Ana Sayfa Bilim Gündemi Uygarlığın iki çizgisi

Uygarlığın iki çizgisi

308
0

Ender Helvacıoğlu

Rusya-Ukrayna ve Filistin-İsrail savaşları, “Avrupa-merkezcilik” ve “Oryantalizm” tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Hatta “uygar-barbar” ikiliğini bile…  Elbette savaşların sıcaklığı içinde sürüyle politik ve jeopolitik tartışma varken böyle ideolojik ve kültürel bir mesele geri planda kalacaktır, ama yaşanan sürecin temelinde son birkaç yüzyıldır olduğu gibi bu tartışma yatmaktadır, tabii kapitalist-emperyalist sistem çerçevesinde ve yeni boyutlarıyla…

Avrupa kapitalizmi neredeyse 500 yıldır dünyaya “Batı uygarlığı” denilen bir uygarlık tarzını dayatıyor, ama -çok yol almasına karşın- “geri toplumlara” bir türlü tam olarak kabul ettiremiyor. Oysa 16. yüzyılda Batı Avrupa’da yanan uygarlık ateşi (modernite), bütün dünyayı kaplayabilse ne iyi olurdu, nasıl da her şey çok güzel olurdu, değil mi? Ama “geriler” direniyor.

Peki, neden direniyorlar? “Geri” ve “barbar” oldukları için mi? Eşitlik, özgürlük, kardeşlik, demokrasi, laiklik, insan hakları, kadın hakları, eşit yurttaşlık, hukuk, adalet gibi kavramları benimseyemedikleri, bunu benimseyebilecek potansiyellerden yoksun oldukları için mi? Avrupa-merkezciler ve oryantalistler böyle düşünüyor ve temsil ettikleri “ileriliği” bu “gerilere” zorla da olsa kabul ettirmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar uygarlık misyonerleridir, tarihin kılıcıdırlar.

Tarih boyunca emekçi kitleler ve ezilen topluluklar her zaman kendilerine yukardan aşağıya dayatılan uygarlık zorlamalarına direnmişlerdir. Çünkü bu uygarlık onlara sömürü, baskı, zulüm getirmiştir. Egemenlerin iddiası ise uygarlıklarının güvenlik, huzur, doğaya hâkimiyet, bilim, teknoloji getirdiğidir. Bir yanıyla doğrudur da. Ama bu güvenlik, huzur ve bilim, sömürü pahasınadır; esas olarak sömürünün ve egemenlerin huzurunun güvence altına alınmasıdır. Oluşturdukları bütün kurumlar (devlet, ordu, din vb.) bu güvenliğin araçlarıdır.

“Geri” denilen toplumlar ve tüm emekçiler binlerce yıldır bu “uygarlığa” karşı isyan etmişlerdir.

Bu noktada uygarlık denilen sürecin daha başından itibaren çatallandığını görürüz. Egemenlerin uygarlığı ile ezilenlerin -her zaman tam bilince çıkaramasalar da- arzuladığı uygarlık farklıdır. İki farklı uygarlık tarzı/çizgisi oluşmuş ve bugüne kadar gelmiştir. Bir yanda yukardan aşağıya dayatılan bir uygarlık vardır, diğer yanda bu dayatmaya karşı mücadele içinde gelişen bir uygarlık. Egemenler, aşağıdan yukarıya gelişen bu ikinci tarz uygarlık akımını her zaman “barbar tepkisi”, “ilerleme karşıtlığı”, “huzur bozuculuk” vb. olarak karalamışlardır. Oysa bugün uygarlık adına ileri sürülen bütün kavram ve kurumlar (eşitlik, özgürlük, kardeşlik, demokrasi, laiklik, insan hakları, kadın hakları, eşit yurttaşlık, hukuk, adalet, sosyalizm vb.) egemenlere karşı yukarda vurguladığımız isyanların ve sosyal devrimlerin ürünüdürler.

Uygarlık çatallanmasını (ilerlemecilik – kurtuluşçuluk) bilince çıkarmak ve güncel politik gelişmelere uygulamak -özellikle ezilen insanlık açısından- son derece önemlidir. Yoksa egemenlerin manipülasyonuna direnilemez; bin bir acıyla ulaşılmış uygarlık kazanımlarının egemen uygarlığının ürünleri olduğu yanılsamasına düşülür.

İşte bugün tüm emperyalistleri arkasına almış İsrail devleti Gazze’yi ve Filistin’i uygarlaştırıyor; bebek, çocuk, kadın demeden öldürerek, bir soykırım uygulayarak. Tıpkı Avrupalıların Amerikan kıtası yerlilerini ve Afrikalı toplumları uygarlaştırdığı gibi; tıpkı önce İngiliz sömürgecilerinin sonra ABD’li emperyalistlerin Asyalı toplumları uygarlaştırmaya çalıştığı gibi. Onların uygarlığı, şairin dediği gibi “tek dişi kalmış canavar”dır. Başta Filistin halkı olmak üzere dünyanın bütün halkları ise, İsrail halkı dahil, bu “uygarlaştırmaya” karşı direniyor. Böyle kritik ve sıcak konularda iki uygarlık çizgisi arasındaki ayrım da belirginleşiyor.

Tarih boyunca barbar halklar, çürümüş uygarlıklara karşı savaşarak ve onları yıkarak uygarlaştılar; Hikmet Kıvılcımlı’nın “tarihsel devrimler” dediği olgudur bu. Modern dönemde ise, uygarlığın motoru, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesi, sosyal devrimler ve anti-emperyalist direnişler olmuştur. Halkların uygarlık çizgisi budur. Halklar egemenlerin uygarlığına direnerek uygarlaşırlar.

Bunu en iyi bilen halklardan biriyiz. 100 yıllık cumhuriyet tarihimiz, iki uygarlık çizgisi arasındaki mücadelenin tarihidir. Emperyalizme direnerek mi uygarlaştık, emperyalizme teslim olarak mı? Başladığımız noktayla geldiğimiz noktayı karşılaştırdığımızda yanıtı da buluruz.