Ana Sayfa Dergi Sayıları 171. Sayı Denemeye övgü

Denemeye övgü

832
0

Kimi okurları yalnızca “inceleme-araştırma” başlığı altında yayımlanan akademik ya da yarı akademik metinlerin “ciddiyeti” tatmin edebilir. Böylelerine bilgisever okur mu demeli acaba? Tarih, coğrafya, antropoloji, siyaset, iktisat, diplomasi, demografi, finans, iletişim, gastronomi gibi herhangi bir konuda olabilir sayfaları arasında yitip gittikleri kitap. Çok özel başlıkları ilgi çekici bulmaları işten değildir: Soğuk savaş, Naziler, Amerika’nın keşfi, engizisyon, antik felsefe, fütürist sanat, Ay’a yolculuk, Afrika tanrıları vs. olabilir. İçerisinde yeterli miktarda sayısal veri, tablo, grafik, harita, illüstrasyon barındırması elzemdir. Genellikle edebiyat okurluğuna uzaktır merakın bu çeşidi. Gerçeğe dayanmayan kurmaca olayların, kurmaca kişilerinin birbirleriyle ilişkilerini zaman zaman yüzlerce sayfalık anlatılara dönüştüren oyunsu uğraşlara vakit harcamak manasız görünür onlara. Somutun bilgisinin peşindedirler.

Kimileri de edebiyattan yanadır. Olay örgüsü, kurgu derinliği, karakter zenginliği, çarpıcı diyaloglar, dil ustalığı akıllarını başlarından alır. Upuzun bir yaşamı, yalnızca roman ve öykü, arada sırada da şiir okuyarak geçirebilirler. Kurmaca dünyaların cazibesi, hayal gücünün sınırsızlığına hayretleri, ömürlerine ömür katan sihirli iksirler gibidir. Binlerce insan hikâyesini barındıran devasa bir katalogu yorulmadan taşırlar belleklerinde. Dünya üzerinde karşılaştıkları veya karşılaşabilecekleri herhangi bir olay yoktur ki, okudukları bir anlatıda benzeri gerçekleşmemiş olsun. Bu grubu oluşturanlar da kurgusever okurlar olarak nitelenebilir sanıyorum. Onlar için önemli olan, tezlere, raporlara temel oluşturacak bilgi yığınları değildir. Asıl merak ettikleri konu bir uzay zamanın veya bir halin fizik olarak neye karşılık geldiği değil de, insanın bu hali duygu ve düşünce olarak nasıl deneyimlediği, çevresini saran canlı ve cansız dünya ile nasıl ilişki kurduğudur.

Her iki grup okur da çok değerlidir. Zaten kitabevlerinin raflarına, sanal ortam satış sitelerinin öne çıkardığı listelere dikkat edilirse, yayın piyasasını da ağırlıklı olarak bu iki türün sürüklediği kolayca hissedilir. “Sıkı okur”,  hatta “kitap kurdu” demekte tereddüt etmeyeceğim çok sayıda insan tanıdım, tanıyorum aralarında. Kitaplardan olduğu kadar “sıkı okur”larla dostluktan, onlarla yapılan sohbetlerden, girilen tartışmalardan da çok şey öğrenilebileceğini düşünegeldiğim sır değil. Dikkatimi çeken ise yukarıda da değindiğim gibi söz konusu bu iki kesimin birbirlerinin kitapları ile temasının hayli az oluşu. Arada sırada tavsiye veya duyulan lüzum üzerine birbirlerinin raflarına göz atsalar da bir iki kitabı hızla kat etmekten daha uzun sürmüyor kendi kütüphanelerinin raflarına dönmeleri.

Oysa bir dönemin tarihini, coğrafyasını, iktisadını ve sosyal ortamını olduğu kadar yaşantılarını da merak etmek olağan değil midir? Bir romanın, hikâyenin kişilerini, olaylarını çevreleyen dünyaya dair farklı disiplinler tarafından oluşturulmuş bilgiler bizim için o metni zenginleştirmez mi? Bu sıradan sorulara olumlu yanıt vereceklerin her iki grupta da makul çoğunluklar oluşturduklarını sanıyorum. İstiyorlar ama yapamıyorlar. Şart değil tabii. Yine de merak edenler nasıl yaklaşacaklar birbirlerinin çerçevelerine? Nasıl değiştokuş edecekler gözlüklerini?

Asıl amacı belki bu olmamakla birlikte, deneme edebiyatının farklı tür okurluklar arasında bağ kuran, uyandırdığı merakla, yarattığı hevesle duvarlarda gedikler açan ayrı ve önemli bir başlık olduğunu düşünüyorum. Bilgi yazısı ve kurgu yazının yanında ilk bakışta “fikir yazısı” diyesim geliyor, fakat hem zaman zaman köşeli kanaatler beyan etse de kesinlik iddiasından, kanıtlama çabasından kaçınması, hem de diğer türlerde fikir olmadığı gibi saçma bir izlenim yaratmak istemeyişim beni alıkoyuyor. Fiile ve sürece dikkat çekmek istediğim için “tefekkür yazısı” demeyi tercih ederim.

Tür olarak Montaigne tarafından vaftiz edilmiş olsa da antik çağlardan beri konu ayırt etmeksizin insan zihnini meşgul eden meselelerin irdelendiği ve belli başlı hayat görüşlerinin, dünya kavrayışlarının sınandığı benzer parçalara çok sayıda metinde rastlamak mümkün. Montaigne’in yazdıklarında da kendi yaşamından çıkardığı düşünceleri kadar okuduklarından derlediklerinin nasıl mühim bir yer tuttuğu gözden kaçmaz. Seneca mektuplarında, Cicero söylevlerinde, Marcus Aurelius kendisiyle hesaplaşmasında bu zemini çoktan hazırlamışlardır.

Denemenin derdi kimi zaman kurgu yazının veya herhangi bir bilimin ilgilenmeye tenezzül etmeyeceği bir konudur. Bazen sistematik bilginin istisnaları ihmal eden genellemeler hiyerarşisine bir çentik atmaktır. Düşünmek de şüpheyle, bizi içten içe kemiren bir “acaba?” fısıltısıyla başlamaz mı? Deneme bu sorgulamanın söze dökülmesi, yazıya geçirilmesidir. Şüphe etmeye ve düşünülmemişi ilk kez, düşünülmüşü tekrar düşünmeye cüret etmektir. Bu cüreti nedeniyle farklı bilme türleri arasında elleri cebinde, ıslık çalarak dolaşır gibi görünür. Aslında bilginin hiçbir çeşidini hafife almaz, fakat hepsinden şüphe duyar. Amacı da emin olacağı bir yere varmaktan çok tefekkürdür. Barthes’ın, Adorno’nun, Benjamin’in, Russell’ın, Eco’nun, Musil’in, Calvino’nun, Ahmet Haşim’in, Salah Birsel’in, Adalet Ağaoğlu’nun, Enis Batur’un, Güven Turan’ın, Cem Akaş’ın, Armağan Ekici’nin ve daha pek çok yazarın denemeleri bilgiyle kurgunun birleştirilmesi konusunda okura rehberdir. Topyekûn okurluk yolunda okumayı, düşünmeyi ve yazmayı denemenin, adımları büyüteceğine ve hızlandıracağına bu nedenle inanıyorum.