20. yüzyıl, üniversitelerin yapısı, bilim dergilerinin niteliği ve biliminsanlarının tutumları açısından oldukça öğretici oldu. Şu anda devam eden problemleri de elbette aşacağız. Kimisi için bilim dünyası içerisindeki değişimler yeterli olacak; ama kimisi de sosyo-ekonomik boyutta farklı bir seyir izlemeyi gerektiriyor.
İnsanlığın bilgiye dayalı yolculuğu, kendine özgü kimi problemlerin oluşumu ve çözülmesi, bir süre sonra yenileriyle karşılaşılması şeklinde devam ediyor. Çeşitli disiplinleri ilgilendiren somut zorluklar dışında, bilimin genelini etkileyen sorunlarla da karşılaşıyoruz. Dilerseniz şimdi üniversiteler, bilim dergileri, biliminsanları ve erdem alt başlıklarına eğilelim.
Üniversiteler
1350-1800 yılları arasında, üniversiteler skolastik felsefe/düşünce egemenliği altındaydı. Eğitim teoloji, tıp ve hukuk ağırlıklı olup yeni bilgi üretiminden, deneysel bilgiden uzaktı. Modern bilimin gelişimini hızlandıran çalışmalar mevcuttu belki; ama esas güç kilisede bulunuyordu. 1800’den sonrası ise üniversitenin klasik dönemi olarak kabul ediliyor. Bu zaman zarfında laboratuvar sayısı ve bilgi üretiminde gelişme kaydedildi, scientist (bilimci) sıfatını taşıyan profesyoneller ortaya çıktı, devlet ve kiliseye bağımlılık azaldı. “Soğuk Savaş” dönemine gelindiğinde devletin üniversiteler üzerindeki gücü, yürütülen araştırmaların temel finansal desteğini sağlamasıyla kendini gösterdi. 1980’ler ve sonrasında ise şirketlerin etkisi önlenemez bir noktaya geldi, üniversite-sermaye birliktelikleri yaygınlaştı.
Die Zeit, Ağustos 2013’te yayımladığı bir çizimle (1), yüzlerce kitap sayfası veya saatlerce süren konferans konuşmalarıyla anlatabileceğimiz ilişkileri, tek sayfada bizlere aktarmıştı. Karikatürün veya fotoğrafın gücüne tanık olanlarımız için, bu durum şaşırtıcı değil. Almanya’daki araştırmaların bağımsızlığını sorgulayan Die Zeit, bilim üzerindeki şirket denetimine vurgu yapıyor ve mevcut durumu cinsel ilişki anıyla resmediyordu: erkek tavşan endüstri, dişisi ise bilimdi.
Kapitalizmin egemenliği altındaki bir dünyada, üniversitelerin işletmelerin yöntemleriyle paralellik göstermesi tuhaf değil. Liseler bile artık ne kadar öğrenciyi üniversitelere gönderdikleriyle övünüyorlar. Dershaneler ve özel kursların kuruluş amaçları ise başından beri buydu. Hemen her yere girdi-çıktı mantığı hakim. Biliminsanları, yazılan makale veya tamamlanan proje sayısı, üniversiteye sağlayacakları maddi kazanç, vb. üzerinden değerlendiriliyor. İşe alımlar proje bazlı ve kısa süreli, sözleşmeli. Özel sektörden tanıdık olduğumuz proje yöneticiliği, şimdilerde bilimsel çalışmalarla beraber anılıyor.
Zaman ve fayda, verim üzerinden yürüyen tartışmaların yakıcı iki örneğini İTÜ asistanlarının mücadelesinde ve Türkiye’nin CERN macerasında görmek mümkün. Biliminsanlarının niteliği, deneylerin, araştırmaların amaçları ve işlevi elbette sorgulanabilir olmalıdır; ancak buradaki kriterler, bilimin kendi yöntemi ve toplumsallık değil de sermayenin ihtiyaçları esas alınarak belirlenirse, o zaman bir hata var demektir ve bundan zarar görecek olan yine bilimin kendisidir.
Bilim dergileri
İngiltere’deki Royal Society, bilim tarihinde özgün konuma sahip kurumlardan biridir. Francis Bacon’ın görüşlerinin etkisinde, bilimin kolektif yanına, üretilen bilginin paylaşılmasına önem veren akademi, 17. yüzyılda, doğaya ilişkin, özellikle toplumsal yararı olacak tüm birikimi toparlama, bu konudaki çalışmalardan haberdar olma amacındaydı. Kitapların basımı ve dağıtımının uzun sürmesi, deneylerin yapıldığı yerlere insanların ulaşımının zorluğu ekonomik nedenlerle birleşerek, yeni tür bir iletişim kanalını gerektirmişti. 1665 yılında, Royal Society sekreteri Henry Oldenburg’un editörlüğünde, ilk profesyonel bilim dergisi Philosophical Transactions kurulmuş oldu. Oldenburg aynı zamanda derginin yazarıydı. Genel okuyucuya hitap eden sayfalarda, dergiye ulaştırılan deney sonuçları ve ilgi çekmek amacıyla, bu konudaki tartışmalar yayımlandı. Araştırmacıların kendi çalışmaları hakkındaki yazılarının dergide olduğu gibi basılması, okunmasını zorlaştırdı ve okuyucu profilinde değişimlere yol açtı. 1845’te Scientific American, 1869’da ise Nature yayın hayatına başladı.
Bilim dergileri, mekân bağımlılığının aşılmasında önemli rol oynadılar. Sayıları arttıkça, farklı disiplinlerin kendilerine ait dergileri oldu. İnternet yayıncılığının başlaması, hemen her alanda olduğu gibi, burada da radikal dönüşümlere yol açtı. Bugün 50 bin civarında dergi var ve bilgiye erişmek, gelişmelerden daha kolay haberdar olmak, bir makalenin yayımlanması için gereken süreyi düşürmek ve daha fazla makaleye yer vermek mümkün; ancak bu durum, beraberinde kimi sorunlar yaratıyor veya var olanları daha da karmaşıklaştırıyor.
Makalelerdeki bilginin güvenilirliği ve niteliği pek çok kişiyi düşündürüyor. Dergilere erişim, erişenlerin profili, gönderilen çalışmaların ne derece sağlıklı olduğu, editörlerin şirketlerle ilişkisi, vb. konularda önümüzü görebilmek bazen oldukça zor oluyor. Yayınlarda daha fazla araştırmaya yer verildiği ve mutlak sayıda bir artış olduğu doğru; ancak geniş bilim ailesindeki nüfus artışı dikkate alındığında, özellikle ünlü dergilerin ret oranının fazlasıyla yüksek olduğu da aşikâr. 2013 Nobel tıp ödülünü alan üç isimden biri, Randy Schekman bu durumdan şikâyetçi olduğunu gizlemeyerek, açık erişimli dergileri tercih edeceğini belirtmişti (2); ancak bu dergilerin güvenilirlik karnesinde zayıf notlar göze çarpıyor (3). Schekman’a göre, Science, Nature, Cell gibi bu alanın otoritesi olmuş dergiler, bilime zarar veren bir bütünün parçası hâline geldiler. Biliminsanlarının iyi ve yararlı çalışmalar yerine, popüler olanlara yöneldiği, kariyer ve fon bulma kaygısının arttığı eleştirisini yönelten Schekman’ın görüşlerini, 2013 Nobel fizik ödülü sahiplerinden Peter Higgs’in açıklamaları ile birlikte değerlendirmek yerinde olur.
CERN’deki deneyler ve soyadını taşıyan Higgs bozonu sayesinde, tanınan bir yüz hâline gelen emekli profesör, günümüzün akademi dünyasının kendisine bir iş vermeyeceğini, çünkü bu sistemde istenildiği kadar “üretken” olamayacağını söylüyor. (4) Üniversiteler başlığında bahsettiğimiz zaman-verim boyutundan bakınca, seri üretim yapan fabrikalara benzer şekilde bilim dünyasında bir makale yazma ve yayımlatma yarışı (5) olduğu görülüyor. Çığır açıcı çalışmasını 1964’te yayımlayan ve o tarihten sonra ondan az makaleye imza atan Higgs, bugünün akademi kültürünün bu gibi önemli bir gelişmeyi yapabileceği konusunda şüpheli. Edinburgh Üniversitesi’nin kendisini işten atmaktan vazgeçmesinde, 1980’de Nobel’e aday gösterildiğinin öğrenilmesinin etkili olduğunu düşünüyor. Higgs, mevcut sistemin ödüllendirme ve onore etme yöntemine karşı olduğu için 1999’da, şövalyelik unvanını reddetmiş. Politik ve ekonomik güç ilişkilerinin sirayet ettiği bilim dünyasına tepkisi, bizi son başlığa, erdeme getiriyor.
Biliminsanları ve erdem
Evren ve dünyanın bir yaratıcının ürünü olarak görülüp, onları anlama çabasını ibadet olarak görmek, bu yolda yürüyenlere saygı duymak, erdem atfetmek geçmişte yaygın bir anlayıştı. Dünyevi baskılardan, politikadan, siyasetten uzak durup bir aşkla, tutkuyla kendini bilime adamak fazilet demekti. Yakın zaman öncesine veya bugüne bakıldığında elbette örnek alınacak isimler bulabiliriz; ancak esas sorun, toplumun bilime ve biliminsanına duyduğu güvenin zedelenmiş olmasında. Die Zeit haberine dönersek, kullanılan başlığın “satılmış uzmanlar” olması fazlasıyla açıklayıcı.
Bilimin savaşlarda oynadığı rol, sağlık ve gıda alanlarındaki skandallar, klonlama ve kök hücre gibi genetik araştırmalar, deneyler, intihal vakaları, nükleer kazalar vb. pek çok şey, itibar kaybına sebep gösterilebilir. Önceki iki başlıkta da belirttiğimiz gibi, bilim piyasanın kontrolündeki bir kariyer seçeneği haline geliyor. Desteğin devam edip kaynak yaratılması için başta yöneticiler olmak üzere toplumun bazı kesimlerini ikna etmeden yol almak çok çok zor; hele ki söz konusu CERN, İnsan Beyni Projesi (HBP) gibi büyük çaplı çalışmalarsa.
Umut bilimde ve toplumda
20. yüzyıl, üniversitelerin yapısı, bilim dergilerinin niteliği ve biliminsanlarının tutumları açısından oldukça öğretici oldu. Şu anda devam eden problemleri de elbette aşacağız. Kimisi için bilim dünyası içerisindeki değişimler yeterli olacak; ama kimisi de sosyo-ekonomik boyutta farklı bir seyir izlemeyi gerektiriyor. Bilim bazen koşarak bazen dinlenerek yol alıyor. Özgür üniversite, güvenilir ve erişilebilir dergiler, J. F. Joliot-Curie gibi bilimciler hayal değil.
Dipnotlar
1) http://www.pinterest.com/pin/559220478701138903/
2) http://phys.org/news/2013-12-nobel-scientist-boycott-science-journals.html
3) http://www.ntvmsnbc.com/id/25470327/
4) www.theguardian.com/science/2013/dec/06/peter-higgs-boson-academic-system?CMP=twt_gu
5) http://bilimsol.org/bilimsol/bilim-kulturu/yayin-baskisi-cin-de-karaborsa-olusturdu
Kaynaklar
1)Gibbons, M. (1999). Science’s New Social Contract with Society. Nature, 402(6761supp), C81-C84
2) Lawrence, P. A. (2003). The Politics of Publication. Authors, reviewers and editors must act to protect the quality of research, Nature, 422(6929), 259-261.