Beynin öğrenme yoluyla değişimi, bireyin çevresiyle etkileşimini gerektirir. Örneğin, avlanmak için buna hazır bir beyinle doğmak yetmez; avlanan hayvanın şaşırtıcı hamlelerini öngörerek kendi davranışını hızlı ve uygun şekilde ayarlamayı öğrenmek gerekir. Avlanmayı öğrenmek için bütün ciddiyetiyle uğraşan bir kedi yavrusunun yaptığı işe oyun diyorsak, demek ki oyun, boş zamanlarını değerlendirmek için yapılan neşeli ve beyhude bir faaliyet değil, bir hayatta kalma mücadelesidir.
Sunuş
Münire Özlem Çevik’in Logos Seminerinde yaptığı, oyunun biyolojik işlevini ele aldığı sunumun kaydından bir derleme yaptık; kurgusunu yeniden düzenledik, katılımcıların kimi sorularını da içerecek şekilde yeni sorular ekledik, söyleşi formatına getirdik. Özlem Hanım’ın da onayını alarak sunuyoruz.
– Oyunun evrimsel bir altyapısı var mı? İnsan dışındaki hayvanlar da oyun oynar mı? Hangileri, niye oynar?
– Kısa ömürlü, hızlı gelişen hayvanlar oyun oynamaz. Ömür uzadıkça ve gelişim süresi arttıkça, oyun oynama ihtimali de artar. Demek ki, oyun oynamak öğrenmeye yatırım yapmaktır. Hayvanların davranışında bize dışarıdan oyun gibi görünen şeylerin aslında o hayvanın doğal yaşamında mutlaka hayati bir işlevi vardır. Ve bu işlev, öğrenmeye bağlı olarak ortaya çıkacaktır.
Oyunun birinci işlevi: sosyal hiyerarşinin kurulması
Hayvanlarda oyunun işlevini temel olarak ikiye ayırabileceğimizi düşünüyorum. Birincisi, eğer bir hayvan türünün hiyerarşik bir sosyal yapısı varsa, mutlaka grup içerisinde sınırlı kaynakların hangi sırayla, nasıl paylaşılacağının düzenlenmesi gerekir. Bunun öğrenilme süreci bize oyun gibi görünür.
Mesela köpekler grup halinde yaşar ve sürekli kavga desen kavga değil, oyun desen oyun değil, İngilizcede play-fight denilen bir mücadele içinde olurlar. Aslında bizimle de yaparlar aynı şeyi. Köpek terbiye edenler bilir, köpekler evde dolaşırken ikide bir ayağımıza basar. Köpek âleminde bu bir hâkimiyet işaretidir, “Ben senden üstünüm” demek için ayağımıza basarlar. O yüzden bir köpeğe “Elini uzat” dediğimizde, “Tabii ki” diyip, elini elimizin üstüne koyar. Hiçbir hayvana terbiye ederek onun doğal davranışında olmayan bir şeyi yaptıramazsınız. Tersine, terbiye ederken, onun doğal davranışını komuta bağlıyorsunuz. “Elini elimin üstüne koy” dediğinizde, seve seve yapacağı bir şey istiyorsunuz aslında.
Grup içerisinde hiyerarşi kurmak için, etoburlar otoburlardan daha çok oyun oynar. Ceylanları düşünün mesela. Bulundukları yerde otlayıp duruyorlar. Yani beslenirken, av paylaşan aslanlardan daha farklı bir iş yapıyorlar. “Burada sınırlı ot var, önce sen mi yiyeceksin, ben mi yiyeceğim” kavgası içinde değiller. Avlanan hayvanın avın nasıl paylaşılacağını, sosyal hiyerarşiyi öğrenmesi bize dışarıdan oyun olarak görünür, halbuki değildir. Etoburlarda vardır bu.
Grup halinde avlanmanın başka bir işlevi daha vardır. Grup halinde avlanırken birbirinizin hareketlerine de dikkat edersiniz. Mesela aslanlar, birbirlerinin farkındalığıyla avlanır. Yani ava doğru hareket ederken bilir ki, yanındaki de avı sıkıştırmak için başka bir hamle yapıyor.
Hiyerarşik sosyal yapının kurulduğu oyunlar sırasında bireyler arasında gördüğümüz farklılıkları kişilik evrimi ile ilişkilendirebiliriz. Bireyin grup içerisinde daha baskın mı daha çekinik mi davrandığı oyun sırasında gözlenebilir. Şüphesiz bu özelliklerin kalıtsal bileşeni yüksektir. Kişilikle ilgili olarak nasıl bir eğilimle dünyaya geldiysek, bunu ilk kullandığımız ve başkalarına göre nerede durduğumuzu ilk öğrendiğimiz ortam, oyun ortamıdır. Daha baskın ve daha çekinik bireylerin, işbirliği içerisinde birlikte nasıl çalıştıklarını, nasıl oyun oynadıklarını görebiliriz. Oyun sırasında sosyal rollerin egzersizleri yapılır.
İkinci işlev: karmaşık eşgüdümlü hareketlerin öğrenilmesi
Oyun oynayan hayvanlar için ikinci önemli işlev, karmaşık eşgüdümlü hareketlerin öğrenilmesidir. Otoburlarda da olan, ama etoburlarda daha çok olan bir şeydir bu. Avcı ve av olmak, kaçmak ve kovalamak simetrik şeyler değildir. Kaçan, arkasına bakarak kaçmaz. O yüzden arkasındakini görmeden onu şaşırtmak zorundadır. Öngörülemez bir hamle yapabilirse avcısını şaşırtır; o yüzden birçok av hayvanı aniden sağa sola dönerek, sıçrayarak koşar. Halbuki kovalayanın başka bir işi var. Kovalayan, önünde rasgele hareket etmeye çalışanın bir sonraki adımını tahmin ederek hareketine yön vermeye çalışacak ve bunun için göz-beden koordinasyonu kullanacak. Bir taraftan koşacak, ama yeri geldiğinde başka bir motor programa geçecek. Bizim oyun oynuyor zannettiğimiz birçok hayvan avlanmayı öğreniyor aslında. Oyun oynayan hayvanları çok sevimli yapan şeylerden biri onların suratındaki ciddiyettir, değil mi? Kedileri düşünün. Avlanmayı öğrenmek için bütün ciddiyetiyle uğraşan bir kedi yavrusunun yaptığı işe oyun diyorsak, demek ki oyun, boş zamanlarını değerlendirmek için yapılan neşeli ve beyhude bir faaliyet değil, bir hayatta kalma mücadelesidir.
– Kediler avladıkları ve artık kaçamaz haldeki bir fareyle, çok uzun oynarlar. Niye devam ediyor olabilirler?
– Öğrenmek icin egzersiz yapıyorlar. Anne kediler fareyi sersemletip koşamayacak bir haldeyken yuvalarına getirirler ki, yavrular da avlanmayı öğrenebilsin.
– Otoburlar da oynuyor ama, değil mi?
– Otoburlar daha az oynar. İslevsel hareketler yapabilmek için birey ne kadar uzun bir öğrenme sürecini göze alabilir? Otobur bir hayvan doğar doğmaz ayağa kalkıp koşmak ve canını kurtarmak zorunda. Öte yandan, vücuduyla daha karmaşık hareketler yapacak olan otoburlar da oyun oynar. Mesela keçi yavrusu çok oyuncudur, çünkü senin benim tırmanamayacağımız kayalara tırmanmayı öğrenmesi gerekir. Bu ince bir iştir. Sıçrayıp tepinen bir oğlağa bakınca oyun oynadığını zannedebiliriz, halbuki o da hayatta kalma savaşı veriyor.
– Oyunu burada çok işlevsel bir şey olarak konuşuyoruz; oyun oynayarak bir şeyler öğreniyor olmak… Peki oyunu duygulardan biraz ayrı düşünmüyor muyuz, oyun oynamak oynayana bir yandan keyif veriyor olmalı ki, oyun ritüelini sürdürsün…
– Keyif dediğimiz şeyin evrimini de bu bağlamda düşünebiliriz. Keyif aslında tatsıza tahammülü sağlayan mekanizmadır. Öğrenmek için tekrar etmek, tekrar etmek için de sabır ve tahammül gereklidir. Sporculara, örneğin kaya tırmanışcılarına bakın. Ustalaşana kadar ne kadar çok acı çekiyorlar; yaralanmalara ve korkuya tahammül ediyorlar. Burada ödülle ilgili bir parantez açabiliriz. Ödülün, dikkatin, bağımlılığın nöral altyapılarını araştırdığımızda, önümüze hep aynı bölgeler veya iletim mekanizmaları çıkıyor. Ödülü kendinden önce gelen davranışın tekrarlanmasına sebep olan sonuç olarak tanımlarız. Keyif veren bir şey olarak da tanımlanır. Bu ilginçtir, çünkü keyif aslında “her şey çok güzel” demek değildir, tersine zor olana tahammül gücü veren bir şeydir. Özellikle gelişimin erken dönemlerinde, yani öğrenmenin çok hızlı olduğu dönemlerde, keyifsizliğe, nahoş olana tahammül daha yüksektir. Çocukların acıktıkları, uykuları geldiği halde, dizleri yara bere içindeyken yine de oyun oynamayı bırakamadıklarını görüyoruz.
Oyun-beyin etkileşimi nasıl gerçekleşir?
– Oyunun beynin evrim süreciyle ilintisi nedir?
– Beyin evriminde iki tane çok ama çok önemli dönüm noktasından bahsedebiliriz. Bunlardan bir tanesi, eklemlerin ortaya çıkmasıdır. Bir salyangozun hareketleri çok kısıtlıdır. Öbür taraftan örümcek, böcek gibi eklembacaklıları düşünün. Bir hayvan eklemleri olan uzantılar ile hareket ediyorsa, dünyada kullanabileceği alanlar çeşitlenir ve çok genişler; çünkü hayvan artık tırmanabilir, uçabilir… Davranışlar birdenbire çok çeşitlenir. Sinekler, aynen boks maçı yapar gibi birbiriyle kavga edebilir, çok karmaşık çiftleşme ritüelleri vardır. Sosyal böceklerde, mesela arılarda, yavru bakımı, yuva yapımı gibi çok karmaşık davranışlar görebilirsiniz. Eklemlerin ortaya çıkması, evrimde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Eklemlerle birlikte beyinde bir ve aynı uzvu birçok farklı motor programında kullanmanın mekanizmaları ortaya çıkar.
Hayvanların evrimindeki ikinci önemli dönüm noktası, kanın ısınmasıdır. Embriyonun gelişimi için vücut sıcaklığının belirli bir sabitte olması lazım. Soğukkanlı hayvanlar yumurtalarının üstüne kuluçkaya yatmazlar, çünkü ısıtamazlar. Bizim sevgi, bağlanma dediğimiz şey, soğukkanlı hayvanlarda yoktur. Kuşlarda ve memelilerde vardır, çünkü yavrularına bakmak için bağlanma gereklidir. Kanın ısınması limbik sistem, yani duygular ve hafiza üzerinde önemli bir doğal seçim baskısı oluşturmuştur. Neden? Kan ısınınca yavruna bağlanıp ona bakıyorsun, ama bunun için önce yavrunu tanıyacaksın, kendi yavrunu başka yavrulardan ayıracaksın; eşini diğerlerinden ayıracaksın, yuvanı benzerlerinden ayıracaksın ve bunları bırakıp gitmeyeceksin. Sevmek, yine ödülde olduğu gibi tahammül edilemez olana tahammül etmektir. Bırakıp gitmeyelim diye evrilmiştir. Sevmesek, çocuklar tahammül etmesi çok zor yaratıklardır aslında; sürekli gürültü yaparlar, kendilerini tehlikeye atarlar, durmadan onlara dikkat etmek gerekir, acıkırlar, hasta olurlar, bir dolu iş.
Oyun meselesine geri dönecek olursak, oyun oynamak öğrenmeye yatırım yapmaktır. Uzun sürede gelişen, karmaşık sosyal davranışları olan türlerin oyun oynadığını görüyoruz. Soğukkanlı hayvanlar oyun oynamazlar.
– Öğrenmeye neden yatırım yapalım ki, işi uzatmıyor mu? Neden her şeyi bilerek doğmuyoruz? Madem öğrenmenin bu kadar hayati bir önemi var, neden vakit alıyor?
– Sabit bilgiyle doğarsak, değişen çevrede hayatta kalma şansımız azalır. Değişen çevre koşullarında, birçok alternatifin arasından en işe yarar olanı seçebilmek için öğreniyoruz.
Canlılar farklı zaman ölçeklerinde değişirler. Örneğin, nesiller üzerinde tutarlılık gösteren çevre koşulları türe ait davranışların evrimine yol açar. Öte yandan, bir bireyin ömrü sırasında farklılık gösterecek kadar hızlı değişen koşullara adapte olabilmek için öğrenmesi gerekir. Öğrenme sayesinde, davranış nihai halini çevreyle etkileşim sonucunda alma esnekliği kazanır. Böyle durumlarda, birey bilerek değil, öğrenmeye hazırlıklı olarak doğar. Örneğin, avlanmayı bilerek değil, öğrenmeye hazır olarak doğar.
– Beynimizin her bölgesi öğrenme etkilerine bağlı olarak her an değişiyor mu?
– Beyin evriminden bahsederken kabaca şöyle bir genelleme yapabiliriz: Beyindeki bir bölge ne kadar erken evrildiyse, o kadar erken gelişir, o kadar hayati bir fonksiyon kontrol eder ve işini yapmak için öğrenme etkilerine o kadar az ihtiyaç duyar. Mesela hiçbirimiz nefes almayı öğrenmeyiz.
Evrim laz müteahhit gibi omurgalı beynine kat ekleyerek çalışıyor; geç evrilmiş yukarı katların aşağı katlara oranı ne kadar büyükse, öğrenmeye bağlı davranış değişikliği ihtimali o kadar yüksektir. Yani o hayvan türünün oyun oynama ihtimali o kadar yüksektir.
– Oyun beyinde nereleri değiştiriyor?
– Geç gelişen ve geç evrilen alanların öğrenmeye bağlı olarak değişim ihtimali daha yüksektir. Örneğin, beynimizin en üst katmanı olan korteksin birinci duyu alanları dışında kalan kısımlarının yaptığı bağlantılar, ömür boyu öğrenmeye bağlı olarak değişir. Birinci duyu alanları ise, memeliler için söylüyorum, doğumdan sonra kritik bir dönemde çevreyle etkileşim halinde gelişimlerini tamamlarlar. Örneğin, birinci görme alanından bahsedelim.
Bu alandaki hücreler, görüntüyü oluşturan çizgilere tepki verirler. Çevreyle etkileşim sonucunda, farklı hücreler, farklı eğimlerdeki çizgilere tepki vermek üzere özelleşirler. Doğum sırasında bu özelliği sahip değillerdir, çünkü anne karnının içinde özelleşmeyi sağlayacak yeterlilik ve çeşitlilikte kenarlar köşeler yoktur! Yine aynı sebepten dolayı, eğer birey doğduktan sonra yeterli görsel uyarıma maruz kalmazsa, daha sonra uyarıcılara ulaşsa bile, görsel algısı normal gelişmeyebilir. Çünkü birinci duyu alanları ömür boyu değişmez, gelişimin nispeten erken dönemlerinde değişirler. Bu konuda yaptıkları öncü araştırmalar Hubel ve Wiesel’e Nobel Ödülü kazandırmıştı.
Seni oyuncu seni: Gözlerinin yerinden ve ellerinden belli
– Evrim hem vücudu, hem de davranışı değiştiriyor. Bir hayvanın vücuduna bakarak, onun oyun oynayıp oynamadığını tahmin edebilir miyiz?
– Hayvanların kafatasında gözlerin yerleşimine ve ellerine bakarak kimin daha çok oyun oynadığını söyleyebilirsiniz. Başka bir deyisle, bir türün beyni hayatı boyunca çeşitli hareket programlarını öğrenebilir mi, parmaklara ve gözlere bakarak tahmin edebilirsiniz. Neden mi? Örnek verelim.
Otoburların gözleri nerede? Kafatasının yan taraflarında. Çünkü her an bir avcının saldırısına uğrama tehlikesi altında olan bir hayvan, görme alanını mümkün olduğu kadar geniş tutmaya, çok yerden bilgi almaya çalışır. Her an her yerden bir şey çıkabilir, birisi onun peşinden koşabilir. Ama gözleri yanlara koymanın bir bedeli var: Gözleri odaklayıp mesafe tespiti yapamaz. Mesafe tespiti kimin için önemli? Avcılar için. Avcıların gözleri önde, avların gözleri yanlardadır. O halde, gözleri yüzün önünde olanların (kediler, ayılar, maymunlar, biz) oyun oynamasını, gözleri yanlarda olanların (inekler, koyunlar, kuşlar) oyun oynamamasını bekleriz.
Hayvanların öğrenme ve oyun oynama ihtimallerini ellerine bakarak da tahmin edebilirsiniz. Bakın bakalım ellerde birbirinden bağımsız hareket eden parçalar, yani parmaklar var mı? Varsa, oyun oynuyordur ve davranışın öğrenmeye bağlı değişim potansiyeli yüksektir. Aslında kemiklere bakarsak otobur hayvanların da parmakları olduğunu görürüz, ama üstleri koskocaman bir toynakla örtülü ve objeleri tutmak, değiştirmek için kullanılamıyorlar. Atlar, inekler elleriyle ince iş yapıyor mu? Hayır. O halde oyun da oynamıyordur. Parmaklarını kullanan kadar oynamıyordur, en azından.
– Vejeteryan oldukça, otoburlaştıkça sizce insanların oyun gereksiniminden uzaklaşma eğilimi olabilir mi?
– Hem hayır, hem evet diyeceğim. Birincisi avcı güdüsü bir nesil içerisinde değişebilecek bir şey değildir, evrimsel değişim çok uzun yıllar alır. Bir bireyin yaşam süresi içerisinde bunun farklılık göstermesini beklemeyiz. Bireyin ömrü sırasında öğrenmeyle değişebilecek şey vardır, değişmeyecek şey vardır. Öğrenme etkisi içgüdüyü ve temel beyin yapılarını değiştirmeye yetmez. Fakat tersinden düşünebilirsiniz, avcı güdüsü nispeten düşük insanlar vejeteryanlığı seçiyor olabilir. Kendim et yemeyen birisi olarak söylüyorum.
Burada gördüğümüz bireylerarası farklılıklar, yeteneklerle ilgili olabilir. İnsanların bilişsel becerilerini diğer hayvanlarınkiyle karşılaştırırken genelde dilden bahsederiz ve deriz ki, insanın konuşma becerisi başka hayvanlarda yok. Oysa hareketleri öğrenmeye bağlı olarak insanlarınki kadar çeşitlenebilen başka hayvan da yok. Bizden hızlı koşan vardır, bizden çok daha iyi tırmanan vardır; ama öğrenmeye bağlı olarak yapabildiklerinde bizim kadar bireylerarası farklılık, çeşitlilik gösteren başka bir hayvan türü bulunmuyor. Geçtiğimiz yıl bir bale kursuna başladım, kendi beceriksizliğime şaşırdım ve balerinlere bir kez daha hayran oldum.
Spor karşılaşmaları avcı güdümüzün medenileşmiş hali mi?
– Spor karşılaşmalarının, mesela futbol oyununun evrimsel geçmişinden söz edebilir miyiz?
– Burada şempanzelerden örnek vereceğim, çünkü şempanzeler takım halinde oyun kurarak avlanırlar. Bu sırada yaptıkları şeyler bizim basketbol ve futbol oyunlarımıza çok fazla benzer, gruptaki diğer şempanzelerin yaptıkları da bizim basketbol, futbol seyircilerimizin holigan hallerine benzer. Futbol nasıl ortaya çıkmış? Mayaların rakip olarak gördükleri kavimden birini esir alıp, kafasını kesip, o kesilmiş kafayla futbol oynadıkları bilinir. Futbol ve diğer top oyunları, şempanze avının bir devamı olarak düşünülebilir, ritüelleşmiş bir av yani. Şempanzeler avlarını top gibi birbirlerine pas ediyorlar. Gerçekten de spor müsabakaları, özellikle de top oyunları için avcı güdümüzün medenileşmiş hali diyebiliriz. Ya da, yeterince medenileşememiş… Neden taraftarlar çok vahşi? İşin doğası bu. Bu arada av hayvanlarına “game” dendiğini de hatırlayalım.
Burada çok önemli bir şey var. Av sırasında grup hiyerarşisi kuruluyor. Aynı zamanda grup içerisinde bir birlik duygusu da kuruluyor. Taraftarlık denilen şey sanıyorum içgüdüsel olarak yaptığımız bir şey. Milliyetçilik neden evrensel, kendinden olanı kayırmak neden engellenemiyor? Biz ve onlar ayrımı üzücü ama, evrensel. Spor müsabakası gibi ritüeller, takım oyunları bizi ve ötekini tanımlamaya yarıyor; bizim aramızdaki bağı kuvvetlendiriyor, birlikte iş yapmayı öğreniyoruz, onlarla da aramızı açıyor.
Yeri gelmişken bir de mizahtan söz edeyim. Mizah, insanlağın icat ettiği en medeni, yani en yumuşak şiddettir. Karşımızdakiyle güç dengelerini yeniden kurar. Aslında o da bir spor müsabakası, fakat çok yumuşatılmış ve içinden işin kıyıcı tarafı çıkartılmış bir mücadele. İçinde mizah olan bütün ilişkiler uzun sürüyor. Çok da sağlıklı oluyor, çünkü karşındakine acıtmadan şiddet göstermiş, onunla zarar vermeden hesaplaşmış oluyorsun. Bence mizah, bizim dil kullanarak oynadığımız sembolik oyunlar arasındaki, en onarıcı ve en uzun süreli sağlıklı ilişkileri kurmakta en işlevsel olan mücadeledir.
– Birbirleriyle ilişkilerinde çok fazla alt edilen veya çok fazla üstte olanlar, bir süre sonra oynamamaya başlıyor. Sosyal ilişkilerde galip gelmeler, bir çeşit statü olarak kendi grupları içerisinde kalıcı bir şekilde devam ediyor mu oyundan sonra da?
– Güç, dinamik olarak yenilenen bir şeydir. Çünkü hiç kimsenin gücü sürekli olarak aynı seviyede kalmaz. Çok güçlü birisi güçten düşebilir ya da gençler gelişir ve güçlenirler. O yüzden de güç ilişkileri her gün yenilenir, her gün tekrar test edilir. Gerçek hayatta, spor müsabakalarında olduğu gibi, yendiğinizle tekrar tekrar karşılaşma fırsatınız olmayabilir. Eğer sizden çok zayıfsa, yani aranızdaki güç çok farklıysa, bugünden yarına o maç tekrarlanmaz, çünkü sizden çok zayıf olan bir daha sizinle oynamak istemez. Oyuna ya da maça davet, daha çok gücü denk olanlar arasında yaşanan bir süreçtir. Çocuklara bakın, kimi dengi olarak görüyor anlarsınız. Bir insanın kendisiyle ilgili olan algısını ve kişiliğinin işaretlerini, girdiği oyunlarda ve oynadığı rollerde mutlaka görürsünüz.
Hayvanların, özellikle erkeklerin dişilere ulaşmak için birbirleriyle girdikleri kavgaların, o sembolik sergilemelerin evriminde, çok enteresan bir şey vardır, öldürmeyecek kadar şiddet kullanılır. Doğal seleksiyon çok aşırı şiddeti eler. Mesela pitbull gibi bir hayvan doğadan çıkmaz. Çiftleşemeyecek kadar agresif, nasıl üreyecek? Böyle bir hayvan aslında doğadan çıkmaz, çünkü neslini devam ettiremez.