Sayısal teknoloji, hareketlerimizin, eylemlerimizin ve iletişimimizin gözetlenmesi düzeyini muazzam şekilde artırmıştır. 1990’larda deneyimlediğimizin çok ötesinde bir gözetim vardır ve biriktirilen verilerin devletçe kullanılmasının ek yasal limitlerle sınırlandırıldığı durumda bile çok ötesinde olacaktır. Kitlesel gözetimin seviyesini azaltmamız gerek, ancak ne kadar? Tahammül edilebilir gözetimin üst sınırı nedir; hangi seviyeyi geçtiğinde baskıcı hale gelir?
Çeviren: Aylin Aydoğan
Toplumda, kitlesel gözetimin bugünkü seviyesi insan hakları ile uyuşmamaktadır. Özgürlüğümüzü yeniden kazanmak ve demokrasimizi iyileştirmek için gözetimi, herhangi bir muhbirin fişlenmeden gazetecilerle konuşabildiği bir seviyeye kadar düşürmek zorundayız. Bunu hakkıyla yapabilmemiz için de kullandığımız sistemlerin gözetim kapasitesini azaltmalıyız.
Sayısal yaşamlarımızı kontrol etmemizin ilk adımı -30 yıldır savunduğum üzere- özgür/libre yazılım kullanmaktır. Özgür-olmayan (non-free) yazılımlara güvenemeyiz; Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency) bilgisayarlarımıza ve yönlendiricilerimize (router) saldırmak için özgür-olmayan yazılımlardaki güvenlik açıklarını kullanır hatta bu tür açıkları bizzat yaratır. Özgür yazılım ise bilgisayarlarımızı kontrol etmemizi sağlar ancak bu bile internete bir kere girdiğimizde mahremiyetimizi korumamıza yetmez.
ABD’de “ülke içindeki gözetim yetkilerini sınırlandırmak” amacıyla iki partinin de uzlaştığı bir yasa hazırlanmaktadır ancak bu yasa devletin, sanal dosyalarımızı kullanmasını sınırlandırmaya dayanmaktadır. Bu, muhbirin kimliğini tespit etmek amacıyla erişimin “muhbiri yakalamak” için yeterli bir gerekçe olduğu durumlarda muhbirleri korumaya yetmez. Daha ileri gitmemiz gerekir.
Edward Snowden’ın([ii]) ifşaatları sayesinde, toplumdaki kitlesel gözetimin bugünkü seviyesinin insan hakları ile uyuşmadığını gördük. Muhaliflere, kaynaklara ve gazetecilere yönelik yinelenen kovuşturmalar ve tacizler de bu durumu teyit etmekte. Kitlesel gözetimin seviyesini azaltmamız gerek, ancak ne kadar? Tahammül edilebilir gözetimin üst sınırı nedir; hangi seviyeyi geçtiğinde baskıcı hale gelir? Bu, gözetim ile demokrasinin işleyişi çelişirse gerçekleşir: muhbirlerin (Snowden gibi) yakalanmasının muhtemel olduğu zamanlarda.
Gözetimi azaltmamız gerektiğine katılmıyor musunuz? O zaman önce bu bölümü okuyun
Eğer muhbirler, suçları ve yalanları ortaya çıkarma cesaretini göstermezse hükümetimiz ve kurumlarımız üzerindeki fiili kontrolümüzün son kırıntısını da kaybederiz. Bu nedenle devletin, bir muhabir ile konuşan muhbiri yakalamasını sağlayacak seviyedeki gözetim çok fazladır; demokrasi için katlanılabilir seviyenin çok ötesindedir.
2011’de kimliği gizli bir ABD hükümet yetkilisi gazetecilere, artık muhabirlerin mahkemeye çağrılmayacağını kaygılı bir şekilde açıkladı: çünkü “biz sizin kiminle konuştuğunuzu biliyoruz.” Bazen, gazetecilerin telefon kayıtları mahkemede delil olarak kullanılır, ancak Snowden açıkça göstermiştir ki ABD’de her zaman, herkesin, her telefon kaydı delil olarak kullanılmaktadır.
Karşıt ve muhalif eylemlerin, sırlarını, kendileri üzerinde kirli hilelere hevesli devletlerden saklamaları gerekir. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (American Civil Liberties Union), ABD hükümetinin, aralarında teröristler olabileceği bahanesiyle barışçıl muhalif gruplara sızmaya yönelik sistematik uygulamalarını ifşa etmiştir. Devletin, kimin tanınan bir gazeteciyle ya da tanınan bir muhalifle konuştuğunu belirleyebildiği durum gözetimin çok fazla olduğu bir durumdur.
Enformasyon, bir kez toplandığında suistimal edilebilir
İnsanların, kitlesel gözetimin seviyesinin çok fazla olduğunu fark etmelerine karşılık ilk tepki, toplanan verilere erişimi sınırlandırmayı önermektir. Bu kulağa hoş gelir ancak sorunu çözmez; hükümetin kurallara uyduğunu varsaydığımızda bile bir çözüm değildir. (Ulusal Güvenlik Ajansı, kendisinin sorumlu tutulamayacağını belirterek Yabancı İstihbarat Takip Kanunu mahkemesini yanıltmıştır) Suç şüphesi bile erişim için dayanak olabilir. Bu durumda da muhbir bir kez “casuslukla” suçlandığında “casusu” yakalamak, toplanan verilere erişimin gerekçesi olabilir.
Hükümetin gözetim elemanları da kişisel nedenlerle toplanan verileri suistimal edebilir. Ulusal Güvenlik Ajansı’nın bazı çalışanları eski ve yeni sevgililerini, sevgili olmak istedikleri kişileri takip etmek için ABD’nin gözetim sistemini kullanmıştır (bu duruma “aşk istihbaratı (loveINT)” ismi uydurulmuştur.) Ajans, birkaç kez bu durumu yakaladığını ve cezalandırdığını açıklamıştır. Ancak bu olaylar bizi şaşırtmamalıdır çünkü polis de uzun süre, ehliyet kayıtlarına erişimi birileriyle tanışmak için kullanmıştır (bu duruma da “randevu için plaka kovalamaca” denilmiştir.)
Yasaklanmış olsa bile gözetim yoluyla toplanan veriler her zaman suistimal edilebilir. Veriler bir kez toplandığında ve devletin bunlara erişimi ihtimali olduğunda bu veriler dehşet verici biçimlerde suistimal edilebilir.
Kitlesel gözetim ve muğlâk hukuk, arzu edilen herhangi bir hedefe yönelik kitlesel bir yakalama saldırısı için boşluk sağlar. Gazeteciliği ve demokrasiyi korumak için devletin erişiminin gayet kolay olduğu bu verilerin toplanmasını mutlaka sınırlandırmalıyız.
Mahremiyet için güçlü koruma mutlaka teknik olmalı
Electronic Frontier Foundation([iii]) ve başka organizasyonlar kitlesel gözetimin tacizlerini engellemek amacıyla hazırlanan yasal ilkeler seti önermişlerdir. Bu ilkeler, muhbirler için hayati olan yasal korumayı kesin olarak içerir; sonuçta da bu ilkeler -eğer tamamen benimsenirlerse ve daima istisnasız uygulanırlarsa- demokratik özgürlüklerin korunması için yeterli olacaklardır.
Ancak bu tür yasal önlemler istikrarsızdır: yakın tarihin de gösterdiği gibi feshedilebilirler (Yabancı İstihbarat Takip Kanunu değişiklik yasasında olduğu gibi); askıya alınabilirler ya da göz ardı edilebilirler.
Bu sırada da demagoglar genel gözetime dayanak olarak her zamanki bahaneleri alıntılayabilir; bir avuç insanın öldürüldüğü herhangi bir terörist saldırı bile onlara fırsat sunabilir.
Toplanan verilere erişimin sınırlarını bir kenara bırakırsak sanki hiç var olmamışlar gibi olur: Yıllarca toplanan dosyalar devletin ve onun kurumlarının suistimaline açık hale gelir ve eğer şirketler tarafından da toplandılarsa onların özel kullanımı da mümkün olur. Buna karşın insanlar hakkında dosyalar oluşturulmasını durdurursak, o dosyalar var olmaz ve onları geçmişe dönük olarak derlemenin bir yolu da olmaz. Yeni bir bağnaz rejim geldiğinde ise gözetimi yeni baştan uygulamak zorunda kalır ve veriler de ancak o tarihten itibaren toplanabilir. Bu yasayı askıya almak ya da geçici olarak görmezden gelmek çok anlamlı değildir.
Her sistemi mahremiyete uygun tasarlamalıyız
Eğer bir kitlesel gözetim toplumu istemiyorsak gözetimi bir tür sosyal bozulma olarak kavramak zorundayız ve fiziki bir yapının çevresel etkisini sınırlandırdığımız gibi her yeni sayısal sistemin de gözetim etkisini sınırlandırmalıyız.
Örneğin: “akıllı” elektrik sayaçları her kullanıcının elektrik kullanımı verilerini genel kullanım verileriyle de karşılaştırarak dakika dakika elektrik şirketine göndermek için kullanılmaktadır. Bu, kitlesel gözetim minvalinde uygulanmaktadır ancak aslında herhangi bir gözetimi gerektirmemektedir. Bir yerleşim bölgesindeki ortalama kullanımı, toplam kullanım miktarını abone sayısına bölerek hesaplamak ve bunu sayaçlara göndermek elektrik şirketi için daha kolay olurdu. Her müşterinin sayacı, o müşterinin belirli bir dönem içindeki kullanımını, o dönemdeki ortalama kullanım örüntüsünü (paternini) de içerir şekilde karşılaştırabilir. Hiçbir gözetim olmadan aynı fayda!
Bu tür bir mahremiyeti tüm sayısal sistemlerimize kurmamız gerekir.
Verilerin toplanmasına çözüm: dağınık bırakmak
Mahremiyeti ihlal etmeden izlemenin yollarından bir tanesi verileri dağınık ve erişime elverişsiz olarak saklamaktır. Eski model güvenlik kameraları mahremiyet için tehdit değildi. Kayıt bir binada depolanırdı ve en fazla bir iki haftalığına saklanırdı. Bu kayıtlara erişimin zahmetli olması nedeniyle de asla kitlesel olarak uygulanmadı; sadece birinin bir suçu ihbar ettiği durumlarda erişildi. Milyonlarca kaseti her gün toplamak ve izlemek ya da kopyalarını çıkarmak fiziksel olarak uygulanabilir değildi.
Bugünlerde, güvenlik kameraları gözetim kameraları haline geldi: bu kameralar internete bağlandı; dolayısıyla da kayıtlar bir veri merkezinde toplanabilir ve sonsuza kadar saklanabilir hale geldi. Bu hâlihazırda tehlikeliyken durum daha da kötüleşmektedir. Yüz tanıma alanındaki gelişmeler, şüphelenilen gazetecilerin sokakta sürekli izlenebileceği böylelikle de kimlerle konuştuklarının görülebileceği günü getirebilir.
Genellikle, internete bağlı kameraların kendi sayısal güvenlikleri de berbattır; herhangi biri kameraların neyi gördüğünü seyredebilir. Mahremiyeti güçlendirmek için insanların yanlarında taşıdığı kişisel kameralar dışında, halkın ne zaman nereye girip çıktığını belirleme amaçlı internete bağlanan kameraların kullanımını yasaklamalıyız. Herkes zaman zaman fotoğraf ve video kayıtlarını paylaşmakta serbest olmalı ancak bu tür verilerin sistematik olarak internet üzerinde biriktirilmesi sınırlandırılmalı.
İnternet ticareti gözetimine çözüm
Toplanan verilerin çoğu insanların kendi sayısal faaliyetlerinden gelir. Genellikle, veriler ilk olarak şirketler tarafından toplanır. Ancak mahremiyete ve demokrasiye tehdit söz konusu olduğunda gözetimin doğrudan devlet tarafından yapılması ya da bir şirkete havale edilmesi fark yaratmaz çünkü şirketlerin topladığı veriler devletin sistematik erişimine açıktır.
Ulusal Güvenlik Ajansı, PRISM([iv]) aracılığıyla birçok büyük internet şirketinin veri tabanına girmiştir. Amerikan Telefon ve Telgraf Şirketi (American Telephone and Telegraph Company) 1987’den beri tüm arama kayıtlarını saklamaktadır ve istenmesi durumunda Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi’nin (Drug Enforcement Administration) incelemesi için hazır bekletmektedir. Açık konuşmak gerekirse, ABD hükümeti bu verilere hakim değildir ancak pratikte hakim olabilir.
Dolayısıyla gazeteciliği ve demokrasiyi koruma hedefi, sadece devletin değil herhangi bir kurumun insanlar hakkında topladığı verileri azaltmayı gerektirir. Sayısal sitemleri, kullanıcıları hakkında veri toplamayan sistemler biçiminde yeniden tasarlamalıyız. Eğer bu sistemlerle bizim aramızdaki ilişkide işlemlerimiz hakkında sayısal verilere işin doğası gereği ihtiyaç duyulursa bu verilerin kısa bir süreden daha fazla saklanmalarına izin verilmemeli.
İnternet gözetiminin bugünkü seviyesinin nedenlerinden bir tanesi de web sitelerinin, kullanıcıların faliyetlerinin ve eğilimlerinin takip edilmesine dayanan reklamla finanse edilmesidir. Bu, mutlak bir tacizi -görmezden gelmeyi öğrenebileceğimiz reklamcılığı- farkında olalım ya da olmayalım bize zararı dokunan bir gözetim sistemine dönüştürmektedir. İnternet üzerindeki satın alma uygulamaları da kullanıcılarını izler. Hepimiz farkındayız ki “mahremiyet politikaları” mahremiyeti destekleyen taahhütlerden ziyade mahremiyete saldırmanın mazeretleridir.
Her iki problemi de anonim bir ödeme sistemini, -ödeyen taraf için anonim olan bir sistemi- uygulayarak çözebiliriz. (Alacaklı tarafın vergilerden kaçınmasını istemeyiz) Bitcoin anonim değildir ancak sayısal nakit teknolojisi ilk olarak 25 yıl önce geliştirilmiştir; ihtiyacımız olan sadece uygun ticari düzenlemeler ve devletin bunları engellememesidir.
Web sitelerinin elindeki kişisel veri dosyalarından kaynaklı bir başka tehdit de güvenliği ihlal edenlerin bunlara sızma, bunları alma ve suistimal etme ihtimalidir. Bu, müşterilerin kredi kartı detaylarını da içerir. Anonim bir ödeme sistemi bu tehlikeyi engeller: web sitesi sizin hakkınızda hiçbir bilgiye sahip değilse sitedeki herhangi bir güvenlik açığı size zarar veremez.
Seyahat gözetimine çözüm
Köprü ve/veya otoyollardan geçiş ücreti tahsilatını anonim ödemeye (örneğin sayısal nakit kullanarak) dönüştürmeliyiz. Araç plakası tanıma sistemleri tüm plakaları tanımaktadır ve bu veriler süresiz olarak tutulabilir; araçların sadece mahkeme emriyle arananlar listesinde olmaları durumunda tanınması ve kayıt altına alınması yasa ile düzenlenmelidir. Daha az güvenli bir alternatif ise tüm araçları sadece yerel düzeyde birkaç günlüğüne kaydetmek ve tüm bu verilerin internetten erişimini engellemektir. Bu verilere erişim mahkeme emriyle arananlar listesiyle sınırlandırılmalıdır.
ABD’nin “uçması yasaklananlar” listesi de yürürlükten kaldırılmalıdır çünkü bu ceza, bir duruşma olmadan verilmektedir.
Kimin vücudunun ve bagajının daha dikkatli inceleneceğine ilişkin bir listenin olması kabul edilebilir ve yerel uçuşlardaki anonim yolculara bu listeye dahillermiş gibi davranılabilir. Ayrıca vatandaş olmayanların eğer ülkeye girişleri yasaklanmışsa bu kişilerin giriş yapmalarını sağlayacak uçuşlardan engellenmeleri de kabul edilebilir. Bu, tüm meşru takipler için yeterli olmalıdır.
Birçok toplu ulaşım sistemi ödeme için çeşitli akıllı kartlar ya da radyo frekansı ile kimlik tanımlama (radio frequency identification) sistemlerini kullanmaktadır. Bu ödemeler kişisel verileri biriktirir: Eğer bir kez nakit yerine bunlardan biriyle ödeme hatasına düştüyseniz kart ile isminiz kalıcı olarak ilişkilendirilir. Dahası, tüm yolculuk da kart ile ilişkilendirilir. İkisi birlikte muazzam bir gözetim yapar. Bu veri toplama işlemi azaltılmalıdır.
Navigasyon hizmetleri de gözetime neden olur: Kullanıcının bilgisayarı, kullanıcının konumunu ve nereye gitmek istediğini harita hizmeti şirketine aktarır; sonrasında da sunucu rotayı belirler ve bunu geri kullanıcının bilgisayarına gönderir. Günümüzde, engelleyen bir şey olmadığı için sunucu muhtemelen kullanıcının konumunu kaydetmektedir. Bu gözetim esasında gerekli değildir ve yeniden tasarlamayla engellenebilir: Kullanıcıların bilgisayarlarındaki özgür/libre yazılım uygun bölgeler için harita verisini indirebilir (eğer daha önce indirilmediyse) ve kullanıcının nerede olduğunu ve nereye gitmek istediğini kimseye söylemeden istenilen rotayı hesaplayıp gösterebilir.
Bisiklet ödünç alma vb. sistemler ödünç alan kişinin kimliğinin sadece ödünç alınan istasyonun sınırları içinde bilinebileceği bir şekilde tasarlanabilir. Tüm istasyonlar ödünç alınan şeyin “dışarıda” olduğu konusunda bilgilendirilebilir dolayısıyla kullanıcı herhangi bir istasyona iade ettiğinde de o istasyon nereden ve ne zaman ödünç alındığını bilebilir. Teslim edilen istasyon da diğer istasyonu teslimatın yapıldığına ilişkin bilgilendirebilir. Ayrıca kullanıcının faturasını hesaplayabilir ve bunu (makul bir süre sonra) istasyonlar arasında oluşturulacak bir trafik üzerinden merkeze gönderebilir. Böylece merkez faturanın hangi istasyondan geldiğini bilemez. Bu bir kez yapıldığında dönüş istasyonu işleme ilişkin tüm verileri unutmuş olacaktır. Eğer ödünç alınan şey uzun bir süre iade edilmezse ödünç alma işleminin yapıldığı istasyon merkezi bilgilendirebilir ve kullanıcının kimlik bilgisini hızlıca merkeze gönderebilir.
İletişim dosyalarına çözüm
İnternet servis sağlayıcılar ve telefon şirketleri kullanıcılarının bağlantıları hakkında (internet taramaları, telefon görüşmeleri vb.) detaylı veri depolarlar. Mobil telefonlarla kullanıcılarının fiziki konumlarını da kaydederler. İnternet servis sağlayıcılar ve telefon şirketleri bu dosyaları, Amerikan Telefon ve Telgraf Şirketi örneğinde olduğu üzere 30 yıl gibi uzun bir süre saklarlar. Yakında bu şirketler kullanıcıların vücut aktivitelerini de kaydedecekler. Görünen o ki Ulusal Güvenlik Ajansı yığın halinde mobil telefon konum verileri toplamaktadır.
Sistemler bu tür dosyaları oluşturduğu müddetçe izlenmeyen bir iletişim imkânsızdır. Dolayısıyla bu dosyaları oluşturmak ve saklamak yasa dışı kabul edilmelidir. Söz konusu bir kişinin ve/veya tarafın takip edilmesini isteyen bir mahkeme emri olmaksızın internet servis sağlayıcıların ve telefon şirketlerinin bu tür enformasyonları çok uzun süre saklamalarına izin verilmemelidir.
Bu tür bir çözüm tamamen tatmin edici değildir, çünkü veriler oluşur oluşmaz hükümetin hepsini toplaması -ABD’nin bazı telefon şirketleriyle ve/veya tamamıyla birlikte yaptığı tam da budur- fiziki olarak engellemez. Bunun yasal olarak engellenmesine bel bağlamamamız gerekir. Bununla birlikte ilgili yasanın (PATRIOT yasası) uygulamayı engellemediği mevcut durumdan daha iyidir. Ayrıca eğer devlet bu tür bir gözetlemeyi uygulamaya devam ederse en azından o tarihten önce yapılmış olan telefon görüşmeleri verilerine ulaşamaz.
Ancak biraz gözetim gereklidir
Devletin suçluları bulması, belirli suçları ya da planlanmış belirli suçları mahkeme kararıyla araştırabilmesini gerektirir. İnternet ile birlikte birinin telefon görüşmelerini dinleme gücü doğallığında internet iletişimini takip etmeye kadar genişleyebilir. Politik nedenlerle bu gücü kötüye kullanmak kolaydır ancak bu güç aynı zamanda da gereklidir. Neyse ki bu, eylemden sonra muhbiri bulmayı olanaklı hale getirmez.
Polis gibi, devlet destekli güce sahip olan belirli kişiler mahremiyet hakkından mahrumdur ve mutlaka takip edilmelidirler. (Aslına bakılırsa özellikle protestoculara ve fotoğrafçılara karşı çok sık yaptıkları için polis jargonunda yalancı şahitliğe karşılık “testilying” diye bir terim de vardır.) Polislerin sürekli kamera takmalarının gerektiği California’daki bir şehirde, polislerin güç kullanım oranı yüzde 60 düşmüştür. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği de bu uygulamayı desteklemektedir.
Şirketler insan değildir ve insan hakları onlar için geçerli değildir. Şirketlerin, topluma zararı olabilecek kimyasal, biyolojik, nükleer, mali, bilgisayar kullanımı (örneğin sayısal haklar yönetimi-digital rights management) ya da politik (örneğin lobicilik) süreçlere ilişkin detayları toplum faydasının ihtiyacı olan düzeyde yayımlamaları gerekliliği meşrudur. Bu tür operasyonların tehlikesi yanında (BP petrol sızıntısını, Fukushima’nın erimesini ve 2008’deki mali krizi düşünün) terörizm cüce kalmaktadır.
Bununla birlikte gazetecilik ticari bir işin parçası olarak yapılsa dahi gözetime karşı korunmalıdır.
Sayısal teknoloji, hareketlerimizin, eylemlerimizin ve iletişimimizin gözetlenmesi düzeyini muazzam şekilde artırmıştır. 1990’larda deneyimlediğimizin, 1980’lerde demir perdenin arkasındaki insanların deneyimlediğinin çok ötesinde bir gözetim vardır ve biriktirilen verilerin devletçe kullanılmasının ek yasal limitlerle sınırlandırıldığı durumda bile çok ötesinde olacaktır.
Eğer, özgür ülkelerimizin geçmişte geniş gözetim eksikliğinden dolayı acılar çektiğini ve Sovyetler Birliği ve Doğu Almanya’nın yaptığından daha fazla gözetlemenin gerektiğini düşünmüyorsak bu artışı tersine çevirmeliyiz. Bu da insanlar hakkında veri biriktirilmesini sonlandırmayı gerektirir.
Dipnotlar
[i] Richard Stallman, özgür/libre yazılım savunucusu ve Özgür Yazılım Vakfı’nın kurucusudur. 1984’te özgür yazılımlı işletim sistemi GNU’yu kurmuştur. Programcıların ve programların özgürlüğünü, programların insanlığın ortak mirası olmasını savunur. Yazının İngilizce orijinaline http://www.wired.com/2013/10/a-necessary-evil-what-it-takes-for-democracy-to-survive-surveillance/ adresinden erişilebilir. (ç.n.)
[ii] Snowden, eski bir CIA istihbarat ajanıdır ve Haziran 2013’te ABD’nin kullandığı kitle takip programının detaylarını sızdırmıştır. Sızdırılan bilgilerle ABD’nin bilgi toplamak ve gözetim için cep telefonu görüşmelerini, elektronik posta yazışmalarını takip ettiği, sosyal medyayı izlediği ortaya çıkmıştır. Yakın tarihte Snowden ile yapılmış bir röportaj için bkz. http://www.wired.com/2014/08/edward-snowden/ (ç.n.)
[iii] Electronic Frontier Foundation, 1990 yılında kurulmuştur. Kâr amacı gütmeyen ve temel amacı ifade özgürlüğünü, mahremiyeti savunmak olan bir organizasyondur. Organizasyon, 2011’den itibaren büyük internet şirketlerinin kullanıcı mahremiyetine ne derece önem verdiklerini değerlendiren “Who Has Your Back?” başlıklı raporlar serisini yayımlamaktadır. 2013’te yayımlanan versiyona https://www.eff.org/files/who-has-your-back-2013-report-20130513.pdf adresinden, aynı raporun yönetici özeti çevirisine ise http://www.sendika.org/2013/07/kim-sizin-yaninizda-hangi-sirketler-verilerinizi-hukumetten-korur-electronic-frontier-foundation1/ adresinden ulaşılabilir. (ç.n.)
[iv] PRISM, 2007 yılında Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından geliştirilen ve kitlesel elektronik gözetim ve veri madenciliği (data-mining) yapan bir programdır. Daha sonra İngiliz istihbaratı da programa katılmıştır. (ç.n.)