İnsanlığın, Çin’in Hubei eyaletine bağlı Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa sürede dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınıyla mücadelesi devam ediyor.
Salgına ev sahipliği yapan Çin ise, Devlet Başkanı Xi Jinping’in salgının patlak verdiği Wuhan’a yaptığı ziyaretle birlikte virüse karşı zaferini ilan etmiş oldu. Çinli yetkililer, virüsün kontrol altına alındığını açıklandı ve salgın süresince Çin’in diğer bölgelerinden Wuhan’a gönderilen sağlık ekipleri de görevlerini tamamlayarak bölgeden ayrılmaya başladılar.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus’un “Avrupa’nın salgının merkez üssü haline geldiğini” açıklaması ise söz konusu zaferi pekiştirir nitelikte.
Öte yandan, hastalığın dünyaya yayılması ve dünya kamuoyunda birincil gündem maddesi haline gelmesi, çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu tartışmalar ise elbette ki siyaset alanının dışında düşünülemezdi.
Çin yönetimi, özellikle Batı medyası tarafından başlarda “salgını gizlemekle” suçlandıysa da, hükümetin salgının ilk günlerinden itibaren bütün verilerini uluslararası kamuoyunun erişimine sunduğu biliniyor. Öte yandan, Çin tarafından alınan önlemler de ABD başta olmak üzere batı ülkelerinin hedefindeydi.
Yaşanan tartışmaları anlamak için, öncelikle Ocak ayından bu yana Çin’in aldığı önlemleri kısaca hatırlamakta fayda var.
Şehirler karantinaya alındı
Çin yönetiminin salgına karşı ilk hamlesi, Hubei başta olmak üzere salgının görüldüğü her yerde sert karantina önlemleri almak oldu.
Çin hükümeti, 60 milyonluk Hubei eyaltinin tamamını karantinaya aldı, işyerleri, okullar, toplu taşıma, devlet kurumları kapatıldı ve stadyumlar ve çeşitli kapalı etkinlik alanları da dahil olmak üzere kullanılabilecek her alan karantina merkezi haline getirildi.
Ayrıca, sivil halkın sokağa çıkması büyük ölçüde yasaklandı ve karantina önlemlerini ihlal edenlerin hapisle cezalandırılacağı açıklandı.
Kitlesel seferberlik
Çin yönetimi, salgınla beraber aynı zamanda devlet ve yönetim mekanizmalarının tamamının dahil olduğu bir kitlesel seferberliğe girişti. Ülkenin birçok yerinden Wuhan başta olmak üzere salgınla boğuşan çok sayıda bölgeye tıbbi ve insani yardım gönderildi ve bu yardımların aktarılmasında kilit rolü Çin Ordusu üstlendi.
Çin’de Şubat başında günlük 4 bin civarında seyreden vaka sayısı Mart ayında 100’ün altını gördü. Karantina alanlarındaki nüfus yoğunluğuna rağmen bu tablonun oluşmasındaki kilit rolü ise Çin’in güçlü merkezi yönetim yapısı (bir diğer deyişle Komünist Parti) taşıyor.
Salgının ilk dönemlerinde yaşanan maske, tıbbi malzeme stoğu gibi problemler de yine aynı merkezi yapının aldığı önlemler sayesinde çözüldü. Özel sektör de dahil olmak üzere tüm üretim kalemleri -ekonomik durgunluk pahasına- güncel ihtiyaçlara göre düzenlendi ve planlı bir süreç işletilmeye çalışıldı. Bu planı temelde başarıya götüren olgu ise Çin’in özel sektör üzerinde Batı ülkelerine oranla daha fazla kontrol sahibi olması.
Öte yandan, teknoloji alanında, harita üzerinde hastalıklı alanların bölgelendirilmesi, vatandaşlara sağlık durumlarını gösteren QR kodları dağıtılması ve online doktor uygulamaları gibi kritik uygulamalar hayata geçirildi
Özetle, “Merkezden müdahale, geniş çaplı karantina, ayrıntılı sınıflandırma ve normale dönüş” formülüyle özetlenebilecek bu süreç, Çin’i salgının kontrol edilmesi noktasında somut başarıya götürdü.
Önce Çin’i eleştirdiler, şimdi kendileri uygulamaya çalışıyorlar
Ancak, ABD başta olmak üzere Batı dünyasının Çin’e yönelik eleştirilerinin temelini de yine bu adımlar oluşturdu.
Virüs görülen bölgelerin toplu karantinaya alınması, halka uygulanan sokağa çıkma yasakları ve maske vb koruyucu önlemler almayan kişilere zorla müdahale edilmesi başlarda Batı medyası tarafından “distopik toplum”, “baskı devleti” gibi yakıştırmalara konu oldu. Ancak, kısa süre sonra virüsün yayılma koşulları ve hızı anlaşıldığında bahsi geçen sert önlemler bizzat Batı ülkeleri tarafından da alınmaya başlandı.
Öte yandan, konuyla ilgili internette dolaşıma sokulan çok sayıda sahte içerik de bu algının pekişmesinde yardımcı oldu. Salgının başından bu yana Çin’de ve diğer ülkelerde iyileşen sayısı ölenlerin sayısının çok üzerinde olmasına rağmen, salgınla ilgili olarak genellikle “kaos” benzetmesi yapıldı.
Bunun dışında, Çin’de salgını ilk tespit eden ve Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden doktorun -sonradan itibarı iade edilse de- gözaltına alınması gibi hamleler ise Çin yönetiminin bilinen hatalarından biri olarak dünyaya yayıldı.
Üretim tekrar ABD’ye döner mi?
Ticaret Savaşı’nın da etkisiyle olsa gerek, salgınla birlikte ABD cephesinden yapılan yorumların ağırlığını “Çin’in ekonomisinin çöktüğü” tezleri oluşturuyordu. Örneğin, New York Times’ta “Ortaçağ Avrupası gibi: Virüs Çin’in ekonomisini yavaşlatıyor” başlığıyla yayınlanan yazı, salgınla birlikte oluşan insani koşullardan ziyade, son yıllarda yükselişe geçen Çin ekonomisinin göreceği zararlardan söz ediyordu.
Koronavirüs salgını Çin ekonomisini ciddi bir şekilde etkilese de, Çinli uzmanlar bu durgunluğun kısa sürede toparlanacağı görüşünde. Renmin Üniversitesi’nden uzmanların yaptığı değerlendirmede şu ifadelere yer verilmişti:
“Salgının Çin ekonomisi üzerindeki etkisinin esas olarak talebin kısıtlanmasına yansıdığı ve arz ve talep arasında kısa vadeli yapısal dengesizliğe yol açtığı belirtilmelidir. Öte yandan, üretim araçları yerinde duruyor ve üretim teknolojisi salgından etkilenmedi. Salgının kontrolündeki gelişmelerle birlikte, arz kademeli olarak normale dönecek ve aynı zamanda baskılanan potansiyel talep serbest bırakıldığında kısa vadede büyük bir toparlanma yaşanacak.”
Öte yandan, bu süreçte ismi açıkça anılmasa da Çin’de patlak veren salgın ABD çevrelerinde Ticaret Savaşı’nın hedeflerinden birinin gerçekleşmesi umudunu yeşertti: Üretimin ABD anakarasına geri dönmesi. ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross, salgının Çin’deki işletme ve fabrikaların kapanmasına ve bu durumun ABD’de istihdamın artmasına katkıda bulunacağını iddia etmişti. Ancak, ABD’ye göre ucuz işgücüyle ve dünyanın en büyük üretim üssü olduğu gerçeği, Çin’in virüse hızlı müdahalesiyle birlikte düşünüldüğünde bu öngörünün gerçekleşme şansı yok gibi. Bunun yanında, başta kamu hizmetleri ve sağlık olmak üzere faaliyeti durdurulan şirket ve kurumlar kademeli olarak çalışmaya başladılar bile.
Yine Çinli uzmanlar tarafından yapılan bir diğer “ilginç” tespit de şu şekilde aktarılıyor:
“2003 yılında yaşanan SARS deneyimi, salgından sonra insanların tüketim arzusunun patlayacağını ve ekonomide hızlı bir büyüme yaşanacağını gösteriyor.”
Kısacası, Çin tarafı meselenin ekonomik boyutu konusunda kendisine güvenini koruyor.
Avrupa ve ABD’de ‘sinofobi’
Koronavirüs ve Çin’le ilgili ekonomik ve siyasi tartışmalar süredursun, dünyanın gündemine oturan bu hastalık, insanlığın bir diğer kadim hastalıklarından birini daha hortlattı: Irkçılık.
Ne yazık ki ülkemizde de çok sayıda örneğiyle karşılaştığımız, Asyalılara yönelik nefret söylemi ve ırkçılık, koronavirüsün “yarasa yüzünden çıktığı” gibi iddialarla neredeyse tepe noktasına ulaştı ve virüsün en büyük suçlusu başlarda Çin mutfağı ilan edildi. Ancak, konuyla ilgili yayınlanan görsellerin ve videoların çoğu Çin’den bile değildi!
Virüsün değil yarasa yüzünden yayıldığı, Çin’de çıktığı dahi henüz kanıtlanamadı. Hatta virüsün ABD tarafından getirildiğine ilişkin iddialar dahi dolaşımda ve bu iddialar Çin’in üst düzey resmi ağızlarından da ifade ediliyor.
Son olarak, Donald Trump’ın Twitter hesabından yaptığı paylaşımda kullandığı “Çin virüsü” ifadesi bile konunun ABD tarafından nasıl ele alındığının bir göstergesi niteliğinde. ABD cephesinden Çin’e yöneltilen suçlamalarda yer yer kullanılan “Asya’nın hasta adamı” ifadesi ise tarihsel öneme sahip. Zira bu ifade, 1949’da gerçekleşen Çin devriminden önce Batı sömürgesi altında bulunan Çin için kullanılıyordu ve Çinliler bu ifadenin bilinçli olarak kullanıldığından emin.
Çin’den Batı’ya yardım
Çinliler ayrıca, koronavirüs rüzgârının Batı’da esmeye başlamasıyla birlikte, Çin’de alınan önlemlerin aslında ne kadar doğru olduğunun kanıtlandığı görüşünde ve Çin medyası son dönemde sürekli bu tezi destekleyen yayınlar yapıyor. Ayrıca, salgın sürecinde ABD’nin bütün düşmanca tavrına rağmen Çin, ABD’ye koronavirüsle mücadelede yardım elini uzattı. Bunun en büyük örneği, Alibaba Vakfı ve Jack Ma’nın ABD’ye 500 bin test kiti ve 1 milyon maske yardımında bulunmasıydı. Ma ayrıca, benzer yardımları Avrupa ve Afrika ülkelerine de gönderdi. Öte yandan Çin, Avrupa’da koronavirüsten en çok ölümün yaşandığı İtalya başta olmak üzere Sırbistan ve Belçika gibi ülkelere de tıbbi yardımda bulundu.
Çin mevcut koşullar düşünüldüğünde koronavirüs sınavından başarıyla çıktı ve dünyanın geri kalanıyla da deneyimlerini paylaşmaya istekli. Öte yandan, virüsün “Çinli” olduğunu düşünen bir başkana sahip olan ABD’de ise hâlihazırda can çekişen sağlık sistemi koronavirüsle mücadele etmeye çalışıyor ve işin faturası yine yoksullara kesilecek gibi.