Ana Sayfa 117. Sayı Hikmet Kıvılcımlı’nın ‘Allah-Peygamber-Kitap’ı: İslam tarihinin materyalizmi

Hikmet Kıvılcımlı’nın ‘Allah-Peygamber-Kitap’ı: İslam tarihinin materyalizmi

3070

 

“Allah-Peygamber-Kitap” başlıca iki noktaya yoğunlaşır. Öncelikle İslam dininin öncülü, kökeni olduğunu tespit ettiği “İbrahim Dini” üzerinde durur. Bu konuyu aydınlatmak için de Tevrat’ı didik didik eder. Daha sonra Kur’an ayetleri ‘tarih tezi’ ışığında tek tek incelenir. Bilim ve Gelecek Kitaplığı bu önemli eseri yeniden okuyucuya sunmakla çok anlamlı bir iş yapıyor.

Hikmet Kıvılcımlı 1928’de
Haydarpaşa Akliye asistanıyken.

1935 yılı. Dr. Hikmet Kıvılcımlı “kendi elimle kurup partiye (TKP) mal ettiğim” dediği Marksizm Bibliyoteği yayınevini kurmuş, parti adına yayınlara başlamıştır. Yayınevinin ilk kitabı Karl Marx’ın Gündelikçi İş ile Sermaye kitabının çevirisidir. Bu kitabın arkasında, yayınlanılması planlanan eserlerin listesi vardır. Bu listede sırasıyla; “Din Tarihinin Materyalizmi”, “İslam Tarihinin Materyalizmi” ve “Osmanlı Tarihinin Materyalizmi” vardır. Bu konularda çalışmaktadır yani Kıvılcımlı. Ancak o yıllarda bunların hiçbiri yayınlanmaz. “Osmanlı Tarihinin Materyalizmi” diye andığı eserini de 1970 sonlarında kendisi yeni yazıya aktarıp daktilo ettirir ancak basmaya ömrü yetmez. Bu eseri daha sonra çeşitli kereler basıldı. “Din Tarihinin Materyalizmi”ni de çeşitli tarih araştırmalarının içinde bulmak olası olabilir. Ancak İslam tarihi üzerine olan araştırması son yıllara dek bilinmez kalmıştı. Kitabın Bilim ve Gelecek Kitaplığı tarafından yapılan en son basımına yazdığımız “Yayınevinin Notu” başlıklı yazımızda şöyle bir aktarımda bulunmuştuk:

“Nihayet, tarih çalışmalarıyla ilgili sayısız incelemelerinden birine yazdığı bir giriş yazısında şöyle bir açıklamasına rastlarız Kıvılcımlı’nın:

“1939 [1938] Yavuz davasında gerek Osmanlı, gerek ‘İslam Tarihinin Maddesi’ üzerine olan el yazmaları gizli polisçe birer suç belgesi imişçe gasp edildi. Ve bir daha o el yazmalarının tek tük, eksik taslaklarından başka izini tozunu bulamadık. Hele Kuran-ı Kerim’i satır satır izleyerek özenle temiz ettiğimiz ‘İslam Tarihinin Maddesi’ kitabının birinci cildi, bağırta çağırta yok edildi. Söz verilmişken, yıllarca sonra bulunamadığı gerekçesiyle geri verilmedi.’ (Tarih Yazıları, s.12, Sosyal İnsan Yayınları)

“Kuran-ı Kerim’i satır satır izleyerek özenle temiz ettiğimiz ‘İslam Tarihinin Maddesi’ kitabının birinci cildi (abç), bağırta çağırta yok edildi” derken, özellikle birinci cilt demesi dikkatimizi çekiyor. Elimizdeki kitap çok büyük bir olasılıkla kastettiği o birinci cildin dışında kalan kılıç artıkları.” (Allah-Peygamber-Kitap, s.7, Bilim ve Gelecek Kitaplığı)

Nihayet 1999 yılında bir yayınevi Allah-Peygamber-Kitap adıyla bu notları bastı. 2011 yılında başka bir yayınevinde yeniden basıldı. Üçüncü ve son baskı da 2013 Ekim’inde yapıldı. Şimdi elimizde olan kitabın kısa öyküsü bu.

 

Konumuz ‘din’

Kitap hakkında neler diyebileceğimize gelirsek, söze yine Kıvılcımlı’nın cümleleriyle başlayalım:

“Konumuz ‘din’. Üzerinde en çok spekülasyon: düşünce vurgunculuğu yapılan alan! Oysa tam tersi olması gerekir. Öyleyse bilimin en çok kılıç kuşanması gereken alanlardan birisi de din konusu olmalıdır. Bu yüzden bu alanda ‘ideoloji’ ve ‘politika’ sökemez, sökememelidir. O yavanlıklar ancak bilim ateşiyle durdurulup dönüştürülebilir.

“Meselemiz hiç de ikincil üçüncül kategoriden bir iş sayılamaz. Çünkü din konusu, sadece toplumun çatısında tıkırdayan bir kültür meselesi değil, insan beyninde, düşünce mekanizmalarında işleyen adeta sistemleşmiş canlı bir düşünce biçimidir ve insan beyninde kolayca sökülüp atılamayacak derinliklere yapışmış köklere sahiptir.

“Söküldü sanıldığı yerde, başka bir nesnenin veya konunun fetişe edilişine: tapımına dönüşmüştür. İnsan şuuru kendisini bilemedikçe ne maddi nesnelerin, ne de manevi konuların fetişizmini (tapıncını) aşamaz.” (s.11)

Din meselesinin bir kültür meselesi değil, canlı bir düşünce biçimi, hem de derinliklere yapışmış bir düşünce biçimi olduğunu tespit ederek başlıyor görüldüğü gibi. Ve insan toplumunun gelişiminde komüncül üreyim ve üretimin önemini kavramadan bu bilinçaltı derinliklerine işleyen köklü ve canlı bileşimi kavramanın güçlüğüne işaret eder. Üretim Nedir? başlıklı çok önemli yazısının bir yerinde, “Marx’ın tanımına göre üretici güçler 4 başlıdır. İnsan, geçmişinden getirdiği gelenek göreneklerle (Tarih), içinde bulunduğu Coğrafya ve iklim şartlarında, elinde bulunan Teknik’le üretim yapar” der. Burada da komüncül parçalanma ve yeniden üretilme konusunu aynı şekilde veciz cümlelerle açıklar:

“a) İnsan üretici gücü, toplum ve kişi diyalektiğiyle dinamizm bularak, tekniği ve coğrafyayı işleyip geliştirirler. Teknik ve coğrafya da insanı, toplum ve kişi diyalektiği içinde belirleyip determine eder.

“b) Teknik üretici gücü insan ve coğrafya üretici güçlerini sonuna dek baltalayıp hiçe indiremez. Çünkü kendisini realize eden insandır. Kaynağı ise doğa coğrafya üretici gücü alarak doğadır.” (s.14-15)

Kitabın ilk bölümlerinde komün gidişi içindeki üreyimsel gelişmelerin giderek soyutlama ve kutsallaştırma prosesine varması incelenir.

Kıvılcımlı, 1929’da cezaevi arkadaşlarıyla birlikte.

Kıvılcımlı olayların kökenine inmeyi ilke edinen bir devrimci usta. Güncel olayları dahi incelerken, o olayı belirleyen tarihsel şartlara inmeden konuyu noktalamaz. Nitekim bu konuya neden önem verdiğini şöyle özetliyor:

“Birincil olan devrimci stratejik görevlerin yanı başında ikincil kalan kültürel-eğitimsel o kadar kapsamlı ve çok işimiz var ki; bunlar zamanla birincil görevler haline gelecektir şüphesiz. Belki de bazıları çoktan iç içe geçmiş bulunuyor. Ama biz, onları ayıklama işine bile girişemiyoruz. Ancak ‘Tarih Tezi’mizle ilgili ve stratejik aşamamızın öz ve yedek güçlerini dolaysızca etkileyen konulardan başlıcaları olanlara eğilmeden edemiyoruz.

“Din gibi kültürel duran ama çok derin kökleri olan ve bilinç süreçlerimizi zincirleyen, o ölçülerde de kişilik hezeyanlarına yol açan olayların maddesini ele almaktan geri duramadık.” (s.19)

Ve ondan sonra da Kur’an’ı satır satır inceleyerek İslam dinini temelleriyle birlikte inceleyip sonuçlar çıkarmaya girişir.

Günümüz toplumu Osmanlı’dan çıkagelmiştir. Osmanlı, İslam toprak düzeni ile Bizans ekonomi ve saray geleneklerinin bir sentezidir. Öyle ki ekonomi ve toplum tabanında İslamiyet’in etkisi neredeyse genlere işlemiş biçimde toplumu ve yaşamı etkilemeye devam etmektedir. Bu durumda ülkenin aydınlarına özellikle de sosyalistlerine düşen görev, bu bilinçaltına bastırıldıkça güçlenen ve zaman zaman zemberekten boşanırcasına patlamalara neden olan önemli olguyu, yani İslamiyet’i bilinçle ele almak ve değerlendirmektir.

“Hemen herkesin anlayıp kabul edeceği gibi, her önder veya peygamber, kendi çağının en otantik yaratığıdır ve ibret alınacak bir örneğidir.

“Aydınlarımız bunu pekala bilirler ama iş kendilerine gelince, aydını ve fikir adamlarını tanrılaştırmaya bayılırlar. Ki kendilerine de bundan pay çıksın. Hz. Muhammed’i abartmaya gerek yok, olduğu gibi ele alınsın! Hayır ağza bile alınmaz. Bunda bir alt bilince bastırma yok mu?” (s.23) diyerek yola çıkar Kıvılcımlı.

 

Köken: İbrahim Dini

Allah-Peygamber-Kitap başlıca iki noktaya yoğunlaşır. Öncelikle İslam dininin öncülü, kökeni olduğunu tespit ettiği “İbrahim Dini” üzerinde durur. Bu konuyu aydınlatmak için de Tevrat’ı didik didik eder. Diyebiliriz ki bu inceleme-eleştirinin başka bir örneği yoktur Türkiye sosyalizm tarihinde. Zaten İslam dini incelemesinin de bir başka örneği yoktur.

Kur’an’daki Allah sistemi, kendinden hemen önceki İncil ve Tevrat’tan değil, en eski Ortodoks Hz. İbrahim geleneğinden alınmadır. Çünkü Tevrat ve İncil’in yazıları değil ama Musa ve İsa’ya yansıyan asıl temel ruhu yine İbrahim geleneğinden alınmadır.” (s.28)

Böyle yazdıktan sonra, İbrahim çağının özellikleri ile Muhammed çağını kıyaslayarak sonuçlar çıkarır.

“İbrahim henüz antik tefeci bezirgan medeniyetlerinin lokal aşamasını yaşıyordu. Irak-Mısır-Hint ve Çin tefeci bezirgan medeniyetleri kendi içlerinde birbirlerine pek açılamayan, ticaret yollarıyla bağlı ama geliş gidişleri ancak çok zor koşullarda, kervanlarla askeri korumalar altında yapabiliyordu. Aralarında barbar toplulukların ölümcül bentleri bulunuyordu. Sadece Orta Ticaret Yolu en işlek olanıydı. Kuzey ve Güney Ticaret Yolu pek işlek değildi. Ve medeniyetler henüz bitkicil denecek yavaşlıkta lokal gelişiyordu. Daha hareketli hayvancıl medeniyetler çağına geçilmemişti. Bu aşama henüz Grek medeniyetiyle açılmaya hazırlanıyordu.

“Oysa Muhammed zamanında tefeci-bezirgan medeniyetleri lokal aşamayı çoktan aşmış, evrencil aşamaya geçmeye hazırlanıyorlardı. İslam Medeniyeti, evrensel tefeci bezirganlık aşamasını açtı. Muhammed bu aşamayı, Kur’an’ın Arabistan’da iktidar olmasıyla temellendirdi.” (s.28)

 

Tarihsel devrim

Bunların hemen ardından da en somut sonucunu koyar ortaya:

“Peygamberlik, bilhassa kutsal kitap inmiş peygamberlik, kentten orijinal medeniyete geçecek barbar toplulukların yaratığıdır.” (s.29)

Burada Kıvılcımlı’nın, İbni Haldun’u aşarak geliştirdiği Marksist “Tarih Tezi”nin ana konusu geliyor gündeme. Bütün dinlerin ortaya çıkışı bir tarihsel devrim, peygamberler de birer tarihsel devrim önderleridir. Kısaca değinmek gerekirse şöyle özetleyelim:

İlk Sümer kentlerinin kurulmasıyla başlayan medeniyet ve çevre barbarların mücadeleleri o zamanki antik toplumların gidiş motorları olmuştur. Bu mücadelede teknik ve maddi güçler bakımından daha güçlü olan medeniyet değil, teknik bakımdan geri olsa da insan ve manevi güçler bakımından ileri olan barbarlar galip gelmiş, medeniyetleri yıkıp durmuşlardır. Ancak bu yıkılıp yeniden kurulma tek düze, tek tür bir gelişim olmamıştır. Medeniyeti yıkan barbarlar şayet kent aşamasına kadar gelebilmiş yukarı barbar dediğimiz aşamada iseler, yıktıkları medeniyetin yerine, kendi değer ve kurumlarıyla yeni ve orijinal medeniyet kurabilmişlerdir. Eğer medeniyeti yıkan barbarlar henüz göçebelik-çobanlık aşamasında olan orta barbarlar iseler, yıktıkları medeniyetin yerine koyacakları kurumları oluşmamış olduğundan, yıktıklarını sandıkları medeniyetin kurumlarını aynen benimseyerek, o çöken medeniyeti dirilişe uğratırlar. Kıvılcımlı bu diriltişe medeniyet rönesansı der. İster orijinal medeniyet kursun, ister rönesans yapsın, bu yıkılıp kuruluşlar hep birer tarihsel devrimdir. Bütün antika tarih bu tarihsel devrim zembereğiyle kurulup yürümüştür.

Muhammed de çürümüş Mekke/Kureyş medeniyetini, Yukarı barbar Medine barbarları ile yıkarak orijinal İslam medeniyetini kurmuş bir tarihsel devrim önderidir. Kıvılcımlı bu aşamada Muhammed ve İslam dini üzerine yoğunlaşır. Kendi deyimiyle Kur’an’ı satır satır inceleyerek ilerler.

1933’te doktor önlüğü ile
kitap okurken.

“Hz. Muhammed ise, İbrahim atasından 2500 yıl kadar sonra çoktan kentleşmiş Arap toplumunu Güney Ticaret Yolu üzerinde medeniyete geçirmekle kalmaz; uzun ömürlü bir medeniyet yaratabilmenin temellerini atar…

“Bu kadarcık bir tarihsel senteze ulaşamıyorsak eğer; kütüphaneler dolusu uzmanlıklarımız, araştırmalarımız, onlarca yıllık nasırcıl: dönüp dönüp aynı şeyi okuyan emeklerimiz ne işe yarar?

“Bu tarihsel gelişi kabaca olsun sentezleştirmemek sözü bile fazla; hâlâ bu tür yorumlara yöneliş, bu tür yorumlarda yoğunlaşma bile yok denebilir.

“Tartışmalar bu yönde gelişebilirse, peygamberler veya dinler de yerli yerlerine oturabilir; gereksiz toplumsal ve kişisel hezeyanlar kısa kesilip üretim ve yaratıcılık yarışına geçilebilir.” (s.32-33)

“Barbara Araplarda Bedevi denirdi. Hemen tüm komüncül gelenekleri güçlüce taşıyorlardı. İnandıklarına, çıkarlarına, ölümüne inanırlardı. Ancak beyinleri de yeniliğe o kadar açık, tertemizdi. İnanışları vahşi çağlardan kalma totemizme, animizme, ana tanrılara, baba tanrılara, doğa tanrılarına dek uzanan putataparlık idi. Ama ‘Allah’ı İbrahim’den nakil ile öğrenmişlerdi. Daha kesin hatlarıyla, Muhammed, çoktanrılılığa karşı tektanrı fikrini benimsemekle kalmadı, bu anlayışı zenginleştirdi. Arap halkı temiz zekâsıyla bu üstün tektanrı fikirlerine sarılmakta gecikmedi. Çünkü pratik çıkarı bu zengin teorik gelişime paralel gelişiyordu. Tarihi gelişim, Muhammed’in tektanrı kavrayışındaki zenginliği haklı çıkarınca, Güney Ticaret Yolu üzerindeki Arabistan halkı lehine hızlandıkça, Araplar da gecikmiş olarak tektanrı inanışlarını Muhammed’in zengin kavrayışına ulaştırdılar. Önce ezberlediler sonra onlarca yıl içinde Allah düşüncelerini tarihsel determinizme yaklaştırdılar. Şüphesiz ki bu hep fakir fukaralar ve komün gelenekleri içinde tutunup, kâh iktidar, kâh muhalefet olarak gelişti. Azgın tefeci bezirgan ve modern çağın kapitalist İslamlığına karşın günümüze kadar ulaştı. Şimdi günümüzde bu zengin kavrayış, hemen hiçbir şey ifade etmeksizin de olsa kullanılmıyor bile. İçten, temiz, fakir halk çocukları, içlerindeki en insancıl kolektif duygularıyla bu isimleri (Allah kavrayışını) özdeştirseler de; bunlar sınıflı toplum cehenneminin sahtekar İslam gericiliği içinde savrulup eritilip tüketiliyor; bilinçaltına bastırılıyorlar.” (s.38)

 

Allah’ın 99 ismi ne anlama geliyor?

Kur’an incelemesini öncelikle kitapta var olan tüm surelere yayılmış biçimde görülen Allah’ın isimleri üzerinde yoğunlaştırır ve oradan yorumlar. Yorumunun esası, Kur’an ve onun müellifi olan Muhammed’in evrim ve determinizm ile olan bağını bulup sergilemektir. Esmaül Hüsna (Allah’ın güzel isimleri) denilen 99 ismi tek tek yorumlar ve o isimlerin nasıl evrim ve determinizm anlamına geldiklerini açıklıkla belirtir. Biz buraya birkaç tanesini örnek olarak alalım:

Huvallâhüllezi lâ ilahe illâ hû: Allah’ın bütün diğer adlarını kendinde toplayan adlar adıdır: İsm-i âzam: En yüce ismidir. Şu manaya gelir: O öyle bir Allah’tır ki, ondan başka tapılacak hiçbir nesne, ilâh yoktur.

“Tarihsel determinizm veya doğanın ve toplumun kanunları: Evrim öyle yüce bir gelişimdir ki, her şeyi kapsar; her şeyle sayısız örgüsünü kurarak ilerler. Onu ne kadar inceleyip araştırsak tam olarak ele geçiremeyiz. Ancak gidiş kanunlarını yakalayıp, onlara sürekli uyum yapmaya çalışabiliriz. Bu çabalarımız ona tapma olmasa da, tapmaya benzer bir korku, saygı, dikkat içerir ve gerektirir. Bu yüzden ondan başka korkulacak, duyumda kusur etmemeye çalışılacak hiçbir nesne abartılamaz. Yani para-pul-aşk-ideoloji-teori-insan-doğa aklımıza ne gelirse her şey tarihsel determinizmin kapsadığı parçalarıdır sadece. Mesele onu topyekûn kavramak ve uyum yapma çabasını sürekli artırmaktır. Yoksa herhangi bir yansımasını, parçasını abartarak tapınçlaştırmak değil.

“Doğanın insanlıkla birlikte akışı, öyle akıl almaz bir düzenlilikte işler ki, onu topyekûn hisseden modern bilimadamlarını bile kendisine secde ettirip ‘Allah’ dedirtirse; yüzlerce yıl öncesindeki aşiret çocuğu Muhammed’e daha koyu bir mistisizm içinde benzer duygu ve sezileri yaşatabilir.” (s.38-39)

Yine arka arkaya gelen, birbirinin diyalektik zıddıymış gibi olan iki ismi de alalım buraya:

El Gaffar: Büyük affedicidir.

“Evrimin toleransı boldur. Doğada ve toplumda akışın bin bir olanağı bulunur. Yine de bu fırsatlar evrimin kanunları gereğidir. İnsan bunları bilince çıkarırsa, bu toleranslar içinde

çözümsüz hiçbir problem olamaz. Doğa ve toplum kanunlarına uyum pek kolay pek ucuzdur aslında. Çünkü zaten onun kanunlarından yapılmışızdır. Uyum zorlukları sadece o kanunlardan uzaklaşmamızla ilgilidir.

El Kahhâr [Kahredici, yok edici]: İstediğini yapar; hakimdir.

“Tarihsel determinizme karşı durduğumuz zaman bile, onun kanunlarına uyarak bunu başarırız. Ama bu ona hakim olduğumuzu değil, tam tersine onun gazabına daha fazla uğrayacağımızı gösterir. Enerjide Güneş’e yönelmemek, toplumda halka yönelmemek, sandığımızdan çok büyük cezaları saklar. Doğayı ve toplumu kapitalist çıkarlar uğruna iğdiş ve talan etmek, kişi mülkiyeti azgınlaşmasının yanına kâr kalamaz. Cezasını insanlıkla birlikte onlar da çekiyor; daha da çekecekler. Ki o zaman evrimin kanunlarına Kur’an’ın dediği gibi: ‘zerrece sapıtmadan’ uymaktan başka çare olmadığı görülecek…” (s.41)

Burada örneklediğimiz biçimde 99 ismin tümünü de determinizm ve evrim açısından inceler Kıvılcımlı ve Muhammed’in o eşsiz sezgisini selamlar. İsimler meselesini bitirmeden, mülkiyetle ilişkili olan ve günümüzle de ilişkilendirdiği son bir isim yorumu daha alalım:

Malik’ül Mülk: Mülkün ezeli ebedi sahibidir.

“Sınıflı topluma çözülen bedevi Medineli Mekkeli fakir fukara, ipotek altında yoksullaştırılmış köylü, esnaf ve züğürt bezirgânların, ganimet, mal mülk gösteriş düşkünlüklerini gördükçe; Muhammed derinden sarsılıp üzülüyordu. Kuracağı yeni İslam medeniyeti de öncekiler gibi bu arsız maddiyatçılık içinde çökecek miydi? Sık sık ayetlerde azarlayarak, korkutarak uyardı. Ama en şiddetlisi Enfal süresiyle oldu: ‘Ganimet Allah’ın ve peygamberinindir’ keskin savaş komünizmi hükmü bildirilmiştir. Bu hükmü sonradan esnetmek zorunda kalmıştı, çünkü medeniyeti yayılırken kişi mülkü gelişimini gemlemek olanaksız kaldığı gibi, bentledikçe selleşiyordu. Gözleri doyar da belki maneviyata, İslam’ın dediklerine uyarlardı…

“Muhammed’in iyi dilekleri, Hülafayı Raşidiyn, cennetle muştulanmış dört halife devri kadar, bir çeyrek yüzyıldan biraz aşırı tuttu. Mekke’nin Ebu Sufyan bezirgânları-tefecileri iktidarı almakta gecikmediler ama yine de Allah’ın, kamunun mallarını özelleştirmeleri kolay olmadı. İslam yavaş yavaş bezirgânlaştırıldı. Muhammed’in mülk Allah’ındır prensibi yelle yuf oldu, içi boşaltıldı.

“Gerçek değişti mi?

“Aradan yüzlerce yıl geçti, azgın bezirgânlık yerini azgın finans kapitalizme bıraktı. Dünya malı, Allah malı, durmadan kişi mülküne devşirildi, devşiriliyor…

“Muhammed’den 700 yıl sonra gelen İbn Haldun; Muhammed’in geleneklerle, naklen alıp kendi aklıyla sezdiklerini de geleneklerle Allahçılığa tabi tutarak koyduklarını, akılla nakili ayırarak gerçeklerle koymak zorunda kaldı. Gerçek bir kez daha hatırlatıldı: Mala mülke düşen medeniyetler, toplumlar çürüyüp batıyorlardı. Kamu malına, kolektif aksiyona, gelenekle olsa da değer veren, değeri içinde taşıyan göçebeler, yerleşikler durumlarını bozmadıkça daha canlı ve uzun ömürlü medeniyetler, devletler geliştiriyorlardı…

“Muhammed’den 1200 yıl sonra gelen Marx-Engels aynı şeyi üretici güçler temelinde, kapitalist toplumun gelişim biçimiyle koydu, modern sosyalizmi müjdeledi.” (s.58)

 

Bir tarihsel maddecinin Kur’an tefsiri

Kitabın bundan sonraki bölümlerinde de Muhammed’in determinizmi sezişi, komünün ve kutsallaştırmanın köklerine inilerek ve Kur’an sûreleri tek tek incelenerek yorumlanır. Tamamını kitapta okuyacağınız bu değerlendirmeler bir sosyalistin bilincinden çıkmış olmalarıyla değer kazanıyorlar. Türkiye sosyalist hareketinin en verimli teorisyeni olan Kıvılcımlı dışında kimsenin girişemediği bu değerli yorumculuk konusunda İslami kesimden, Antikapitalist Müslüman olarak bilinen Recep İhsan Eliaçık’ın değerlendirmesini aktararak bitirelim yazımızı:

“Sırf bu çabanın Kur’an tefsiri açısından değeri var mıdır? Vardır.

“Çünkü Kur’an’ın tefsir edilmesi, sadece Kur’an müminlerine mahsus olamaz. Kaldı ki Kıvılcımlı’nın şaşmaz bir şekilde mümini olduğu şeyin Tarihsel Determinizm yani evrim kanunları; doğanın ve toplumun oluş ve bozuluş yasaları olduğunu görüyoruz. Bu öyle baki (ebedi) bir kanundur ki Muhammed’in kutsallaştırma sürecindeki ‘Allah’ bile bu ebediliğin gelip geçici bir anını ifade eder. Marx-Engels’in maddi kutsallaştırma sürecindeki ‘Tarihsel maddecilik’ ile aynıdır… Proses (süreç) birinde Allah-Kitap-Peygamber olarak diğerinde Arz-Talep-Fiyat kanunları olarak dile gelip konuşuyor.

“Kıvılcımlı’yı bu noktada inançlı bir mümin olarak rahatlıkla görebiliriz. Çünkü inandığı, güvendiği, değişmez ve şaşmaz kabul ettiği bir şey var. Ona ‘Tarihsel Determinizm’ veya Evrim Kanunları ya da Doğanın ve Toplumun Gidiş Kanunları demektedir…”

“…Görüldüğü gibi Kıvılcımlı tefsiri tabiat olaylarına uyumu esas alan, doğalcı, ekonomi-politik tefsirdir. Bu haliyle İslam düşünce tarihi içinde Mutezile düşünürleri Nazzam ve Cahiz’in doğa ve akla dayalı tefsiri, Farabi ve İbn Rüşd’un doğalcı felsefeleri ile çağımızda Muhammed İkbal, Seyyid Ahmed Han, Ali Şeriati, Muhammed Mahmud Taha, Cabiri ve Hasan Hanefi tefsirlerinin karışımı bir tarzı vardır.” (Recep İhsan Eliaçık, Kıvılcımlı “Sempozyumu”na sunduğu bildiriden)

Türkiye sosyalizminin bu en büyük teori ve pratik ustasının 42. ölüm yıldönümü anmaları yapılıyor. Bilim ve Gelecek Kitaplığı bu önemli eseri yeniden okuyucuya sunmakla en anlamlı anmalardan birini yerine getirmiş oluyor.

Fotoaltları

1) en başa kitabımızın görseli

2) Hikmet Kıvılcımlı 1928’de Haydarpaşa Akliye asistanıyken.

3) Kıvılcımlı, 1929’da cezaevi arkadaşlarıyla birlikte.

4) 1933’te doktor kıyafetiyle kitap okurken.

5) 1940’lar Çankırı Cezaevi hatırası.

6) fotoaltsız

7) Ölümünden birkaç gün önce (1971).

Önceki İçerikPlaton’un bilgelik ahlakı
Sonraki İçerikAkkuyu’da nükleer santral yapımı konusunda sorunlar ve öneriler