Ella Beaudoin – Briana Pobiner
Çev. Nalân Mahsereci
2020… ne yıl oldu ama! Pandeminin dünyada değiştirdiği pek çok şey arasında paleoantropologlar, arkeologlar ve saha temelli çalışan diğer araştırmacıların çalışma biçimleri de vardı. Bu yıl insanın kökeni araştırmalarında kullanılan farklı kanıt hatlarını vurgulamak istedik; öne çıkardığımız dokuz keşfi, dört geniş kanıt hattı kategorisi içinde düzenledik. Birçok bilimsel makale üretim aşamasında olduğundan, 2020 yılında heyecan verici birçok keşif ortaya çıkmaya devam etti!
1) Fosil ayak izleri, modern insanların dünya üzerinde nereye ve nasıl seyahat ettiğini anlatıyor
Bizler bu yıl fazla hareket edemiyorken; fosil insan ayak izleri üzerine 2020’de basılan üç ayrı çalışma, eski insanların gruplar halinde birlikte nasıl hareket ettiğini ve yolculuk yaptığını ortaya çıkardı. Gövde fosillerinin aksine, ayak izleri (ve diğer “iz fosilleri”) zamanda tamı tamına bir anın veya en azından çok kısa bir zaman aralığının şipşak fotoğrafını sunar. Aralık ayında, insan fosil ayak izlerinin en uzun kalıntısı, Matthew R. Bennett ve meslektaşları tarafından duyuruldu. 11.500-13.000 öncesine dayanan, 1,3 km (0,8 mil) uzunluğundaki (kabaca 14 futbol sahası uzunluğu kadar) kalıntı, 2-3 yaşlarında, yeni yürümeye başlamış bir çocuğu tutan bir kadın (ya da genç bir erkek) tarafından engebeli ve tehlikeli bir manzarada yolculuk ederken bırakılmışlar. Bunu nasıl biliyoruz? Yetişkinin ayak izleri sıklıkla duraklıyor ve bir çocuğun ayak izleriyle birleşiyor. Ayak izleri kesin ve düz bir çizgide ve oldukça hızlı bir şekilde ilerliyor; amaçlanan bir nihai hedefi işaret ediyorlar; sonra bu kez çocuk olmaksızın ters istikamette dönüyorlar.
Peki Pleistosen insanları her zaman yalnız mı seyahat ediyordu? Hiçbir şekilde! 2020’nin bir başka duyurusu, Mayıs ayında, Chatham Üniversitesi’nden Kevin Tala ve aralarında Briana Pobiner’in de bulunduğu meslektaşlarından geldi: Afrikada’daki en büyük fosil ayak izi topluluğunu analiz etmişlerdi. Günümüzden 19.000-6000 yıl öncesi arasında, bir grup modern insan, Tanzanya’daki Oldoinyo L’engai Yanardağı’nın gölgesinde bir çamur akıntısının içinden geçti. 17 kişiden bugüne kalan 408 ayak izi, sadece ayak izlerini bırakanların boylarının ve ağırlıklarının anlaşılmasına yardım etmedi; aynı zamanda, üzerlerinde çalışma yapan ekibin, modern insan ayaklarından oluşan geniş bir veri kümesine dayanarak, yürüyen grubun olasılıkla 14 kadın ve 2 erkek bireyden oluştuğunu saptamasını da sağladı. Bunun, Tanzanya’daki Hadza gibi modern toplayıcı gruplardan gelen etnografik verilerle karşılaştırılmasıyla, ayak izlerinin büyük olasılıkla bir yiyecek toplama toplaşması sırasında, yetişkin kadınlarla onları tesadüfen ziyaret eden ya da eşlik eden birkaç yetişkin erkek tarafından bırakıldığı sonucuna varıldı. Son olarak, bu ayak izleri basitçe şunu ortaya çıkardı: İnsanlar, o zamanlar orada olduklarını bilmediğimiz bir yerdeydiler; tıpkı Max Planck Enstitüsü İnsanın Tarihi Bilimi Bölümü’nden Michael Petraglia ve meslektaşları tarafından günümüz Suudi Arabistan’ının çöllerindeki antik bir göl kalıntısının yüzeyinde bulunan, 120.000 yıl yaşında insan ve hayvan ayak izlerine benzer bir biçimde. Bu keşiften önce, Arabistan’ın kalbine insan hareketlerinin en erken kanıtının tarihlemesi 85.000 yıl öncesine gidiyordu.
2) Fosil primatlar da büyük yolculuklar yaptı
İnsanın evrim yolculuğuyla doğrudan ilgili keşifler önemli olmasına önemli, ama soyu tükenmiş primatların nasıl hayatta kaldıklarını, serpilip geliştiklerini ve dünyayı dolaştıklarını anlamak da aynı şekilde heyecan verici! Ekim ayında, Çin Penn Devlet Üniversitesi ve Yunan Kültürel Emanetler ve Arkeoloji Enstitüsü’nden Nina Jablonski ve Jueping Ji yönetimindeki bir ekip, Çin’in Yunan Eyaleti’nde, 6,4 milyon yıl yaşında üç yeni Mesopithecus pentelicus fosili buldular.
Bu geç Miyosen fosilleri, kuyruksuz maymunlarla aynı zamanda Asya’da yaşamış antik maymunların, ekolojik çok yönlülüğüne ve uyarlanabilirliğine işaret ediyor; muhtemelen bu türün soyundan gelenler (Asya’nın modern kolobinleri), insan olmayan primatlar tarafından işgal edilen bazı en yüksek mevsimsel ve sıra dışı habitatlara yerleşerek bu eğilimi sürdürdüler.
Sıradışıdan söz açılmışken, araştırmacıların maymunların Atlantik’i bir salla aştıklarını düşündüklerini biliyor muydunuz? Nisan ayı içinde, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden Erik Seiffert ve meslektaşları, Peru Amazonları’nın derinliklerinde buldukları dört maymun dişine dayanarak, bir çorba kabı büyüklüğünde minik bir yeni maymun türünü duyurdular: Ucayalipithecus perditabased. Bu yeni keşfedilen tür, büyük ihtimalle bir fırtına sırasında kıyı şeridinden kopan bitkilerden yüzen sallar üzerinde Afrika’dan Güney Amerika’ya 900 milden uzun bir Atlantik aşırı yolculuk yapmış olan memelilerin üçüncü neslinden, parapithecidler olarak bilinen, soyu tükenmiş bir Afrika primat ailesine dahil. Kulağa imkânsız geliyor; ama maymunlar yeterince yiyecek bulabilirlerse tatlı suya erişmeden de hayatta kalabilirler; sal görevi gören bitki yığınındaki bir ağacın üzerinde olabilecek meyveler gibi.
Son olarak, Eylül ayında, Hunter Koleji’nden Christopher C. Gilbert liderliğindeki bir ekip, bu kez 13 milyon yaşında bir insansı maymuna ait olan, Kuzey Hindistan’daki Ramnagar’da bulanan bir azı dişinden, bir fosil primat keşfini duyurdu: 13 milyon yaşında bir kuyruksuz maymun, Kapi ramnagarensis. Bu yeni tür, jibonların fosil kayıtlarını 5 milyon yıl kadar geriye götürüyor ve günümüz jibonlarının atalarının Afrika’dan Asya’ya ne zaman göç ettiği hakkında önemli bilgiler sağlıyor; ki antik büyük kuyruksuz maymunlar da aynı göçü, aynı zamanda gerçekleştiriyordu.
3) Güney Afrika-Drimolen’den yeni hominin fosilleri
İnsan evriminde önemli buluntuların hiçbir listesi yoktur ki, homininlerin fosil kanıtlarını içermeden tamamlanacak olsun. Bu yıl Güney Afrika’daki Drimolen kazı alanı en ses getirendi. İlk olarak, Nisan ayında, La Trobe Üniversitesi’nden Andy I. R. Herries yönetimindeki ekibin, Paranthropus robustus (DNH 152) ve Homo erectus (DNH 134) buluntularının her ikisinin de 2,04 ve 1,95 milyon yıl öncesine tarihlendiğini, bu hominin türlerinin her ikisinin de en eski fosillerini verdiğini duyurmalarıydı. Bu buluntu, iki türün de Australopithecus africanus ile çağdaş olduğunu gösterdi ve DNH 134 Homo erectus’un kökenini yaklaşık 150.000-200.000 yıl kadar geriye itti. İşi tamamlamaya can atan paleoantropologlar Jelle Marten ve Angeline Leece, iskeleti temizlediler ve yeniden yapılandırdılar. Her ikisi de 2015’te DNH 143 bulunduğunda Drimolen’de bir arazi okuluna katılmış öğrencilerdi. 3 yaşında bir çocukla birlikte 150’den fazla parçadan oluşan numuneyi, öksürmeden, hapşırmadan, hatta konuşmadan ve nefeslerini kontrol ederek, her bir seferde 40 dakikaya kadar tutmaları gerekiyordu!
Drimolen koruduğu hediyeleri (fosilleri) bize vermeye devam edecek gibi görünüyor; 2018’de ekip, 2 milyon yaşında DNH 155 yetişkin erkek kafatasını da (gene, Samantha Good adlı bir arazi okulu öğrencisi tarafından bulundu) içeren iki Paranthropus fosili daha buldu. Bu yılın Kasım ayında, La Trobe Üniversitesi’nden Jesse M. Martin tarafından yönetilen bir çalışmayla, numunelerin analizi yayımlandı. Çalışmada, Güney Afrika’nın başka yerlerinden ve Drimolen’den diğer yetişkin erkek Paranthropus robustus fosillerinin karşılaştırılmasıyla, daha önce cinsel dimorfizme (erkek ve kadın bireyler arasındaki morfolojik farklılıklar) atfedilen farklılıkların, bu erken hominin türleri içinde ekolojik değişimle ilintili mikroevrim örnekleri olduğu önerildi.
4) Mağara tortularında ve modern insanda bulunan Denisovan DNA’sı
Göç temamıza geri dönelim… (Pekâlâ bir yerlere gitmeyi özlediğimizi söyleyebilirsiniz) Bu yılın en büyük duyurularından biri, Ekim ayında yapıldı; Sibirya’daki Denisova Mağarası’nın dışındaki ilk kesin Denisovalı kanıtı, bu mağaraya yaklaşık 2800 km/1740 mil uzaklıktaki Tibet’ten geldi! Lanzhou Üniversitesi’nden Dongju Zhang yönetimindeki ekip, Budist bir keşiş tarafından Baishiya Karst Mağarası’nda bulunan, 160.000 yaşındaki çenekemiği parçasının bir Denisovalı’nın kalıntısı olabileceği hipotezini test etmek istediler. İlk olarak 2019’da, çenenin Denisovalılığını tanımlamak için protein varyasyonlarına dayalı yeni bir metot kullandılar; ama yeni metot ve mağarada çenekemiğinin tam olarak nerede bulunduğunun bilinmemesi, şüphelerin sürmesine yol açtı.
İbadet edenleri rahatsız etmekten kaçınmak için, sadece kışın ve geceleri, sıfırın altındaki sıcaklıklarda kazı yapmayı kabul ettiler ve 100.000-60.000 yıl öncesine ve muhtemelen 45.000 yıl öncesine tarihlenen mağara çökellerinden gelen Denisovalı mitokondriyal DNA’larıyla ödüllendirildiler. Araştırma ekibi mağarada ayrıca Denisovalılar tarafından yapılmış taş aletler ve forsil hayvan kemikleriyle yanmış odun kömürü de buldu. Ekim ayında ayrıca, Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Svante Pääbo ve Diyendo Massilani yönetiminde, Moğolistan’ın bilinen tek Pleistosen fosili olan ve 2006’da madenciler tarafından bulunan, 36.000 yaşında bir modern insan kadın kafatası ve onun yanı sıra Çin’de Tianyun Mağarası’nda bulunan 40.000 yaşındaki modern insan erkek kafatası analiz edildi. Her iki fosilin de hem Neandertallerden hem de Denisovalılardan DNA içerdiği tespit edildi. Bu kanıt, Avrasya Pleistosen popülasyonları arasında göçler ve etkileşimler için ne anlama geliyor? Ne diyelim, bu karışık bir durum. Çünkü bu fosillerde bulunan Denisovalı DNA sekansları, günümüz Okyanusyalılarında (Avustralya Aborjinleri ve Yeni Gineliler’de) bulunamadı; ama günümüzün Doğu Asyalılarında bulundukları için, modern insanın, biri anakara Asya’sında, diğeri Güneydoğu Asya’da olan iki ayrı Denisovalı popülasyonuyla karşılaşmış ve gen değiştokuşu yapmış olması gerektiği düşünülüyor. Bu, Denisovalıların bir zamanlar Asya’nın oldukça geniş bir bölgesinde yaşadıklarını gösteriyor. Daha fazla Denisovalı fosili bulmanın tam zamanı gibi görünüyor (şans diliyoruz)!
Bu arada, biliminsanları uzak mesafelere ve pandemilere aldırmadan koleksiyonlara erişebilsin ve üzerlerinde çalışabilsinler diye, müzeler dijitalleştirme programları üzerinde çalışmayı sürdürüyor. Kenya Ulusal Müzesi ve bizim Smithsonian Enstitüsü kurumumuz, arşivlerindeki fosillerin 3 boyutlu rekonstrüksiyonları üzerinde, dünyanın her yerinden araştırmacılar erişebilsin diye çalışıyorlar. Bizim gibi müzeleri ziyaret etmeyi özlediyseniz, Smithsonian, fosilleri kendi evinizin güvenliği içinde görmenin bir yolunu yarattı! Bizler daha fazla Denisovalı fosilinin keşfedilmesini beklerken, sizler VR teknolojisini kullanarak, bir Neandertal’in gözünden görebilir ve bazı mamutlarla kişisel ve yakın bir ilişki kurabilirsiniz…
Yazarlar kimdir?
Ella Beaudoin, Paleolitik dönem arkeoloğudur. Araştırma alanları, erken homininlerin kültürel evrimi ve alan kullanımından kültürel adaptasyon ve kolonyalizme direnişe kadar uzanır. Güney Afrika, Kenya ve ABD’de saha çalışmaları yürütmüştür. Daha önce Koobi Fora Saha Okulu’nda çalışıyordu ve Amerikan Üniversitesi’nde öğrenciydi. Smithsonian’a 2017’de katıldı.
Briana Pobiner, çalışmalarının odağında insan diyetinin evrimi (özellikle, etoburluk özelinde) olan bir paleoantropologdur; konuları arasında insan yamyamlığı ve şempanze etoburluğu da vardır. Endonezya, Güney Afrika, Tanzanya ve Kenya’da saha çalışmaları yapmıştır. Smithsonian’a 2005’de katıldığından beri, İnsanın Kökenleri Salonu’nun oluşturulmasına yardımcı olmuştur. Laboratuvardaki ve deneysel araştırma programlarındaki aktif saha çalışmalarına devam etmesinin yanı sıra; İnsanın Kökenleri Programı eğitimlerini de yönetmektedir ve George Washington Üniversitesi’nde Antropoloji Araştırma Profesörüdür.