“Eczane bir bakıma insan laboratuvarıdır da. Oraya iki ayaklı ne konular gelir gider.”
Haldun Taner
Adlarının sonu “köy” ile biten semtleri olsa da, Boğaz kıyısındaki yerleşmelerin bir zamanlar birer köy olduğunu hayal edebilmek kolay değil. Haldun Taner’in söz edeceğim tiyatro oyunu, sakinlerinin yaşadıkları Boğaz semtine “köy” dedikleri bir dönemde, Ağustos 1950’de geçiyor. Ama “köy” bahsinin sürdürülemeyeceğinin emareleri de belirmiştir; oyuna adını veren Fazilet Eczanesi, iki katlı yapısıyla, inşaat yıkımlarının ortasında “kafası sıfıra vurulmuş bir çocuğun alnında bırakılmış kâkül gibi” yapayalnız kalmıştır.
Günümüz iktidarının kök bellediği Menderes hükümetiyle küçük Amerika olma yoluna girmiş Türkiye’nin yeni değerlerini temsil eden, az zamanda sıfırdan köşeyi dönmüş müteahhit Tahsin, iki ay önce geldiği köyü inşaat alanına çevirmiş, Fazilet Eczanesi’nin binasını da satın almış ve zemin katının bankaya kiralanacağı bir blok apartman dikme hayaliyle, kiracı Sadettin Dertsavar’ı, dükkânı tahliye etsin diye mahkemeye vermiştir. Müteahhit Tahsin, Ezcacı Sadettin’in tabiriyle “fabrika ile dükkân sahibi, arz ile talebin arasında aracılık yaparak zengin olan, başkasının sırtından geçinenler” soyundandır. Hikâye sanki bugünde geçiyor gibi, değil mi?
Eczane de engel, incir ağacı da, mahallenin delisi de…
Sadettin mahallede eczanesine dükkân bulamadığı ve üretimini yapmayı hedeflediği bir müstahzar için verdiği yüklü malzeme siparişi nedeniyle borçlandığından ev sahibinden üç ay ister. Tahsin’in beklemeye niyeti yoktur. Sadettin’e başka bir mahallede dükkân bakmasını tavsiye eder: Olacak şey mi! O mahalle Eczacı Sadettinsiz olur mu!
Mesleğimiz marketlere düşürülmeye direnirken, tam da bu yanıyla Sadettin karakteriyle özdeşleşmekten kendimi alamıyorum. Sadettin, tıpkı biz günümüz eczacıları gibi, kendisini danışanlarının sağlığından sorumlu sayan, mahallesinin nabzını elinde tutandır. Mahallenin delisi Köse Mutu’yu sakinleştiren, rahatsızlıklarına çare bulandır. Düğüne gideceğini duyduğu esnaf komşusuna, rakıyı kaçıracağını bildiğinden bir gün öncesinden basur kremini hazırlayandır. Postacının varislerini takip edendir. Muadelet Hanım luminalin (santral sinir sistemini baskılayan bir ilaç) peşine mi düştü; yeni bir kriz ya da intihar teşebbüsüne karşı tetik hale geçendir. Leman Hanım’ın romatizmasına en iyi gelecek terkibi bulmak için her gün yeni bir formül deneyendir. Miralay Kâzım Bey’in askerlik hikâyelerini bıkmadan dinleyendir. Aralarındaki “kırk yıllık hukuku çiğneyerek” Tahsin Bey’in avukatlığına soyunan Ercüment, onun elinde büyümüştür. Sokaktaki delikanlıların yarısı onun kalsiyumuyla boy atmıştır. Bütün ağrıları dindirendir. Nice kocaları hezimetten, nice evliliği bitmekten kurtarandır. O mahallenin temelidir. Mahalle eczacısız kalır mı?
Anlaşılan o ki müheahhitler, 60 yıl önce de insani olan her şey gibi, yeşile de karşıdırlar. Tahsin tüm hoyratlığıyla, köklerini Fazilet Eczanesi’nin duvarlarını delecekmiş gibi uzatmış olmasına karşın, Sadettin’in kesmesini önerenlere, “Gerekirse duvarı açar, eczaneye buyur ederim” dediği incir ağacını da kestirir. Oysa tıpkı Fazilet Eczanesi gibi, mahallenin doğal bir parçasıdır o da. Rum kızları dallarında ağ örer, Rum balıkçılar ağlarını kuruturlar.
İnşaatlar için patlatılan dinamit gürültüsünden ürktüğünden iyice deliren Köse Mutu da Tahsin için bir engeldir; gerekirse “Hitler’in böylelerine yaptığı gibi hadım edilmeli”dir.
Değişen meslek, değişen değerler
Sadettin’in direndiği değişim sadece müteahhidin mahalleye getirdiği değildir. Başka mahallelerin “vitrin avcılığı yapan”, pırıl pırıl raflarında, dizi dizi Avrupa ilaçları bulunduran eczanelerindeki eczacılıktan da hoşlanmaz. Fabrikalarda dozaj makineleriyle üretilen, cicili bicili kutulara konulan, her derde aynı devayı sunan ilaçlara bel bağlamaz. “Amerikan bünyesine uygun ilaç, hiç Türk bünyesine uyar mı?” Uymaz, çünkü beslenme alışkanlıkları farklıdır. Sadettin her nabza ayrı şerbet vermekte, her bünyeye ayrı ilaç hazırlamaktadır. Onun için eczacılığın anası da evladı da havan ve terazidir. “Sade toz ezmez bu havan. El ayasının sıcaklığı ile insan sevgisi de karışır ilacın terkibine.”
Ne var ki, sanatını sürdürmesi hayaliyle Eczacılık Mektebine gönderdiği oğlu Ünal da anlamaz onu. Sadettin’in adlarına Forsatin Sadettin, Pürjol Sadettin, Kalminol Sadettin, Ünal Maması dediği müstahzarlarını üretme çabasını gereksiz bulur. Eczacılık yapmaya niyeti de yoktur, kapağı yurtdışına atmanın yollarını aramaktadır.
Sadettin’in kasada oturan eşi Naciye bile, eczanenin satılmasının iyi olacağını düşünür. Hammaddeler, ilaçlar dahil tüm demirbaşlardan ellerine geçecek parayı piyasaya borç olarak vermekten, faiz geliriyle (Sadettin’in tepkisiyle, “tefecilikle!”) çalışarak helak olmadan geçinebilmekten dem vurur.
Üstüne üstüne gelen bunca şey karşısında Sadettin’i köşeye sıkışmaktan kurtaran 36 yıldır dertlerine deva bulduğu mahallelisi olacaktır. Kuşkusuz piyasa gereklerine göre topyekûn yeniden şekillenen toplumsal hayatın her boyutunda değişime direnmek kolay değildir; Sadettin ötelemeyi başarsa da, ölümünden sonra eczanenin başına geçen oğlu Ünal hazır ilaççılığa kaymakta gecikmez. Ama eczane sürecektir; çünkü harcına insan sevgisi karışmış eczane, mahallenin temelidir; temeli kalacaktır. Toplumcu eczacılar da, sağlığa yararı kadar zararı da olabilecek, o nedenle mutlaka eczanede, eczacı kontrolünde satılması gereken etken maddeler barındıran ürünleri süpermarketlere çıkararak çok sattırmaya çalışanlara karşı, toplum sağlığını savunmaya devam edeceklerdir.
Fazilet Eczanesi,
Haldun Taner, Yapı Kredi Yayınları, YKY’de 3. Baskı Şubat 2020, 92 s.