Bulut İmparatorluğu, veri sömürgeciliği etkinliklerinin doğallaştırıldığı ve tüm sosyal alanlara yayıldığı bir vizyonu ve örgütlenmeyi ifade eder. Bulut İmparatorluğu, eski imparatorluklar gibi askeri güce veya daha fazla toprak ele geçirme arzusuna dayanmaz. Veriler aracılığıyla, kaba kuvvete başvurmaksızın, sömürülebilir alanları genişleterek tüm yaşamı sermayeye açık hale getirmeye çalışır. Veri ilişkileri ile yeniden inşa edilen insan yaşamını kapitalizmin doğrudan bir girdisi haline getirir.
Kişisel veriler, çoğunlukla mahremiyet tartışmalarının konusu. Kişisel verileri toplayan hükümet veya onunla işbirliği yapan bir kuruluşsa tedirgin oluyoruz. Kişisel veriler, şirketler tarafından toplandığında ise fazla umursamıyoruz. Bir şirket ne yapabilir ki? En fazla reklam gösterir, hatta çoğu zaman bizi doğru ürün ve hizmetlerle eşleştireceğinden şirketlerin veri toplamasının yararlı olacağı bile söylenebilir! Bununla birlikte ABD ve Çin’deki örnekler hedefli reklamcılık ve hükümet gözetiminin birbirinden ayrılamayacağını, hükümet ve şirketler arasında sıkı bir işbirliği olduğunu gösteriyor.
Ancak veri sadece hükümet gözetimi veya hedefli reklamcılık uygulamaları için kullanılmıyor. Günümüzde YZ’nin (Yapay Zekâ) tüm dünyayı saran büyüsünün altında veri var. Daha 2011 yılında, yapay öğrenme rüzgârları esmeye başlamadan önce, Dünya Ekonomik Forumu’nun yayımladığı bir raporda verinin önemine işaret ediliyordu (http://www3.weforum.org/docs/WEF_ITTC_PersonalDataNewAsset_Report_2011.pdf). Raporda verinin 21. yüzyılın yeni petrolü olacağı ve toplumun her alanına dokunacağı belirtiliyordu. Petrole yapılan gönderme çok tuttu. The Economist, 6 Mayıs 2017’de yayımlanan sayısında dünyanın en değerli kaynağının artık petrol olmadığını, veri olduğunu ilan ediyordu.
Hewlett Packard Enterprise’ın CEO’su Antonio Neri de veriyi doğal kaynak olarak ele almamız gerektiğini savunuyor. Neri, eşi görülmemiş ve giderek artan miktarlarda veri ürettiğimizi belirtiyor. Fakat veri çıkarma, faydalarının yanı sıra çok fazla enerji tüketiyor (küresel elektriğin % 10’u) ve sürdürülemez seviyelerde atık üretiyor. Neri, verinin tam potansiyelini gerçekleştirebilmek için verileri kullanma, saklama ve analiz etme şeklimizde bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız olduğunu vurguluyor ve şirketinin bu alandaki çalışmalarından söz ediyor. Ancak veri saklama ve analizinin çevreye etkisi dışında verinin neden doğal kaynak olarak ele alınması gerektiği hakkında somut bir açıklama getirmiyor (https://www.weforum.org/agenda/2020/03/we-should-treat-data-as-a-natural-resource-heres-why/).
Veri, yapay öğrenme algoritmalarının daha isabetli öngörülerde bulunabilmesi için gerekli. Birçok durumda veri artıkça yapay öğrenme algoritmalarının öngörüleri daha isabetli oluyor. Bu sistemler, daha isabetli öngörüler yapmayı öğrendikçe de finanstan sağlığa, eğitimden lojistiğe birçok sektörü etkiliyor ve böylece YZ, toplumsal yaşamın dokusuna daha fazla nüfuz ediyor. Fakat verinin ne olduğu ve toplumsal yaşamdaki yeri hakkında farklı görüşler var. Veriyi doğal kaynak olarak ele almak yeterince açıklayıcı olmadığı gibi pek masum da değil.
Veri, Rob Kitcin’in The Data Revolution adlı kitabında yazdığı gibi, “genel olarak, dünyanın kategorilere, ölçülere ve diğer temsili formlara (sayılar, karakterler, semboller, görüntüler, sesler, elektromanyetik dalgalar, bitler) soyutlanmasıyla üretilen hammadde olarak anlaşılır ve bunlar enformasyon ve bilginin yaratıldığı yapı taşlarını oluşturur.” Fakat veriyi salt tekniğin dışına çıkardığımızda işler karmaşıklaşıyor ve sorular artıyor: Veriyi gerçekten de doğal kaynak olarak nitelendirebilir miyiz? Verinin sahibi olabilir mi? Veri, emek ürünü müdür?
Petrol gibi verinin de işlenmesi gerekir. Fakat veri, petrol gibi doğada hazır bulunmaz. Günümüzde çoğunlukla, dijital teknolojiler aracılığıyla gerçekleştirilen sosyal etkileşimlerin bir yan ürünü olarak ortaya çıkar. Sosyal etkileşimde doğrudan yer almayan üçüncü taraflar etkileşim sonucu ortaya çıkan veriye el koyar, veriyi işler veya pazarda satar. Veri için petrol metaforunu kullanan ilk kişi, müşteri merkezli iş stratejileri alanında çalışan matematikçi ve girişimci Clive Humby’dir. Aynı zamanda mağazaların verdiği bağlılık kartlarının da kavramsal babası olan Humby, daha 2006’da verinin yeni petrol olduğunu ve onun gibi arıtılması gerektiğini iddia etmektedir. Petrolden gaz, plastik ve çeşitli kimyasalların elde edilmesi gibi verinin de değer kazanması için parçalanması ve analiz edilmesi gerekir. Fakat burada Humby ve takipçilerinin göz ardı edilmemesi gereken bir ön kabulü vardır: Veri ancak bunu işleyecek gücü olanlar tarafından değerlendirilebilecek, sahipsiz bir kaynaktır!
OECD’nin 2015 yılında yayımladığı rapor da aynı düşünceyi savunur. Raporda verinin sahipliği önemsizleştirilir ve veriyi analiz etmek için gerekli araçların kimde olduğunun daha önemli olduğu vurgulanır. Rapora göre sayısal bölünme veriye kimin sahip olduğuyla değil kimin veriden yararlanabileceği ile ilgilidir (https://read.oecd-ilibrary.org/science-and-technology/data-driven-innovation_9789264229358-en#page198).
Üretim araçlarının sahipliği ve bu araçlardan yararlanabilecek bilimcilerin varlığı kuşkusuz önemlidir. Nitekim YZ’deki sıçramada donanımsal ilerlemelerin katkısı belirleyici olmuştur. Google, Facebook, Microsoft, Alibaba vb şirketler alanın en iyi beyinlerini istihdam etme yarışındadırlar. Veriyi işlemek için gerekli donanıma ve uzmanlığa sahip şirketlerin veriyi kendine mal etmesinden herkesin yarar sağlayacağı iddia edilir. Sonuçta ortada kullanılmayı bekleyen, sahipsiz veriler vardır.
Şirketlerin veriyi kendine mal etme süreci aşağıdaki biçimlerde rasyonelleştirilmektedir (Couldry ve Mejias, 2019):
– Ekonomik rasyonelleştirme: Üretilen veriyi “değer”sizleştirmek. Ücretli bir çalışma sonucunda değil sosyalleşme sonucunda ortaya çıktığını ve bu nedenle, üçüncü tarafların sermayeleştirmesine açık olduğunu savunmak.
– Hukuksal rasyonelleştirme: Veriye el koymayı meşrulaştırmak amacıyla veriyi sahipsiz ilan etmek ve bunun için mahremiyet ve mülkiyet kavramlarını yeniden tanımlamaya çalışmak.
– Kalkınmacı rasyonelleştirme: Veriye el koymayı, ilerleme ve güvenlik konularını öne çıkararak bir uygarlaşma projesi olarak sunmak.
– Kültürel rasyonelleştirme: Paylaşımı ön plana çıkararak mahremiyetin değerini düşürmek ve öz sunumu yaygınlaştırmak.
– Teknik rasyonelleştirme: Veriye el koymayı bilimin, girişimciliğin ve insan yaratıcılığının meşru bir hedefi olarak sunmak.
Yukarıda da belirttiğim gibi veri hakkındaki en yaygın görüşlerden biri verinin el koymaya açık bir kaynak olduğudur. Ancak verinin ne olduğu ve nasıl ele alınması gerektiği politik bir tartışmadır. Bilişim tekellerinin faaliyetlerinin düzenlenmesi hakkındaki politika önerilerinin altında da veri hakkındaki farklı görüşler yatmaktadır.
Örneğin bazı reform önerilerinde veriyi mülkiyet bağlamında ele alan yaklaşımlar verinin sahipsiz olmadığını ve şirketlerin kişilerin verilerini kullanabilmeleri için bunun bedelini ödemeleri gerektiğini savunuyor. Bunun için iki senaryo var. İlki, veri öznelerinin kişisel verilerinin kullanım haklarını veya sahipliğini satabilmeleri. İkincisi ise veriyi işgücü piyasasında, karşılığında ücret talep edilebilecek bir emek formu olarak düzenlemek. Bu çözümlerin uygulanabilmesi için öncelikle Google, Facebook ve Amazon’un şu anki iş modellerini yeniden yapılandırarak verinin asıl sahiplerine kazançlarından pay vermeleri gerekiyor.
Fakat Salomé Viljoen’in belirttiği gibi bireysel veri mülkiyetine dayanan çözümlerin önünde çeşitli zorluklar var (https://phenomenalworld.org/analysis/data-as-property). Birincisi, karmaşık ve kapsamlı bir çözüme gerek duymaları. Uygulanabilir veya uygun maliyetli bir çözüm geliştirmek çok zor. İkincisi, dünyada yüz milyonlarca veri öznesi var ve herhangi bir kullanıcıdan sağlanan veri neredeyse değersizdir ve kişisel veriler, bir araya geldiklerinden değerli olabilmektedir. Ancak veri öznelerinin bir araya gelerek bir pazarlık gücüne sahip olabilmeleri olanaklı değildir. Üçüncüsü, insanların alışveriş sırasında, mahremiyet kaybından kolayca vazgeçebilecek olması daha büyük sorunlara neden olabilir. Birçok insan ufak bir ödeme karşılığında mahremiyet haklarından vazgeçebilir. Bu vazgeçişin sonuçları beklenmedik ve ağır olabilir. Bir bakıma, şu anda insanların dijital hizmetleri ücretsiz kullanabilmek için yaptığı da budur. Fakat kişisel veriler, verinin gerçek sahipleri tarafından, çok cüzi ücretlerle satılmaya başlanırsa kapıdan kovulan sorun (mahremiyet ihlali) bacadan daha meşru bir biçimde girecektir. Ayrıca belirli bir ödeme karşılığında feragat edilen hakların sonuçlarını tahmin etmek zordur. Örneğin, 2009’da kendilerinin ve arkadaşlarının fotoğraflarını paylaşan insanlar bu fotoğrafların 2018’de yüz tanıma sistemleri için kullanılacağını bilemezlerdi.
Kullanıcılara verileri için bir ödeme yapmayı öneren reformlar uygulanabilir olsa bile şirketlerin güçlenmesini engelleyemeyecektir. Reform tartışmaları, şirketlere zaman kazandırıyor ve yeni iş modelleriyle gerçekleşen değişimi anlamanın çok uzağındalar. Daha önce bu değişimi Gözetim Kapitalizmi olarak nitelendiren Shoshana Zuboff’un görüşlerini aktarmıştım (bkz. Bilim ve Gelecek, sayı 188). Bu yazıda ise değişimi veri sömürgeciliği başlığı altında tartışan Couldry ve Mejias’ın (2019) görüşlerine yer vereceğim.
Couldry ve Mejias (2019), dijital kapitalizm, informasyonel kapitalizm, iletişimsel kapitalizm, platform kapitalizmi ve
gözetim kapitalizmi yerine sadece kapitalizm demeyi tercih ediyor ve onun yeni yönelimini veri sömürgeciliği olarak tanımlıyor. Kapitalizm, eskisi gibi: Değeri en üst düzeye çıkarmak için yaşamı sistematik olarak düzenlenmeye devam ediyor ve bu, güç ve zenginliğin çok az elde toplanmasıyla sonuçlanıyor. Kuşkusuz günümüzde bilgi dolaşımı ve işlemenin artması, işletmelerin yönetimini, işin örgütlenmesini ve sosyal hayatın ekonomiye entegrasyonunu etkiliyor. Fakat tüm bunlar kapitalizmin temel itici güçlerinin değiştiği anlamına gelmiyor. Ayrıca gözetim, günümüz kapitalizminin önemli bir parçası olmasına rağmen gözetim kapitalizmi tek başına bugünü açıklamakta yetersiz kalıyor. Couldry ve Mejias’a (2019) göre bugün yeni olan daha fazla gözetim değil; ekonomik ve sosyal hayatı düzenlemek için veri aracılığıyla insan yaşamına el koymanın biçimlerinin genişlemesidir.
Couldry ve Mejias’ın (2019) çalışmasında Foucault’un neoliberalizminin izlerini görmek mümkün. Aslında 1980’lerden beri neoliberal politikalarla insan yaşamı piyasaya bağımlı hale getiriliyor. Fakat veri sömürgeciliği, neoliberal politikalarla başlayan bu sürecin daha da yoğunlaştığını, neoliberalizmin veri sömürgeciliğinin gelişmesi için gerekli ön koşulları hazırladığını ve insan yaşamının tam anlamıyla ekonomiye eklenerek yeniden düzenlendiğini anlatıyor. Veri sömürgeciliği, sistematik bir biçimde insanların yaşamlarını ve ilişkilerini kâr üretimi için girdilere dönüştürüyor. Yaşamın her katmanı ve yönü veri çıkarmanın hedefi haline geliyor.
Bugün sömürgecilik 20. yüzyıldaki sömürge karşıtı hareketler sonucunda miadı çoktan dolmuş bir kavram olarak görünebilir. Ancak sömürgeciliğin kalıntıları geçmişteki sömürgecilerle sömürülenleri biçimlendirmeye devam ediyor. Bu nedenle, Couldry ve Mejias (2019), günümüz kapitalizmindeki değişimi anlamak için her zamankinden daha istekli iş entegrasyonları veya giderek genişleyen emek sömürüsü gibi yaklaşımların yeterli olmadığını düşünüyor. Veri sömürgeciliğinin basitleştirilmiş bir metafor olmadığını, kapitalizmdeki değişimi anlayabilmek için bir bakış açısı sunduğunu savunuyorlar. Tarihsel sömürgecilik ve veri sömürgeciliği arasında birebir karşılaştırmalar yapmasalar da çok ilginç benzerliklere dikkat çekiyorlar. Bunlardan biri de sömürgecilerin requerimiento adlı bildirgeleri.
Requerimiento, Kastilyalı hukukçu Juan López de Palacios Rubios tarafından yazılan, İspanyolların işgal ettikleri topraklarda yerli halkın yüzüne okudukları bir bildirgeydi. Bildirgede toprakların gerçek sahibinin yerliler değil sömürgeciler olduğu, boyun eğmeleri durumunda yaşamları, mülkleri ve dini inançlarına dokunulmayacağı belirtiliyordu. Aksi taktirde ülkelerine zorla girilecek, mallarına el konacak, karıları ve çocukları köleleştirilecektir. Ama yerliler İspanyolca bilmemektedir ve bilselerdi bile bildirgedeki dini ve yasal kavramlar kendilerine çok uzaktır.
Bu bağlamda, bir yazılımı kullanmayı kabul ederken veya bir platforma üye olurken doğrudan kabul ettiğimiz uzun, anlaşılması güç bir dille yazılmış ve detaylı son kullanıcı lisans sözleşmelerini (EULA – end-user license agreements) anımsatmaktadır. Okumadan imzaladığımız uzun ve anlaşılmaz metinler sömürgecilerin günümüzdeki requerimientosudur. Sözleşmelerde şirketin hakları ve bizim hak kayıplarımız ayrıntılı, hukuksal bir dille belirtilir. Yerlilerden farklı olarak sözleşmeyi reddetme şansımız vardır. Ama içine çekildiğimiz veri ilişkileri, bu reddi çoğu zaman olanaksızlaştırmaktadır.
Tarihsel sömürgecilik
Tarihsel sömürgecilik, önce Britanya, Fransa, İspanya gibi Avrupa devletleri, sonra da ABD’nin egemen olduğu ekonomik ve sosyal örgütlenme biçimidir. Bu devletler, 16. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar Afrika, Amerika ve Asya kıtalarının büyük bir kısmını sömürgeleştirmiştir. Kristof Kolomb’un Amerika’ya çıkışından önce de Aztek, Roma, Pers ve Osmanlı gibi büyük imparatorluklar vardır. Fakat tarihsel sömürgecilik, bu imparatorluklardan iki açıdan farklıdır. Birincisi, sadece coğrafi genişlemeyi içermez. Aynı zamanda değerler, inançlar ve politikalar içeren evrenselleştirici bir anlatıyı da dayatır. İkincisi, önceki imparatorluklardan farklı olarak haraç almakla yetinmez. Sömürgeleştirdiği yerlerdeki sosyal ve ekonomik düzeni kökten değiştirmeye ve yeniden örgütlemeye çalışır.
Tarihsel sömürgeciliğin dört temel bileşeni vardır. Birincisi, sömürücü güçlerin kaynaklara el koymasıdır. Sömürgecilik, her şeyden önce dışsal bir sömürgeciye gerek duyar. Bir grup insan kendilerinin olmayan toprak ve kaynakları zorla ele geçirir. Ancak el koyulan yerlerde yaşayan insanlar, toprağın ve kaynağın gerçek sahibi olarak görülmez. İkincisi, kaynaklara el koymayı güvence altına alan koşullar (kölelik, zorla çalıştırma, eşit olmayan ticaret ilişkileri vb) oldukça eşitsiz sosyal ve ekonomik ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıkar. Üçüncüsü, kaynaklara el konulmasıyla elde edilen zenginliğin küresel olarak eşitsiz dağılımıdır. Sömürgeci, güç kullanarak ele geçirdiği kaynakları ve elde ettiği serveti büyükşehirlere veya kendi anayurduna aktarır. Dördüncüsü ise sömürgeciliği meşrulaştıran ideolojilerdir. Sömürgeciler, eylemlerini insanlar ve kültür arasındaki hiyerarşik farklılık söylemine dayandırırlar. Tarihsel sömürgecilikte sömürücü üstündür; güçlü, akılcı, uygar, becerikli ve Hıristiyan’dır. Bu üstünlüğe karşılık sömürülen zayıf, cahil, vahşi, tembel ve barbardır.
Couldry ve Mejias’ın (2019) vurguladığı gibi tarihsel sömürgecilik de başından sonuna kadar aynı üretim tarzına sahip değildir. Haraççı üretim tarzıyla başlayan tarihsel sömürgecilik modern kapitalizmle sona ermiştir. İlk üç yüzyıl, toprak işgalleri ve servet edinimi ile geçmiş, bu dönemde birbirine bağlı merkantilist ticaret ağı giderek büyümüştür. Doğrudan haraca dayalı olmayan bir üretim tarzı ancak 18. yüzyıldaki sanayi devriminden sonra çıkar. Yavaş yavaş serflerin ve kölelerin çalıştırıldığı tarla ve madenlerden işçilerin çalıştığı fabrikalara, gelişmiş ulusal pazarlara ve artan uluslararası ticaret döngülerine geçilir. Ancak ücretli emek tüm dünyaya aynı biçimde yayılmaz. Kapitalist devrimin sonuçları her yerde ve herkes için aynı değildir ve ücretli emek, daha çok beyaz Avrupalılar içindir. Başta sömürgeler olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde yaşayanlar için hâlâ kölelik, serflik ve bağımsız meta üretimi söz konusudur. Couldry ve Mejias (2019), Batı’nın ekonomik gelişmesinin kölelik olmadan anlaşılamayacağını ve bu gerçekliğin standart kapitalizm tarihlerinde göz ardı edildiğini belirtiyor (Bugün dijital teknolojilerin üretimi için gerekli madenleri çıkaran Kongo’daki köle ve çocuk emeği sömürüsünün göz ardı edildiği gibi!). Kölecilik Avrupa devletlerine ve ABD’ye, Çin ve Japonya karşısında önemli bir avantaj sağlamıştır.Avrupalıların fethinden önce Amerika kıtasında 145 milyon insan yaşamaktadır ve 1691 yılına dek bu insanların % 90-95’i yok edilir. Geriye kalanlar
ise yoksulluğa mahkûm edilir. Kolomb, Amerika’ya geldiğinde bir Avrupalının ortalama geliri Küresel Güney’de yaşayan birinin gelirinin üç katıdır. 1850’de bu oran beş katına çıkar. 20. yüzyılın ilk yarısında ise dünyanın % 85’i bir biçimde sömürgeciliğin etkisi altındadır ve oran 14 katına çıkmıştır. Couldry ve Mejias (2019), artan eşitsizliğin tamamen sömürgecilikle açıklanamayacağını ama onsuz da açıklanamayacağını vurgulamaktadır.
Tarihsel sömürgecilik, sömürge karşıtı hareketlerin mücadelesi sonucunda ortadan kalkmış olmasına rağmen yeni hammadde biçimlerinin keşfi, günümüz kapitalizmine sömürgeciliği bu sefer farklı biçimlerde uygulama olanağı sağlıyor. Tarihsel sömürgeciliğin toprağa, bedenlere ve doğal kaynaklara el koyması gibi veri sömürgeciliği de sosyal kaynaklara el koyuyor. Sonuç, kapitalizm için bir ilerleme olmasına rağmen yine beraberinde çeşitli sömürü biçimleri getiriyor. Yeni sömürgecilikte sömürge coğrafi bir mekân değil; “veri çıkarma” (data extraction) koşullarında gerçekleşen sosyal etkileşimler alanı. Sömürgeleştirilen kaynaklar ise sosyal bağlantılar kurmamızı sağlayan ilişki, norm, kod, bilgi ve anlamlar; ekonomik etkinlikleri oluşturan beşeri ve maddi süreçler. İşten okula, sağlık hizmetlerinden öz takibe, basit sosyalliklerden ekonomik işlemlere kadar insan yaşamının çeşitli katmanları verileştirilerek sömürge ilişkilerine dahil oluyor.
Veri ilişkileri
Veri, iş dünyasının hayalindeki gibi ham kaynak değildir. Öncelikle insan yaşamının veri gibi bir kaynağı “doğal” olarak üretebilmesi için yeniden düzenlenmesi gerekir. Bir kişinin anlık hareket ya da özelliklerinin değerli olabilmesi diğer kişilerin hareket ve özellikleriyle bir araya getirilmesine bağlıdır. Günümüz dijital altyapıları buna göre inşa edilir. Veri, insan yaşamını, platformlar ve uygulamalar aracılığıyla veri toplamaya sürekli katkıda bulunacak şekilde yeniden yapılandıran; şirketlerin, toplanan veriye ayrıcalıklı olarak erişebilmesini ve bunu kâr elde etmek için kullanabilmesini sağlayan veri ilişkilerinin sonucunda oluşur.
Veri ilişkileri, veriler arasındaki ilişkileri değil potansiyel bir meta olarak verinin sağladığı yeni tip insan ilişkilerini anlatır. Veri ilişkileri, insanların verilerine el konulmasını normalleştirir ve daha önce üretime doğrudan girdi olarak kabul edilmeyen insan yaşamının farklı yönlerini kapitalizm için bir girdi haline getirir. Devlet ve ekonomi arasındaki ilişkiyi dönüştürür ve şirketlere sosyal ilişkiler dünyasına açılan ayrıcalıklı bir pencere sunar. Devletler, şirketlerin insanların yaşamı hakkında bildiklerine daha bağımlı hale gelirler.
Veriyi toplayan ve analiz eden araçlara sahip olmak ve onları kontrol edebilmek şirketlere önemli bir güç verir. Sahiplik farklı biçimlerde olabilir. Örneğin akıllı telefonlarda olduğu gibi kullanıcılar belirli yazılımları ve şirketin belirlediği veri toplama altyapılarını kullanmaya zorlanabilir veya yönlendirilebilir. Bir diğer sahiplik biçimi verilerin saklama ve işleme yeteneği yüksek olan bulut merkezlerinde tutulmasıdır. Amazon bulut piyasasının en önemli aktörüdür. Onu Microsoft, Google ve Çin’in Alibaba’sı takip etmektedir. İçeriğin dağıtımını sağlayan internet servis sağlayıcılar da önemli bir güce sahiptir ve bu güçten daha fazla yararlanmak istemeleri nedeniyle ağ tarafsızlığı tartışmalarının alevlenmesine neden olmuşlardır. Ayrıca son yıllarda yeni iş modelleriyle öne çıkan bir diğer aktör de film, kitap ve müzik sektöründe belirleyici bir aktör haline gelen Netflix, Amazon ve Apple’dır.
Veri sömürgeciliği, kendi ideolojisini yaratmaktadır. İnsanların, nesnelerin ve süreçlerin internet ile sermayeye eklenmesi normalleştirilir. Yaşamın her yönü sermayeye yararlı olabilecek bir biçimde veriye dönüştürülür. Ayrıca bilgisayar bağlantısı ve kişilerin kendiliğinden ilişkileri yeterli görülmez, veri çıkarma ve kontrolün önündeki tüm engellerin de kaldırılması gerekir. Kişiselleştirme ideolojisi ile gözetim ve öz takip çekici hale getirilir.
Couldry ve Mejias (2019), veri ilişkilerini tartışırken, Marx’ın emek ilişkilerinden esinlenirler. Ama veri ilişkileriyle yaşam süreçlerinin sermayeye eklenmesini ele alırken veri elde edilen bu süreçlerin üretici bir etkinlik içermediğini de belirtirler. Dolayısıyla Youtube’da video izlemek veya Instagram’da bir fotoğrafı beğenmek üretici bir etkinlik değildir. Verinin üretime katkısı emekle değil, üretimin bir faktörü olarak gerçekleşir. Buradaki asıl değişim, emeğin dijital platformlarla değişimi değil, tüm kapitalist üretim sürecinin ve ona katkıda bulunan faktörlerin, insan yaşamının akışını tüm açık uçluluğuyla kapsayacak şekilde genişlemesiyle gerçekleşmesidir.
Şirketin kendi bünyesindeki etkinlikler hakkında veri toplaması gibi bazı veri ilişkileri operasyoneldir ve ek sosyal sözleşmeye gerek duymaz. Ancak birçok durumda insan yaşamından verinin çıkarılabilmesi için bunu sağlayacak bir ilişkinin kurulması gerekir. İnsanlar bilerek veya bilmeyerek veri ilişkilerinin sarmalına dahil olurlar. Bu veri ilişkilerinde kişinin rızası olabileceği gibi olmayabilir de. Örneğin, Facebook’a veya e-ticaret sitelerine üye olurken adımız, okuduğumuz okul, hatta TC kimlik numaramız gibi birçok kişisel veriyi gönüllü olarak paylaşırız. Ancak çoğu zaman veri toplama kişilerin rızası olmadan gerçekleşir. Bir web sitesi hizmetini kullanabilmek için kişisel verilerimizi vermek zorunda kalabiliriz. Ya da iş bulmak için dijital platforma üye olmak ve bunun için de akıllı telefon kullanmak (ve böylece veri ilişkileri sarmalına girmek) zorunlu olabilir. Dijital platformlar geleneksel iş modellerinin yerini aldıkça (örneğin tesisatçı, marangoz, elektrikçi vb serbest çalışanların veya Uber gibi taksicilerin hizmet sunduğu platformlar) veri ilişkilerine girmek zorunlu hale gelmektedir.
Endüstriyel kapitalizmin insanın çalışma etkinliğini metalaştırarak toplumu dönüştürmesi gibi veri sömürgeciliği de insan doğasını ve insanlar arasındaki etkileşimleri metalaşma için yeni soyut bir sosyal forma, veriye dönüştürmektedir. Veri sömürgeciliği, veri çıkarma altyapılarını doğrudan insan yaşamının dokusuna gömer.
Couldry ve Mejias’ın (2019) bulut imparatorluğu adını verdiği bu yapının arkasında ise Büyük Beşli’den (Google, Amazon, Facebook, Apple ve Microsoft) bireysel girişimcilere kadar çeşitli oyuncuların yer aldığı sosyal nicelendirme sektörü yer almaktadır.
Sosyal nicelleştirme sektörü
Bulut İmparatorluğu, veri sömürgeciliği etkinliklerinin doğallaştırıldığı ve tüm sosyal alanlara yayıldığı bir vizyonu ve örgütlenmeyi ifade eder. Bulut İmparatorluğu, eski imparatorluklar gibi askeri güce veya daha fazla toprak ele geçirme arzusuna dayanmaz. Veriler aracılığıyla, kaba kuvvete başvurmaksızın, sömürülebilir alanları genişleterek tüm yaşamı sermayeye açık hale getirmeye çalışır. Veri ilişkileri ile yeniden inşa edilen insan yaşamını kapitalizmin doğrudan bir girdisi haline getirir.
Couldry ve Mejias (2019) Bulut İmparatorluğu’nun başta sosyal nicelleştirme sektörü olmak üzere çok sayıda oyuncu tarafından inşa edilip geliştirildiğini belirtiyor. Sosyal nicelleştirme sektörü, 1980’lerden beri sahnededir ve yıllardır özellikle kredi kartı verisi gibi tüketici verilerini toplamaktadır. Fakat son on beş yıl içinde faaliyetlerinin derinliği ve karmaşıklığı artmıştır.
Bugün kişisel verilerin toplanması ve işlenmesi denilince ilk akla gelen Büyük Beşli oluyor. Ancak sosyal nicelleştirme sektörü çok farklı alanlardan oyuncular içerir. Bu oyuncuları beş başlık altında inceleyebiliriz: donanım, yazılım, platformlar, veri analitiği ve veri simsarlığı.
Donanım alanında, ürettikleri dijital cihazlardan (dizüstü bilgisayar, tablet, akıllı telefon, akıllı tablet, oyun konsolu, drone, vb.) veri çıkaran ve kullanan üreticiler yer alıyor. Her geçen gün televizyon, araba, saat gibi eski cihazlar akıllandıkça etki alanları genişliyor. Bu sektörde, internet bağlantısı için gerekli altyapıyı üreten şirketler de var. Apple, Cisco, Samsung, Amazon, Microsoft, Verizon, Huawei bu alanın önemli oyuncularından. ABD’nin Huawei ve diğer Çin şirketleriyle çatışmasının nedenlerinden biri de donanımlardan elde edilen ve şimdiye kadar sadece kendi tekelinde bulunan veridir.
Yazılım alanında, işletim sistemi, oyun, uygulama yazılımı geliştiren ve servis olarak yazılım hizmeti sunan şirketler var. Bu alanın başlıca oyuncuları Google, Apple, Microsoft ve Ubisoft. Nesnelerin interneti ise donanım ve yazılım alanlarının kesişiminde yer alıyor. Nesnelerin interneti, akıllı şehirler, akıllı evler, akıllı fabrikalar vb ile hızla yaşamı zengin bir veri kaynağı haline getiriyor.
Couldry ve Mejias (2019) platformları kullanıcılardan veri toplayan, yazılım ve donanımın bir diğer özel birlikteliği olarak tanımlıyor. Platform denilince ilk akla gelenler “bedava” sosyalleşme ortamı sağlayan Facebook ve Twitter gibi sosyal medya platformları; Uber ve Airbnb gibi esnek ekonomi modelleri; Netflix, Amazon ve Spotify gibi ücretli servisler. Ancak bankacılık, finans, sigorta, perakende, seyahat, flört vs için kurulmuş çeşitli platformlar da var.
Donanım ve yazılım üreticileri ve platformlar kendi topladıkları veriyi analiz edebilseler de veri analitiği firmaları psikometri (istatistik yöntemlerinin psikolojiye uygulanması) veya telematik (farklı noktalarda toplanan verilerle üretim ve dağıtım süreçlerinin eşgüdümünü sağlamak) gibi daha uzmanlaşmış hizmetler sağlıyorlar. ABD’de piyasaya yönelik analizler yapan Paxata, Trifacta, IBM ve Google’ın yanında sağlık, genetik, eğitim ve suç alanında uzmanlaşmış firmalar da var. Çin’de ise veri analitiği Alibaba, Baidu ve WeChat gibi büyük şirketlerin elinde yoğunlaşıyor. Son zamanlarda şirketler, kullanıcıların sosyal yaşamları hakkındaki bilgileri de modellerine ve ürünlerine entegre etmeye başladılar. Cambridge Analytica/Facebook skandalının gösterdiği gibi analiz sonuçları politik amaçlar için de kullanılabiliyor.
Veri simsarları ise kişisel verileri paketleyip satmak amacıyla topluyor. Finans, demografi, suç, politika, eğlence ve sosyal etkinlikler, genel ilgi alanları, satın alma alışkanlıkları ve sağlık gibi çok çeşitli alanlarda veri toplayıp satıyorlar. Veri simsarlarının bazıları sadece veri toplarken bazıları alıcılarla satıcıları bir araya getiriyor, kredi verenlere borç almak isteyenler hakkında risk analizi raporları sunuyor. Bazı simsarlar, çevrimdışı ortamlarda verilen bilgileri topluyorlar. Veri simsarlarının tüketiciler hakkında topladığı veriler sosyal yaşamdan veri çıkarmanın hiçbir sınırının olmadığını gösteriyor. Veri simsarları, polis memurlarının adresleri, tecavüz kurbanları, aile içi şiddete uğrayanların kaldığı barınma evleri, genetik hastalığı olanlar, demans hastaları, AIDS hastaları, bağımlılık tedavisi görenler hakkındaki verileri satıyorlar (https://www.worldprivacyforum.org/2013/12/testimony-what-information-do-data-brokers-have-on-consumers/). Hindistan’da da çok ucuza çeşitli kategorilerde (araba sahipleri, emekli kadınlar vb) veri listelerine ulaşılabiliyor. Yukarıda da belirttiğim gibi Büyük Beşli ve teknoloji şirketleri sosyal nicelleştirme sektörünün en önemli ve farklı alanlarda faaliyet gösterebilen oyuncuları olmalarına karşın sektörde çok çeşitli girişimciler var. Örneğin, veri listeleri mobil şirketleri tarafından satıldığı gibi ek gelir elde etmek isteyen girişimci banka ve hastane çalışanları tarafından da satılabiliyor.
Couldry ve Mejias (2019), petrol ve gaz, finans hizmetleri, otomotiv ve ilaç sektörleri ile karşılaştırıldığında sosyal nicelleştirme sektörünün ekonomi genelindeki payının daha küçük olduğunu ama sosyal dünyanın şekillenmesinde daha temel bir rol oynadığını belirtiyor.
***
Sonuçta yerli yerinde duran ama yeni araçlarla ve daha geniş ölçekte işleyen bir kapitalizm var. Verileştirme ise sömürgeciliğin yeni dönemine işaret ediyor. Şimdi el konulan yerlilerin doğal kaynakları ve emeği değil. Sömürgeciler, tüm dünyada (sömürülmeye açık) doğal bir kaynak olarak gördükleri insan ilişkilerini verileştirip bunları üretimin bir girdisi haline getiriyorlar. Couldry ve Mejias (2019), bu yeni sömürgeciliğin henüz başlangıcında olduğumuzu ve bu üretim tarzının sonunda neye benzeyeceğinin belirsiz olduğunu söylüyor.
Yaşamlarımızı her geçen gün daha fazla kesintisiz veri akışına bağlı dijital platformların ve hizmetlerin etrafında düzenliyoruz. Ancak bağlantılılığımız arttıkça artan veri ilişkileri, kapitalizm dışı bir alan sunmak yerine kapitalist ilişkileri yeniden üretiyor ve genişletiyor.
Dolayısıyla bireysel karşı koyuşların ve çözümlerin yetersiz olduğu bir sorunla karşı karşıyayız. Bireysel (çoğu zaman teknik) çözümler sadece toplumun ufak bir kesimi tarafından uygulanabiliyor. Ayrıca çalışma ilişkileri platformlara çekildikçe toplumun en savunmasız kesimlerinin ağa bağlı gözetim sistemlerini reddetme seçeneği her geçen gün daha fazla azalıyor. Bireysel karşı koyuşların etkisi son derece sınırlı. Bireysel olarak Facebook’tan çıkmak, veri sömürgeciliğine hayır diyebilmek anlamlı ama yetersiz. Önemli olan Bulut İmparatorluğuna karşı kolektif bir mücadeleyi örgütleyebilmek.
KAYNAK
– Couldry, N., Mejias, U. A. (2019), The costs of connection: How data is colonizing human life and appropriating it for capitalism, Stanford University Press.