Ana Sayfa Bilim Gündemi Önce ‘söz’ mü vardı?

Önce ‘söz’ mü vardı?

428
0

Ender Helvacıoğlu

Yuhanna İncili şöyle başlar: “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı.”
Saf idealizmi çok güzel ifade eden bir önerme bu: “Önce söz vardı.”
En kabasından en incesine (diyalektik ve tarihsel olanına) materyalistlere göre ise önce madde ve hareket (olgu) gelir. Söz, onun zemininde yükselir.

Pratikte hiç de idealist değil bal gibi materyalist yaşayan halkımız da kutsal kitabın bu her şeyin başı “söz”üne karşı, güzel bir karşı-sözcük üretmiştir: “Sözde” veya “Sözüm ona”. Gerçekte öyle olmadığını vurgulamak, hatta aşağılamak için kullanılır. Önce söz olmadığını, gerçeğin edilen söz ile anlaşılamayacağını ne kadar güzel ifade ediyor “sözde” (“lafta” da diyebiliriz) sözcüğü.

Zaten atalarımız dememiş midir ki: Ayinesi (aynası) iştir kişinin lafa bakılmaz.
Neyse, bu kadar popülizm yeter; gelelim kendi gerçeğimize (pardon sözümüze).
Materyalizmin neye öncelik verdiğini lafta (sözde) hepimiz biliriz de, uygulamada saf idealizmden sıyrılmak kolay değildir. Aslında pek işimize de gelmez. Çünkü -ağzımız biraz laf yapıyorsa- söz söylemek kolaydır. Hele bir de Yuhanna İncili’nde yapıldığı gibi tanrısallık atfediliyorsa… Tanrısallık derken ille de bildik klasik Tanrı’yı kastetmiyoruz; “lider sözü”, “örgüt sözü” de kendi çapında tanrısallık (aşkınlık) kazanabilir. Sol içinde bile… Birçok sosyalist yapıda bile, söz önce gelir. Hiç de programatik olmayan güncel bir olayda bile, bir bakmışsınız liderin o olay hakkındaki sözü (yorumu), hiç sorgulanmadan tüm üyeler tarafından tekrar ediliyor. Kaldı ki, programatik olsa bile, program olguyu değiştiremez ama olgu programı değiştirir, değiştirmelidir.

Her düzeyde bir egemenlik aracıdır “söz”. Çocuklarımıza sitem etmez miyiz, “Söz dinlemiyor”, “Laftan anlamıyor” diye? Yuhanna İncili’nin ilk cümlesinin tekrarıdır bunlar. Çocuğun ikna edilmesinin daha bilimsel (materyalist) bir yolu bulunmamalı mı? Hem belki de çocuk haklıdır. Bizim göremediğimiz bir şeyi görmüştür belki; kralın çıplak olduğu gibi mesela…

“Söz”ün dönüştürücülük potansiyelini abartmak, tipik bir aydın metafiziğidir. Çünkü aydının elindeki tek silah “söz”dür. Doğal olarak kendi silahını abartmaktadır aydın. Sanmaktadır ki, ettiği lafla dünyayı dönüştürecek. Oysa sözler, bırakın aydını, tanrı sözü bile olsalar, dünyayı dönüştüremez. Laflar dünyayı dönüştüremez ama dünya (olgular) lafları dönüştürür, dönüştürmelidir.

İdeolojik hegemonya nasıl sağlanır? “Söz” bu hegemonyanın sağlanmasında en etkisiz unsurlardan biri. Önce “güç” ile hegemonya sağlanır; söz bu hegemonyanın yaldızlı ambalajıdır sadece. Söz, gücün aracıdır.

Güç ile birleşmeyen bir söz, ne kadar parlak olursa olsun etkili olamaz. İdeolojik mücadele ideolojiyle kazanılmaz. Hatta daha da genişletelim: Tartışmalar tartışarak kazanılmaz.

Aydınlar birbirlerini söz ile ikna edebilir. O bile zordur ama ihtimal dahilindedir; çünkü söz düzleminde çatışılmaktadır. Peki, halk nasıl ikna edilecek? Halkı ne ikna eder? Söz mü?

Aslında bu konularda Machiavelli’den çok güzel önermeler aktarabiliriz ama bizim mahallede onunla etkili olamıyoruz. O halde güce, pardon Marx’ a başvuralım:

“İnsanların hayatlarını belirleyen şey onların bilinçleri değildir; tersine, bilinçlerini belirleyen şey onların toplumsal hayatlarıdır” demiş Marx, Katkı’ya yazdığı ünlü önsözünde.

Demek ki insanların bilinçlerini değiştirmek istiyorsak onların toplumsal hayatlarını değiştirmeliyiz; en azından toplumsal hayatlarına girmeliyiz.

Bazı sosyalist örgütlerin sloganlarına bakıyorum: “Umutsuz Olma”, “Devrimci Ol”, “Boyun Eğme”, “Teslim Olma”, “Ayağa Kalk”, “Örgütlen”… Bunlar Yuhanna İncili’nin ilk cümlesinin versiyonları gibi. Veya Musa’ya vahyedilen “On Emir” gibi.

Bu tür sloganlarla (sözlerle, emirlerle) halk ikna edilemez. Kimse “örgütlen” diyerek örgütlenmez. Kimse “devrimci ol” diyerek devrimci olmaz.  Kimse “boyun eğme”, “teslim olma”, “ayağa kalk” diyerek mücadeleye ikna edilemez. Kimseye “umutsuz olma” diyerek umut verilemez. Bunlarla birbirimizi ikna edebiliriz, belki, ancak…

Ahlakı siyasetin önüne koşan sloganlar bunlar. “Olması gereken”i “olgu”nun önüne koşan sloganlar. Oysa Machiavelli’den beri biliniyor ki, ahlak başka bir alandır, siyaset başka bir alan (Machiavelli ile ikna olmak istemeyenler Lenin’i okuyabilirler).

“Dışardan bilinç” meselesi de yanlış anlaşılıyor. Bu konuyu ayrıntılı olarak tartıştığım için (Uygarlıktan Kurtulmak, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Eylül 2020, s.235-244) burada tekrar etmeyeceğim. Dışardan bilinci vurgulayan arkadaşlar, bunca söze karşın neden bir türlü halkı bilinçlendiremediklerini, neden seçimlerde kitlesel bir oy alamadıklarını, hele Haziran 2013’te ayağa kalkmış, sokaklara dökülmüş halka bile neden politik bilinç taşıyamadıklarını, öznel kaygılardan sıyrılıp nesnel biçimde düşünseler sorunun çözümü için adım atabileceklerdir aslında.

Pratikte kanıtlanmayan söz, ikna edemez. Yani ancak pratik ikna edebilir. Pratik derken, sadece öncünün pratiğini değil, daha çok kitlelerin pratiğini kastediyoruz. Kitleleri örgütlemek hedefleniyorsa, örgütlenecekleri kitlesel mücadele kanalları yaratılmalıdır. Kitleler bizzat kendi pratikleri içinde örgütlenebilirler ancak. Ve bu pratik içinde güçlerini kavradıklarında teslim olmamayı ve boyun eğmemeyi becerebilirler.

Halkı -bizzat kendi pratiği içinde- örgütlemeye, bunun kanallarını yaratmaya öncelik vermeli sosyalistler. Sözlerinin, yani partilerinin güçlenmesini istiyorlarsa…

Önce madde, olgu ve pratik gelir. Söz, bunun aracıdır ancak.

***

Yuhanna İncili ile başladık, onunla bitirelim. Aslında Yuhanna İncili de materyalist. Sözü Tanrı ile birleştiriyor. Sözü Tanrı ile (mutlak güç ile) kabul ettirmeye çalışıyor: “Önce söz vardı. Söz Tanrı’ydı”. Sözün ardına Tanrı’yı koydun mu, herkesi ikna edersin tabii. Hele bir koyma/koyama bakalım…

Egemen sınıflar hepimizden daha çok materyalisttir. İdealizm, onların egemenlik aracıdır. Sözde (sözüm ona) idealisttir onlar.