Ana Sayfa 203. Sayı Damdan Düşen Psikoloğun Ciddiyeti ve Nezaketi: Doğan Cüceloğlu’nun Ardından

Damdan Düşen Psikoloğun Ciddiyeti ve Nezaketi:
Doğan Cüceloğlu’nun Ardından

9795

Doğan Cüceloğlu ile 2000 yılının nisan ayında bir Pazar günü tanışmışım. Okul dergisinde yayımlanmak üzere söyleşi talebimizi geri çevirmediği gibi bizi o dönem yaptığı televizyon programına izleyici olarak davet de etmişti. Aradan yirmi bir yıl geçtiğini fark edişim ise Doğan Hoca’nın aramızdan ayrıldığı haberine rastlıyor haliyle. İletişim psikolojisi alanında çalışan ve Türkiye’de en çok okunan yazarlardan biri olan Cüceloğlu hakkında bir şeyler söylemek ihtiyacı duymamın sebebi o söyleşi sayesinde bize ayırdığı iki saattir. Ah nasıl bir heyecan! On yedi yaşın telaşına karışan türlü duygu… Ciddiye alınacak mıyım stresine eşlik eden, verilen bir görevi başarma ihtimalinin belli belirsiz huzuru… Söyleşi öncesinde İçimizdeki Çocuk kitabını okuduğumu hatırlıyorum, kütüphaneme nasıl katıldığı ise hafızamda yer etmemiş. Bir sonraki karşılaşmamız (farklı zaman dilimlerinde olsa da) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin kardeş koridorlarında olmuştur. Biraz da bu nedenle vefat haberinin yarattığı yankının sosyolojik tarafına göz yummak mümkün olmayacaktı. Günlerdir sosyal medya üzerinden yakın çevremin yaptığı paylaşımlar bile yetti kalem oynatma gereği duymama. Dolayısıyla baştan belirtmeliyim ki burada Doğan Cüceloğlu ve Türkiye’de psikolojiye kattığı ya da katamadığı şeyler üzerine söyleyeceğim bir şey yok. Ben daha çok Cüceloğlu’nun ülke insanıyla karşılaşma, tanış olma halinin çokluğuna ve bu çokluğun sosyolojik niteliği üzerine kafa yormayı istiyorum.
Bu yazıya hazırlanırken Canan Dilâ tarafından kaleme alınmış nehir söyleşi kitabına göz atma fırsatım oldu: Damdan Düşen Psikolog. Sayfalar arasında gezinirken yirmi yıl evvel tanıştığım insan yeniden ete kemiğe büründü. O güne dair hatırladığım en önemli şey Cüceloğlu’nun nezaketiydi. İki saatin sonunda yanından ayrıldığımızda özgüvenimin beni sarıp sarmaladığını hatırlıyorum. Bu noktada Cüceloğlu’nun kişisel gelişim meselesiyle ilişkilendirilme eğilimine de değinmeliyim. Genç yaşlı demeden geniş bir okur kitlesine hitap edebilmiş olmasının sırrını sorduğumuzda aldığımız cevabı paylaşayım bu vesileyle:
“Benim farkında olduğum hem konuşurken, hem yazarken, öğrenciyken, psikoloji okurken ‘Bunun anlamı ne? Burada ne demek istemiş? Hayatta mutlaka bir yeri olması lazım’ anlamı olsun, keşfetmeden bırakmam. (…) İkincisi herhangi bir bilimsel kavramla karşılaştığım zaman diyorum ki ‘Bunun insan hayatında mutlaka var olan bir süreci ifade etmesi lazım’(…) Niye okusun bunu diyorum. Eğer cevap bulamazsam yazmıyorum. Ama annesiyle babasıyla kavgası varsa annesini anlamasını, babasını yargılamasına yardım edilmesi… Nasıl? İşte, biliyorum bunun cevabını. O zaman öyle başlıyorum.”
Cüceloğlu bu yöntem üzerinden ilerlemeyi seçmiş bir bilim insanı olarak ülke insanına ulaşmayı büyük oranda başarmış bir isim oldu. Yaklaşımının kişisel gelişim dinine kurban edilemeyecek kadar çok kişiye ulaştığı gözden kaçırılmamalı çünkü bu yolla toplumsal kültürün inşasında da önemli bir rol üstlendi. Toplumun böyle isimler sayesinde merhametle, iyi duygularla tanışma fırsatı bulduğu gerçeği ile yüzleşmeden evvel Cüceloğlu’nun yaklaşımını ortayolculukla, suya sabuna dokunmamakla itham etmek büyük haksızlık olur.
Yakın zamanda verdiği bir başka röportajda (Nilay Örnek, Nasıl Olunur? Podcast) farkındalığın bilgiden önemli olduğunu söylüyor. Genel yaklaşımı içinde bunu “yapmak ve olmak” olarak değerlendiğini ve aradaki farkı kavramayı önemsediğinin altını çizerken “ben bilen insan olarak değil yaşayan insan olarak kişilerin karşısındayım. Konuşurken kendi hayatımdaki farkındalıklar çerçevesinde konuşuyorum” diyor. Cüceloğlu kendi yaşam tecrübesini yazarak aktarmaya çabalamış hep, bunu yaparken türlü teknikler geliştirmiş. Kitaplarının önsözünde uzun teşekkür listeleri olduğunu söylemişti bize. Sosyal ilişkiler ağına takılmış insanlara kitap taslaklarını teslim edermiş, onlardan gelen soru ve öneriler ışığında gözden geçirirmiş. Bize “kitap çıkmadan önce beş kere yazarım” dediğini de buraya kaydedeyim.
Ben nezaketin ciddiyetten doğduğunu Doğan Cüceloğlu ile tanıştığımda öğrenmiştim ve benim için çok kıymetli bir yaşam tecrübesi anıydı bu. Deniz Bayramoğlu’nun kaleme aldığı son kitabı “Var Mısın?” da bir nehir söyleşi, kitapçıların çok satanlar raflarında yerini almış durumda. Doğan Cüceloğlu’nu kendi satırlarıyla uğurlamak isterim:
“Kendimi geliştirme süreci içinde kitap yazmaya başladım; ilk kitabım İnsan İnsana bu sürecin ilk ürünüdür. Gelişim süreci içinde kazandıklarımı kitaplar yoluyla paylaşmaya devam ediyorum.”
Yolu ışık olsun.

Önceki İçerikOtotroflar, Keseli Antilop ve Biz:
Evrim Dünya Üzerindeki Yaşamın Tam Hikâyesi
Sonraki İçerikSatranç tahtasındaki yalnız at