Ana Sayfa 199. Sayı İnsan Olmanın Kederi

İnsan Olmanın Kederi

128

İsmini daha önce duymadığım bir yazarla karşılaştığımda kapak tasarımının beni tavlamasına müsaade ederim. Koli bandıyla duvara yapıştırılmış muz imgesi hafızalarımıza yerleşeli birkaç ay olmuştu. Muzun rolü yaratılış hikâyesine göz kırparcasına kırmızı bir elma tarafından üstlenilmiş ve o elma koli bandının bir anlık gafletinden faydalanıp yerçekiminin kollarına bırakmıştı kendini. Wilhelm Genazino’nun Elden Düşme Dünya’sı daha iyi imgeleştirilemezdi sanıyorum.
Okumayı bitirdiğim kitaplarla vedalaşırım -çoğumuzun benzer ritüelleri olduğunu tahmin ediyorum-, bir süre daha sayfalar arasında gider gelirim, evirir çeviririm, iyi anlaştıysam hatıra fotoğrafı bile çekerim. “İnsan olmanın kaderine kendince başkaldırdığı her seferde kararsızlık, çelişki ve pişmanlık yumağına hapsolurken, hayatı bir parça daha farsa dönüşür” diyordu arka kapak yazısı bu elden düşme dünyanın serbest mimar olarak çalışan isimsiz anlatıcısı için… Tırnak içine aldığım kısım kitaba başlarken tabii ki pek bir şey ifade etmemişti fakat sıra vedalaşmaya geldiğinde işlerin değişmiş olduğunu farketmek bana huzursuz bir mutluluk verdi. İsimsiz anlatıcı ile tanışıp kaynaşmış olmalıydım ki kapak yazısındaki ifadeye onun adına bir itiraz geliştirmem icap etti. “Benim asıl davam, genel olarak hayattan tasarruftu” diyen biri insan olmanın kaderine ne diye başkaldırsındı… Kahramanımız insan olmanın kaderiyle değil de kederiyle mücadele ediyordu sanki… Tasarruf hayattan olunca bir pasif direniş hali canlandı gözümde. Elden Düşme Dünya’yı insanın ister maddi ister manevi olsun tüm arzularını tatmin etmeye zorlayan modern hayatın küçük oyunları karşısında bir tirat olarak okumak mümkün. Kendinizi mekândan, olaylardan bağımsız biçimde insan olmanın kederine katlanmanın ipuçlarını toplarken bulmanız ise işten bile değil.
Metinde ilerledikçe karakterin isimsizliğinden tutun olay örgüsünün tekdüzeliğine kahramanımızın aklından geçenler, o iç hesaplaşma dışındaki her şey birer figüran ya da dekor olarak görünmeye başlıyor gözünüze. Biriyle dertleştiğim hissine sık sık kapılmamın nedeni de tiradın bu anlamdaki boşluksuzluğu olabilir. Sahibi olduğumuzu sandığımız duygularımızın veya satın aldığımız şeylerin memnuniyetsizliğimizin kaynağına dönüştüğünü farketmediğimiz (ya da farketmemeyi tercih ettiğimiz) bir hayat tarzıyla sınanıyoruz. Kahramanımız bu memnuniyetsizlik haliyle bitimsiz bir tartışmaya giriyor, kişisel tarihini sorgulamadığı anı neredeyse yok. Aslına bakarsanız Genazino tahammül sanatının inceliklerini paylaşıp okurunu gündelik eylemlerine sızmış bıkkınlığıyla yüzleştirmek istiyor ve bunu suçlamadan yapmayı başarıyor. Buradaki başarısının bir kısmı da monoloğa dayalı bir anlatım tarzı benimsemiş olmasından ileri geliyor belki, mühim olan kahramanın huzursuzluğunu üstlenmek zorunda hissetmeden bağ kurabilme esnekliğinin okura sunulabilmesi… Tüm sertliğine rağmen varoluşsal sorgulama okur tarafından sahipleniliyor, bu imkânı metnin üzerindeki melankolinin ve onu bir buluta dönüştüren çevirinin yarattığını düşünüyorum.
Yazar Wilhelm Genazino 2000’li yılların başında yayımladığı O Gün İçin Şemsiye (2014, Jaguar) adlı romanıyla ödüllü bir başarı elde ediyor; bu, aynı zamanda dilimize çevrilen ilk eseri. Ardından Aşk Aptallığı (2018, Jaguar) ve Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk (2014, Ayrıntı) geliyor. Genazino’nun eserleri arasındaki benzerliği tanıtım yazılarından bile yakalamak mümkün. Ben bu durumu sıkıcı bir tahmin edilebilirlik hali olarak tanımlarsam haksızlık ederim. Karakterlerdeki, hikâyeler arasındaki benzerlikler yazarın dünyayı, yaşamı anlamaya ve anlatmaya ilişkin bütünsel bir yaklaşım geliştirebildiğinin işareti benim için. Ne de olsa varoluşsal sorgunun ucu bucağı henüz görünmüş değil… Yol insanlık için bu kadar uzunken Genazino karakterlerindeki istikrarın peşine neden düşmeyelim ki? Elden Düşme Dünya’sına gönülsüzce tutunmuş görünen bu isimsiz kahramanın dinlemek isteyene anlatacak çok şeyi var.

Künye: Elden Düşme Dünya, Wilhelm Genazino, Çev. Tevfik Turan, Jaguar Kitap, 2020, 144 s.

Önceki İçerikÜçüncü Tekir Şahıs
Sonraki İçerikDostoyevski’nin Büyük Aşk(lar)ı