Ana Sayfa 175. Sayı İyi Bir Şehir Kurabilmek

İyi Bir Şehir Kurabilmek

234

Şehirler tıpkı modern tıbbın kullandığı ilaçlar gibi. Her gün doz doz alırsınız, yavaş yavaş sizi değiştirir. Yaşadığınız şehir bir ilaç kadar bedeninizin derinliklerine nüfuz edebilir. Üzerinizdeki etkisi hem fizyolojik hem de psikolojik olabilir. Doğru ilacı kullanırsanız sizi iyi eder, yanlış ilaç ise size asla iyi gelmez. Ebette herkesin derdi farklı, belki her derde derman olacak bir ilaç yapmak mümkün değil ama herkese iyi gelecek bir şehir inşa etmek mümkün olabilir. Peki, böyle bir şehrin inşası için yalnızca çok iyi binalar, kentsel planlama ve hizmet ağı yeterli midir? Yoksa başka unsurları da göz önünde bulundurmak mı gerekir? Jonathan F. P. Rose “The Well-Tempered City”de işte bu sorunu inceliyor.

Birleşmiş Milletler tarafından 2016’da yayınlanan1 verilere göre aynı yıl itibariyle dünya nüfusunun yüzde 54,5’i kentsel alanlarda yaşıyor. 2030 yılında bu oranın yüzde 60’a varacağı ve her üç kişiden birinin nüfusun en az yarım milyon olduğu şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Durum böyleyken elbette gelecekte şehirlerin nasıl olması gerektiği kritik önem taşıyor. Rose kitapta konuyu incelemeye tarihteki ilk şehirlerden başlıyor. Şehirlerin yükseliş ve düşüş hikâyelerini anlatırken bunlara neden olan ve günümüzün şehirleri için de önem taşıyan sosyal yapı ve ilişkiler ağı, şehir planlaması, inancın şehirdeki hem fiziki hem de ruhsal konumu ve şehrin yönetimi gibi konulara değiniyor.

Tarihten ders çıkarmak kritik önem taşıyor. Çünkü günümüzde kentsel planlamada alınan yanlış kararların hem ekonomik hem de fiziksel açıdan etkisi büyük oluyor. Rose’un kitapta paylaşmış olduğu örneklerden biri ekonomik etkinin büyüklüğünü gözler önüne seriyor. Şöyle ki; ABD’de özel araç kullanımına dayalı kentsel yapılaşma ve şehirlerdeki park ve bahçelerin yetersiz olması halkın günlük yürüme mesafesini ortalama 366 m gibi sağlıksız bir seviyeye çekiyor. Hareketsizlik obezitenin başlıca nedenleri arasında sayılırken, bugün yüzde 60’ı çok kilolu ya da obez olan ABD halkının, obezite ile ilgili tedavilerinin ülkenin sağlık giderlerine yükü her yıl 190 milyon doları buluyor.

Peki, şehir planlamasında alınmış yanlış kararlar düzeltilemiyor mu? Disiplinler arası bir yaklaşım, cesaret ve kolektif bilinç ile yanlışları düzeltmek mümkün oluyor. Rose’un kitapta yer verdiği projelerden biri bu bağlamda gerçekten ilham verici. Güney Kore’nin Seul şehrinden geçen Cheonggyecheon nehri, 1960’larda artan araç trafiğini rahatlatmak için kapatılarak yol haline getiriliyor ve 1976’da köprü ile üzerine otoban ilave ediliyor. 2003 yılında, Hongik Üniversitesi Kentsel Planlama Bölümü profesörlerinden Kee Yeon Hwang’in önerisi üzerine radikal bir kararla nehir yatağına yapılan otoban ve yollar kaldırılıyor, nehir canlandırılıyor ve bölge yayalaştırılıyor. Kaldırılan yollar öngörüldüğü üzere trafiğinin kötüleşmesine neden olmuyor. Prof. Hwang bunu “Braess Paradox” ile açıklıyor: Kullanıcı bazında optimize edilmiş bir sistemin (trafiğin) kapasitesi arttırıldığında (yeni yollar eklendiğinde) bu beklenildiği gibi sistemi rahatlatmaz aksine kötüleştirir. Cheonggyecheon nehrinin canlandırılması şehrin o bölgesindeki ısı adası etkisini azaltıyor, biyolojik çeşitliliği canlandırıyor, araba odaklı şehir planlamasını insan odaklı hale getiriyor ve şehrin yaşam kalitesini artırıyor.

Rose’a göre şehirlerin doğal felaketler karşısında, bu felaketin etkilerini absorbe edip hızla adapte olabilme özellikleri doğa ile bütünleştikleri oranda artıyor. Şehirlerdeki bu dönüşümde, yeşil binalar ve yeşil kentleşme önemli rol oynuyor. Rose’a göre şehirleri daha da güçlü ve adapte olabilir kılmak için su, kanalizasyon ve elektrik ağlarını çift yönlü bilgi akış sistemleri ile entegre etmek gerekiyor. Bu, kaynakların verimli kullanımı sağlarken sürdürülebilirliğini de artırıyor.

Rose insanoğlunun evrimsel başarısının sosyal yetilerinden, yardımlaşma ve grup zekâsından kaynaklandığını hatırlatıyor ve bu nedenle yaygın sosyal ağlara sahip komünitelerin şehrin gelişimine, sürdürülebilirliğine ve insanların mutluluğuna büyük katkısı olacağını belirtiyor. Rose’un sosyal yapının özellikleri ve bunların etkilerine dair sıraladıkları arasından en ilgi çekenlerden biri “karşılıklı güven” konusu. Yazarın paylaştığı bilgilere göre, sosyal yapıda insanlar arası karşılıklı güven arttıkça ekonomik işbirlikleri, performans ve refah artıyor. Örneğin; karşılıklı güvenin yüksek olduğu İsveç, Norveç, Almanya gibi ülkelerde genel refah seviyesinin de yüksek olduğu gözlemlenirken; Nijerya, Filipinler, Peru gibi karşılıklı güvenin çok düşük olduğu ülkelerde genel refah seviyesinin de düşük olduğu görülüyor.

Rose kitapta Amerikalı edebiyat eleştirmeni Kenneth Burke’nin şu sözünü paylaşıyor: “İnsanlar uyumsuz bir uyumluluğa uyum sağlayarak uyumsuzlaşmış olabilirler.” Bugün pek çoğumuz, yaşadığımız uyumsuzluklar bütünü şehirlerde uyumsuz insanlara dönüşmüş olabiliriz. Ancak bunların farkına varabilmek için öncelikle “The Well-Tempered City”de Jonathan F.P Rose’un anlattıklarına kulak verebilir ve her birimiz şehri ve hayatı değiştirmeye bir yerden başlayabiliriz.

The Well-Tempered City

-What Modern Science, Ancient Civilizations, and Human Nature Teach Us About the Future of Urban Life, Jonathan F. P. Rose, Harper Collins, 2017, 480 s.

Dipnot

1) Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı Nüfus Bölümü tarafından 2016 yılında yayınlanan “Dünya Şehirleri 2016” Veri Kitapçığı. http://www.un.org/en/development/desa/population/publications/pdf/urbanization/the_worlds_cities_in_2016_data_booklet.pdf

Önceki İçerikAtmosferin evrimi
Sonraki İçerikOkurlarla dertleşme