve çatışmayı Hollywood-Silicon Vadisi kavgasına indirgeyen görüşler yer alıyor. Fakat temel çelişki, internetin açık doğası ile enformasyon çağı öncesinin telif haklarıyla sınırlandırılmış kapalı dünyası arasındaki çelişki. Bir diğer deyişle, çelişkinin bir tarafında Hollywood varsa diğer tarafında milyonlarca internet kullanıcısı var.
Wikipedia’nın kurucusu Wales’e göre önceden telif hakları daha çok şirketler arasında bir sorundu. 50 yıl öncesine gidildiği zaman sadece bir endüstriyel düzenlemeydi, sıradan insanlarla uğraşılmazdı. Fakat şimdi genç insanlar telif hakları ihlali gerekçesiyle suçlu muamelesi görüyor. Wales’a göre son yıllarda kapsamı ve süresi genişletilen telif haklarının yeniden tartışılması gerekiyor.
Bir yorumcunun tanımlaması ile internet ile beraber cin bir kez şişeden çıktı. Cinin eskisi gibi şişenin içine tıkılıp, her şeyin internet öncesindeki gibi devam etmesi zor görünüyor. Ancak SOPA yasalaşmamış olmasına rağmen, birçok dosya paylaşım sitesinin ve çağımızın İskenderiyesi library.nu’nun kapatılmış olması, telif hakları çatışmasının önümüzdeki günlerde daha da kızışacağına işaret ediyor.
Fikri mülkiyet gündeminde tartışılan bir diğer konu da yazılım patentleri oldu. Yazılım patentleri, bilişim dünyası için telif haklarından daha büyük bir tehlike oluşturuyor. Patentler, düşüncenin sunuş biçimini değil, doğrudan düşüncenin kendisini mülkiyet kapsamına alıyor. Google ve Oracle arasındaki dava yazılım patentlerinin neden olabileceği olumsuzlukları açık seçik gösteriyor. Google, akıllı telefonlarında Andorid adlı, Linux tabanlı bir işletim sistemi kullanıyor. Andorid’e Java dili kullanarak uygulama geliştirilebiliyor. Kullanılan Java, Oracle’ın Java’sının yeniden yazılmış hali ve Oracle’ınkinden farklı bir sanal makinede çalışıyor. Oracle, Google’ın patent ihlali yaptığını iddia ediyor. Oracle’ın davayı kaybetmesi durumunda, GNU/Linux için de tehlike çanları çalabilir. Nitekim GNU/Linux işletim sistemindeki birçok yazılım UNIX işletim sistemlerinde yer alan yazılımların yeniden yazılmış hali. Patentlere dayanarak, GNU/Linux’u da suçlamak mümkün.

5. gün: internetin medenileştirilmesi
Herhangi bir ülkedeki mücadelenin uluslararasılaştırılmasında internet önemli bir araç haline gelebiliyor. 1990’lı yılların ikinci yarısında, Zapatistalar’ın seslerini tüm dünyaya duyurması internetin sahip olduğu potansiyele işaret ediyordu. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla, internetin demokrasi mücadelesindeki önemi arttı. Egemen medyanın görmediği, görmek istemediği her şey internette yer alabiliyor. Fakat nefret söylemi de internette çok hızlı yayılabiliyor.
Bazı siyasetçilere göre, internet kontrolden çıkmış durumda. Bazıları ise internetin, yeryüzünün kurallarından, ahlaki değerlerinden, ilkelerinden bağımsız, paralel bir evren olarak düşünülmesinden duydukları rahatsızlığı belirtiyor. Bu doğrultuda, interneti yaşadığımız dünyanın kurallarına uygun şekilde biçimlendirmek, yani medenileştirilmek için çeşitli öneriler yapılıyor. Bu önerilerin ortak noktası, çoğu zaman internet erişiminin kısıtlanması oluyor.
Vint Cerf ise internetin, okyanuslar gibi yeni bir yasal çerçeveye ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Birleşmiş Milletler’in, 1973’te okyanuslar için yasal bir düzenleme getirmesi gibi benzer bir ihtiyaç kendini internette de hissettiriyor. İnternet, paralel bir evren değil, ama internetin kendine özgü dinamikleri olduğunu kabul etmek ve bunu göz önüne alan bir hukuksal çerçeve oluşturmak gerekiyor.
Bu başlık altında tartışılan bir başka konu da sahicilik ve anonimlik oldu. İnternetin en cazip özelliklerinden biri olan anonimlik, özellikle Facebook ve Google’ın başını çektiği bir süreçte yerini sahici kimliklerin kullanımına bırakıyor. Tor projesinin yöneticisi Lewman, anonimliğe olan ihtiyacın arttığını düşünüyor. Çeşitli sitelerin, hakkınızda bilgi toplaması ve bunu gerçek kimliğinizle ilişkilendirmesi rahatsızlık verici olabiliyor. Teknolojik bir çözüm olarak tor tarayıcısı, (https://www.torproject.org/projects/torbrowser.html.en), anonimliğin tekrar kazanılmasına yardımcı olabiliyor.

6. gün: açık direniş
İnternetin geleceği için mücadele eden çok sayıda grup var. EFF’den (Electronic Frontiers Forundation) Korsan Partisi’ne, Anonymous’tan dosya paylaşım sitelerine kadar farklı gruplar/örgütlenmeler var. Mücadelelerinde kullandıkları taktikler ve araçlar konusunda farklılaşıyorlar. Örneğin, EFF ve FSF (Free Software Foundation) kamuoyunu bilinçlendirmek üzere çalışmalar yapıyor ve kampanyalar örgütlüyor. Tor projesi, internet kullanıcılarının anonimliğini sağlamak için yazılımlar geliştiriyor. Korsan Partisi, politik bir mücadele yürütüyor. Anonymous, internetin açıklık ilkesine zarar veren hükümet ya da şirket web sitelerine siber saldırılar düzenliyor.
Ancak kamuoyunda hactivist olarak da bilinen bu örgütlenmelerin etkinliklerini sadece belirli bir teknolojinin kullanımına indirgememek gerekiyor. Hacktivistler interneti sadece bir teknoloji olarak da görmüyorlar. Her türlü otoriteyi sorguluyorlar ve enformasyonun özgür olmasının gerekliliğine inanıyorlar. Bu doğrultuda, internetin açık kalmasını, hükümetlerin ve şirketlerin müdahaleleriyle sansürlenmemesini, kullanıcıların mahremiyetine saygı duyulmasını istiyorlar. İnternet için mücadele keskinleştikçe, direniş de politikleşiyor.

7. gün: mahremiyet
Facebook’un popüler takvimlerinden biri olan Social Calendar, ABD’li Walmart satış zinciri tarafından satın alındı. Facebook kullanıcıları Social Calendar’a önemli günleri, yaş günlerini, yıl dönümlerini girebiliyordu ve kullanıcılara bu günler hatırlatılıyordu. Uygulama, 15 milyon kullanıcı tarafından kullanılmakta ve 110 milyondan fazla kişisel bilgi girdisi içermekteydi. Şimdi Walmart tüm bu bilgilere sahip, bunu ellerindeki bilgilerle birleştirdiğinde yeni bilgiler elde edecek. Ancak Facebook kullanıcıları, Social Calendar’ı kullanırken kişisel bilgilerinin Walmart’a transfer edilebileceğini hiç düşünmemişlerdi.
Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Viviane Reding’in vurguladığı gibi, kullanıcılar, verdikleri bilginin geleceğini düşünmeden, üçüncü şahıslara satılabileceğini dikkate almadan kişisel bilgilerini dağıtıyorlar. Daha önce Bilim ve Gelecek’te vurgulandığı gibi, internette her tıkımız kaydediliyor. Bugün, Big Data adı verilen yerlerde bilimkurgu romanlarının bile sınırlarını zorlayan nicelikte ve nitelikte veri var.
Kullanıcılar kişisel verilerini çeşitli web sitelerine verirken, aslında bir alışveriş yapıyorlar. Nakit olarak kişisel bilgilerini veriyorlar ve karşılığında ilgili sitenin servislerini kullanıyorlar. Kullanıcıların, bu alışverişten vazgeçebilmeleri pek olanaklı görünmüyor. Ama en azından, yeni gözetim teknolojileri hakkında bilinçlendirilmeleri gerekiyor. Şirketlerin sınırlandırılması ve kişilere, kişi hakkında sahip olduğu bilgileri açıklaması gerekiyor.
Şirketlerin, kişisel bilgileri toplamasının yanında devletlerin yeni gözetim teknolojilerini kullanmadaki hevesi, mahremiyet için bir başka tehdit unsuru. Berners-Lee, devletlerin gözetim gücünün artırılmasını insan haklarının imhası olarak görüyor. Berners-Lee, İngiliz hükümetinin tüm e-posta, skype, sosyal medya iletişimini izleme ve ziyaret edilen siteleri loglama girişimini eleştiriyor. Berners-Lee’ye göre bu bilgilerin kaydedilmesi, bu bilgilerin art niyetli kişilerin eline geçme ihtimalini de beraberinde getiriyor. Veriler çalınabilir, rüşvet karşılığında dışarı sızdırılabilir ve şantaj amacıyla kullanılabilir…
Berners-Lee’ye göre eğer hükümet kişisel bilgilerin toplanmasının mutlaka gerekli olduğunu düşünüyorsa, çalışmalarının bağımsız bir organ tarafından denetlenebilmesi gerekiyor. Fakat Berners-Lee bunların şu an için tartışılmadığını, bu nedenle şimdi acil olarak yapılması gerekenin yasayı durdurmak olduğunu belirtiyor.