Araştırmalar, insana özgü silikon temelli mühendislik ürünü bilgisayarların üzerinde Sembolik Yapay Zekâ’nın bilişsel süreçleri, canlı bedenindeki nöral ağı benzetimlendiren Yapay Sinir Ağları metodolojisi ve biyoloji ile bilişsel bilimlerin ortak çalışma alanı olan Sibernetik bilimi ile devam ediyor. Amaç: biyolojik organizmanın geliştirdiği zekâyı taklit etmek ve hatta ondan daha üstün bir yapay zekâ üretmek. Bu çalışmalar, insanlığın önüne felsefi, hukuksal ve ahlaki yepyeni sorunlar da getirecek.
Yapay Zekâ (İngilizce: Artificial Intelligence) terimi, köken olarak iki ayrı kavramın adları olan “yapay” ve “zekâ” sözcüklerinin yan yana kullanımından oluşur. Terimdeki “yapay”, insana ait olan yaratma eylemini ve taklit etmeyi, “zekâ” ise canlı doğaya ait olan hayatta kalma stratejisini, uyumu ve beceriyi anlatır.
Zekâ ile ilgili bilimsel saptamalar
Terimin içinde anlam ağırlığını oluşturan ve insan toplumumuzun günlük yaşantısında sıklıkla kullandığımız “zekâ” sözcüğünden anladığımız, çoğunlukla yukarıdaki tanımdan farklıdır. Örneğin “Bu kişi zekidir” dediğimizde, tanımlamış olduğumuz zeki insan, aslında ortalama insanlardan daha iyi muhakeme yapabilen, problem çözebilen, sorunlara yaratıcı yaklaşımlar getirebilen, üstün öğrenme ve plan yapma yeteneği olan insandır. Burada konu edilen, insana ait gelişmiş zekânın üst bilişsel işlevleri dediğimiz daha karmaşık kavramlarıdır ve dil ile iletişim, soyut düşünme, usa vurma, ve ahlak gibi insan denen primatın bilişsel, fiziksel ve sosyal evriminin sonucu olan diğer karmaşık kavramlar ve beceriler ile birlikte ele alınmalıdır.
Oysa, bir yapay zekâ kuramcısı için zekâ, gelişmiş primat zekâsına ait olan bu kavramlardan çok daha fazlasıdır. Yapay zekâ kuramcısı, binlerce yıldır düşünürlerin, antropologların ve tüm diğer sosyal bilimcilerin yapmış oldukları zekâ tanımlarının dışında, zekânın girdisi ve aynı zamanda da çıktısı olan bilginin biyolojik olarak nasıl depolandığını, işlendiğini ve çoğaltıldığını da merak eder. Bu işlevlerin izini sürdüğümüzde, insan zekâsından çok daha basit, ilkel ancak verimli, amaca odaklı ve etkileyici başka zekâ örneklerini taşıyan, genetik malzeme ve hücre sayısı olarak da görece basit diyebileceğimiz küçük zeki varlıklarla karşılaşırız.
Doğa bilimleri penceresinden baktığımızda, temel olarak zekânın canlının yüz milyonlarca yıldır geçirdiği biyolojik evrimi ile birlikte geliştirmiş olduğu hayatta kalma stratejisinin bir ürünü olduğunu görürüz. Yani zekâ, canlının kendi varlık sorununa getirdiği etkili bir yaklaşımdır ve aslında yapay zekâ araştırmaları için de çok önemli olan, zekânın evrimin hangi aşamasında başladığının saptanmasıdır. Zekâ, bilgi ileten nöronlar ve onların oluşturduğu görece karmaşık sistemlere sahip, evrimin daha üst basamaklarında ortaya çıkan canlılara mı özgüdür, yoksa zeki varlık tanımı, nöronlara sahip olmayan ve bitkileri de kapsayan basit otonom (kendi kendine hareket eden) canlılar için de geçerli midir? Bu sorunun cevabı henüz netlik kazanmış değildir, zira bilginin biyolojik yapı içinde nasıl depolandığı ile ilgili bilgilerimiz kesinlik kazanmamıştır.
Bir grup biliminsanı, nöron içeren karmaşık biyolojik yapıların içinde saklanan bilginin örüntülerden oluştuğunu ve birimlerden oluşan bu örüntülerin sembolik bir birleştirme ile bir araya gelen “0” ve “1”lerden oluştuğunu savlamaktadırlar. Nöronların elektrik akımı ile bu birimsel bilgileri sadece ilettiklerini ve bilgilerin protein sentezi (1) ve dışlanması (0) ile saklandığını söylemektedirler. Bu sava göre, sentezci hücreler ile nöronların bilgi alışverişi vardır ve gerçekten de bunu doğrulayan gözlemler ve bulgular mevcuttur. Bu türden savlara kaynaklık eden bilgiler, kuramlar ve gözlemler yeni değildir ve yüzyıllar öncesine uzanmakta, Matematik (İkili Sayı Sistemi: 1703 G. W. Leibniz, Boolean Cebiri: 1854 George Boole), Fizik (Işık ve Renk kuramları: 1704 Newton, 1810 J. W. Goethe, 1802 Thomas Young, 1850 H. Helmholtz) ve Bilgisayar (1937 ikili sayı sisteminin ve boolean cebirinin bilgisayara uyarlanması: Claude E. Shannon) bilimlerine dayanak olmaktadır. Protein sentezi açısından baktığımızda, nöron içermeyen canlı yapılarda örneğin bitkilerde veya az hücreli basit canlılarda bilginin biyo-kimyasal süreçler ile taşınabileceğini savlamak mümkündür.
Zekâ ile ilgili bilimsel saptamaların yapay zekâ araştırmaları ve kuramları açısından önemi, yapay zekâ içeren insan-makine arayüzlerinin yapılabilmesi, hayatımızı kolaylaştırabilecek robotların insana veya diğer canlılara benzetilebilmesinde sağlanacak başarım ile artacaktır. Başarımın artması, zekâ benzetimine (simülasyonuna) ve doğa-canlı ilişkisinin ürünü olan bilginin yeniden sunumuna (görüntü, ses, konuşma) ve hatta duygu ve duygulanıma sahip düşünen makinelerden ve insanlardan oluşan heterojen toplumların oluşması ihtimalini güçlendirmektedir.
Abaküsten yapay zekâya…
Öte yandan, eski çağlardan bu yana zekâ ve akıl, felsefenin de önemli yönelimlerinden biri olmuştur. Zekânın girdilerini ve çıktılarını oluşturan bilgi, Bilgi Kuramı (Epistemoloji) ile felsefenin önemli alanlarından birini oluşturur, ancak akıldan temellenen kimi felsefe akımları yüzyıllar boyu zekânın ve aklın temellendiği süreçleri incelemekten ziyade onun vargılarını ve ürettiği karmaşık olguları incelemişlerdir.
Bilginin insan tarafından yapay olarak işlenmek istenmesi, MÖ 3. binlerde kullanıldığı bilinen ilk hesaplama aracı Abaküs’e kadar uzanmakla birlikte, insan çabası gerektirmeyen hesaplama araçlarının yapımı, Yeni Çağ Avrupa’sının gelişme çabalarının sonucu olarak bilginin önem kazanması sayesinde 1642’de Blaise Pascal (Pascaline) ile başlar. 1694’de ise, Alman matematikçi Wilhelm Von Leibniz tarafından Pascal’ın mekanik düzeneğinin geliştirilmesi ile toplama, çıkarma, çarpma ve bölme gibi hesaplamalar makineler ile yapılabilmeye başlanmıştı. İki yüzyıl sonra, 1822’de İngiliz matematikçi Charles Babbage, oldukça gelişmiş bir makinenin tasarımına başlamıştı. Fark Makinesi, bir değerler serisini otomatik olarak hesaplayabilmeyi öngörüyordu. Sonlu farklar yönteminden yararlanarak, çarpma ve bölme işlemlerinden yararlanmaksızın hesaplama yapmak mümkün olacaktı. Charles Babbage’ın aslında logaritmaları ve trigonometrik fonksiyonları polinomların sonlu farkları ile tahmin etmek amacıyla tasarladığı makinesi, matematikçilere bir Analitik Makine’nin yapılabileceğini gösterdi.
19.yüzyılın sonlarında bir versiyonu yapılan bu makine ile, sonrasında Babbage’ın oğlu olan Henry Babbage tarafından bilginin kaydedilebileceği de gösterilmiş, bunun için de otomatik dokuma tezgahını icat eden Joseph Marie Jackuard’ın buluşu olan delikli kartlardan yararlanılmıştır. Sonrasında bu fikri geliştiren kişi ise 1880 yılında daha sonra bir bilgisayar şirketine dönüşecek olan Uluslararası İş Makineleri (IBM) şirketinde çalışan Herman Hollerith olmuştur. Delikli kart fikri ve teknolojisi, endüstri devrimine güç veren bir yenilik olduğu kadar (dokuma makineleri), sonraki yüzyılda ortaya çıkacak olan modern bilgisayarlar için de fikir kaynağı olmuştur. Bununla birlikte, mekanik bilgi işleyici makineler, bilgilerin delikli kartlar ile programlandığı, dolayısı ile sabit programlara sahip araçlardı ve burada esnek bir Yapay Zekâ’dan bahsetmek zordu.
19.yüzyılın ikinci yarısına kadar karmaşık ve zor imal edilebilir olmalarına karşın mekanik bilgisayarlar varlığını sürdürdü. 1937 yılında, bilgisayar bilimcisi Claude Elwood Shannon’un bir makale ile bildirmiş olduğu, “İkili Sayı Sisteminin ve Boolean Cebirinin Elektromanyetik Rölelere Sahip Bilgisayarlara Uyarlanması” ile ilgili kuramı, bilgisayar bilimcilerinin bilginin veya bilginin yeniden sunumunun (knowledge representation) rölelerden veya transistörlerden oluşan mantık kapıları aracılığı ile kolayca değiştirilebilir şekilde kaydedilebileceğini fark etmelerine, böylece elektronik yapay zekâ kavramımın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Birkaç yıl sonra başlayan İkinci Dünya Savaşı sırasında, savaşın gerektirdiği iletişim (telgraf ve radyo) kriptolanmakta (şifrelenmekte) ve bu kriptonun dinleyenler tarafından çözümlenmesi için mekanik bilgisayarlardan fazlası gerekmekteydi. Bu gereksinimler, bir çok müttefik ülkeden matematikçileri ve mühendisleri, İngiltere’de Bletchley Park’ta bir araya getirdi ve 1944’te ilk kısmen yeniden programlanabilir bilgisayar olan Colossus Mark 1 yapıldı. Thomas Flowers’ın mühendisliğini yaptığı makine, Alan Turing’in 1935’de oluşturduğu yazılım fikri üzerine kuruluydu. Makinenin bir birimi ile ruloların hızlı bir şekilde delinerek yeniden programlanabilmesi, Alman Enigma şifrelerini hızlı bir şekilde çözmek için tasarlanmış olan programın girdiler ile program kalıplarının karşılaştırmasını sağlamakta, ortaya çıkan anlamlı metin çıktıları ise, sisteme bağlı olan otomatik daktilo makinesinden basılabilmekteydi. Böylece, kripto çözümleyen yapay zekâ, savaş stratejilerini deşifre ederek savaşın 1950 yılına kadar uzamasını önledi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, savaşın yarattığı yıkımın telafi edilmesi, oluşan yeni dünya düzeni ve ekonomi, birer yapay zekâ uygulaması haline gelen yazılımların ve bilgisayar biliminin gelişmesine zemin hazırladı. Sonrasında, yapay zekânın gelişmiş kavramları olan ileri bilişsel süreçlerin yapay olarak üretilmesi gereksinimi, bilişsel bilimin (cognitive science) ve yapay zekânın akademik hale gelmesine yol açtı. Bilgisayar biliminin de kurucuları arasında sayılan biliminsanları John Mc Carthy ve Marvin Minsky, ilk yapay zekâ laboratuvarlarını Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde kurarak bu alandaki araştırmaları 1956’da başlatmışlardı. Bilgisayar ve yapay zekâ alanında yaşanan bütün bu gelişmelerin, toplumun, sanatın ve edebiyatın üzerinde fütüristik etkileri olmaktaydı.
Bilimkurgu yazınında yapay zekâ
Aslında geleceği hayal etmeye yönelik bu girişimler, tüm bu gelişmelerden daha önce, endüstri ve teknoloji devrimini izleyen uygarlaşma sürecinde ortaya çıkmıştı. Öncelikle edebiyat ve plastik sanatlarda ortaya çıkan aklı ve duyguları olan yapay varlıklar, insanın evreni ve doğayı anlama çabasında kendisine yardımcı olabilecek belki de kendisinden daha zeki, insan ötesi varlıklar yaratma düşünün bir ürünüydü. Kökleri milattan öncesine, Homeros destanına kadar giden bu düş, 1920’li yıllarda yazılan ve sonraları Isaac Asimov’u da etkileyen modern bilimkurgu edebiyatının öncü yazarlarından Karel Čapek’in eserlerinde dışa vurmuştur.
Karel Čapek, R.U.R adlı tiyatro oyununda yapay zekâya sahip robotlar ile insanlığın ortak toplumsal sorunlarını ele alarak, Avrupa’da endüstri toplumunun henüz oluştuğu 1900’lü yıllarda yapay zekânın insan aklından bağımsız gelişebileceğini öngörmüştü. Isaac Asimov ise, saygın bir bilimadamı olarak 1950 yılında yazdığı Ben Robot ve 1953 yılında yazdığı Robot Öyküleri’nde Čapek gibi sosyal robotlar ve insan toplumu arasındaki sorunları işlemiştir. Bu öyküler ile birlikte 3 Robot Yasası’nı da ortaya atarak, insan ve yapay zekâya sahip robotların arasındaki ilişkinin ahlaki çerçevesini çizmeye çalışmıştır. Asimov, 3 Robot Yasası ile insanın efendi, yapay zekâya sahip robotların ise bir tür çağdaş mekanik köle olması gerektiğinin altını çizse de daha sonraları robot öykülerinden biri olan “Bicentennial Man”de, robotların yapay akla, insana özgü duygulara ve bir iradeye sahip olması durumunda, insanın sahip olduğu haklara sahip olması gerektiğini savunmuştur.
Yapay zekâ çalışmalarının ufku
Yapay zekâ alanındaki araştırmalar, elektronik ve bilgisayar bilimlerinde meydana gelen çok hızlı gelişmeler, bilimkurgu edebiyatında önceden öngörülen gelişmiş insani zekânın yüksek bilişsel süreçlerinin birer benzetiminin ortaya çıkmasına olanak vermiş, günümüzde her biri ayrı ayrı biyolojik temelli bilişsel süreçler olan görüntü tanıma, ses tanıma, yapay konuşma, dil temelli düşünme gibi önceleri yapay olarak yeniden üretilmesi çok zor sanılan aşamalar başarılmıştır. Bunlar çoktan uzman sistemler olarak, cep telefonlarımızda, suçlu takibinde, telefon servislerinde kullanılmaya başlanmış, dünyanın dört bir tarafındaki araştırma merkezlerinde, üniversite ve enstitülerde iki ayağı üzerinde yürüyebilen Asimo gibi robotlara uyarlanmaktadır.
Araştırmalar, insana özgü silikon temelli mühendislik ürünü bilgisayarların üzerinde Sembolik Yapay Zekâ’nın bilişsel süreçleri, canlı bedenindeki nöral ağı benzetimlendiren Yapay Sinir Ağları metodolojisi ve biyoloji ile bilişsel bilimlerin ortak çalışma alanı olan Sibernetik bilimi ile devam etmektedir. Bu dallanmalar, üstün yapay zekâya ulaşmak için biliminsanlarının izledikleri farklı yolları temsil etse de amaç aynıdır: Biyolojik organizmanın geliştirdiği zekâyı taklit etmek ve hatta ondan daha üstün bir yapay zekâ üretmek.
Yapay olarak aklın, duyguların veya bilişsel süreçlerin yeniden üretilebileceği düşüncesi özellikle muhafazakâr çevrelere imkansız gibi görünse de bugün bilim, maddenin gizemini büyük ölçüde aydınlatmıştır. Atom-altı parçacıkların ilişkilerini incelemekte, bu parçaların oluşturduğu moleküler ilişkilerin birer matematiksel algoritması olduğunu gözler önüne sermekte, gelişen formel mantık bu ilişkileri birer birer açıklamaktadır. Sadece teorik olmayan bu süreç, bir yandan genetik bilimine kaynaklık etmekte, organik maddenin temel yapıtaşı olan DNA’nın çeşitli türler açısından haritalarının çıkarılması sayesinde canlı genlerinin yeniden programlanmasını olanaklı kılmaktadır. Teolojik açıdan kabul edilemez veya sakıncalı görülen bu süreçler, canlı organizmaların sahip olduğu mekanizmanın çözülemez veya anlaşılamayacak kadar karmaşık, kutsal ve dokunulmaz olduğu gibi yerleşik inançları sarsmıştır. Katolik Vatikan, evrim kuramını kabul etmek zorunda kalmış, fakat genetik araştırmaları da yasaklamaktan geri durmamıştır.
Geleceğin tartışmaları
Zekânın evrimin hangi aşamasında ortaya çıktığını ve ne olduğunu araştırırken “canlı nedir” sorusunu da sormak gerekmez mi? Canlıyı bizim gözümüzde canlı yapan hangi elementlerden oluştuğu mudur, yoksa canlı gibi veya aynı özelliklere sahip fakat karbon değil de silikon temelli bir varlık da canlı olarak nitelendirilebilir mi? Şüphesiz yaratılışçılar “canlı” tanrı tarafından yaratılandır diyecektir. Bunun yanında, evrim kuramını kabul eden doğa bilimcileri, hukuk ve siyaset insanları, dünya üzerinde kendi kendine, doğal seçilim yasaları ile ortaya çıkmış bir karbon temelli varlık ile bu varlık tarafından yaratılmış, silikon temelli fakat düşünebilen ve duyguları olan bir varlık arasında yaratılış argümanı olmadan nasıl bir ayrım oluşturacaklar?
Yapay zekânın, uzayın insanın ulaşamayacağı kadar uzak ve elverişsiz bölümlerinde araştırma yapmak, belki uzayın aynı zaman boyutunda olmadığımız için bir türlü iletişim kuramadığımız bizden akıllı ya da uygar olsun olmasın, diğer canlı türlerine uygarlığımızı, kültürümüzü tanıtmak gibi önemli görevler üstlenebilecek, insanlığı kültürel, ekonomik ve bilimsel olarak sıçratabilecek bir potansiyel taşıyan bir bilimsel araştırma alanını, geçmişte dünyanın düz olduğunu veya dünyanın evrenin merkezi olduğunu sanan dindar ve tutucu kesimlerin bilimi yasaklamaya kalkması gibi yasaklayacak mıyız?
Gelecekte, inorganik olarak sınıflandırdığımız maddelerden oluşan ancak kendini onarma ve üretme özelliğini kazanmış, silikon temelli mikroçiplerden oluşan bir beyne, metal veya sentetik kompozit malzemelerden oluşan fakat insana veya canlıya büyük bir ustalıkla benzetilmiş bir bedene sahip, yapay da olsa duyguları ve insana özgü bilişsel süreçleri olan gelişmiş robotları toplumsal düzenimizden, hukuk sisteminden ve evrensel haklardan Asimov’un 3 Robot Yasası ile temellerini attığı bir ahlak anlayışı ile dışlayacak mıyız?
Ahlaki açıdan tartışılması zor olduğundan zaman alabilecek, fakat hukuk, bilim ve felsefe açısından tartışılması zorunlu olan bu ve benzeri sorular, insanlığın gelecekteki sorunları olacaktır. Yapay zekâya sahip robotların insan emeğini, hatta varlığını tehdit edeceğini öngörebiliriz. Buna karşın, kendi yarattığı fakat kendisinden daha zeki bir varlık ile rekabete girecek olan insanın, belki sibernetiğin yardımı ile, belki de doğal seçilimin yasaları ile gelişebileceğini de düşünmek mümkündür. Benzer sorunları aslında bilimkurgu yazarları 20. yüzyılın başında yazdıkları eserlerde ortaya koymuşlardır. O zamanlar için bu öngörüler erken sayılabilirler, ancak günümüzde bilimin ve teknolojik gelişimin ivmesi hızla arttığından bu öykülerin ve senaryoların gerçek olacağı zamanlar hızla yaklaşmaktadır.
Yapay zekâyı, metodik, bilimsel ve teknik olarak geliştirirken, insanlığa olumlu ya da olumsuz etkilerini düşünmemek ve bugünkü haliyle henüz kendi toplumunun derin sorunlarını çözememiş olan insanlığın, gelecekte karşısına çıkabilecek bir heterojen toplumun sorunlarını nasıl taşıyacağı konusunda karamsar olmamak mümkün değildir. Ancak öte yandan, insanoğlunun doğada ortaya çıktığı, avcılık, toplayıcılık yaptığı ve sayısının çok daha az olduğu tarih öncesi zamanlardan, tarımı keşfettiği, işbölümü yaptığı, uygarlıklar ve toplumlar oluşturduğu sonraki dönemlerine değin hep büyük sorunlarla uğraşmış olduğu da bir gerçektir. Bu sorunların da insan toplumunun önüne birer uygarlık sorunu olarak ekleneceğini, ancak bu durumun insanın doğadaki varlık kavgasının önüne geçilemez doğal dinamikleri arasına gireceğini düşünmeliyiz. Sonuçta, hiçbir bilimsel ve teknolojik donanımı olmadığı halde örneğin düşmanına karşı zehir geliştirebilen bir canlının evrimi ile, teknoloji ve bilim ile kendi evrimsel gelişimine yön veren insanoğlunun evrimi arasında ne fark olabilir?
NOTLAR VE KAYNAKLAR
NOT: Makalenin hazırlanmasında çeşitli kaynaklardan yararlanılmıştır, ancak makale sadece alıntıların birleştirilmesinden oluşmamakta, 10 yıla yayılan bir yapay zekâ araştırması sırasında elde edilen bilginin usa vurumu ve burada tamamı belirtilmemesine karşın yazılan makaleler ile de ifade edilmiş olan özgün görüşlerimi yansıtmaktadır. Makalenin, kitapların ve araştırma notlarının hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar, aşağıda gruplar halinde belirtilmiştir.
1) “Bilgisayar Kontrollü Robotik”, Devrim Çamoğlu, Dikeyeksen Yayınları, Ocak 2011 – Kitapta, ikili sayı sistemi ile bilginin yeniden sunumunun aşamaları detaylı olarak anlatılıyor. Aynı zamanda 4. ve 7. maddelerde kaynakları belirtilen eserlerden yapılan çeviriler ile Işık ve Renk teorileri, insan gözünde RGB renk sisteminin nasıl oluştuğu ve bu sistemin keşfi ile renkli fotoğrafın ve televizyonun bulunuşu, çalışma prensipleri anlatılıyor.
2) “A Czecho-Slovak Frankenstein”, John Corbin, New York Times, October 10, 1922, “R.U.R.: a Satiric Nightmare”, Sheppard Butler, Chicago Daily Tribune – Karel Čapek’in, R.U.R adlı tiyatro oyununun New York galasını duyuran gazete haberinde oyun içeriğinden ve karakterlerden söz ediliyor. Haberde, o zamanlar insanlığın konuya bakışı ve yaklaşımı görülebilir.
3) “Famous Mathematicians” Frances Benson Stonaker, Lippincott (1966) “Never at Rest: A Biography of Isaac Newton.”, Westfall, Richard S. (1983) [1980], Cambridge University Press. pp. 530–1. “Newton and Goethe on colour: Physical and physiological considerations”, Duck, Michael, Annals of Science, Volume 45, Number 5, September 1988 , pp. 507–519(13). “Theory of Colours”, Goethe, translation: Charles Lock Eastlake, Cambridge, Massachusetts: The M.I.T. Press, 1982
4) “D.U.Y.G.U., Dil Uzam Yapay Gerçek Uslamlayıcı” Yapay Zekâ Projesi Araştırma Notları, Devrim Çamoğlu, 2004.
5) “Doğal Dil Anlama”, Araştırma projesi notları, Devrim Çamoğlu 2007. “Computational Intelligence For Movement Sciences”, Rezoul Begg, Marimuthu Palaniswami, Idea Group USA.
6) “Physics Today, Exploratory Experimentation: Goethe, Land, and Color Theory”, Ribe, Neil; Steinle, Friedrich, Volume 55, Issue 7, July 2002. “Color Hue and Ink Transfer” Their Relation to Perfect Reproduction, Frank Preucil, TAGA Proceedings, p 102-110 (1953).
7) “Battle of wits: The Complete Story of Codebreaking in World War II”, Budiansky, Stephen (2000), Free Press, “Colossus: The Secrets of Bletchley Park’s Codebreaking Computers”, Copeland, B. Jack, ed. (2006), Oxford: Oxford University Press. “Hobi Elektronik”, Devrim Çamoğlu, Dikeyeksen Yayınları, Ağustos 2013 – Kitapta, yukarda kaynakları belirtilen eserlerden yapılan çeviriler ile bilgisayarın, yapay zekânın ve elektroniğin gelişimi anlatılıyor.
8) “Cognitive Psychology: A Student’s Handbook” (Fifth ed.), Eysenck, M. W.; Keane, M. T. (2005), East Sussex:Psychology Pres.
9) “Boolean Algebras”. Sikorski, Roman (1969). Berlin: Springer-Verlag “The Theory of Representations for Boolean Algebras”. Stone, Marshall (1936).
10) “Mikrodenetleyiciler ile Elektronik”, Devrim Çamoğlu, Dikeyeksen Yayınları, Temmuz 2012. Kitapta, aşağıda kaynakları belirtilen eserlerden yapılan çeviriler ile bilgisayarın, yapay zekânın ve elektroniğin gelişimi anlatılıyor.
– “The Computer from Pascal to von Neumann”, Goldstine, Herman, Princeton University Press, 1980.
– “A History of Modern Computing”, Ceruzzi, P. E. (2003). MIT Press.
– “A Mathematical Theory of Communication”, Shannon, Claude. E, 2005 [1948].