Attika bölgesine yayılmış küçük köylülüğün ayakta kalması, yoğun köle emeği kullanımı ve izlenen emperyalist politikalar, Atina’da siyasi çatışmaların yurttaşlar arasında cereyan etmesiyle sonuçlandı. Oysa başka iktisadi-siyasi temeller üzerinde yükselen komşu Sparta toplumunda siyasi çatışmanın esas alanını yurttaşlarla, yurttaş olmayan serf-köleler arasındaki mücadele oluşturacaktı.
Dor istilasının ardından Arkaik Çağ adı verilen MÖ 800 ve 500 yılları arasında anakara Yunanistan’ında iki farklı siyasal gelişim çizgisinin ön plana çıktığı söylenebilir. Bunlardan ilkini, fethettiği halkları serfleştirerek kendi kabile yapısını ve hiyerarşisini görece korumayı başaran ve hatta kurumsallaştıran Spartalılar, ikincisini ise polis içindeki şiddetli sınıf mücadeleleri sonucunda alınır satılır köleliğe dayalı bir demokratik devlet kuran Atinalılar temsil ediyordu. Her iki toplumda da kabileden polis’e geçişin izlediği farklı güzergahlar, siyasi çatışmaların ve bu dosyanın konusunu oluşturan ayaklanmaların karakterlerini de belirlemişti.
Atina
Yunan toplumunun bütününde olduğu gibi Atina’da da toplumun yapısı büyük oranda kabile geçmişinin izlerini taşıyordu. Kabile toplumunun hiyerarşik örgütlenmesi kent yaşamının özgül ihtiyaçlarına tercüme edilmişti. (1) Bu kentlileşmiş toplumsal örgütlenme içinde, kabile toplumunun aristokrat tabakası polisin siyasi ve iktisadi yaşamında kalıtsal bir hâkimiyet kurmuştu.
MÖ 7. yüzyılın ortaları ile 6. yüzyılın sonları arasında, o döneme kadar kalıtsal aristokrasilerin hakimiyetindeki pek çok Yunan şehrinin, tiran (tyrannoi) adı verilen kişilerin iktidarda olduğu yeni bir kişisel diktatörlük yönetimiyle tanışması bu aristokratik hâkimiyetin sonu anlamına geldi. Yunan tiranlarının yönetimi sona erdiğinde, ki genellikle bir ya da iki kuşaklık hayli kısa bir sürenin ardından böyle oluyordu, birkaç yer dışında kalıtsal aristokratik hâkimiyet ortadan kayboldu ve Ste. Croix’nın deyişiyle bunun yerini çok daha “açık” bir toplum aldı. (2) Siyasi iktidar artık soya değil esasen mülkiyet sahipliğine bağlıydı ve Atina gibi demokrasiyle yönetilen pek çok şehirde, daha sonra teoride tüm yurttaşlara yayılacaktı.
Tiran yönetimleri altında toprak mülkiyetinin belirli ailelerin elinde toplanmaktan çıkması, iktisadi yapının küçük köylü çiftlikleri temelinde yükselmesi anlamına geliyordu. Orta halli bu köylü kitlesine genellikle “hoplit sınıfı” deniyordu; çünkü 7. yüzyıl ve sonrasındaki Yunan yurttaş ordularının, Marathon (490) ve Plataea’da (479) işgalci Pers ordularının mağlup edilmesinde kayda değer bir rol oynayan ve Yunan devletlerine özgü şehirler-arası savaşları büyük oranda yürüten ağır silahlı piyadelerini (hoplitai) sağlıyorlardı. Hoplit sınıfına mensubiyet bütünüyle, sadece modern yazarların zaman zaman tek şart olarak gördükleri “tam teçhizatlı” bir asker göndermeye değil, fakat aynı zamanda dışarıda bir sefere katılmak ya da çiftliğinden günlerce ve hatta aylarca uzakta muhafızlık yapmak zorunda kalsa bile ona ve ailesine münasip bir geçim kaynağı temin etmeye de yetecek, makul miktarda mülk sahibi olmaya bağlıydı. Bununla birlikte, Atina’nın yaşadığı kentsel gelişme köylü kitleleri dışında başka bir toplumsal kesimin de genişlemesi ve siyasete aktif bir şekilde müdahil olmasıyla sonuçlandı. 5. ve 4. yüzyıllarda “demos” terimi genellikle bilhassa hoplitlerin dışında kalan bu sınıf için kullanılırdı. Bunların bazıları yoksul köylülerden, diğerleriyse sanatkârlardan, dükkan sahiplerinden, küçük tüccarlardan ve ücretli emekçilerden oluşurdu.
Atina’nın Arkaik ve Klasik çağlardaki siyasi evrimi büyük oranda işte bu iki toplumsal sınıf arasındaki mücadelenin bir yansımasıydı. Antik Yunan demokrasisi adını verdiğimiz siyasal yapı, Atina’da Solon’un borç esaretini kaldıran ve siyasal yapıyı mülkiyet temelinde örgütleyen 594 tarihli reformlarıyla başlayan bir sürecin sonucunda tedricen gelişti ve bu mücadelelerin etkisi altında 5. ve 4. yüzyıllar boyunca kurumsallaştı. Atina demokrasisinin üç yüzyıllık serüveni boyunca siyasi düzlemdeki sınıf mücadelesi, pek çok örnekte her şeyden önce devletin kontrolüne yönelikti. Siyasal iktidar mekanizmalarını ele geçirmek, demosun kendisini mülk sahibi sınıfların sömürüsü karşısında korumak için sahip olduğu başlıca araçtı. Bu aracı diğer Yunan muadillerine kıyasla daha başarılı bir şekilde kullanan Atina alt sınıfları, 507 ve 322/1 yılları arasında, demokrasiyi 411 ve 404-3 yıllarındaki iki kısa oligarşik devrim dışında ayakta tutmayı başardılar.
Hem hoplit sınıfının hem de demosun siyasal etkisinin sürekliliğini sağlayan şey, aristokrasiye karşı verilen başarılı mücadeleden ziyade, alınır satılır köleliğin daha önce eşi benzeri görülmemiş bir ölçüde kullanılmasıydı. Mülk sahibi sınıfın toplumsal artığa el koyarken kendilerini sömürmesini başarılı bir şekilde engelleyen bu kesimler, ekonomide kitlesel köleliğin kullanılmasının da önünü açmış oldular. Anderson’un da belirttiği gibi, bağımsız köylülüğün kurtuluşunu ve borç esaretinin kaldırılmasını, hem şehirde hem de kırsal kesimde köle emeğinin kullanımında yaşanan yeni ve şaşırtıcı bir artışın takip etmesi tesadüfi değildi. Toplum içindeki aşırı toplumsal kutuplaşma bir kez engellendiğinde, artık akışını güvence altına almak üzere hâkim sınıfın, emek kıtlığının üstesinden gelmek için köle ithaline yönelmesi mantıklı bir çözüm haline geldi. (3) Köle fiyatlarının düşüklüğü ve Atina’ya köle akışı, demos mensuplarının bile köle sahibi olmasını mümkün kılıyordu.
Attika bölgesine yayılmış küçük köylülüğün ayakta kalması, yoğun köle emeği kullanımı ve izlenen emperyalist politikalar, Atina’da siyasi çatışmaların yurttaşlar arasında cereyan etmesiyle sonuçlandı. Oysa başka iktisadi-siyasi temeller üzerinde yükselen komşu Sparta toplumunda siyasi çatışmanın esas alanını yurttaşlarla, yurttaş olmayan serf-köleler arasındaki mücadele oluşturacaktı.
Sparta ve helotlar
Platon’un Devlet isimli kitabında esas olarak Atina demokrasisine karşı çizdiği ideal devlet resminin, büyük oranda Sparta’ya bakılarak oluşturulduğu bilinir. Bu ideal devlet, Sparta’da olduğu gibi sınıfsal farklılaşmanın yaşanmadığı bir yurttaş topluluğunu öngörür. Fakat Sparta’da bu görece türdeş yurttaş kitlesini mümkün kılan şey, Platon’un ideal devletinde öngördüğünden farklı bir emek biçimi üzerinde yükselmesidir.
Bir monarşi olarak örgütlenen Sparta polisi Perry Anderson’un ifadesiyle ileri ve arkaik unsurları harmanlamış ve Yunan dünyasının geri kalanının deneyimlediği “normal” geçişi yani tiranlıklar dönemini yaşamadığı için suigeneris, kendine özgü bir evrim geçirmişti. (4) Bu evrimin temelinde fatih Dor kabilelerinin Peloponez’deki diğer halkları serfleştirmesi ya da köleleştirmesi yatıyordu. Sparta erken bir tarihte, önce doğuda Lakonia’yı sonrasındaysa batıda Messenia’yı topraklarına katarak burada yaşayan hakları özgün bir bağımlılık formuyla kendisine bağlamıştı.
Helotlar, alınır satılır kölelerin aksine tekil efendilerin değil tüm polis’in malıydılar. Bu nedenle alınıp satılmaları, ülke dışına çıkarılmaları mümkün değildi. Ürettiklerinin bir kısmını kendilerine ayırmalarına izin verilirdi. Bu açıdan da bütünüyle efendilerinin insafına kalmış kölelerden farklıydılar. Aynı şekilde her ne kadar özgür olmasalar da özgür yurttaşların sahip oldukları bazı hak ve yükümlülükleri paylaşırlardı. Örneğin evlenebilir ve orduda hizmet görebilirlerdi. Her ne kadar yalnızca hafif silah taşımalarına izin verilse de, savaşlara düzenli bir şekilde katılmaları, diğer Yunan polislerindeki pratikle keskin bir karşıtlık teşkil ediyordu. Zira örneğin Atina’da köleler yalnızca acil durumlarda son çare olarak ve azat etme vaadiyle şehrin savunmasına katılırlardı.
Helotların statüleriyle hak ve yükümlülükleri boyunduruk altına alındıkları MÖ 8. yüzyıl ile Messenia’da özgürlüklerine kavuştukları 370 yılı arasında çeşitli değişiklikler geçirmişti. Örneğin Spartalılara ürettikleri artığı sabit bir haraç olarak mı yoksa üründen pay olarak mı verdikleri dönemden döneme değişmiş gibi gözükmektedir. Benzer şekilde helotların bileşimi de süreç içerisinde dışarıdan getirilen kölelerle değişim göstermişti. Fakat devlet mülkiyetinde olma statüleri hiç değişmemişti. (5)
Helotluk adı verilen bu özgün form, pek çok ilkçağ tarihçisi tarafından tanımlanmaya çalışılmıştır. Bazı tarihçiler bunun bir kölelik biçimi olduğunu söylerken, diğerleri alınır satılır kölelikle arasındaki farkı vurgulamak için serflik ya da devlet serfliği tanımlarını tercih etmiştir. Her ne kadar Ste Croix’nın da belirttiği gibi helotlar Yunan dünyasındaki serfler arasında hakkında en çok bilgi sahibi olduğumuz grup olsalar da, yine de onlar hakkındaki bilgilerimiz hayli sınırlıdır. (6) Bunun en önemli nedenlerinden biri antik Yunan’da günümüze ulaşan kayıtların hemen tümünü üreten hâkim sınıf mensuplarının, alt sınıflarla ilgi kayıt düşmeyi pek önemsememiş olmalarıdır. Buna ek olarak Sparta kaynaklı materyaller günümüze ulaşmadığından, helotlarla ilgili bilgi edinebileceğimiz kaynaklar Atinalılar tarafından yazılmıştır. Kaynak eksikliği, antik dünyayla ilgili diğer meselelerde olduğu gibi helotların niteliği konusunda üzerinde uzlaşılmış bir yargıya varmayı güçleştirmektedir.
Helotlarla ilgili geleneksel yorum, bu serflik biçimin, Miken uygarlığının yıkılmasıyla başlayan Karanlık Çağlar’a (MÖ 1200-800) ait bir kalıntı olduğu ve Yunan uygarlığının gelişmesiyle birlikte yerini köleliğe bıraktığıdır. Bu çerçevede, helotluk Sparta’ya özgü, geçici ve tali bir emek biçimi olarak görülür. Bu görüşe karşı helotluğun aslında Yunan anakarasının ve hatta kolonilerinin büyük bir bölümünde gözlenen, Karanlık Çağlar’a değil bizzat Yunan uygarlığının şekillendiği Arkaik döneme ait bir emek biçimi olduğu ve çeşitli siyasal ve toplumsal çatışmaların sonucunda yerini alınır satılır köleliğe bıraktığı ileri sürülmektedir. Buna göre, Sparta’nın Messenia’yı fethi bir anomali değil, arkaik Yunanistan’ın tipik bir özelliği olan jeopolitik birikim sürecinin açık bir örneğiydi. Kuzey Yunanistan’ın geniş bölgelerinde (Teselya, Locris ve Fokida’da), Peloponez’in büyük bir kısmında, Girit’te ve kolonyal dünyanın (Siraküza, Bizans, Heraclea ve Kirene gibi) çeşitli yerlerinde bazı topluluklar barbar ya da Yunanlı komşularını devlet serfi ya da perioiki statüsüne düşürmüşlerdi. Bu tür bir fethin ilk örnekleri Siraküza ve Korint’te 8. yüzyılda görülmüştü, fakat sistem en gelişkin ve istikrarlı biçimine Sparta işgali altındaki Messenia ve Lakonia’da ulaşmıştı. (7)
Helotlarla Yunan dünyasındaki diğer köleler arasındaki en büyük fark, kökenleri ve otomatik olarak statülerinin farklı olmasına yol açan köleleştirilme biçimleriydi. Hepsi aynı dili konuşuyorlardı, Spartalılar gelmeden çok önce bu topraklarda yaşıyorlardı, aralarında aile bağları kurulmuştu ve yaşadıkları göreli olarak küçük bölge göz önüne alınırsa birbirilerinden ayrılmaları zordu. (8) Bu durum özellikle Messenia bölgesindeki helotlar arasında güçlü bir kimlik nosyonunun oluşmasını sağlamış ve Spartalı efendileriyle olan ilişkilerine ek bir gerilim katmıştı.
Sparta uzmanı Paul Cartledge, Agesilaos and the Crisis of Sparta başlıklı çalışmasında Sparta’nın tarihi Spartalılarla helotlar arasındaki sınıf mücadelesinin tarihidir dersek abartmış olmayız der. (9) Gerçekten de helotlarla Spartalılar arasında Yunan dünyasının diğer örneklerinde rastlamadığımız süreklileşmiş bir çatışma söz konusudur. Bu çatışma aşağıda göreceğimiz örneklerde olduğu gibi nadiren açık bir isyan halini almış olsa da ilkçağ düşünürlerinin gözünden kaçmamıştır. Spartalılara ait herhangi bir kaynak günümüze kalmamıştır, fakat diğer Yunanlı yazarlar genellikle bir sadakatsizlik ve gerilim tablosu çizerler. Örneğin Thucydides, pek çok Sparta kurumunun helotlara karşı güvenliği sağlama kaygısıyla tasarlandığı yorumunda bulunur. Sparta siyasal yapısına şeklini veren Lycurgus reformlarının Messenia’nın fethinin ardından gündeme gelmiş olması da bunu doğrulamaktadır. Benzer şekilde Aristo da helotları sürekli olarak Spartalıların başına bir felaket gelmesini bekleyen ve sık sık isyan çıkaran bir düşman olarak tasvir eder. Plutarkhos da, Sparta’nın birincil magistratları olan ephor’ların, her yıl, göreve gelirken helotlara karşı resmi bir savaş ilanında bulunduklarını aktarır. Böylece helotlar devlet düşmanı, polemioi ilan edilir ve gerektiğinde, Spartalıları resmen devlet düşmanı ilan edilmemiş birinin hukuk yolu dışında idam edilmesinin neden olacağı kirlenmeyle muhatap etmeden öldürülebilirlerdi. SteCroix bu uygulama karşısında “kendi emek-gücüne karşı savaş ilan etmek, o kadar eşi benzeri görülmemiş bir eylemdi ki, Spartalılarla helotlar arasındaki ilişkinin Yunan dünyasında eşsiz olması bizi şaşırtmamalıdır” yorumunda bulunur.
Spartalılar bu genel savaş ilanına ek olarak helotları süreklileşmiş bir terör rejimine de tabi tutmuşlardır. Krypties adı verilen önlemlerle sadakatlerinden şüphe edilen helotlar düzenli olarak temizlenmiş, genç Spartalılardan oluşan özel müfrezeler kırsal alanda tam bir denetim sağlamıştır. Fakat tüm bu önlemler helotların ayaklanmalarına ve başarıya ulaşmalarına engel olamamıştır.
Helot isyanları
Bu isyanlardan en önemlisi hiç kuşkusuz Sparta’yı harap eden 464 tarihli bir depremin ardından patlak veren ve Messenia’daki helotların da katıldığı büyük isyandır. İsyan Spartalıların pek de beklemedikleri bir zamanda depremin yol açtığı kargaşanın etkisiyle çıkmış gibi gözükmektedir. Zira Spartalılar depremden hemen önce Atina karşıtı Thasia ayaklanmasına destek olarak asker yollayacak kadar kendilerini güvende hissediyorlardı.
İsyana ilişkin günümüze ulaşan kaynaklar, söz konusu helotların hangi bölgenin helotları olduğu konusunda farklı bilgiler vermektedir. İsyanın Messenia merkezli olduğunu belirtenler olduğu gibi, genellikle Spartalı efendilerine daha sadık olan Lakonia’lıların da isyana katıldığına işaret edenler de vardır.
Helotlarla başa çıkamayan Spartalılar, Atinalılar da dahil olmak üzere müttefiklerini yardıma çağırmış, fakat rivayete göre Atinalıları helotlara yardım edebilecekleri gerekçesiyle daha sonra evlerine yollamışlardır. (10) İsyan bastırılamadığı gibi, ancak on yıl boyunca sığındıkları ve üç yüzyıl kadar önce Sparta işgaline karşı direnişin de merkezi olan Ithome dağını terk edip Peloponez’in girişindeki Naupactus’a yerleşmelerine izin verilmesiyle çözülmüştür. Helotlar burada Atinalıların sadık müttefikleri olarak yaşamaya devam etmiştir.
Bu isyanın ardından yaklaşık bir yüzyıl boyunca, Sparta’da kalan helotlarla Spartalılar arasındaki gerilimler açık bir isyan boyutunu almamıştır. Fakat 371 tarihinde bu kez Thebai polisinin Sparta’yla olan savaşı yeni bir isyanın olanaklarını yaratmıştır. 370’deki Leuctra savaşının ardından Thebai ordusu Sparta’nın düşmanları tarafından Lakonya’yı işgale çağrılmıştır. Thebaililer ilk başta bölgenin coğrafi özellikleri nedeniyle isteksiz olsalar da, Lakonia’nın dağlık bölgelerinde yaşayan ve özgür olmakla birlikte yurttaş olmayan perioikoi topluluklarının isyan sözü vermesi üzerine fikirlerini değiştirmişlerdir. İşgal ordusunu gördüklerinde Spartalılar helotlarına kendilerine yardım etmeleri halinde özgürlüklerini bağışlayacaklarına dair söz verirler. Fakat helotlardan 6000 kadarı bu çağrıya olumlu yanıt verse de Messenialı helotlar Thebai ordusunun ilerlemesini fırsat bilerek ayaklanıp özgür Messene polisini kurmuştur. Messenailı helotların ardından Spartalılara bağlı kalmaya devam eden tek helot grubu olan Lakonyalılarsa MÖ 2. yüzyılda Makedon Savaşları döneminde Sparta hükümdarı Nabis tarafından özgürleştirilmiştir.
Sparta’ya hem Peloponez üzerinde hakimiyet hem de görece türdeş bir hakim sınıf hediye eden helotluğun tasfiyesinin Yunan tarihinin daha sonraki akışı üzerinde de önemli etkileri olmuş ve Sparta Yunan anakarası üzerindeki hakimiyetini tedricen yitirmiştir. Bu aynı zamanda alınır satılır köleliğin de, bu alternatif özgür olmayan emek biçimi karşısında tüm Yunan anakarasına yayılmasını beraberinde getirmiştir.
Atina ve Sparta toplumlarının kabile yapısından yerleşik bir sınıflı topluma dönüşme sürecinde içine girdikleri farklı güzergahlar, farklı bağımlı emek formlarını, farklı siyasi mücadeleleri ve farklı siyasal yapıların evrimini de doğurmuştur. Antik Yunan toplumuna ilişkin çalışmalarda ele alınan genellikle Atina toplumudur, çünkü döneme ilişkin esas literatürü ve Yunan toplumunun pek çok estetik, siyasi ve kültürel değerini Atinalılar üretmiştir. (11) Fakat bu, Atina’da hakim olan formların insanlık ya da Avrupa tarihi bir yana, ilkçağ Yunanistan’ı için bile genelleştirilmesine yol açmamalıdır. Antik Yunan’daki çok sık olmasa da açık isyana dönüşebilen sınıf mücadelesinin ve siyasal çatışmanın çeşitliliği ve farklılaşan karakteri ancak bu tür bir genelleştirmeden uzak durularak anlaşılabilir.
Dipnotlar
1) Perry Anderson, PassagesfromAntiquitytoFeudalism, s.30.
2) G. E. M. de SteCroix, The Class Struggle in Ancient Greek World, s.280
3) A.g.y., s.36.
4) A.g.y., s.33.
5) H. vanWess, ‘‘Conquerors and serf: wars of conquest and forced labour in archaic Greece’’, Helots and ther masters in Laconia and Messenia, der. Nino Luraghive Susan Alcock, s.37.
6) Susan Alcock, ‘‘Researchingthehelots: details, methodologies, agencies’’, Helotsand …. s.3.
7) vanWees, a.g.y., s.72.
8) Urbainczyk, SlaveRevolts in Antiquity, s.91.
9) Cartledge, a.g.y., s.13.
10) Urbainczyk, a.g.y., s.24.
11) A.g.y. s. 99.