Son yıllarda yaratılışçı kaynaklarda yer alan evrim karşıtı eleştiriler içinde, en rağbette olanı, Evrim Kuramının bilim olmadığı, biliminsanlarınca reddedildiği iddiası. ABD’de yaratılışçılığı bin bir kılığa büründürmelerine karşın müfredata sokamayan dinciler, farklı bir taktik izleyip, Evrim Kuramının da “bilim olmadığı” gerekçesiyle müfredattan çıkarılmasını talep ediyorlar.
Son zamanlarda basında ve internet ortamında “evrim ve yaratılışçılık” tartışmaları ile ilgili olarak yaratılışçıların ortaya attığı bir haber dolaşıyor. Diğer kaynakların yanında genelde Amerikan kaynaklı, yaratılışçıların yönettiği sitelerde yer alan söz konusu haberde, biliminsanlarının İngiliz biyolog Charles Darwin’in 1859 yılında ortaya attığı Evrim Kuramı’nı reddettiklerinden ve bunu bir imza kampanyası ile kamuoyuna duyurduklarından bahsediliyor. Haberde aynı zamanda Şubat 2019 tarihi itibarıyla bu bildiriye imza atan bilim insanı sayısının 1000’i geçtiği de belirtiliyor.(1,2)
Söz konusu haber ilgi çekici. Şöyle ki; Evrim Kuramı ortaya atıldığından beri devam eden evrim karşıtı iddiaları incelediğimizde, bunların birçoğunun doğru bilgiye dayanmadığı veya bilimsel dayanağı olmadığı gerekçesiyle bilim camiasınca kabul edilmediği bilinir. İleriki bölümlerde açıklayacağımız gibi nispeten yeni sayılabilecek bu iddianın da ciddiye alınmadığı görülüyor. Ancak bu iddiayı önemli kılan ve diğerlerinden ayıran bir tarafı var: İddianın özneleri olarak biliminsanlarının işaret edilmesi, başka bir ifadeyle iddia makamının bizzat bilim/biliminsanı olduğunun ileri sürülmesi. Bütün çağların en etkili bilimsel düşüncelerinden biri olarak kabul edilen ve hem biyolojide hem de birbirinden bağımsız birçok farklı bilim dallarındaki gelişmelerle -şüpheye yer bırakmayacak şekilde- doğruluğu kanıtlandığı bilinen Evrim Kuramı, nasıl olur da bu kadar açık bir şekilde bilim olmadığı gerekçesiyle eleştirilebilir ve biliminsanlarınca reddedildiği iddiası ileri sürülebilir?
Makalemizin amacı, söz konusu iddiayı ele alıp onun gerçekten ne olduğunu, neden böyle bir iddianın ortaya atıldığını ve ne derece doğru olduğunu ortaya çıkarmak. Bu nedenle, öncelikle iddianın konu olduğu haberin dayandığı kaynaklardan başlayarak iddianın kendisiyle de ilgili birçok farklı, bağımsız kaynak tarandı. Sonra bu iddia ile ilgili biliminsanları arasında yapılan kamuoyu araştırmaları, ünlü biliminsanlarının görüşleri ve bilim kurumlarının açıklamaları incelendi. İleride ayrıntıları ile açıklayacağımız gibi, bütün bu araştırmaların sonucunda bu iddianın aslında bir safsatadan ibaret olduğu ve fazlasıyla yoğun bir şekilde gündemde tutulmasının arkasında sanılandan farklı amaçlar olduğu ortaya konulmaya çalışıldı. Başlamadan önce, çalışmamızda “yaratılışçılar” olarak nitelendirdiğimiz kişilerin “evrim karşıtı yaratılışçılar” olduğunun, bu akımın Amerika’da ortaya çıkıp oradan dünyaya yayıldığının altını çiziyoruz. Ayrıca bu çalışmamızda bu haberde yer alan iddia için “yeni iddia” ifadesini kullanacağız.
Yaratılışçıların “yeni iddia”sı nedir?
Öncelikle son yıllarda yaratılışçı kaynaklarda yer alan evrim karşıtı eleştirileri incelediğimizde, en rağbette olanının, Evrim Kuramının bilim olmadığı, biliminsanlarınca reddedildiği iddiası olduğunu görürüz. Yazılı ve görsel yayınlarında bu iddiaya abartılı bir şekilde yer verildiğini fark ederiz. Örneğin, Amerika merkezli yaratılışçılık akımının önde gelen kurumu olan Institute for Creation Research (Yaratılış Araştırma Enstitüsü) (IRC)’nin kurucularından Henry Morris; IRC Bilim Adamları adlı kitabında özellikle bu konuyu işler. Morris, özetle, “evrimin bilim olmadığını” ve “birçok biliminsanının evrimi reddettiğini ve yaratılışçılığı savunduklarını” iddia eder. Bunların ardından, eski çağlardan başlayarak günümüze kadar yaşamış birçok ünlü biliminsanını örnek vererek bu iddiasını desteklemeye çalışır. Önde gelen bir diğer yaratılışçı grup Watchtower Bible and Tract Society ise, Life, How Did It Get Here? Brooklyn, NY adlı yayınında, evrimci biliminsanlarının bile evrim ile ilgili birçok sorunu olduklarını itiraf ettiklerini ileri sürer. Yine yukarıdaki habere konu olan imza kampanyasını düzenleyen etkili bir diğer yaratılışçı kurum olan Discovery Institute (DI), birçok yayınında, çok sayıda ünlü biliminsanının evrimin en temel kuralları dâhil olmak üzere teoride fazla sayıda ve ciddi sorunlar olduğunu itiraf ettiklerini iddia eder.(3) Bu gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Son yıllarda sayıları artan bu tür yayınlarda bu iddia ileri sürülmekte ve yukarıdaki habere konu olan imza kampanyası ile kampanyaya/bildiriye imza atan biliminsanları da örnek verilmektedir.
“Yeni iddia” bağlamında evrim karşıtı iddiaların tarihsel süreci
Son 150 yıldır devam eden evrim karşıtı iddialara baktığımızda, bugünkü “biliminsanlarının evrimi reddettikleri” iddiasının aslında yeni bir çaba ya da girişim olmadığını, bu ve benzeri iddiaların, en azından güzergâhları ve nihai hedefleri açısından, 1970’li yıllardan başlayarak günümüze kadar devam ettiğini görürüz. Yaratılışçılık akımının kurumsal olarak yaklaşık 100 yıldır evrim karşıtı faaliyet yürüttükleri de hesaba katılırsa, bu iddianın neden son yıllarda kullanıldığı da fark edilebilecektir. Ayrıca bu akımın geçmişini incelediğimizde, aslında hem bugün ortada çok da tuhaf bir durumun olmadığı hem de evrim karşıtı iddiaların zamana ve ortam koşullarına göre değiştikleri görülebilecektir. Bu nedenle konu bağlamında bir tarihsel arkaplan sunmak gerekir.
Literatürde konuyla ilgili hemen her yayında karşılaşılabileceği gibi, Evrim Teorisi ilk kez ortaya atıldığında hem zamanın bazı biliminsanlarından hem de kiliseden eleştiriler gelmeye başlamıştı. Bilimsel eleştirilerin çoğu, Evrim Teorisi’nin birçok varsayıma dayandığı iddiasına dayanıyordu. Kiliseden gelen eleştiriler ise tamamen dinî kaygılardan kaynaklanmakta idi. Yıllar geçtikçe gelişen bilimsel çalışmalarla bilim dünyasından evrime karşı getirilen eleştiriler yavaş yavaş ortadan kayboldu ancak kilise kaynaklı eleştiriler devam etti.
Dinî kaygılardan dolayı evrime karşı getirilen ilk ciddi ve kurumsal tepkiler 1920’de Amerika’da başladı ve bu tepkiler günümüze kadar farklı şekillerde devam etti. Ağırlıklı olarak kilise bağlantılı birçok kurum aracılığı ile yürütülen bu faaliyetler, Evrim Kuramı’nı okul müfredatlarından çıkarttırıp onun yerine İncil’deki “yaratılış öyküsünü” koyma girişimleri üzerinde yoğunlaştı. Çünkü o dönemdeki yaratılışçılar/dinî itikatları yüksek olan insanlar, evrimin temel düşüncesinin kutsal kitap İncil’deki “yaratılış öyküsü” ile çeliştiğini iddia edip bu durumun kendi inançları ve yaşam biçimleri için bir tehdit olduğunu düşünüyorlardı. Esas amaçları ve bu amaçlarının gerçekleşebileceği güzergâh olarak ise, kendi söylemleriyle; “evrim derslerini okul müfredatlarından çıkarıp yerine yaratılışçılığı sokmak, ancak bu mümkün olursa, toplumda ilahi bir güce inanışın ve hâliyle Hıristiyan yaşam biçiminin teşvik edilmesinin mümkün olabileceğini” ileri sürüyorlardı. Bu nedenle son 100 yıldır benzer iddialarında ısrar edip evrim karşıtı faaliyetlerine ara vermeden devam ettiler ve zamanla ciddi bir kamuoyu desteğine ulaştılar. Bu destekle, eğitim dâhil birçok alanda, hem ulusal hem eyalet hükümetleri düzeyinde nüfuz edinmeyi başardılar. Böylece zamanla birçok eyaletteki okullarda var olan evrim derslerini yasaklatıp yerine yaratılışçılık derslerini koyma hedeflerine de ulaşmış oldular.
Ancak evrimi yasaklayan ve yerine yaratılışçılık düşüncesini okutan uygulamalara karşı itirazlar da hep olmuştur ve konu özelinde davalar da açılmıştır. Amerika yüksek mahkemelerinde görülen konuyla ilgili bütün davalarda, okullardaki evrim karşıtı uygulamalar anayasanın kuruluş ilkelerinden olan laiklik ilkesine aykırı bulunmuş ve bu nedenle söz konusu evrim karşıtı uygulamalar her seferinde yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak yaratılışçılar her mahkeme kararına göre yeni gerekçeler bularak faaliyetlerine devam etmişlerdir. Öyle ki Amerika’da yaratılışçılık akımının tarihinin bu mahkeme kararlarına göre şekillendiğini söylemek hatalı bir söylem olmayacaktır. Bu nedenle de konuyla ilgili kimi davalara kısaca yer vermemiz önemlidir.
Amerika’da evrim ve yaratılışçılık konusu ile ilgili oldukça fazla sayıda dava görülmüştür. Biz sadece çalışmamızın konusu olan “evrimin bilim olmadığı, biliminsanları tarafından desteklenmediği” iddiasının ileri sürülmesine zemin hazırlayan davaları inceleyeceğiz. Böylece bu iddianın yaratılışçılar tarafından neden daha önceleri değil de son zamanlarda gündeme getirildiğini anlamaya çalışacağız.*
Evrim karşıtı uygulamalarla ilgili kimi dava örnekleri
İlk örnek, 1968 yılında Amerika Yüksek Mahkemesince görülen “Epperson v. Arkansas” davasıdır. Bu dava, Arkansas eyaletindeki okullarda evrim derslerinin yasaklanmasına yapılan itiraz sonucu görüldü. Mahkeme davada evrime karşı getirilen eleştirilerin bilim değil inanç temelli olduğunu ve evrim yasağının kanun dışı olduğuna karar verip okullardaki evrim yasağını kaldırdı. Ayrıca evrim yerine konulan yaratılış düşüncesinin ise belli bir dine ait düşünceler bütünü olduğunu ve laik bir devletin belli bir din lehine faaliyet yürütemeyeceğini belirtip bu nedenle okullarda bu tür derslerin okutulamayacağına karar verdi. Böylece bütün eyaletlerde geçerli olmak üzere evrimin yasaklanıp yerine yaratılışçılığın ders olarak görülmesi engellenmiş oldu.
Dinî söylem içeren düşüncelerin Amerikan okullarında ders olarak okutulamayacağını ve evrim derslerini müfredattan çıkarmak için geçerli bir neden olamayacağını anlayan yaratılışçılar, bu sefer de farklı bir taktiğe başvurdular. Evrim derslerinin yanında yaratılışçılık düşüncesinin de okutulması için girişimlerde bulundular. 1975 yılında Tennessee eyalet okullarında fen derslerinde evrim ve yaratılışçılık derslerine “eşit süre” verilerek anlatılmasına dair bir kanun çıkarttırmayı başardılar. Böylece hem evrimi hem yaratılışçılığı aynı derste öğrenen öğrencilere, hangisine inanacaklarına dair kendi seçimlerini yapabilmeleri için şans verilmiş olacaktı. Ancak bazı öğretmenler bu uygulamanın iptali için dava açtılar. “Daniel v. Waters” adı verilen bu davada, mahkeme, bilim olmayan, açıkça İncil’e atıfta bulunduğu için belli bir dine ait öğretileri içeren bu uygulamayı, daha önce verilen yüksek mahkemenin bağlayıcı kararına dayanarak yürürlükten kaldırdı.
Hedefleri yaratılış inancını okullara sokmak olan ama bu hedeflerine bir türlü muvaffak olamayan yaratılışçılar, bu sefer de yüksek mahkemenin “bilim olmayan hiçbir düşüncenin okullarda/fen derslerinde okutulamayacağı” kararlarına uygun bir taktik geliştirdiler: “Yaratılış Bilimi.” 1970’li yıllarda ve günümüzde de hâlâ yaratılışçılık akımının önemli fikir babalarından ikisi olarak kabul edilen Henry Morris ve Duna Grish’in de içinde bulunduğu evrim karşıtı bazı kişiler, İncil’deki birçok bilginin bilimsel olduğunu açıklamak, bu yönde araştırmalar yapmak amacıyla, nüfuzu ve parası olan çok sayıda kilisenin de desteğini alarak, “The Institute for Creation Research” (ICR) (Yaratılış Araştırma Enstitüsü) adında bir enstitü kurdular. Kısa sürede popülerleşen bu enstitü ve daha sonra aynı amaçla kurulan “Creation Research Society” (CRS) (Yaratılış Araştırma Topluluğu) ulusal ve yerel hükümet kurumları dâhil birçok yerde nüfuz edindiler. Bu kurumlar, yayınlarında, TV kanallarında ve düzenledikleri konferans ve toplantılarda amaçlarının, kendi söylemleriyle, “Evrim Kuramını çökertmek ve İncil’de anlatılan ‘insanın yaratılış hikâyesi’ni bilimsel temellerle araştırmak”, “Amerikan toplumunu 1925 öncesindeki duruma, yani evrimin yasak olduğu ve İncil’in ‘yaratılış’ ile ilgili hikâyesinin öğretildiği zamana götürmek” olduğunu belirtiyorlardı.
Henry Morris, Temmuz 1995’te çıkarttığı Back to Genesis adlı kitabında, ICR’ın asıl amaçlarından birinin “İncil’de açıklanan ilk yaşamı ve özel yaratılış gerçeğini eğitim sistemine sokmak” olduğunu belirtiyordu. Morris, bu amaçla 1974 yılında, bu çalışmaların bir parçası olarak Scientific Creationism (Bilimsel Yaratılışçılık) adlı bir kitap yayınladı. Bu kitabın bir baskısı okulların kullanımı için ders kitabı olarak hazırlandı. Bu nedenle kitabın dersler için hazırlanan baskısında, yüksek mahkeme kararlarına ters düşmemek adına, İncil ile ilgili hiçbir dinî referans verilmedi. Daha sonra bu kitabı Arkansas eyaletindeki okullarda Bilimsel Yaratılışçılık ders kitabı olarak kabul ettirmeyi başardılar. Arkansas okullarında görülen bu derse evrim dersine verilen süre kadar yer verilmeye başlandı. Ancak Arkansas’taki bu uygulamaya da itiraz edildi ve dava mahkemeye taşındı. 1982 yılında görülen “McLean v. Arkansas” davasında, mahkeme Henry Morris’in yazdığı Bilimsel Yaratılışçılık kitabındaki düşüncelerinin ne derece bilimsel olduğunu inceledi. İnceleme sonucunda Morris’in “ders kitabı”, “doğa kanunlarına uygunluk”, “test edilebilirlik” ve “yanlışlanabilirlik” gibi temel bilimsel kriterleri taşımadığı gerekçesiyle bilimle bağdaşan bir yanı bulunmayan kitap olarak nitelendirildi. Bu nedenle dersin okutulmasının anayasaya aykırı olduğuna hükmedip dersi yürürlükten kaldırdı. Buna benzer başka bir dava da “Edwards v. Aguillard” davasıdır. 1987 yılında yüksek mahkemece görülen bu davada mahkeme aynı kararı verdi. Böylece yüksek mahkemenin Bilimsel Yaratılışçılık ile ilgili bu bağlayıcı kararı bütün ülkede geçerli olmuş oldu.
Ne var ki yaratılışçılar mücadelelerinden vazgeçmediler ve çalışmalarına devam ettiler. Creation Research Society (Yaratılış Araştırma Topluluğu) kurucusu Walter Lammerts bu çalışmalarla ile ilgili; “Amacımız cesur bir adımdır, ilahiyat açısından bilimi tekrar düzenlemektir.” (Lammerts, 1975, s.2) diyerek bu kurumların asıl amaçlarını ifade etmiş oluyordu.
Yukarıdaki örneklerde görülen kurumların yanında, Amerika’da sayıları oldukça fazla olan diğer birçok yaratılışçı kurum, yazar ve yayın, faaliyetlerinin esas amacının, yine kendi söylemleriyle; “yaratılışçılığı okullara sokmak” olduğunu, “ancak bu mümkün olursa, toplumda ilahi bir güce inanışın ve hâliyle Hıristiyan yaşam biçiminin teşvik edilmesinin mümkün olabileceğini” ileri sürüyorlardı.
“Epperson v. Arkansas (1968)”, “McLean v. Arkansas” (1982) ve “Edwards v. Aguillard” (1987) davalarında verilen yüksek mahkemenin bağlayıcı kararlarından sonra, yaratılışçılar artık dinî motifler içeren ve bilim tanımına uymayan hiçbir düşüncenin Amerikan okullarında yer alamayacağını anladılar. Anladılar ama geri adım atmaktansa gelinen noktaya da uygun olarak diğerlerine oranla daha farklı bir taktik geliştirdiler: Bilimin tanımını değiştirmek. Günümüzde kabul edilen bilim “mantıkçı pozitivizm” metodolojisi ile yapılan bilimdir. Yaratılışcılar, geliştirdikleri son taktiğe yaslanarak yapılan bilimin yetersiz olduğunu ve yetersiz olan bu bilim anlayışıyla kesin doğruya ulaşılamayacağını ileri sürdüler. Çünkü bu metodolojiye göre, bilimin sadece doğada meydana gelen olaylarla sınırlı olduğunu (fizik), doğaüstü güçlerle (metafizik) ilgilenmediğini, kesinliğin ve ispat etmenin olmadığını, her şeyin her an değişebileceğini, eskiden bilimin doğru olduğunu ileri sürdüğü birçok düşüncenin günümüzde yanlış olduğunun ortaya çıktığını ileri sürüp “mantıkçı pozitivizm” metodunu benimsemiş olan bilimle kesin doğruya ulaşılamayacağını iddia ettiler. Bu nedenle mevcut bilim tanımının yetersiz olduğunu ve ona güvenilmeyeceğini ileri sürerek “henüz açıklanamayan” konuları bir doğaüstü güce bağlamayı da içeren bir bilim tanımı geliştirme yoluna gidip bu yeni “bilim” tanımını literatüre sokmayı denediler. Böylece eğer bu yeni bilim tanımını kabul ettirebilirlerse okullarda/fen derslerinde dinî ögeleri içeren konuları okutabileceklerini düşündüler.
Yukarıda özetini sunduğumuz faaliyetlerin bir parçası olarak 1978 yılında ICR’da çalışan bir hukukçu tarafından bilimin tanımının değiştirilmesi amacıyla yasa değişikliği teklifi verildi. Bu teklifte ağırlıklı olarak “bilimsel yaratılışçılık” düşüncesinin din olmadığı, bunun sözlüklerde düzeltilmesi gerektiği, hâliyle dinî olmayan bir konuyu da okullarda öğretmenin yasaya aykırı olmayacağı ileri sürülmekteydi Ancak bu yöntem de işe yaramadı. Birçok eyalette yürürlüğe sokulmaya çalışılan “yeni bilim tanımı”na yapılan itirazlar sonucunda, mahkemeler yaratılışçıların son taktiğinin “belli bir inancı” bilim diye gösterme çabalarının bir parçası olduğuna hükmedip konuyla ilgili girişimlerin de önünü kapattı.
Yine başka bir dava, “Peloza v. Capistrano Unified School District” (1994) davasıdır. Yaratılışçı bir öğretmenin, evrimin başka alternatif düşüncelere yer vermediği gerekçesiyle bilim değil bir inanç olduğunu iddia ederek derste anlatmayı reddetmek istemesi ile ilgili başvurusu sonucu, mahkeme evrimin bir din değil, bilimin konusu olduğuna hükmederek bu başvuruyu da reddetti.
Gelgelelim yaratılışçılar son girişimlerinin de sonuçsuz kalmasının, yani mevcut bilim tanımına uymayan hiçbir düşüncenin okullarda okutulamayacağı kararının ardından farklı arayışlara yöneldiler. Bu sefer de canlıların yaratılışı ile ilgili Evrim Kuramı’na alternatif bir bilimsel yaklaşım getirme yoluna gittiler: “Akıllı Tasarım”.
1989 yılında yaratılışçı yazarlar Percival Davis ve Dean Kenyon Of Pandas and People adlı bir kitap yayınladılar. Yaratılışçıların büyük ilgi duyduğu bu kitapta, kısaca, evrimin meydana gelmediğini, yaşamın bir tasarımcı tarafından tasarlandığını kendilerince “bilimsel yollarla” açıklamaya çalıştılar. Davis ve Kenyon’ın hemen ardından, 1991 yılında, Berkeley Üniversitesi’nde hukuk profesörü olan Phillip E. Johnson, Darwin On Trial (Darwin Mahkemede) adında bir kitap yayınladı. Bu kitapta ağırlıklı olarak “tasarım düşüncesi”ne yer verildi. Johnson, bir söyleşisinde bu kitabı yazmaktaki amacı olarak; “Eğer biliminsanlarının ileri sürdükleri gibi evrim doğru ise, o zaman Tanrı’nın bir anlam ifade edeceği hiçbir yer kalmayacağını, bu nedenle bu kitapta evrimin neden yanlış olduğunu açıkladığını” ileri sürdü. Bu “tasarımcı” düşünceler daha sonra, yaratılışçı yazarlar Jon A. Buell ve William A. Dembski tarafından geliştirilerek “Akıllı Tasarım Hareketi” adını aldı. Yaratılışçıların sürekli zemin değiştirdiği görülebilen “serüvenlerinin” izleğinin geldiği noktanın nasıl bir nokta olduğunu sunması açısından Akıllı Tasarım düşüncesine de bir parantez açmak yerinde olacak.
Akıllı Tasarım düşüncesine göre, yaşam doğal yollarla kendiliğinden ortaya çıkamayacak kadar karmaşıktır ve tüm canlı organizmalar aşağı yukarı günümüzdeki hâlleri ile bir akıllı tasarımcı tarafından tasarlanıp yaratılmıştır. Bu iddianın gerekçesi ise şöyle özetlenebilir. Canlılardaki bazı organlar veya bazı biyokimyasal sistemler -mesela hücre- o kadar karmaşıktır ki organı veya sistemi meydana getiren binlerce hatta milyonlarca parçanın birinin bile eksik, hasarlı veya yanlış yerde bulunması durumunda, o organ ya da sistem iş göremez hâle gelecektir. Bu da o canlının sakat kalmasına veya ölmesine neden olacaktır. “İndirgenemez Karmaşıklık” olarak tanımlanan bu tür organlar ve sistemler görevlerini yapabilmeleri için, onları meydana getiren bütün parçaların aynı anda, olması gerektiği yerde bulunmaları ve birbiriyle uyumlu hâlde çalışmaları gerekmektedir. Akıllı Tasarımcılara göre, böyle bir canlının evrimleşerek geleceği bir atası olamaz çünkü atasının daha basit, başka bir deyişle eksik bir parçası veya sistemi olması gerekir. Evrimleşerek geleceği atası eksik olamayacağı, çünkü bir parçası eksik olan ata yaşayamayacağı için, o canlının evrimle geleceği bir atası olmayacaktır. Bu nedenle bu canlının doğaüstü bir güç tarafından bir bütün olarak yaratılmış olması gerekir. Akıllı Tasarım, işte bu prensibe dayanan bir düşüncedir.
Her ne kadar bilim camiası Akıllı Tasarım düşüncesinin bilimsel bir dayanağı olmadığında hemfikirse de yaratılışçı gruplardan Discovery Institute bu düşünceyi geliştirmeye karar verdi ve Evrim Teorisi’ni bu iddia üzerinde eleştirmeye başladılar. Bu amaçla, 1996 yılında “The Center for the Renewal of Science and Culture” (Bilim ve Kültür Yenileme Merkezi)’ni kurdular ve burada çalışmalara başladılar. 2001 yılında, Amerika’da Akıllı Tasarım’ın okullarda okutulması için “Sanatoriom Amendment” adında bir yasa değişikliği teklifi yaptılar. Bu değişiklik ile birlikte, okullarda fen öğretmenlerinden evrim dersini işlerken aynı zamanda teoriye getirilen bu eleştirileri de anlatmaları istendi. Ancak bu yasa değişikliği teklifi de yine yukarıda bahsedilen benzer gerekçelerden dolayı Amerikan mahkemeleri tarafında kabul görmedi.
Bilimsel olmadığı gerekçesiyle engellenen tüm bu girişimler, yaratılışçıları yine de mücadelelerinden vazgeçirmedi. 2003 yılında, yaratılışçı yazar Philip Johnson, Christian Radio adındaki ismiyle müsemma radyoya verdiği mülakatta, “Stratejimiz konuyu biraz değiştirmektir. Böylece, gerçekten de Tanrı’nın gerçeği demek olan ‘Akıllı Tasarım’ konusunu akademik dünyaya tanıtmak ve okullara sokmaktır.” diyerek niyetlerinden hiç vazgeçmediklerini açıkça ifade ediyordu.
2004 yılına gelindiğinde, Philip Johnson’ın da belirttiği amaç doğrultusunda, muhafazakâr Katolik bir hukuk grubu olan “The Thomas More Law Center”, Amerika Dover’deki okulları “Akıllı Tasarım” düşüncesinin fen derslerinde öğretilmesine ikna ettiler ve eğer mahkemelik olurlarsa davalarını üstleneceklerini belirttiler. Böylece “Akıllı Tasarım”, Dover okullarında ders programına girmiş oldu. Köktendinci Evangelistlerin bu başarılarında, zamanın cumhuriyetçi başkanının teşviklerinin de rol oynadığının kamuoyuna yansımasıyla birlikte Amerika’da bilim dünyası ile politikacılar ve dinî vakıflarca desteklenen evrim karşıtları arasında büyük bir mücadele başladı. Amerika’da nüfuz sahibi ve zengin olan birçok kilise kaynaklı vakıf, birçok medya grubunun ve finanse ettikleri bazı özel üniversiteler ile bu üniversitelerdeki akademisyenlerin kendilerini desteklemelerini sağladılar.**
Daha önce yapılan itirazlar gibi, “Akıllı Tasarım” düşüncesini okullara sokma girişimlerine karşı çıkan bazı öğrenci velileri bu uygulamayı da mahkemeye taşıdılar. 2005 yılında görülen “Kitzmiller v. Dover Area School District, 400 F. Supp. 2d 707” davasında mahkeme “Akıllı Tasarım” düşüncesinin bilimsellik kriterlerine uyup uymadığını test etti. Kararında Akıllı Tasarım’ın bir tasarımcı/yaratıcı olmadan düşünülemeyeceğini, dolayısıyla bilimsel bir teori değil, dinî bir düşünce olduğuna karar vererek bu uygulamayı da durdurdu. Böylece yaratılışçıların büyük umutlar bağladığı bu girişimi de yüksek mahkemenin bağlayıcı kararı ile engellenmiş oldu.
Evrim karşıtı girişimlerin son perdesi: “yeni iddia”
Yaratılışçıların mücadelesinin son aşamasında “yeni iddia” gündemdedir. Bir önceki girişimleri de diğerleri gibi başarısızlıkla sonuçlanan yaratılışçılar, bu sefer de madem “İncil öğretileri”, “Yaratılışçılık Bilimi” ve “Akıllı Tasarım” düşünceleri dâhil, içinde dinî söylem bulunduran hatta çağrıştıran hiçbir düşünce okullarda “bilim olmadığı” gerekçesiyle okutulamıyor, o hâlde Evrim Kuramının da okutulmaması için bir girişim başlattılar: “Evrim bilim değildir, bilim insanlarınca reddedilmektedir” kampanyası.
Son yıllarda daha çok IRC çevresinde örgütlenen ve “Genç Dünyacılar” veya “Evangelistler” olarak da bilinen gruplar “evrimin İncil öğretisiyle ters düştüğünü iddia ederek temel amaçlarının neye mâl olursa olsun evrime karşı çıkıp Evrim Teorisi’ni okullarda öğretiminin engellenmesi gerektiğini” ileri sürmeye başladılar ve yürüttükleri kampanyalarla bu iddiayı gündemde tutma gayreti içerisine girdiler.
Etkin bir medya ağına sahip olan yaratılışçılar, bu iddia üzerinden bir evrim karşıtı kampanya yürüttüler ve büyük bir kamuoyu yarattılar. Ayrıca ulusal ve yerel hükümetler ile olan iyi ilişkilerini kullanıp evrim aleyhine eğitim kurumları üzerinde baskı oluşturdular. Birçok kişiyi, özellikle kendi kurdukları üniversitelerden mezun ettikleri ve biliminsanı unvanı verdikleri kişileri, yaratılışçı yazar ve akademisyenleri evrim karşıtı faaliyetlere katılma veya evrimin bilim olmadığı yönünde yazılar yazma, toplantı ve konferanslar düzenleme, röportajlar yapma, televizyonlarda oturumlar düzenleme vb. gibi faaliyetlere yönlendirdiler.
Yaratılışçıların âdeta topyekûn çıkılmış bir seferi andıran kampanyaları kapsamında gerçekleştirdikleri başat dezenformasyon, ünlü biliminsanlarının evrimin işleyişi ile ilgili farklı görüşlerini (bilim yapmanın gereği olarak bütün bilim dallarında olan böyle bir durumu) sanki evrime karşılarmış gibi lanse etmeleridir. Birçok biliminsanı, düşünür veya yazarın yazılarını yanlış alıntılayarak, anlamlarından soyutlayarak bunların evrime karşı olduklarını ileri sürmektedirler. Hatta bu o kadar abartılmıştır ki kendilerine ait bazı web sitelerinde Evrim Kuramını ortaya atan Charles Darwin, Prof. Richard Dawkins, Prof. Francisco Ayala, Prof. Kennet Miller ve Prof. Steven J Gould gibi dünyaca ünlü evrimci biliminsanlarının söyledikleri sözleri kendilerine göre yorumlayarak sanki bu kişiler bile evrime karşılarmış ya da evrimden emin değillermiş gibi göstermeye çalışmışlardır. Adı geçen biliminsanları, evrimin bilim olduğunu ve yaratılışçı düşüncenin bilim dışı olduğunu ve kendileri ile ilgili ileri sürülen iddiaların doğru olmadığını defalarca açıklamalarına rağmen, bu kampanya hâlâ devam etmektedir. Bunlarla ilgili oldukça fazla yayın vardır ve bunlara kolaylıkla ulaşılabilir. Bu nedenle burada tekrarlamak istemiyoruz.(5,6,7)
Yaratılışçıların şaşırtıcı derecede çeşitlilik arz eden faaliyetleri içinde kamuoyunda en popüler olanı ise Discovery Institute (DI)’in düzenlediği ve yazımızın başındaki habere konu olan imza kampanyası, yani “yeni iddia”dır.
Günümüzde kamuoyunda oldukça sık karşılaştığımız “Evrimin bilim olmadığı ve bilim insanlarının evrimi reddettikleri” iddiasına nasıl gelindiğini inceledik. Şimdi de bu iddianın gerçekten doğru olup olmadığını inceleyelim.
“Yeni iddia”nın niteliği ve doğruluğu üzerine bir tartışma
“Yeni iddia”, bilim kurumlarının ve biliminsanlarının merkezde yer almaları nedeniyle kamuoyunda ciddi bir tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Doğal olarak bu durumun gerçekten ne olduğunu merak eden bazı Amerikan kamuoyu araştırma şirketleri, hem Amerikan vatandaşları hem de biliminsanları arasında belli zaman aralıkları ile düzenli olarak anketler yapmış ve sonuçları kamuoyu ile paylaşmışlardır.
Dünyada ciddi kamuoyu araştırmaları ile bilinen şirketlerinden ikisi Gallup ve Pew Araştırma Merkezi’dir. Bunlar sık sık gündeme gelen evrim ile ilgili çeşitli iddialar karşısında, dünyada birçok ülkede evrim inancı ile ilgili anketler yapmışlardır. Hem Gallup’un hem de PEW’un yaptığı çok sayıda ankete göre, Avrupa, Japonya, Çin gibi gelişmiş ülkelerde evrim inancına sahip kitlenin ülkenin toplam nüfusunun % 80 civarında olduğu tespit edilse de ABD ve Türkiye dâhil dünyanın geri kalan birçok ülkesinde bu oranın % 20’ye kadar düştüğü tespit edilmiştir (Tablo 1). Diğer araştırmalarda da benzer sonuçlar ortaya çıkarılmıştır. Ancak aynı kamuoyu araştırmaları bu sonuçların biliminsanları için geçerli olmadığını da göstermektedir. İleride göreceğimiz gibi evrim konusunu da içine alan “hayatın kaynağı ve gelişimi” alanlarında çalışan biliminsanları arasında evrime inancın % 99,5’ten fazla olduğu ortaya konulmuştur. Bu sonuçları doğrulayan birçok araştırma mevcuttur. Biz sadece biliminsanları ve bilim kurumlarının farklı gerekçelerle değişik zamanlarda yaptıkları bazı açıklamalarına ve farklı kaynaklardan elde ettiğimiz bazı kamuoyu anket sonuçlarına yer vererek evrim karşıtı bu iddiaların neden temelsiz ve tamamen bir safsatadan ibaret olduğunu verilerle ortaya koyacağız.
Bilim kurumlarının açıklamaları
Birçok bilimsel kurum, oldukça fazla delil ile desteklenen Evrim Kuramı hakkında, yaratılışçıların yaptıkları bağnaz saldırılar karşısında bilimi korumak adına kendilerini kamuoyuna açıklama yapmak zorunda hissettiklerini açıklamışlardır. Bu açıklamaların en önemli örneklerinden biri, Amerika Ulusal Bilimler Akademisi (NAS)’in yaratılışçıların iddialarının geçersizliğine dair 1999 yılında evrimin neden bilim olduğu, yaratılışçılığın ise neden bilim olmadığını açıklayan bildirileridir ve bunun için bir web sitesi de hazırlanmıştır.(8)
Yukarıda bahsettiğimiz “bilimsel yaratılışçılık” düşüncesinin okullarda okutulması ile ilgili 1987 yılında görülen “Edwards v. Aguillard” davasında, 72 Nobel ödülü sahibi biliminsanı, üye sayısı yüz binleri geçen 17 ülkenin bilim akademileri ve yedi diğer bilim kurumundan oluşan panel, bu davaya karşı bir rapor hazırlayıp Amerikan Yüksek Mahkemesine sundular. Bu raporda, Evrim Kuramının neden bilim olduğu ve okullarda öğretilmesi gerektiği, yaratılışçılığın ise neden bilim olmadığı ve okullarda öğretilmemesi gerektiği ve bilimi dinden farklı kılan şeylerin neler olduğu açıklanıyordu.(5)
Yine dünya çapında onlarca bilim akademisini içinde barındıran Uluslararası Akademiler Arası Panel (IAP), yaratılışçıların artan, maksatlı propagandaları sonucunda okullarda evrim derslerine karşı başlayan yanlış algıya karşı, 21 Haziran 2006 tarihinde evrim derslerini destekleyen bir bildiri yayınlamıştır. “Evrim Eğitimi Bildirgesi” diye adlandırılan bu bildiride biliminsanları kısaca, evrimin olup olmadığı tartışmasının artık bilimin konusu olmadığını, Evrim Kuramının bilimsel bir teori olduğunu, bunun oldukça fazla olguların, çok sayıda gözlemle çeşitli bilimsel disiplinlerin birbirinden bağımsız deneylerinden elde edilen bulgularla doğrulandığı konusunda görüş birliğine sahip olduklarını açıklamışlardır. Bu bildiri, dünya çapında İran’dan tutun da Çin, Hindistan, Avustralya, Amerika, Kanada, Güney Amerika, Avrupa ve birçok Orta Doğu ve Afrika ülkesine kadar yaklaşık 70 farklı ülkeyi temsil eden ve bünyesinde yüz binlerce biliminsanını barındıran bilim kuruluşlarının ortak bildirgesidir.(5)
Türkiye’de biliminsanları arasında Evrim Kuramı ile ilgili bir kamuoyu araştırması yapılıp yapılmadığı bilinmemekle beraber, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’nın birçok seferinde Evrim Kuramını destekleyen bildiriler yayınladıkları bilinmektedir. Örneğin, TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik dergisi, Charles Darwin’in 200. doğum yıldönümü ve 2009 yılının UNESCO tarafından tüm dünyada “Darwin Yılı” ilan edilişi nedeniyle hazırladığı Mart 2009 sayısında, evrimin sansürlenmesine bir bildiri yayınlayarak sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Bildiride evrimin çağdaş bilimin kabul ettiği bilimsel bir gerçek olduğu, bu gerçeğin çarpıtılmasının, engellenmesinin kabul edilemez olduğu, Türkiye’nin çağdaş bilgi toplumuna ulaşma yolundaki en büyük tehdidin bilimsel gerçeklerin göz ardı edilmesi olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca TÜBA’nın benimsediği, paylaştığı ve desteklediği bilim, evrim ve eğitim konusundaki görüşlerinin 1998 yılında yayımlanan iki bildiri ile açıklandığını, yukarıda bahsettiğimiz Uluslararası Akademiler Arası Panel (IAP)’nin bildirisine imza attığını ve ayrıca TÜBA’nın, Amerika Bilimler Akademisi (NAS)’in yayınladığı “Bilim ve Yaratılışçılık” başlıklı evrimi destekleyen kitapçığını yayınlayarak destek verdiğini ve bu metinlerin akademinin web sitesinde yayınlandığını belirtmek gerekir.(9)
Yukarıda sadece birkaç örneği verilen açıklamalardan da anlaşılıyor ki bilim kurumlarının evrimi bilim olarak kabul etmeleri ve evrimin okullarda öğretilmesini desteklemeleri ve buna karşı da hiçbir bilim kurumunun karşıt yönde bir açıklamasının olmadığı ile ilgili hiçbir kuşku bulunmamaktadır.
Kamuoyu araştırmaları
Gallup’un 1991 yılında Amerika’da biliminsanları arasında evrime inancın ne olduğu ile ilgili yaptığı bir kamuoyu araştırmasında şöyle denilmektedir: “Amerika’daki yaşam ve yer bilimleri (ki evrimi inceleyen iki ana bilim alanı olan biyoloji ve jeoloji ve bunların alt bilimleri) alanlarında çalışan yaklaşık 480.000 biliminsanı olduğu göz önüne alınırsa, bunlardan sadece 700’ü ‘yaratılış bilimine’ veya bunun geçerli bir teori olduğuna inandıklarını söylemektedirler. (Robinson 1995) Bu da ilgili bilim alanlarının sadece % 0;15’ten daha azının yaratılışçılığa inandığını ortaya çıkarır. Bu bulgular da sadece, diğer gelişmiş ülkelerden çok daha fazla yaratılışçı nüfusa sahip Amerika’da ortaya çıkarılmıştır.” Yine aynı araştırma, “…diğer gelişmiş ülkelerde, yaratılışçılığı kabul eden biliminsanlarının oranının % 0,10’dan daha az…”(3) olduğunu tespit etmiştir. Başka bir deyişle, Gallup’un bu araştırmasına göre, Amerika’da evrimi inceleyen iki ana bilim alanı olan biyoloji ve jeoloji ve bunların alt bilimleri alanlarında çalışan her 10.000 bilim insanından sadece 15’i, diğer gelişmiş ülkelerde ise sadece 10’u yaratılışçılığa inanmaktadır.
Yine PEW Araştırma Merkezi tarafında Eylül-Ekim 2011 ve 2014 yıllarında ayrı ayrı, bütün bilim dallarından 120.000’i aşkın biliminsanı üyesiyle dünyanın en büyük bilimsel kurumu olan “The American Association for the Advancement of Science” (AAAS) üyeleri arasında yapılan bir kamuoyu araştırmasında, “İnsan ve diğer canlılar zamanla evrimleşerek meydana gelmişlerdir.” ifadesini, yani evrimi, biliminsanlarının % 98’inin onayladığı, % 2’sinin ise “İnsan ve diğer canlılar başlangıçtan beri şimdiki hâlleriyle aynı olduğu” ifadesini, yani yaratılışçılığı onayladıkları ortaya çıkarılmıştır. Bu oranlar bilgisayar, makine mühendisleri, edebiyat, sanat, müzik vb. gibi hayatın kökeni ile ilgisi olmayan bilim alanlarını da içermektedir.(10)
Burada verilen kamuoyu anketlerine baktığımızda da, en kötümser olasılıkla biliminsanları arasında evrime inancın % 99 oranında olduğunu görebiliriz. İnanmayanların büyük bir çoğunluğunun ise, evrim konusu ile ilgisi olmayan, daha çok sanat ve mühendislik alanlarında çalışmalar yapan, yani evrimle doğrudan ilgilenmemiş kişiler olduğunu da görebiliriz. Bu kişilerin evrimi reddetme gerekçelerinin ise evrime karşı bir delillerinin bulunmasından ötürü değil, tamamen dinî kaygılardan dolayı oluştuğu görülmektedir.
Yaratılışçıların tepkileri
Yukarıda sadece birkaç örneği verilen bilimsel kurumların açıklamaları ve biliminsanları arasında yapılan kamuoyu araştırma sonuçlarına baktığımızda, “evrimin bilim olmadığı ve bilim insanlarınca desteklenmediği” iddiasının tamamen bir safsatadan ibaret olduğunu görebiliriz. Peki, doğru olmadığı açık olan bu iddiayı bir kampanyaya dönüştüren yaratılışçıların, bütün bunlara bir cevaplarının olması gerekmez miydi? Ayrıca evrim karşıtı bu iddialar ileri sürülürken Evrim Kuramının neden bilim olmadığı, biliminsanlarının evrimi neden reddettikleri veya söz konusu kuramda ne tür sorunlar gördükleri vb. gibi temel sorularla ilgili bir bilgiye yer vermemeleri dikkat çekici değil midir?
Yaratılışçılar herhangi bir reaksiyon göstermek yerine, evrim lehine olan bilim kurumlarının açıklamalarına ve kamuoyu araştırmalarına karşı kendi iddialarını desteklemek için bir imza kampanyası/karşı hareket başlattılar. Yazımızın giriş kısmında bahsedilen habere, “yeni iddia”ya konu olan imza kampanyası işte bu kampanyadır. Aslında bu bildirinin ne kadar geçersiz olduğu ortadadır, dolayısıyla bu kampanyanın incelenecek kadar nitelikli bir tarafı da bulunmamaktadır. Ancak yaratılışçıların sundukları tek “delil” bu olduğu için onu incelemek gerekiyor.
Yaratılışçıların iddialarına delil olarak gösterdikleri bu bildirinin içeriğine bakalım ve sonra da imza atanların kimler olduklarını inceleyelim.
Yaratılışçı kuruluşlardan biri olan Discovery Institute, 2001 yılında bu bildiriyi hazırladılar (“A Scientific Dissent From Darwinism” başlıklı). Bildiriyi bütün dünyada, Türkçe dâhil 15 dilde biliminsanları arasında imzaya açtılar. Ayrıca Amerika’da bazı gazete ve dergilerde bu bildiri birçok kez tam sayfa reklam verilerek destek istendi.
Amerikan kaynaklı ve kuruluş amacının kendi deyimleri ile “…yaratılışçı düşünceyi yaymak, dini devlet okullarına geri getirmek, böylece Amerikan kültürünü, doğa olaylarını bilimsel olarak değil de dinî anlamda açıklamaya ve kabul etmeye yönelik adımlar atmak..” olduğunu açıkça belirten Discovery Institute tarafından yürütülen bu imza kampanyasına, Şubat 2019 yılı itibarıyla, başka bir deyişle yaklaşık 18 yıl gibi oldukça uzun bir zaman zarfında bütün dünyada imza atanların sayısı 1043 kişidir.(11) Bildirinin tam metni ise şu şekildedir:
“Biz karmaşık yaşamın meydana gelmesinde, ‘doğal seçilimin ve rastgele mutasyonun’ yeterliliği ile ilgili iddialara kuşkuyla bakıyoruz. Darwinci teori ile ilgili delillerin dikkatlice incelenmesi teşvik edilmelidir.”
Görüldüğü üzere, biliminsanlarının imzasına sunulan bu metnin hiçbir yerinde “Evrime inanmıyoruz ve/veya evrimi reddediyoruz!” gibi bir ifade bulunmamaktadır. O hâlde Discovery Institute neden iddia ettikleri gibi “Biz evrime inanmıyoruz ve/veya evrimi reddediyoruz” gibi cümleler içeren bir bildiriyi değil de yukarıdaki ifadeleri içeren bir bildiriyi imzaya açmıştır? Aslında nedeni gayet açıktır: Ya söz konusu kurum kendi yazdığı metnin ne anlama geldiğini bilmemektedir ya da hileye/dezenformasyona başvurarak daha fazla imza toplamaya çalışmaktadır. Çünkü açıktır ki zaten bilim yapmanın gereği olarak biliminsanları her şeye şüphe ile yaklaşmakta ve eldeki bütün delilleri dikkatlice incelemektedirler. Böyle bir bildiriye imza atmak için evrim karşıtı bile olmak gerekmemektedir. Evrimi savunan bazı biliminsanları bile bildirideki ifadelerin altına imza atabilirler, ki öyle de olmuştur.
Öte yandan evrimci biliminsanlarına göre söz konusu bildiri eksik yazılmıştır. Evrim Kuramı tek başına zaten “doğal seçilimin ve rastgele mutasyonun” yaşamın karmaşıklığında yer alan mekanizmalar olduğunu iddia etmemektedir. Evrim Kuramı, bunların yanında gen akışı, genetik rekombinasyon, genetik sürüklenme ve endosimbiyoz gibi mekanizmaların da bulunduğunu ileri sürmektedir.
Discovery Institute imzacıları ile ilgili yorumlar
İmza kampanyasını imzalayanların bulunduğu listedeki birçok biliminsanı evrimi desteklemelerine rağmen ve yaratılışçılık düşüncesinin dayandığı “türlerin değişmezliği” ve “genç dünya” gibi görüşleri reddetmelerine rağmen bu bildiriye imza atmışlardır. Örneğin son yıllarda yaratılışçılık akımının büyük önem verdiği “Akıllı Tasarım” hareketinin fikir babalarından biri olan Prof. Micheal Behe bu bildiriye imza atmıştır. Ancak Behe “türlerin değişmezliği” ve “genç dünya” görüşlerini savunan yaratılışçılık düşüncesine karşıdır ve evrimin temel fikri olan “ortak atadan gelme” düşüncesini kabul etmektedir. Ayrıca Micheal Behe gibi bu listede ismi bulunan biliminsanlarının birçoğu, Discovery Institute’ten Henry Morris’in iddia ettiği gibi yaratılışçı da değillerdir; örneğin dünyanın altı bin yaşında olduğuna inanmazlar. Canlıların şimdiki hâlleri ile yaratılıp ve hep aynı kaldıklarını değil, değişerek karmaşıklaştıklarını savunurlar. Başka bir ifadeyle çoğu evrime inanırlar ancak evrim sürecinin kendi kendine değil de bir Tanrı/her anlamda mükemmel metafizik bir varlık/enerji tarafından başlatıldığına inanırlar. Kısacası “teistik evrimciler”dir.
Söz konusu bildiriye imza atan bazı biliminsanları ise daha sonraları bu bildirinin gerçek amacının farklı olabileceğini düşünmüş ve bir şekilde kullanıldıklarını ifade etmişlerdir. Washington Üniversitesi tıp profesörü Bob Davidson da bunlardan biridir. Davidson; “Amaçlarının evrime karşı olmak olduğunu bilmiyordum. Evrim lehine bilimsel deliller oldukça fazladır. Ve Discovery Institute, hem bilime hem dine hakaret etmiştir.” diyerek imzasını geri çekmiştir.(12)
Ayrıca 24 Ağustos 2005 tarihli The Seattle Times gazetesinden çıkan bir makaleye göre, bu bildiriye imza atan biliminsanları ile ilgili yapılan incelemede, bu kişilerin büyük bir kısmının (yaklaşık % 80’inin) biyoloji ile ilgilerinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Biyolog olup bu bildiriye imza atanların çoğu da evrimi savunduklarını ifade etmişlerdir. Evrime karşı imza atanların ise herhangi bir bilimsel delil veya çalışmadan dolayı değil de sadece dinî inançlarından dolayı karşı oldukları tespit edilmiştir. Ayrıca bunların büyük çoğunluğunun da Amerika’daki kilise bağlantılı özel üniversitelerden diploma alanlar oldukları tespit edilmiştir. Bazıları biliminsanı bile değillerdir; yukarıda bahsedildiği gibi genelde bilgisayarcılar, matematikçiler, elektrik mühendisleri, düşünürler ve diğerleridir. Bunların da evrim bilgilerinin çok sınırlı olduğu ve evrimin geçerliliği hakkında yorum yapabilecek kişiler olmadıkları bilinmektedir.(12)
Discovery Institute’e göre, bildiriye biyoloji, kimya, mühendislik, matematik, bilgisayar veya başka herhangi bir doğa bilimleri alanında doktora derecesine sahip veya tıp doktoru ve tıp profesörü olarak hizmet edenler imza atabilirler.(13) Amerikan ulusal hükümetine bağlı National Science Foundation (NCF) verilerini incelediğimizde, bu alanlardaki toplam doktora sahibi kişilerin sayısının (d), bütün alanlardaki toplam doktora sahibi (x) kişilerin sayısına oranı yaklaşık % 60 (d=0,6*x) kadardır. Ayrıca Amerika’da her yıl elde edilen yaklaşık 65.000-70.000 doktora derecesinin dağılımında da yaklaşık olarak aynı oran tespit edilmiştir. Ek olarak, aynı oran OECD verileri ile de uyuşmaktadır. OECD 2016 raporuna göre, Amerika’da 2016-17 öğretim yılında bütün alanlarda verilen toplam 72.183 doktora derecesinden 42,420’si, başka bir ifadeyle %59’u Discovery Institute’un belirttiği alanlarda elde edilmiştir.
Yine National Science Foundation (NCF) verilerine göre, 1999 yılı itibarıyla Amerika’da evrim ile ilgili alanlar olarak kabul edilen yaşam ve jeoloji alanlarındaki doktora derecesi sayısının (y) (192.700), Discovery Institute’un belirttiği bilim alanlarındaki toplam doktora derece (d) (736.700) sayısına oranı yaklaşık (y=0,26*d) % 26’dır.
The New York Times gazetesinde 21.02.2006 tarihinde yayımlanan bir makalede Discovery Institute’un bildirisine imza atanlarla ilgili bir analiz yapılmaktadır. Bu analize göre imzacıların sadece % 25’nin biyoloji ile ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Bu da yukarıda hesaplanan oranı (y) doğrulamaktadır. Bu arada şunu da belirtmekte fayda vardır: Gazetede yer alan makalede, imzacı biyologların sadece birkaç tanesinin “hayatın nasıl geliştiği”, yani evrim konusu ile ilgili araştırma yaptıklarının tespit edildiği belirtilmektedir. Yine gazeteye göre imzacıların çoğunun Evangelist Hıristiyan olduğunu, bunların da zaten evrim karşıtı faaliyetleri ile tanındığını, kiliseye veya bağlı kurumlara sık sık giden kişiler olduklarını belirtmek gerekir. Ayrıca imzacılar ile ilgili bu bilgilerin Discovery Institue tarafından da doğrulandığı belirtilmektedir.(14)
Yukarıda sunulan verilerden ve kaynaklardan şu sonucu çıkarabiliriz: Farklı kaynaklardan alınan ve birbirlerini doğrulayan bu verilere göre, 1999 yılı itibarıyla Amerika’da toplam doktora derecesine sahip kişilerin yaklaşık % 60’ı Discovery Institute’un bildirisine imza atabilecek kişilerdir. Bildiriye imza atabilecek biliminsanlarının % 26’sı ise doğrudan evrim konusunu inceleyen yaşam ve jeoloji alanlarındadır. Buradan da Amerika’da evrim konusunu inceleyen yaşam ve jeoloji alanlarında çalışma yapan biliminsanları sayısının (192.700), toplam doktora derecesine sahip kişilerin sayısına (1.227.300) oranı yaklaşık % 16 çıkmaktadır.
Şimdi çıkardığımız oranlara bakarak şu sonuçlara ulaşmamız mümkündür: Amerika devlet kurumu olan The US Census Bureau (Birleşik Devletler Nüfus Bürosu) kayıtlarına göre, Şubat 2019 tarihi itibarıyla Amerika’da bütün bilim alanlarındaki doktora derecesine sahip kişi sayısı toplam 4,5 milyondur. (Tablo 2) Discovery Institute’un belirttiği alanlardaki bildiriye imza atabilecek toplam doktora derecesine sahip kişi sayısı ise bu sayının % 60’ı, başka bir deyişle 2,7 milyon olacaktır. Discovery Institute’e göre 2019 yılı itibarıyla dünya çapında bütün bilim alanlardan toplanan imza sayısı 1043’tür. Güncellenmiş listeyi incelediğimizde 1043 kişinin sadece 802 tanesinin Amerikalı olduğu tespit edilmiştir. Basit bir hesapla, Amerikalı imza atanların oranı (802/2.700.000) % 0,03 olarak bulunmaktadır. Başka bir deyişle, yaklaşık olarak Amerikalı her 10.000 bilim insanından sadece 3’ünün bu bildiriye imza attığı sonucu çıkmaktadır.
Yukarıda NSF (National Science Foundation) 1999 yılı verilerine göre, hesaplanan evrim ile ilgili alanlarda çalışanların toplam bilim alanlarına olan % 16 oranının değişmediğini varsayarsak 2019 itibarıyla yaşam ve jeoloji alanlarında çalışan toplam sayı yaklaşık 720.000 (4.500.000*0,16) olmaktadır. 2019 itibarıyla bildiriye imza atan Amerikalı toplam 802 kişiden sadece 160’ı evrim ile ilgili bilim alanlarında (biyoloji ve jeoloji) çalışmaktadır. Buna göre, bildiriye imza atan Amerika’daki biyoloji ve jeoloji alanlarında çalışan biliminsanlarının oranı ise sadece (160/720.000) % 0,022 olmaktadır. Başka bir deyişle, Amerika’daki evrim ile ilgili alanlarda çalışan her 10.000 biliminsanından sadece 2,2’si, hoşgörülü bir yuvarlamayla üç kişi bu bildiriye imza atmıştır. Bu arada, bu alanda imza atan bilim insanlarının çoğunun evrim düşüncesini destekledikleri hâlde Discovery Institute tarafından evrim karşıtı olarak lanse edildiklerini de unutmamak gerekir.
Yukarıda Amerika ile ilgili verilen birkaç veriye baktığımızda, yaratılışçıların son iddialarının da bir safsatadan ibaret olduğunu açıkça görebiliriz. Ayrıca bu imza kampanyasının dünyada evrime inancın en düşük olduğu ve Discovery Institute’un faaliyetlerinin yürütüldüğü yerde yapıldığını unutmayalım. Sonuç olarak, böylece değişik zamanlarda yapılan farklı kamuoyu araştırmaları sonuçlarına bakarak, biliminsanlarının evrimi reddettikleri iddiasının asılsız ve geçersiz olduğunu, elde edilen verilerle kolaylıkla ifade edebiliriz.
Bildirinin sadece Amerikalı biliminsanlarının değil, dünyadaki bütün ülkelerin biliminsanlarının imzasına sunulduğunu belirtmiştik. Dünyadaki bu oranlara baktığımızda da benzer sonuçlar elde edildiğini görürüz. OECD 2016 raporuna göre, son yıllarda bütün dünyada doktora derecesi yapanların sayısında büyük artış gözlenmiştir. OECD’ye üye olan ülkelerde (36 ülke) bütün alanlarda her yıl yaklaşık 150.000 doktora derecesi verilmektedir. Yine aynı rapora göre OECD ülkelerinde verilen doktora derecelerinin bütün dünyada verilenlere oranı yaklaşık % 74’tür. (Tablo 3) Basit bir hesapla bütün dünyada yıllık yaklaşık 200.000 doktora derecesi verildiğini tespit edebiliriz. Yine yukarıdaki hesabımıza göre Discovery Institute’un belirttiği bilim alanlarındaki doktora derece sayısı (yaklaşık Amerika’daki oran olan % 60’ı baz alırsak) bütün dünyada yıllık 120.000 artmaktadır. Başka bir deyişle, dünyadaki “akademi nüfusuna” her yıl söz konusu bildiriye imza atabilecek yeterlilikte 120.000 kişi eklenmektedir. Ancak DI imza listesine baktığımızda son 18 yılda 1043 kişi imza atmıştır. Bu da ortalama yılda 58 kişi olmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, bildiriye son 18 yılda sadece o yıl yeni doktora derecesi almış biliminsanları imza atmış olsa dahi, bu 120.000 kişiden 58 kişi olmaktadır. Bu da yeni mezun olan biliminsanlarının sadece % 0,05’i demektir.
Yaratılışçıların “yeni iddia”sının hiçbir doğruluk payının bulunmadığı sayısal verilerle ortada. Ancak sonuçlar farklı çıkmış olsaydı da bunun önemli olmayacağını belirtmek gerekir. Çünkü bir bilimsel düşüncenin doğru olup olmaması, kaç kişinin, biliminsanı olsalar bile, o düşünceye inanıp inanmamasına bağlı değildir. Konumuz bir bilimsel düşünce ise, bunun doğruluk derecesi, o düşüncenin ne tür delillere dayandığına bağlıdır. Sonucu belirleyen kişilerin niceliksel yoğunluğu, ne hissettikleri, ne olmasını istedikleri veya neye inandıkları değil, doğal olgular ve bilimsel deliller olmalıdır.
Eğer bir bilimsel düşünce hakkında kuşku duyuluyorsa veya tamamen reddediliyorsa, bu kuşkuların ne oldukları veya ret gerekçeleri belirtilmelidir. Eğer bunlar belirtilmezse, ayrıca karşı bir bilimsel açıklama da getirilmiyorsa, bu kuşkuların veya reddetmenin hiçbir anlamı olmaz. Nasıl ki hiçbir bilimsel dayanağı olmadan ortaya atılan düşünceler safsatadan öteye geçemez ise, bilimsel bir düşünceye karşı ortaya atılan dayanağı olmayan eleştiriler de safsatadan öteye geçmeyecektir.
Yaratılışçıların öne sürdükleri diğer tuhaf iddialar ve verdikleri tepkiler
İddia 1: “Yaratılışçı makaleler/çalışmalar bilimsel yayınlarda yayınlanmamaktadır”
Bir grup yaratılışçı, biliminsanları arasında yapılan araştırmaların sayısal verilerle kanıtladığı “azlıklarının”/“azınlıkta olmalarının” nedenini, yaratılışçı biliminsanlarının dışlandığı, evrimi reddettikleri için cezalandırıldıkları ve yaratılışçılığı savunan düşüncelerin bilimsel yayınlarda yayınlanmadığı gibi iddialar ileri sürerek açıklamaktadır. Örneğin, yaratılışçı yazar Henry Morris, Bilimde Bağnazlık adlı kitabında şöyle der: “Yaratılışçılar, kendi görüşlerini popüler bilim tarafından kabul ettirememektedirler çünkü popüler bilimsel yayınlardan yayınlanmaları önlenmektedir.”(15) Yaratılışçılar buna o kadar çok inanmışlardır ki bu iddiayı mahkemelerde bile kullanmışlardır.
1981 yılında Amerika’da açılan “McLean v. Arkansas Board of Education” davasında, yaratılışçılar mahkeme hâkimine bilimsel dergilerin kendi makalelerinin yayımlanmasını kabul etmediklerini söyleyerek şikâyette bulundular. Ama mahkeme heyeti hangi makalenin yayımlanmadığını sorduğunda herhangi bir makale ismi veremediler. Aslında yaratılışçılar için bilim o kadar da önemli bir şey değildir. Saygın yayın organlarında yayınlanmamalarının ana nedeni, öncelikle bu organlarda makale yayımlamaları için girişimde bulunmamalarıdır. 68 yayının editörleri ile yapılan bir araştırmada, yaklaşık 135.000 sunumdan sadece 18’i yaratılışçılığı savunan sunumlar olarak teşhis edilmiştir (Scott and Cole 1985). Diğer nedenler ise, yaratılışçıların bilimsel bir düşüncenin nasıl olması gerektiğini ve bilimsel yayınlarda yayınlanma kriterlerini hiçe saymaları, kendi inançlarını doğrulayacak veya inançlarıyla çelişmeyecek şekilde tanımladıkları “bilimsel” düşüncelerini bilimsel yayınlarda yayımlamaya çalışmalarıdır.(3)
Bu arada yaratılışçı yayın kuruluşları, yaratılışçılığı desteklemeyen veya yaratılışçılığa karşı herhangi bir düşünce içeren bir yayını asla yayınlamamaktadırlar.
İddia 2: “Bilime ve biliminsanlarına güvenilmez”
Bazı yaratılışçılar ise bilimin, bilimsel yöntemlerin ve biliminsanlarının güvenirliğini tartışmaya açtılar. Örneğin, yaratılışçı bir grup olan ‘Answers in Genesis’ten Michael Mattews, 2003 yılında yazdığı A Century of Feaud (Yüzyıllık Kavga) kitabında; “Bilimsel teoriler her zaman değişmektedirler. Biliminsanlarının dediklerine güvenilmez çünkü yarın başka şeyler de söyleyebilirler”(3,4) gibi ifadeler kullanarak bilime ve biliminsanlarına güvenilmemesi gerektiğini ileri sürer. Yine yaratılışçı yazarlardan Philip Johnson’ın Ekim 1990 yılında First Things’te yayınlanan “Evolution as Dogma: The Establishment of Naturalism” adlı makalesinde ve William A Dembski’nin, 1996 yılında yazdığı What Every Theologian Should Know About Creation, Evolution and Design adlı kitabında, bilimin her şeyin doğada olduğu varsayımına dayanan natüralizme dayandığını, daha önce bilimin kabul ettiği birçok şeyin günümüzde yanlış olduğunun ispatlandığını, bilimin sadece doğadaki şeylerle ilgilendiğini, doğaüstü güçleri dışladığını, bu nedenle bilime güvenilemeyeceğini, bilimde kesin doğrunun olmadığını, her şeyin değişebilirliği ilkesine dayandığını, bu nedenle gerçek doğrunun dinde aranması gerektiği konuları işlenmektedir.(16)
Yine birçok yaratılışçı, örneğin IRC kurucularından Henry Morris, evrimci biliminsanlarının laik filozoflar tarafından akıllarının çelindiğini, yani kandırıldıklarını, bundan dolayı evrimci biliminsanlarının Tanrı’ya karşı verilen bir savaşta iki arada bir derede kaldıklarını, bu nedenle onlara güvenilmemesi gerektiğini ileri sürmektedir. Hatta bazıları o kadar ileri gitmişlerdir ki biliminsanlarının “bu işleri”ni para karşılığında yaptıkları, yaratılışçılığa bundan dolayı karşı çıktıkları gibi iddialar da ortaya atmışlardır. Biliminsanlarının bilimsel araştırmalarını yaparlarken birtakım yerleşmiş dogmalardan, önyargılardan kurtulamadıklarını, hatta kurtulmaya çalışanlara baskı yapıldığını ve biliminsanlarının bilim dışında, maddi çıkar gibi birçok faktörle motive edildiklerini bile iddia etmişlerdir.(3)
Yukarıda sunulanlar ve benzer iddialar eğer gerçekten ciddiye alınacaksa şunları ileri sürebiliriz: Biliminsanlarının en büyük hedefi, rüyası ve tutkusu, zaten var olan bilimsel düşünceleri onaylamak değildir, onları sorgulayabilmek, geliştirmek veya yeni bir bilimsel düşünce öne sürmektir. Kaldı ki bir biliminsanının mevcut olan bir teoriyi geçersiz kılacak delil bulması, o biliminsanına olabilecek en büyük saygınlığı, popülerliği ve de maddi kazancı sağlayacaktır. Biliminsanları yeni şeyler bulduklarında ödüllendirilirler, yerleşmiş prensipleri destekledikleri için değil. Bu da onları her teoriden, bilimsel kabulden kuşku duymaya ve eğer kuşkularını destekleyecek bir ipucu bulmuşlarsa da o ipucunun peşine düşmeye yöneltir. Ayrıca birçok araştırmacı biliminsanının endüstrilerde çalıştıkları zaman çok daha fazla para kazanabildikleri bilinmektedir.
Türk yaratılışçılarının tepkisi
Türk yaratılışçıların çalışmamıza konu olan “yeni iddia” ile ilgili olarak doğrudan bir destekleri ya da tartışmaları varsa da bu bir gündem oluşturmamıştır. Ancak tutumlarının ne olacağını tahmin etmek güç değildir. Onların evrime ve evrim teorisinden yana olan biliminsanlarına hangi pencereden baktığını ortaya koymamız yeterli olacaktır.
Türk yaratılışçılar, dünyadaki diğer yaratılışçılardan bir adım daha ileri giderek evrimin bilim değil, bilim maskesine büründürülmüş, beyin yıkamaya, propagandaya ve sahtekârlıklara dayanan bir aldatmaca olduğunu ileri sürmektedirler.(3) Örneğin, Türk yaratılışçıları bunun böyle olduğuna kendilerini öylesine inandırmışlar ki, durum böyle iken hâlâ biliminsanlarının evrimi desteklediklerine şaşırdıklarını ve buna bir türlü anlam veremediklerini ifade etmektedirler. Türk yaratılışçılığının öncülüğünü yapan Harun Yahya, Evrim Açmazı isimli kitabında şunları söylemektedir: “Eğitimli, zeki ve bilgili insanların, toplu olarak tarihin en saçma, en akıl ve mantık dışı iddiasına böyle büyülenmişçesine inanıyor olmaları, gerçekte çok büyük bir mucizedir. Allah, bir mucize olarak nasıl hücre gibi olağanüstü bir organizasyona ve özelliklere sahip bir varlığı yaratıyorsa, bu insanları da yine bir başka mucize olarak, çok açık gerçekleri göremeyecek kadar kör ve kavrama yeteneğinden yoksun olarak yaratmaktadır. Evrimciler, Allah’ın bir mucizesi olarak küçük çocukların dahi çok kolay görebildikleri gerçekleri, kendilerine defalarca anlatılmış olmasına rağmen anlayıp kavrayamamaktadırlar.”(17) Böylece biyoloji ile hiçbir ilgileri olmayan Türk yaratılışçılarımız olağanüstü muhakeme güçlerini kullanarak küçük çocukların dahi çok kolay bir şekilde anladığı ve gördüğü bu gerçeği, yüzlerce Nobel ödüllü biliminsanı dâhil hayatlarını canlı araştırmalarına veren yüzbinlerce biliminsanının nasıl anlayamadığına bir türlü akıl erdiremediklerini ve bunu Allah’ın bir mucizesi olarak gördüklerini ileri sürerek hakikaten de ne durumda olduklarını açıkça ortaya koymaktadırlar.
Sonuç
Aslında “yeni iddia” gibi garip ve temelsiz iddiaların dikkate alınıp onlara cevap bile verilmemesi gerektiğini düşünebilirsiniz. Ancak kamuoyu araştırmalarında gördüğümüz gibi bu tür iddialara inananların sayısı şaşırtıcı derecede fazladır. Her ülkede ortalama sayıları 10 milyonlara varan bu kişilerin oyları ile seçilen hükümetler tarafından yönetildiğimizi ve geleceğimizi şekillendiren politikaların bu iddialara inanan kişilerce üretildiklerini düşünürsek durumun ne kadar vahim olabileceğini anlarız. Ülkemizde orta dereceli okullarda evrim dersinin çıkarılması sürecinde hükümet temsilcilerinin evrim ile ilgili yaptıkları açıklamalar, eğer kasıt yoksa, kelimenin tam anlamı ile cehalettir ve korkunçtur. Cehalettir, çünkü evrim ile ilgili yaptıkları açıklamaların büyük bir kısmı Evrim Teorisi ile ilgisi olmayan açıklamalardı. Korkunç olan ise çocuklarımızın geleceğini belirleyecek eğitim sistemimizin bu kişilerin sorumluluğunda olmasıdır. İşte en basitinde bu nedenlerden dolayı bu iddiaları önemsemek ve ciddi bir şekilde onların üzerine gitmek gerekmektedir.
Öyle görünüyor ki evrim karşıtı yaratılışçılar, yaratılışçılık ve evrim özelinde, birbirinden tamamen farklı dayanakları ve amaçları olan bilim ve dini karıştırarak ve karşılaştırarak, birbirine alternatif gibi göstererek işin içinden çıkamaz hâle geldiler. Böylece hem dine hem de bilime saygısızlık yapmakta olduklarını da fark etmediler. Her ne kadar birçok yaratılışçı “bilim insanı” bilimsel gerçekleri kabul etmek yerine “hiçbir delilin kendi dogmalarını/inançlarını değiştirmeyeceğine” dair yemin (AİG n.d.), bazıları ise gerçeği bulmak için biliminsanı olmadığını ama Darwinizmi yıkmak için bilim insanı olduğunu itiraf etmişlerse de (Wells n.d.), hatta bazıları eğer bazı bilimsel gerçekler İncil’de yazılanlarla çelişiyorsa, bu bilimsel bulguların İncil’e göre tekrar düzenlenmesi gerektiğini savunmuşlarsa da ve bazıları ise “amaçlarının ilahiyat açısından bilimi tekrar düzenlemek” olduğunu açıklamışlarsa da(3) dünya görüşlerinin gittikçe artan bilimsel delillerle uyuşmadığı düşüncesine kapılmaktan kendilerini alamamaktadırlar.
DİPNOTLAR
* Amerika’da eğitim sistemi bizimkinden farklıdır. Her eyalette farklı bölgeleri temsil eden “Okul Yönetim Birlikleri” vardır. Bu birlikler; öğrenci velileri, dışarıdan seçilen kişiler, değişik yerlerden atanan deneyimli kişiler gibi birçok üyeden meydana gelir. Bu üyeler o bölgenin eğitim sisteminden sorumlu oldukları için kendilerinin okul müfredatlarını da hazırlama yetkileri vardır. Hangi derslerin öğretileceği veya öğretilmeyeceğine bu üyeler karar verirler. ABD Eğitim Bakanlığı sadece ulusal eğitim standartlarını belirler ancak okul yönetimleri üzerinde yasal bir kontrolü veya gücü yoktur. Her eyalet, okul müfredatları dâhil, yönetim ile ilgili kanun çıkarma yetkisine sahiptir.
** Amerika’da “Diploma Mill” de denilen bu tür okul sayısı oldukça fazladır. Özel üniversite veya okulları denetleyen veya yasaklayan bir kanun olmadığı için, birçok kişi veya kurum kendi maddi veya başka çıkarları için okul kurabilmekte ve öğrencilerine bu türden unvanlar verebilmektedir. Örneğin, Columbia Pacific University, Hindu University of America, Oval Bible College, Patriot Bible University, Üniversal Life Church ve Liberty University bu okullardan birkaçıdır. Bu üniversitelere girmek için genelde yaratılışçılığı savunmanız ve öğretmeniz gerekir. Bu üniversiteler kendi öğrencilerine master veya doktora diploması vermektedirler. Ancak bu okullardan alınan diplomalar ne resmî eğitim kurumları, ne bağımsız bilim kurumları ne de diğer ciddi üniversiteler tarafından kabul edilmektedir.(4)
KAYNAKLAR
1) Theepochtimes
2) Evolutionnews
3) Talkorigins
4) Rationalwiki
5) Evrimağacı
6) https://ncse.ngo/misquoted-scientists-respond
7) “Scientificamerican”, By John Rennie on July 1, 2002
8) Nap
9) Tüba
10) Pewresearch
11) Discovery
12) Westneat D (24 August 2005) “Evolving opinion of One man”. The Seattle Times.
13) Whyevolutionistrue
14) The Newyork Times, 21/02/2006
15) “Bigotry in Science, Back To Genesis”. (Morris, Henry M. 1998. 114a (June)
16) Arn
17) “Evrim Açmazı”, Harun Yahya, s.24