Henri J. M. Claessen – Peter Skalnik
Devletin evriminde toplumsal sınıfların varlığı ve rolü nedir? Asyatik üretim biçiminin karakteristik özellikleri nelerdir? Erken devletin doğuşunda ve doğuşunu izleyen gelişmelerde fethin rolü ne oldu? Erken devletin evriminde savaşın ve öteki dış çatışma türlerinin rolü neydi? Nüfus artışının veya nüfus baskısının erken devletin gelişmesi üzerindeki etkisi ne oldu? Ticaretin ve pazarların gelişmesiyle erken devletin ortaya çıkışı arasında ne tür bir bağıntı var? Erken devletin gelişmesiyle, kentlerin yükselişi arasında ne tür bir bağıntı vardı?
Okuyacağınız makale, Erken Devlet adlı kitaptan (İmge Kitabevi Yayınları, 1993) alındı. Kitabın sunuş yazısı olarak da değerlendirilebilir. Erken Devlet, bu makalenin de yazarları olan Henri J. M. Claessen ve Peter Skalnik’in editörlüğünde konuyla ilgili biliminsanlarının makalelerinden oluşan bilimsel bir yapıt. Eseri Türkçeleştiren Alâeddin Şenel’in önsözde belirtiği gibi, aynı konuda birbirinden bağımsız makaleler derlemesi olmayıp, başından sonuna dek eşgüdüm içinde yürütülmüş uluslararası bir bilimsel çalışma. The Early State (Erken Devlet) 1975’te başlatılıp 1978’de sonuçlandırılmış ortak bir çalışma. Okuyacağınız makale, o güne dek devletin kökeni konusunda ortaya atılmış kuramları sınıflandırıp açıklayan, konuyla ilgili kavramları irdeleyen değerli bir çalışma. Bu ayrıntılı ve karşıt tezleri içeren derli toplu makale ile Bilim ve Gelecek okurlarını devlet olgusunun ortaya çıkışı konusunda bilgilendirmek istedik. İlgiyle okunacağını umuyoruz.
Devlet, yeryüzünde ilk kez birkaç binyıl öncesi gibi geç bir tarihte görünen toplumsal bir olgudur. Onun kökenlerini ve doğuşunu izleyen gelişmesini açıklamak amacıyla birçok kuram geliştirilmiş bulunuyor. Bu bilmeceyi filozoflar, tarihçiler, siyaset bilimcileri ve son zamanlarda aynı zamanda arkeologlar, sosyologlar ve antropologlar olmak üzere, her türlü bilgin çözmeye çalıştı. Tüm bu kimseler sorunu, kendi [disiplinlerinin] özel bakış açılarından bakarak aydınlatmaya çalıştılar. Bu alanda geniş bir yazın bulunduğu gibi, şimdiden çok zengin olan malzeme kümesine her yıl yeni yeni yorumlar eklenmektedir.
Devleti inceleyenleri, konularını sağlam bir biçimde kavrayabilmekten alıkoyan en önemli engeller arasında şunlar bulunmaktadır:
1) Bilginler topluluğunun tümü tarafından benimsenen herhangi bir devlet tanımı bulunmamaktadır. Bu, ister istemez, hemen her bir bilginin kendi tanımını geliştirmesi gibi bir duruma yol açmaktadır; söz konusu tanımların bazılarının benzer yaklaşımların ürünü olan “okullar” oluşturdukları söylenebilirse de, her bir tanım, şaşmaz biçimde, daha önceki tanımlardan az çok farklılık göstermektedir. Bu gidişle bir bireşime (senteze) ulaşmak neredeyse olanak dışı görünmektedir.
2) Devletin çeşitli dönemlerde kazandığı karakter ile ilgili kuramlar, birçok örnekte, yetersiz verilere ya da erken doğurtulmuş yorumlara dayanmaktadır. Bu tür kuramları ileri süren bilginler, kuramlarının doğruluğunu, üzerinde çalıştıkları örneklerde kanıtlamayı genellikle başarabilmektedirler; ne var ki bu kuramlar tüm dünyayı kapsayan ölçeklerde kullanılmaya kalkıldığında, yetersizlikleri hemen ortaya çıkmaktadır.
3) Özellikle devletin oluşumu (formation) ve erken [evrelerindeki] gelişmesi ile ilgili kuramlar arasında büyük bir kargaşa görülmektedir.
Elinizdeki kitap daha çok bu üçüncü sorun ile ilgilenmektedir. Amacı: 1) “erken devlet” üzerinde çağımızın ileri araştırma yöntemleriyle yapılmış bazı örnekolay deneme yazılarını toplamak ve 2) devletin kökeni ve erken evrelerindeki gelişmesi üzerine yeni bakış açılarının dayanabileceği sağlam bir temel kurabilmek için, ortalıktaki kuramlardan bazılarını bu örnekolay çalışmalarından elde edilen verilerin sınavından geçirmektir.
Erken devletin incelenmesi yolunda, elinizdeki kitabın yönünü yöntemini saptamada derleyenlere rehberlik eden temel program ilkeleri nelerdir derseniz; ilkin, olgusal verilerle kuram arasında diyalektik bir ilişkinin bulunduğuna inanıyor ve bu yolda şu inancı paylaşıyoruz:
“Olguların taşıdıkları anlamı ortaya çıkaran kuramlardan bağımsız bir olgular dünyasının bulunduğu varsayımı tümden bilim dışıdır. Bilim, günlük gözlemlerin ve sağduyunun aldatıcı apaçıklığına meydan okuyuşlarla ilerler.” (Blackburn R., 1972)
Öte yandan, ampirik verilerle sıkı bir bağlantı kurulmadan herhangi bir kuram da yaratılamaz. Ne olgusalcı (pozitivistik) ne de kuramsalcı uçlar bize çekici görünmektedir.
İkinci olarak, toplumsal ilişkilerin bir ürünü olan devletin putlaştırılmaması gerektiğine inanmaktayız. Radcliffe-Brown’a katılarak devletin: “niteliklerinden birinin, bazen ‘egemenlik’ kavramıyla dile getirilen varlıkmış gibi konuşulan, bir toplumu oluşturan insan bireylerinin üzerinde ve onlardan üstün bir varlık” olmadığı inancındayız. Devlet bir örgüttür; toplumsal örgütlenmenin, bir toplumda toplumsal düzenin özgül bir biçiminin bulunduğunu göstere özel bir türüdür. Devlet: “birbirlerine karmaşık bir ilişkiler sistemi ile bağlanmış tek tek insanların bir araya gelmişliğidir. Böyle bir örgüt içinde, farklı bireylerin farklı rolleri vardır ve bunlardan kimileri özel bir erke, yani yetkeye (otoriteye) sahiptirler.” (Radcliffe-Brown A. R., 1940)
Böylece, devlet teriminin, bir toplumda var olan ilişkileri ve erkle, yetkeyle, güçle, adaletle, mülkiyetle ve daha başka birçok olguyla ilgili düşünceleri dile getirdiği söylenebilir.
Devlet, insan örgütlenmesinin özgül, tarihsel bakımdan belli bir zaman kesimi ile sınırlı bir türüdür. Engels’in, hemen hemen yüz yıl önce özlü bir biçimde belirttiği gibi: “Devlet… önsüzden (ezelden) beri var olagelmiş bir şey değildir. Onsuz yapabilen, devlet kavramından ya da devlet erkinden habersiz toplumlar gelip geçmiştir. Ekonomik gelişmenin, toplumun kaçınılmaz olarak sınıflara bölünmesini de getiren belli bir aşamasında, devlet, söz konusu bölünme yüzünden bir gereklilik olur.” (Engels, 1972)
Devlet bölünmüş bir toplumun, yani ekonomi politik toplumunun bir ürünü olduğu için, devlet örgütünün, kendisini var eden koşulların aşıldığında sönüp gideceği apaçıktır.
Devlet, var olageldiği zaman kesimi insanlığın evriminde devletsiz dönem ile karşılaştırılamayacak kısalıkta olmakla birlikte [şimdiden] gelişmesinin birkaç farklı aşamasından geçmiş bulunuyor. Burada iki tür devlet arasında kaba bir ayrıma gitmek uygun düşecek. Bir yanda, karmaşık, çağdaş, endüstrileşmiş ve gelişmekte olan devletler vardır; öte yanda kapitalizm öncesi dönemin az çok yalın, endüstrileşmemiş devletleri bulunmaktadır.
Bu kitapta, kapitalizm öncesi endüstrileşmemiş devlet türünün evriminin başlangıç evresinin tipik bir biçimi olduğunu düşünerek “erken devlet” (early state) adını verdiğimiz şey ele alınacaktır. Yapıt, daha çok (Marx’ın terminolojisiyle) “birincil” toplumsal formasyondan “ikincil” toplumsal formasyona geçiş sorunu üzerinde duracaktır, söz konusu geçişin karakteristik özelliklerini çeşitli üretici topluluklar arasındaki özgül, benzersiz ilişki türlerinin gelişmesi, toplumun sınıflara bölünmekte oluşu ve erken devletin varlığı oluşturmaktadır. Bununla birlikte, erken devlet üzerinde bu odaklaşmanın, burada geliştirilen görüşlerin, devletin çağdaş, endüstrileşmiş türünü ya da genel olarak devlet sorununu anlamaya yaramayacağı anlamına gelmeyeceği açık.
Son zamanlarda yapılan karşılaştırmalı çalışmalar (Krader, 1968; Claessen, 1970) tarihin herhangi bir döneminde, dünyanın herhangi bir yerinde görülen tüm devletlerin, yapılarının, işleyişlerinin ve evrimlerinin belirgin benzerlikler gösterdiğini ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu bulgular, erken devletin çoğu kimse tarafından kabul edilebilecek bir tanımının yapılabileceğine, onun temel karakteristik özelliklerinden bazılarının ortaya konabileceğine inanmamıza yol açtı.
KURAMLAR
Bu bölükte devletin kökeni ve erken evrelerindeki gelişmesi hakkında ileri sürülen bazı kuramların oldukça kısa bir incelemesi sunulacaktır. Bu konu üzerinde, uzun yıllar boyunca, sayısız görüş ve kuram formülleştirildi. Service, 1975’te yayımlanan kitabında söz konusu kuramlardan bazılarının ilginç bir özetini sunarken; Krader (1968), d’Hertefelt (1968) ve Carneiro (1970) bu kuramları ele almaktadırlar. Dolayısıyla bu bölük, yalnızca erken devlet ile ilgili olmalarına bakılarak seçilmiş birkaç çağdaş kuram ile sınırlı tutulabilir.
Devletin kökeni ve gelişmesiyle ilgili kuramlar üzerine yapılacak bir inceleme, Rousseau’nun 1762’de yayımlanan Du contrat social (Toplum Sözleşmesi) yapıtıyla başlatılabilir. Bu denemede formülleştirilen düşünceler, çeşitli kuramların ve tartışmaların hareket noktasını oluşturmuştur. Bununla birlikte Rousseau, birçok bakımdan, aynı zamanda, özel bir düşünce döneminin sonunu, kendisinden çok önce Hobbes’un (1642’de) mutlak monarkları savunmak için yazdığı Leviathan ile Locke’un (1690’da) buna Two Treatises on Government (Yönetim Üzerine İki Deneme) adlı yapıtıyla yanıt vermesiyle başlayan bir dönemin kapanışını temsil etmektedir. Bu, Montesquieu’nün (1721’de) Lettres persanes (Acem Mektupları) ve (1748’de) De l’Esprit des Lois (Yasaların Ruhu)’nu yazıp, Vico’nun (1744’te) Principi di una Scienza Nuova (Yeni Bir Bilimin İlkeleri) yapıtını yayımladığı bir dönemdir. Gene de söz konusu tartışmayı ilk başlatan kişi Hobbes sayılmaz; Jean Bodin (İbn Haldun’un Mukaddime adlı yapıtında 1377’de, kendisinden iki yüzyıl önce yaptığına benzer biçimde) 1583’te yayımlanan Les six livreş de la Republique (Devletin Altı Kitabı) adlı kitabında, devletin, bir çatışmanın ürünü olarak gördüğü kökenlerini tartışmış bulunuyordu ve Machiavelli (1532’de) hükümet etmenin ilkelerini formülleştiren II Principe (Prens) adlı yapıtını yazmıştı. Söz konusu ilkeler, aslında kendisinden önce Fransa Kralı XI. Louis gibi yöneticilerce uygulanmış bulunuyordu. (Kendall, 1971)
Tüm bu düşünürlerde ortak olan nokta, verilerinin son derece sınırlı olmasıydı. Kuramlarını daha çok, kendilerine inandırdıkları bir geçmiş ile istedikleri bir gelecek üzerine dayandırmışlardı; yani, ancak yarım yamalak bilinen olguları, böyle bir amaca hiçbir biçimde uygun olmayan verilerle açıklamaya kalkmışlardı. (Fortes ve Evans-Pritchard, 1940)
Friedrich Engels’in görüşleri
Devletin kökenlerinin ve erken evrelerindeki gelişmesinin ampirik türde bir çözümlemesinin ne zaman yapıldığını görmek için geçmişin fazlaca gerilerine bakmak gerekmez. Maine, Comte ve Spencer bu konuyla daha önce bir parça ilgilenmişlerse de, konunun enine boyuna ilk tartışıldığı kaynak, çalışmasını tarihsel ve antropolojik verilere dayandıran Friedrich Engels’in kitabında bulunmaktadır. 1884’te yayımlanan Der Ursprung der Familie, des Privateigentums und des Staats (Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni) adını taşıyan yapıtında Engels bir yandan Morgan’ın Ancient Society (1877) kitabını özetleyip, öte yandan politika ve ekonomi alanında kendisinin öteki kaynaklardan yaptığı alıntıları yanı sıra, daha çok Marx’ın Morgan’ın kitabından yaptığı alıntılara dayanan önemli ek bilgilerle destekledi (Skalnik, 1973a; Krader, 1972, 1973, 1975). Engels’e göre devlet, gelişen özel mülkiyeti koruma gereğinin artması üzerine kurulmuştu (Engels, 1964). Bu, devletin sınıf toplumunu korumak için geliştirildiği anlamına gelir. Kendi sözcükleriyle (1972):
“Devlet, bir yandan sınıf zıtlıklarını (antagonizmleri) denetim altında tutmak gereksiniminden doğduğu, ama öte yandan sınıflar arası kavganın en yoğun noktasında ortaya çıktığı için, normal olarak en güçlü sınıfın, ekonomik bakımdan ağır basan konumda olan sınıfın devletidir ve bu sınıf, onun kanalıyla, aynı zamanda siyasal bakımdan da ağır basan sınıf durumuna gelir ve böylece baskı altındaki sınıfı altta tutmaya ve sömürmeye yarayan yeni yeni araçlar ele geçirmiş olur…”
Engels’in kuramının hareket noktası, daha önce üretim araçları üzerinde yalnızca ortak sahipliğin bulunduğu düşüncesiydi (bu bakışın eleştirel bir değerlendirmesi için bkz. Firth, 1972). Nüfus artışının ve geçim yollarının gittikçe farklılaşmasının çağırdığı bir olguyla, toplumsal işbölümünün giderek artması, üretimin durmaksızın artırılmasını bir gereklilik durumuna getirdi. Bu gidişin bir ürünü, artık yiyecek üretimine katılmayanların gereksinimlerinin karşılanması yolunda kullanılabilecek bir artı (surplus) oldu (Engels, 1964:178 vd.). Engels’e göre bu sorunun bir çözümü, öteki şeyler yanı sıra, köleliğin geliştirilmesinde bulundu. Bu görüş Engels’in daha çok optimum durum olarak düşündüğü şey üzerinde, yani Avrupa’nın tarihsel gelişmesi üzerinde yoğunlaşmasının bir ürünüydü. (Godelier, 1970; Ecsedy, 1972; Skalnik, 1973a; Krader 1975)
Bununla birlikte Engels, daha önceki yapıtı olan (1877-1878 tarihlerinde yayımlanan) Anti-Dühring adlı kitabında, başka bir yoldan, bir sınıf toplumunun ve devletin gelişmesine varmış olabilecek bir yoldan söz etmişti. Burada, “işlevsel” erkin, yavaş yavaş “sömürücü” erke dönüştüğünü ileri sürmüştü. Sınıf oluşumunun ve de devletin doğup gelişmesinin bu özel sürecini (eskiçağ klasik döneminin ülkelerini dışarda bırakarak) çoğu Avrupa devletlerini kapsayan daha evrensel bir yol olarak gördü. Krader’in (1975) yazdığı gibi:
“Topluluğun hizmetçisi onun efendisi durumuna gelir; kabile şefleri, toplumun ilkel toplum durumundan sınıf toplumu durumuna geçerek biçim değiştirmesiyle, yöneticilere dönüşürler. Devletin en kaba biçimi, toplumda, içte barışı koruma, dışta savaş yürütme ve [topluma] su sağlama yollarını denetleme işlevlerini gören doğu despotluğudur. Toplumsal işlevler bu organ [savunmanın bu organları] kanalıyla toplumdan bağımsızlaşınca toplum üzerinde egemenlik kurma noktasına geçtiler.”
Engels’in devletin kökenine ilişkin görüşlerinde, askeri gücün, savaşın ve fetihin etkisine önemli bir yer verilmiştir; aynı şey kamu görevlilerinin (functionaries) iş yöneticiliği (menajerlik) rolü için de söylenebilir. (aynı zamanda Godelier, 1970; Hazanov, 1972; Krader, 1973) Koranaşvili tarafından (1976) gösterildiği gibi, Engels’in Doğu’da devletin doğuşuyla ilgili kuramı, bir artı ürünün çıkışını, nüfusun artışını ve tarım toplulukları arasında artan ilişkileri önemli etmenler olarak gördüğünden (Anti-Dühring adlı yapıtında dile getiriliş biçimiyle) çok nedenli idi. Kamu görevlilerinden (memurlardan) oluşan ince bir katman, bu etmenleri hep birlikte düzenlediler ve bu yolla, toprak ve öteki zenginlik kaynaklan üzerinde özel sahipliğin (ownership) varlığına dayandırılan toplumda “topluma yararlı işlevleri” yerine getirdiler. Bununla birlikte Der Ursprung’da (“Köken”de) toplumun sınıflara bölünmesinin baş nedeninin (Anti-Dühring adlı yapıtında “ikinci yol” olarak gördüğü) kölelik olduğunu vurguladı. Burada [“Köken”de] nüfus (Anti Dühring’deki gibi) özgür olan – özgür olmayan ya da yöneten – yönetilen ölçütlerine göre bölünmüş değildi; sömüren – sömürülen ölçütlerine asal bir önem yüklenmişti. Der Ursprung’da (“Köken”de) Cermenler örneği, Engels’e bir karşıt kanıt hizmeti görerek, daha önceki yapıtında [Anti-Dühring’de] kuvvet üzerine yaptığı tartışmayı anımsattı. Cermen devleti, doğrudan doğruya yabancı toprakların fethinden doğmuştu; ki bu, egemenlik yollarının klan örgütünce sağlanmadığı bir durumdu. Burada gerçekten, devletin şeflik yoluyla doğuşu gibi sık sık karşı çıkılan varsayımın, yani Engels’in “askeri demokrasi” dediği görüşün kökleri yatmaktadır. (bak. Hazanov, 1974)
Engels’in Der Ursprung’da (“Köken”de) ekonomik tabakalaşma sürecine öncelik tanıdığı açıkça görülmektedir. Önemli ekonomik işlevler, belli bazı ailelerin [babadan oğula geçen] kalıtsal işi olma eğilimi gösterdiler. Engels tarafından “tam bir asalak” olarak nitelenen, üyelerinin “üretimin kaymağını alırken” karşılığında ancak ufak tefek hizmetler verdikleri ve bu yolda kendilerine, toplumda büyük etki kazandıran ve üretim üzerinde gittikçe artan bir etkiye sahip olabilme olanaklarını sağlayan çok büyük zenginlikler biriktiren bir tacirler sınıfı gelişti. (1964)
Engels, Yunan, Roma ve Cermen tarihlerinden sağlanmış verileri kullanarak, sınıf oluşumunun ve onunla birlikte devlet erkinin doğuşunun; bunun egemen sınıfın üstünlüğünün kalıcı olmasını güvence altına alacak bir siyasal erk gereğini doğurduğunu, ana çizgileriyle göstermiş oldu. Gerçekten, bu konuda Engels şunları ileri sürmüştü:
“Toplum çözümsüz bir çelişkiye saplandı ve kurtulmaya gücünün yetmeyeceği, uzlaştırılamaz zıt cephelere bölündü. Ama bu zıtlıkların (antagonizmlerin) yani birbirlerininkiyle çatışan ekonomik çıkarlara sahip sınıfların kendilerini ve verimsiz bir kavgaya sürüklenmiş toplumu yiyip bitirmemesi için, toplumun üzerinde olacağı besbelli bir erke, çatışmayı yumuşatacak ve onu ‘düzen’in sınırlan içinde tutacak bir erke gerek doğdu ve toplumun içinden çıkan, ama kendisini onun üstüne koyup kendini toplumdan gittikçe daha fazla ayıran (yabancılaşan) bu erk, devlettir.” (1972)
Az çok retorik olduğu söylenebilecek biçemi bir yana konursa, Engels’in burada son derece önemli bir ilişkiye, yani özel sahipliğin ve sınıfların gelişmesiyle, devletin kökeni arasındaki ilişkiye değindiği görülmektedir.1 Fried’in (1976) Godelier’nin (1969, 1970) Hazanov’un (1971, 1972, 1974, 1975) Terray’ın (1975) Eder’in (1976) ve daha birçok kimsenin çalışmaları, bu ilişkinin, Engels’in ortaya koyduğu gibi ve Semenov (1974) ya da Hindess ve Hirst (1975) gibi daha çağdaş yazarların düşünür göründükleri gibi, yalın nedensel bir ilişki olmadığını gösterdi.
Marx ve Asyatik üretim biçimi
Bu bağlamda bir başka önemli sorun, erken devlet kavramı ile Asyatik üretim biçimi denen şeyin birbirleriyle ne derecede ilişkili olduklarıdır. Karl Marx (ve bir ölçüye dek aynı zamanda Anti-Dühring içinde Engels) Hint, Çin, İran’ın ve öteki İslam ülkelerinin tarihsel gelişmelerini ele alırken, 1850’lerden başlayarak, daha çok Avrupalı olmayan bu ülkelerdeki devletin özel karakteri üzerine durdu. Bu ülkelerdeki tarım toplulukları ile devlet örgütü arasında görülen, sulama sistemleri kurup sürdürme gereğinin yol açtığı ilişkinin çatallı (dikotomik) niteliği üzerinde özellikle durdu. Marx, köy topluluklarında yaşayan üreticilerin sömürülmelerinin toprak üzerinde özel sahipliğe değil çoğu durumda devleti kişileştiren, tanrılaştırılmış ve despotik bir yöneticiye bağlılığa (sadakate) dayandığını ortaya çıkardı. Bu, mal, emek, hatta para biçiminde düzenli ya da düzensiz bir haraç-vergi sağlanmasına yol açtı. Devlet gelirinin, sulama sistemlerinin örgütlendirilmesi kadar, aynı zamanda, toplulukların ve ticaretin sözde ya da gerçekte korunmalarının karşılığı olduğu ileri sürüldü. Marx, devletin bu türünün, sınıf toplumunun ilk biçimine karakterini kazandıran belirleyici etmen olduğunu düşündü; gerçekten, bu devlet türü, ona göre ilkel (ve birincil) toplum biçimlerinden uygar (ikincil) toplum biçimlerine geçiş aşamasını temsil etmekteydi. Bu örgütlenme biçimi Asyatik üretim biçimi olarak tanımlandı (Marx, 1859, 1953, 1964; Vitkin, 1972; Skalnik, 1975; Krader, 1973). Ona göre, Asyatik üretim biçimi, toplumun ya da uygarlığın ekonomik biçimlenişinde, ilk “ilerici” dönemi, ekonomi politik toplumunun (Marx tarafından aynı zamanda “sivil toplum” “uygar toplum” ya da “siyasal toplum” olarak adlandırılan toplumun) başlangıcını temsil etti.
Marx’ın Morgan’dan, Maine’dan, Phear’dan ve Kovalevski’den aldığı notlar yakın tarihlere dek yayınlanmadı (Gamaiunov, 1968; Krader, 1972). Bununla birlikte bu notlar, Marx’ın ölümünden sonra Engels tarafından (1884’te) Der Ursprung’da (“Köken”de) bir dereceye kadar kullanıldı; ne var ki Engels Asyatik üretim biçimi kavramını kullanmadı. (Krader, 1975; Baeck, 1976).
Bununla birlikte, devlet örgütlenişinin erken biçimlerinin Marx’ın Doğu’da bulduklarına benzer bazı evrensel özellikler gösterdikleri düşüncesi, geçtiğimiz kırk elli yıl içinde, hem Marx’dan yana, hem Marx’a karşı düşünürler arasında (örneğin Wittfogel, 1957; Skalnik ve Pokora, 1966; Peçirka-Peşek, 1967; Tökei, 1969; Godelier, 1969; Vitkin, 1972; Koranaşvili, 1976’da) canlı tartışmalara yol açtı. Yandaşlarından kimileri (özellikle Krader, 1975 tarihli yapıtında) Marx’ın söz konusu düşüncelerini az çok evrensel uygulanabilirliği olan bir kurama dek geliştirmeyi başardı. Bu kurama göre, sulama sistemleri ve despotluk ancak ikincil önemde özellikleri oluştururlarken; toprağın komünal işleme sistemlerine (communal land tenure) sahip köy toplulukları ile siyasal, ideolojik ve ekonomik erke sahip devlet örgütü arasındaki temel sınıf zıtlığı, Asyatik üretim biçimi olgusunun özünü oluşturmaktadır.
Oppenheimer’ın ‘fetih kuramı’
Ne var ki, Marx’ın ve Engels’in devletin kökeni ve erken biçimlerinin karakteri hakkındaki kuramları, 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın başlarının toplum bilimleriyle uğraşan bilginleri çevresinde pek ilgi çekmedi. Bu durum, bir dereceye dek, Marx’ın ve Engels’in çoğu kez kalemlerinden kan damlayan haşin biçemlerinin, zamanın burjuva eğilimli yazarlarınca pek değerli bulunmayışı gerçeğiyle; bir dereceye dek de, evrimci eğilimli toplum bilimi okulunun 19. yüzyılın sonunda hızla sönmesi olgusuyla açıklanır. Antropolojide ve öteki disiplinlerde, daha çok alan çalışmasına dayanan yeni düşünceler evrimciliğin yerini aldılar; evrimcilik antropolojik ilginin bir odağını oluşturma konumuna ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında yeniden kavuşabildi. (Harris, 1968)2
Bu, devletin kökeni ve daha sonraki gelişme evreleri sorunuyla artık hiç ilgilenilmediği anlamına gelmez. Tersine, 1900 yılından az sonra Gumplowicz’i (onun 1899 tarihli yapıtını) izleyen Alman sosyolog Oppenheimer, ünlü “fetih kuramı” (Ueberlagerungstheorie) görüşünü söz konusu soruna yanıt olarak ileri sürmüştü. (Oppenheimer, 1909). Yapıtı tarihsel bir çözümleme amacıyla yazılmış olmakla birlikte, aslında yaklaşımı bakımından evrimci bir nitelik taşıyordu. Söz konusu yapıt Engels’in görüşleriyle yakın benzerlikler gösterir. Çünkü Oppenheimer için de devlet, toplumsal eşitsizliği onaylama amacıyla düşünülmüş bir baskı aracıydı. Bununla birlikte, Oppenheimer’ın görüşüne göre, bu eşitsizlik, fetihten ve bir halkın ötekisini boyunduruk altına almasından doğmuştu. Bu boyun eğdirme, Oppenheimer’ı Engels’in görüşlerine çok yaklaştıran bir yorumla, yenilen yanın ekonomik bakımdan sömürülmesinden başka bir amaç taşımamaktaydı. (Oppenheimer, 1932) Dolayısıyla devletin temelinde fetih yatmaktaydı. Çoban topluluklar, özellikle onların örgütlenme yeteneklerini hareketlilikleriyle ve etkili vurucu güçleriyle bir araya getirenleri, daha hareketsiz tarımcıları [çiftçi toplulukları] yenilgiye uğratıp boyun eğdirebildiler. Tarımcılar, yenildikten sonra da eski yerlerinde kalarak, bağımlılık konumlarını benimseyip, topraklarını fethedip kendilerini yenenlere haraç (tribute) ödediler. Böyle bir haracı elde etme yolunda gerek duyulan örgüt devlet idi. (Oppenheimer, 1932)
Oppenheimer’ın bu görüşleri şiddetli eleştirilere uğradı. 1922 yılında Lowie, bu görüşlere karşı düşüncelerini, daha sonra bir kitapta (Lowie, 1927) topladığı birkaç makalede ortaya koydu. Söz konusu kitabında Lowie, a) fethin her zaman devletin oluşumuna yol açmadığını; b) bazı devletlerin fethin desteği olmaksızın doğup geliştiklerinin anlaşıldığını ve c) Oppenheimer’ın kuramının fetihçi halklarının fetihten önce o ya da bu türden bir tabakalaşmaya uğramış olmaları gerektiğini gösterdi. Bu noktalar Lowie’yi, fetihin devletin oluşmasından sorumlu tek düzenek olamayabileceği sonucuna götürdü. Kendisi ise “dernekleşme” (association) olgusunun, yani gönüllü olarak birlikte davranan birkaç halkın [people, topluluğun] devletin oluşmasına yol açmış olabileceği görüşünü ileri sürdü. Bir örnek olarak Plains (Ova) Kızılderililerinin “kulüp” (dernek) örgütlerini gösterdi. Bu kulüpler bizon avının örgütlendirilmesinde öncü bir rol oynadılar; av mevsimi sırasında ellerine büyük bir erk geçirdikleri görüldü. Merkezileşmiş bir erk bu tür bir dernekleşmeden doğmuş olabilirdi. Bununla birlikte Lowie bu görüşünü işleyip geliştirmiş değildir. M. G. Smith ise “siyasal değişme” olayının yalnızca “korporasyon” olarak adlandırdığı, özünde Lowie’nin dernekleşmesine benzer bir siyasal olgudan doğduğunu açıklamaya çalıştı (1974:165-204).
Yapılan tüm eleştirilere karşın, fetih kuramına birçok yazar katıldı. Thurnwald (1935) daha çok Amerika’dan elde edilmiş verilere dayanarak, bu kuramı işleyip geliştirdi. Westermann da (1952) Afrika’da devletin oluşumunu açıklamada fetih kuramını geniş çapta kullandı. Devletin gelişmesinin, bazı örneklerde, fetihten derin bir biçimde etkilendiği görüşüne karşı çıkan yok gibi; ama fetih devletin doğuşunun genel bir açıklaması olarak ele alındığında, bu kuram doyurucu olmaktan oldukça uzaktır. İç gelişmenin devletin doğmasına yol açtığı, ya da birbirine komşu halkların ilişkilerinin, devletin oluşmasıyla sonuçlandığı birçok örnek biliyoruz. (Lewis, 1966; Cohen, 1974)
Sulama sistemlerinin belirleyici olduğunu ileri sürenler
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, evrim kavramının yeniden antropolojinin ilgi odaklarından biri durumuna gelmesiyle, devletin kökenine ve gelişmesine karşı duyulan ilgi, bir kez daha öne çıktı. Evrimciler arasında kimileri, özellikle Steward (1955) toplulukların avcılık ve toplayıcılık düzeyinden devlet düzeyine gelişmelerinin evrelerini ortaya çıkarmaya çalıştı. Steward’ın, aynı kuramsal kalıba sokabilmek için verilerini zaman zaman zorlamak durumuna düştüğü görülürse de, çabalarının sonuçlarının oldukça güvenilir göründükleri söylenebilir. (Harris, 1968; Cameiro, 1973)
Ayrımladığı evreler şunlardı: 1) avcılık ve toplayıcılık, 2) başlangıç tarımı, 3) oluşma [devletin oluşması] dönemi, 4) bölgesel çiçeklenme, 5) başlangıç fetihleri, 6) karanlık çağlar ve 7) döngüsel fetihler.
Steward daha sonra, kendisinin incelemiş olduğu devletlerin tümünün çorak ya da yarı çorak bölgelerde bulunduklarını ortaya koyar (1955). Araştırmasının sonuçlarını, belki de bilinçli olarak, yalnızca bu bölgelerle sınırlı tutmuştu. Kendisinden sonra yapılan araştırmalar kuramının çok daha geniş bir ölçeğe uygulanabileceğini gösterdi. Ama Cameiro’nun belirttiği gibi (1973) böyle bir yol, çok çizgili gelişme düşüncesine eğilimli Steward’ı evrimciliğin ortak çizgili bir türüne çok yaklaştırmış olacaktı.
Böyle düşünmüş olsun olmasın, evrimci süreçte büyük sıçramalara olanak veren düzenek, Steward’ın görüşünce sulama idi. Çünkü sulama, örgüt, erk ve eşgüdümü gerektiriyordu. Büyük çaplarda insan yoğunlaşması olanağının kapılarını açtı ve sonunda, olasılıkla, devletin oluşumuna götürdü. Fetih, Steward’ın söz konusu aşamalarının en az ikisinde rol oynamışsa da, kendisi ondan nedensel bir etmen olarak söz etmiş değildi.
Sulamanın, belli bazı koşullarda (Wittfogel, 1957) devletin gelişmesine yol açtığı görüşünün en şiddetli savunucusu Wittfogel (1957) oldu. Wittfogel’in görüşüne göre, çok büyük miktarlardaki suyun kullanımının yönetimi, uygulamada, etkili bir örgütlenmeyi kaçınılmaz kıldı. Böyle bir örgüt bir kez ortaya çıkınca, işbölümü, yoğun tarım ve geniş çaplı bir işbirliği gibi karakteristik özellikler taşıyan ve içinde devletin sonunda menajerlik (iş yöneticiliği) rolünü üstleneceği bir “hidrolik ekonomi” kaçınılmaz olarak gelişti. Bütün bunların söylenip, önlemlerin alınmış olmasına karşın, hem Steward’a hem Wittfogel’a şöyle bir eleştiri yöneltilebilir: sulamanın devletin oluşumunun nedeni olduğu görüşünün nomotetik değerde (bilimsel yasa değerinde) bir nitelik taşıdığı kanıtlanamamıştır. Sulama sistemlerine sahip olmayan birçok devlet örgütü bulunduğu gibi, sulamanın hiç de devletin gelişmesine yol açmadığı örnekler de vardır. (Claessen, 1973)
Bu, sulama sistemlerinin bulunmasının ve geliştirilmesinin siyasal örgütlerin büyüyüp gelişmesine herhangi bir etkisinin bulunmadığı anlamına gelmez. Sulama sistemlerinin örgütlendirilmesinin ve denetlenmesinin, genellikle siyasal erk ile sıkı bir bağlantı içinde bulundukları görülürken (Smith, 1969; Downing ve Gibson, 1974) siyasal önderlerin sulama sistemlerine karışmalarının da, sık sık (daha önce var olan) despotik ve bürokratik eğilimlerin, menajerlik eğilimlerinin artmalarına yol açtıkları söylenebilir (Mitchell, 1973). Ama sulama sistemleri devlet sistemlerinin gelişmelerine etkileri bakımından değerlendirildiğinde, böyle bir kuram yeterli görülmemektedir. (Adams, 1966; Krader, 1975)
Nüfus baskısı savı
İçlerinde Childe ve Adams gibi arkeologların da bulunduğu kimi yazarlar, kent toplumu ile devlet örgütünün birlikte geliştiklerini ileri sürdüler. Birçok örnekte bu birlikte gelişmenin varlığını gösterebildiler. (Adams, 1966; Childe, 1950; Redfield, 1953). Bununla birlikte, kentlerin yükselişinin ne ölçüde, devletin oluşmasını ve gelişmesini adım adım izleyen, her örnekte görülen bir olgu oluşturduğu, daha araştırılmış değildir. Buna ek olarak, bir devlet örgütünün gelişmesi için toplulukların toprağa ne ölçüde yerleşmiş olmalarının gerektiği sorusu ortada durmaktadır. Ki bu soru, göçebe halklar arasında devlet sorunu ile sıkı ilişkilidir.
Fried, 1967 yılında The Evolution of Political Society (Siyasal Toplumun Evrimi) adını taşıyan çalışmasını yayımladı. Söz konusu evrimi aşağıdaki aşamalara ayırdı: 1) eşitlikçi, 2) mertebeli, 3) tabakalaşmış ve 4) devletli toplum aşamaları. Üzerinde durduğumuz tartışma bakımından, bunlardan özellikle son iki aşama önem taşımaktadır. Fried’e göre: “tabakalaşmış bir toplum, aynı cinsten ve aynı yaş grubunun statüsüne sahip üyelerinin, yaşamın sürdürülmesini sağlayan temel kaynaklara ulaşmaları yolunda, eşitliğin bulunmadığı bir toplumdur.” (1967) Devleti ise şöyle tanımlamaktadır: “toplumun erkini akrabalığın üstünde bir temel üzerine kuran kurumlar toplamı.” (1967)
Bu tanımlama, kendi görüşlerinin ana doğrultusundan, yani devletin, gerektiğinde güç kullanarak, temel kaynaklara ulaşmada eşitsizliği geliştirip sürdürmek için doğmuş olduğu yolundaki düşüncesinden biraz uzaklaşmaktadır. Böyle bir erkin gelişmediği yerde, temel kaynaklara ulaşmada eşitsizlik durumu varlığını sürdüremez. Toplumsal örgütlenişin, erk boşluğundan dolayı daha yalın biçimlerine geri dönüşün örnekleri Leach’ın (1954) Kaçin toplumlarıyla ilgili çözümlemesinde verilmiştir.
Fried’e göre (1967) bir toplumda tabakalaşma, üretim araçları üzerindeki ortak mülkiyetin yerini özel sahipliğin aldığı anda görülmektedir. Böyle bir formülleştirme, Engels’in yukarıda anılan düşüncelerine oldukça yaklaşmaktadır. Bu geçişin en önemli etmeni, Fried’in görüşüne göre, kaynaklar üzerinde artan bir nüfus baskısı olmuştur. (1967)
Gene de, nüfus artışının, toplumsal yapıda görülen değişikliklerin zorunlu ve yakın nedeni olmadığı söylenebilir. Toprak bol olduğu sürece artan nüfusun yayılması en kolay çözüm olarak görünmektedir, dolayısıyla toplumsal sistemi değiştirme yolunda büyük bir gereksinim duyulmayacaktır. (Stauder, 1972; Hamer, 1975). Ama ülke topraklarını genişletme olanakları tükenince, nüfus artışı kaynaklar üzerinde bir baskıya belki yol açabilir. Bunun bir sonucu olarak, halkın bazı grupları, geçim yolları bakımından ötekilerinden daha elverişli bir konuma ulaşabilirler ve bu durumu tabakalaşma izleyebilir. (van Bakel, 1976)
Kottak (1972) Fried’in kuramlarını, onları Doğu Afrika’nın Buganda ülkesindeki devletin gelişmesine uygulayarak sınamayı denedi. Varsayımsal denebilecek kanıtlamalarla olmakla birlikte, nüfus artışının, geçim yollarında görülen değişiklikler ve pazar ekonomisinin gelişmesi gibi etmenlerin, bir mertebe toplumundan tabakalı bir topluma ve sonunda devlete doğru gelişmesiyle nasıl el ele gittiğini gösterdi.
İleri sürdüğü düşünceler inandırıcı görünebilirse de, Fried’in varsayımı, çok daha kesin onaylayıcı kanıtların bulunmasını gerektirmektedir. (Service, 1975). 1956 gibi erken bir tarihte, Güney Afrika verilerine dayanan Schapera, nüfus artışının daha karmaşık ve daha güçlü bir siyasal sistemin ortaya çıkmasına yol açtığını ileri sürmüştü. (1956) Bu düşüncesi o tarihlerde pek ilgi görmemişti. 1968 yılında Stevenson, nüfus yoğunluğuyla toplumsal tabakalaşma derecesi arasında bir nedensellik ilişkisinin bulunduğunu göstermeye çalıştı. Aralarında açık bir bağlantının bulunduğunu gösterebilmişse de, bu bağlantının bir nedensellik ilişkisi düzeyine ulaşacak nitelikte olduğunu gösterme girişiminde başarılı olamadı.
Carneiro’nun (1970a) A Theory of the Origin of the State (Devletin Kökeni Hakkında Bir Kuram) adlı yapıtı üzerine bu konuya daha büyük bir ilgi gösterildi. Söz konusu makalesinde Carneiro da, nüfus baskısı olgusunu, devletliliğe (statehood) doğru evrimin baş itici gücü olarak gösterdi. Ne var ki Carnerio’nun kuramı [ötekilerinden] çok daha incelikliydi. Nüfus baskısını savaş ve fetih ile birlikte ele aldı ve bu etmenlerin devleti, ama ancak belli bazı özel (özgül) koşullar altında yaratabilecek düzenekler olduklarını ileri sürdü. Söz konusu koşullar ya çevresel sınırlılıklar ya da toplumsal sınırlılıklar idi. Birinci koşul, artan nüfusa sahip bir topluluğun, dağlarla, sık ormanlarla, çöllerle ya da denizlerle çevrilmiş sınırlı bir bölgede yaşadığı durumda gerçekleşmekteydi. Toplumsal sınırlılıklar ise, doğal sınırları bulunmayan bir kabilenin, öteki kabilelerle çevrilmiş olduğu, bu yüzden topraklarını genişletme olanağının bulunmadığı bir durumdu. Bu durumlarda nüfus artışı nüfus baskısına varıyordu. Böylece, belli bir süre sonra, kabile topraklarını genişletmenin tek yolunu, kaçınılmaz olarak, komşu kabilelerle savaş anlamına gelen fethin oluşturacağı bir noktaya varılıyordu. Yenilip toprakları fethedilen tarafın varlığını sürdürebilmesinin tek şansı vardı; o da fatihlere boyun eğip, ne kadar haraç istenmişse onu vermek. Bu sürecin sonunda, sınırlılıklar ortasındaki toprakların tümü, yenilgiye uğratılan halkların yaşamda kalan insanlarını uyruk konumuna sokmuş tek bir başat etnik grubun egemenliği altına girmiş olacaktır.
Böylece oluşan sistemde, savaşta yitenlerin boşluğunun yeni doğanlarla kapatılmasından sonra, nüfus artışı sorununun nasıl çözüleceği sorulabilir. Carneiro bu soruyu yanıtlamaz; boyun eğdirilenlerin eskisinden daha fazla yiyecek üretmek zorunda kalacaklarını söylemekle yetinir. (1970a) Bu olanağın bir süre için sağlanabileceği kuşkusuz.
Arkeolog Webster (1975) Carneiro’nun tüm olarak göz önüne alındığında çok sağlam görünen kuramında bazı değişiklikler önerdi. Webster hatta savaş tehdidi için bile: “mertebe toplumlarında, böyle bir tehdidin bulunmadığı durumlarda görülen sosyo-ekonomik evrim üzerindeki içsel sınırlılıkların bazılarını etkisiz kılarak, evrimci değişmeye elverişli aktif bir çevre oluşturur” (1975:467) sözleriyle dile getirdiği olguyu vurgular.
Görüşüne göre bu durum (hiç değilse bazı örneklerde) daha istikrarlı bir önderlik yoluna götürecektir. O şefin konumu daha güçlenecektir. Savaş tehdidinin bir etkisinin de, bazı küçük toprak parçalarının söz konusu şefliğin ülkesinin topraklarının içine alınması yolunda olabileceğine değinir. Şefin bu tür fethedilmiş topraklar üzerindeki hakları, karşılığında üstlenmiş bulunduğu hiçbir yükümlülükle sınırlandırılmış olmayacağından, söz konusu toprakları şef için bir tür kapital kaynağı oluşturacaktır. Bu kaynakların desteğiyle de, yönetici destekleyicilerine (ücretli askerlerine, danışmanlarına, hizmetçilerine) ödemede bulunma olanağına sahip olabilecektir. Bu aynı zamanda patron-sığıntı [koruyan-korunan] arası ilişki türlerinin doğmasına da yol açabilecektir. (Webster, 1975; Mair, 1962) Söz konusu topluluklarda menajerler grubunun konumunun güçlendirilmesi, gerçekten, devlet örgütlenmesine varacak gelişmelerin tetiğini çeken olayı oluşturabilir. (Bigelow, 1969)
Cohen de (1974) savaş ile devletin kökeni arasındaki ilişkiyi enine boyuna tartışmaktadır. Kendi deyişiyle (1974) “Savaş merkezileşmiş devletin yaratılmasına yardımcı olur” (aynı zamanda Danilova, 1968).
Nüfus baskısı savı Polgar tarafından da (1975) ileri sürülmüştür. Polgar, bazı bakımlardan Carneiro ile aynı görüşleri paylaşırsa da, nüfus baskısının ancak tabakalaşma başladıktan sonra görüldüğüne inanmaktadır. (1975): “…ekonomik ve siyasal erkin bir odakta toplanması yolunda atılan her adım, üreticileri daha fazla ‘fazla’ yaratma yönünde etkiledi; üreticiler bu zorlamaya, topraktan daha yoğun yararlanmaya başlamaları kadar, çocuklarının sayısını artırarak, yani ailelerinin emek güçlerini çoğaltarak yanıt verdi”.
Bu değerlendirmenin değerini göz ardı etmemekle birlikte, daha çok sayıda çocuğun üretim alanındaki yararlarının ancak yıllar sonra görülebileceği, o mutlu an gelene dek anababaların eskisinden daha sıkı çalışmak zorunda kalacakları unutulmamalı. Ne var ki, insanın gereksinimi olandan fazla üretmeye neredeyse doğal olduğu söylenebilecek isteksizliği (Sahlins, 1972) göz önüne alındığında, o ya da bu tür siyasal ya da dinsel bir önderlik kurumunun, bir artı üretilmesinin gerekli koşulunu oluşturduğu düşüncesi akla yatkın görünmektedir.
Nüfus büyüklüğü ile toplumsal ve siyasal örgütlenmenin karmaşıklığı arasında bir bağıntı (korelasyon) bulunduğu yolunda geniş kabul gören düşünce doğru bir görüş olarak benimsenebilirse de, Polgar’ın belirttiği gibi, söz konusu bağıntı bir nedensellik ilişkisi değildir. Onun bir nedensellik ilişkisi olup olmadığını olgularla kanıtlayabilmek için, söz konusu iki olgudan zaman bakımından hangisinin önce geldiğine (oluş sırasına) bakmak yeter. Hiç değilse bazı arkeolojik veriler, sosyoekonomik değişikliklerin nüfus artışından önce görüldüklerini göstermektedir. (Polgar, 1975; aynı zamanda Wright ve Johnson, 1975) Bu ise Bayan Beserup’un (1965) ünlü varsayımında olduğunu söylediği durumun tersidir.
Bağıntı ve nedensellik (korelasyon ve kozalite) hakkındaki bu tartışma, bazı bakımlardan, Sahlins’in (1958) Social Stratification in Polynesia (Polinezya’da Toplumsal Tabakalaşma) adlı yapıtıyla çıkardığı ateşli tartışmalara benzemektedir. Gerçekten Sahlins’in ortaya çıkardığı, yalnızca, toplumsal sistemin karmaşıklığı ile üretilen artının büyüklüğü arasında sıkı bir bağlantının varlığı idi. “Artı” (surplus) sözcüğü şiddetli tartışmalara yol açmışsa da (Orans, 1966) insanların, sık sık karşılaşılan bir olguyla, kendilerinin üretmedikleri yiyeceği yemeleri gerçeğinin örtbas edilmesi olanağı yoktur. Sahlins daha sonraki bir yapıtında, şu sözleriyle daha önceki görüşlerini az çok yeniden formülleştirmiş oldu: “antropologlar sık sık ve neredeyse mekanik bir tepkiyle, şefliğin çıkışını artı üretimine vermektedirler. Ne var ki tarihsel süreç içinde söz konusu ilişkinin hiç değilse çift yönlü olageldiği; ilkel toplumun işleyişinde ise onların düşündüğünün tersine olduğu görülür. Önderlik sürekli olarak içte tüketilen bir artı (domestic surplus) yaratır. Mertebe ve şeflik, üretici güçlerin gelişmesiyle birlikte (pari passu) gider.” (1972)
Siyasal ve ekonomik örgütlenmenin daha karmaşık türünün çift yönlü bir etkileşim durumu ile geliştiği düşüncesi, pragmatik olarak çekici görünmektedir. Böyle bir görüş belli ve en önemli bir ilk harekete geçirici aranmasını gereksiz kılacaktır.
Materyalist açıklamalardan yukarıdakilerden de fazla uzaklaşan görüşler, “statü rekabeti” kavramını toplumsal sistemin evriminin gerisindeki itici gücü sağlayan motor olarak gören Goldman (1970) tarafından ileri sürülmüş düşüncelerde bulunmaktadır. Kendilerine statü yüklenmiş ya da kendileri statü elde etmiş kimseler arasındaki çatışmalar, Goldman’a göre, yavaş yavaş daha karmaşık toplum biçimlerinin doğup gelişmesine yol açarlar. Ne yazık ki kendisi bu gelişmenin gerçeklik alanında da görüldüğünü gösterecek yeterli kanıtlar getirebilmiş değildir. (Claessen, 1974)
Çatışma kuramlarına karşı görüşler
Geride, tartışılacak bir yeni kuram daha kaldı. Söz konusu kuram, Service (1915) tarafından Origins of the State and Civilization (Devletin ve Uygarlığın Kökenleri) adlı yapıtında öne sürüldü. Sunuş niteliğindeki birkaç bölümden sonra Service, birkaç örnekolay çalışması vermekte ve kitabını iki sonuç bölümü ile sonuçlandırmaktadır. Sonuç niteliğindeki bölümlerin biri “negatif” ötekisi “pozitif” başlığını taşımaktadır. Düşünceleri özünde, ekonomik eşitsizliğin siyasal erk yapılarının gelişmesinin asal öğesini oluşturduğu yolundaki kuramın zıddıdır. (1975) Service, siyasal önderliğin, başlangıçta, ekonomik farklılıklarla değil kişisel niteliklerle ilişkili olduğu olgusuna dikkati çeker. (Ecsedy, 1972)
Bu tür önderlerin ortaya çıkışına, genellikle, karşılıklılığa dayanan ve yeniden üleştirici eylemlerin gelişmesi eşlik eder. (Service, 1975; Van Baal, 1975) Service daha sonra şunları ekler: Önderin konumu, işini iyi ve adaletli yapmasıyla güçlenir (vurgulama bizim). Bununla birlikte bu tür “karizmatik konumlar” nasıl olup da “memurluk makamları” durumuna dönüştürülebilmişlerdir sorusunda asıl sorunla karşı karşıya kalırız. Kalıtsallığın [görevlerin babadan oğula geçme geleneğinin] doğup geliştiği yerde, bu soruna bir çözüm bulunmuş demektir. Çünkü bu yolla eşitsizlik kurumsallaştırılmış olur. Söz konusu toplulukların karakterleri görece barışçı, teokratik bir yönetim biçimi olarak nitelenebilecek duruma gelir gelmez, Service onların “şeflik” olarak adlandırılabileceklerini söylemektedir. Güç kullanarak ya da [kaba] güce başvurma tehdidi ile desteklenen “laik yaptırımlar” (dinsel olmayan yaptırımlar) gelişen yerde, devlet boy gösterir. Service, söz konusu laik yaptırımların toplumda kendisini ilk gösterdiği alanın, lese-majeste (egemene karşı işlenen suçlar) olduğunu ileri sürer (1975). Carneiro’nun “sınırlılıklar” kuramında değişiklik yaparak, geçmişte belki savaştan da önemli olan şeyin (1975:229): “öteki seçeneklerden daha ağır bastığı apaçık anlaşılan bir durumla, toplumun bir parçasını oluşturmanın sağlayacağı yararlar” olduğu gerçeğine değinir. Bu, gerçekte, işini “iyi ve adaletli” yapan şef ile ilgili yukarıda anılan düşüncelerin daha bir incelikle işlenmesidir, Sunulan bu görece barışçı görünüm, Service’in, erken devletlerde aşağı kastların ağır yaşam koşullarının, madalyonun öteki yüzünü oluşturduğunu vurgulamasıyla, bir dereceye dek düzeltilmektedir. (1975)
Service’in görüşleri, gerçekten, devletin çatışmadan çıktığı kuramından oldukça uzaklaşmış görünmektedir. Dolayısıyla, kendisinin bu kurama karşı ileri sürdüğü görüşlerinin bazılarını sıralamak ilginç olacak. Service, her şeyden önce, bilinen erken devletlerde ya da geç şefliklerde önemli miktarlarda özel alışveriş etkinliklerinde bulunan tacirler grubunun bulunup bulunmadığını ortaya koyacak verilerin bulunmadığına değinir. (1975:283). Daha sonra, genellikle savunulan bir görüş olan “ekonomik tabakalaşma” (temel kaynaklara ulaşmada eşitsizlik) kavramını ele alıp tartışır; en azından bir ekonomik eşitsizliğin bulunması olasılığını kabul etmekle birlikte, aşağı durumdaki grupların sömürüldükleri düşüncesini şiddetle reddeder. Ne var ki, Terray’ın (1975) yaptığı gibi, kullanılan sömürü kavramına [da] bağlı olarak soy bağına dayalı toplumlarda bile sömürünün varlığını göstermek olanaklıdır. Çatışma kuramına karşı ileri sürdüğü son bir kanıt olarak Service, erken devletlerde sınıf çatışmalarının bulunduğunu gösteren kanıtların bulunmadığını söylemektedir.
Özet
Yukarıda tartışılan kuramlar, çok kaba çizgileriyle, iki kategoriye ayrılabilir; bunlar: 1) devleti “toplumsal eşitsizlik” olgusuna dayandıran kuramlar ve 2) devleti, o ya da bu tür bir “toplum sözleşmesi” olayına dayandıranlardır. Bu kategorilerin mutlaka birbirlerini dışlamaları gerekmemekle birlikte, onları nitelikçe farklı kategoriler olarak görebiliriz.
Daha açık ve somut belirtmek gerekirse, Engels’in ve Fried’in görüşleri, açıkça, devletin, toplumsal eşitsizlik durumunun sürdürülmesine yarayan bir örgüt olarak geliştiği görüşü çerçevesinde toplanan kategoriye girmekte: bu alanda da, eşitsizliğin ekonomik yönüne ağırlık verilmektedir. Fried ve Kottak kadar Engels ve izleyicileri (örneğin Hindess ve Hirst, Terray) kendi bakış açılarını desteklemek için birçok kanıt ileri sürmüş bulunmaktadırlar. Steward, Wittfogel, Goldman da bu sava katılan yazarlar içinde sayılabilirler. Ama bu kimselerin görüşlerinde [ekonomik yönden çok] ekolojik ve örgütsel özellikler üzerinde durulmaktadır.
Engels’den Goldman’a, devlet daha çok içsel gelişmelerin bir ürünü olarak görülmüşken, gene [devleti eşitsizliğe dayandıran] birinci kategoriye giren öteki yazarlar, devletin dış etmenlerden doğduğunu kabul eden kuramlar ileri sürmüşlerdir. Örneğin Oppenheimer, Thurmvald ve daha sonra Carneiro, fetihin ve savaşın bir halkın ötekisini boyun eğdirmesine ve sömürmesine yol açtığı; bunun, var olan eşitsizlik durumunu sürdürerek devlet örgütünü doğurduğu savında bulunmuşlardır. Fethin ve savaşın baş nedeni olarak Carneiro, nüfus artışından ve kaynaklar üzerinde, nüfusun bunu izleyen baskısından söz etmiştir.
İkinci [devleti sözleşmeye dayandıran] kategoriye giren kuramlar, özellikle Lowie’nin ve Service’in kuramlarıyla temsil edilirler. Bu yazarlar, eşitsizlik ve sömürü gibi etmenlerin varlığını yadsımamakla birlikte, devletin, işbirliğinden ve etkili merkezi yönetimden yararlar elde eden bir halkın ya da toplumsal grubun oluşturduğu yararlı ya da kullanışlı bir dernek olarak doğup geliştiğine inanmaktadırlar.
VARSAYIMLAR
En yalın terimlerle her devlet, belli başlı üç tamamlayıcı parçadan: önce bir miktar insandan, sonra, sınırları belirlenmiş belli bir toprak parçasından (ülkeden) ve belli bir yönetim (hükümet) biçiminden oluşan bir örgüt olarak görülebilir. Böyle bir karakter saptama işlemi doğru görünebilirse de, devletsiz toplumları da dışarıda bırakmaksızın herhangi bir topluluk için geçerli göründüğü için, kullanışlı olamayacak kadar geniş kapsamlı bir nitelemedir. (Mair, 1962) Dolayısıyla, devleti oluşturan etmenlerin bundan daha özgül (spesifik) olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Devletin daha ince işlenmesi gereken ilk tamamlayıcı parçası bir miktar insan öğesidir. Devletin varlığı için gerekli en az insan sayısı hakkında kaba bir tahminde bulunmanın bile olanağı yoktur. Birdsell (1973) bir insan grubunun 500 kişiyi aşar aşmaz, yüz yüze ilişki temeline dayanan bir yönetim olanağının artık yürümeyeceğini ve o ya da bu türden bir örgütün gerekeceğini, yoksa topluluğun bölünmeye uğrayacağını göstermiş bulunmaktadır. Ancak bundan giderek bir erken devlet için gerekli en az insan sayısını çıkarmak bugün için olanaklı görünmemektedir. (Adams, 1975)
Ülke kavramını tartışan Nadel (1942) bir devlette yurttaşlığın “bir toprak parçası (ülke) üzerinde oturma ya da doğuştan hak sahibi olma” durumuna göre belirlendiğine işaret eder. Erken devletlerde ülke kavramının çokça bulanık olduğu, her şeyden önce ve her şeyden önemli olarak, belli bir insan topluluğu ile onun üzerinde yaşadığı toprak parçası arasındaki ilişkiyi kapsadığı anlaşılıyor. Burada, erken devletlerin çoğunda, belli bir toprak parçası (ülke) üzerinde yönetimin, onun üzerinde yaşayan insanlar üzerinde yönetimle yakın ilişkili olduğu belirtilebilir. (örneğin Skinner, 1964; Beattie, 1971; Trouwborst, 1973) Öte yandan, Sahlins’in (1968) belirttiği gibi: “devlet ve onun altbölümleri, ülkeler olarak, yani kamu yetkililerinin yönetimleri altında belli toprak varlıkları olarak örgütlenirler.” Böylece “ülke” kavramının, üzerinde insanların yaşadığı bir toprak parçasından öte bir anlama geldiği görülmektedir. Dolayısıyla, devletin tamamlayıcı parçalarından ülke öğesine bir eklemede bulunmak gerekmektedir: erken devletin egemenlik alanını, ya söz konusu toprak parçası üzerinde oturacak bir yeri bulunan, ya da devletin toprağında doğmuş olan kimseler üzerine yaydığını belirtmek gerek.
Hükümet (yönetim) erkinin bileşenleri
Devletin hükümet (yönetim) öğesi hakkında Nadel, söz konusu yönetimin, merkezileşmiş, hukuku ve düzeni sürdüren ve yurttaşlarının bağımsız eylemlerde bulunmalarına olanak tanımayan bir nitelikte olması gerektiğini söyler. (1942) Krader’in (1968) ve Claessen’in (1970) çözümlemeleri de aynı yöndedir; yani, tüm örnekler, egemenden, danışmanlarından, bakanlardan vd. tarafından oluşan bir yönetsel çekirdeğin varlığını göstermektedir. Buna ek olarak, bu iki yazarın inceledikleri devletlerde, en azından hukukun ve düzenin sürdürüldüğü yolunda bir görüntü verme durumu vardır. Bu, hiç değilse kuramda, egemenin ya da merkezi yönetimin, kurallar koyma, yasalar yapma ya da kararnameler çıkarma ve aldığı kararları dayatma erkinin bulunduğu; bunlara bir bütün olarak ülke halkı tarafından uyulması gerektiği; uymayanların (itaatsizliğin) ise cezalandırıldığı anlamına gelir. (Radcliffe-Brown, 1940; Weber. 1964; Cohen, 1970; Service, 1971)
Devlet örgütünün anahtar niteliğindeki özelliklerinden ve işlevlerinden biri olarak hükümet, iki ana öğeye ayrılabilir: erk (parti-politikasıyla ilgili yönleri) ve kamu yönetimi. (M. G. Smith, 1956, 1960)
Erkten başlarsak, bunun, ilkece, bir başka kimsenin davranış seçeneklerini kesin bir biçimde etkileme gücü olduğu görülür. Buna ahlaksal ikna, tehditler, fizik güç, “o ya da bu türden enerji kaynaklarından, enerji biçimlerinden biri üzerinde” denetim gibi çeşitli yollarla ulaşılabilir (Adams, 1975) ya da doğrudan doğruya öteki kimselere, merkezi yetkenin (otoritenin) isteklerinin veya yasalarının, o kimsenin üyesi olduğu toplumun norm ve değerlerine uygun, onlarla uyum içinde oldukları duygu ve düşüncesinin verilmesiyle varılabilir.
Bu görüşe göre erk (power) pek çok yüzü olan, kaba güç kullanmaktan, erk konumunda (iktidarda) bulunanların istekleriyle coşkulu, duygusal bir uygunluk yaratmaya dek uzanan, geniş kapsamlı bir kavramdır. Bu, bir uçta “güç” öteki uçta “yetke” bulunan bir continuum (dizi) şekli ile gösterilebilir. Swartz ve ötekiler (1966) erki, “zorlayıcı” (coercive) ve uylaşımsal (consensual) tiplere ayırmışlardır. Bu terimlerin yerine, yukarıdaki görüşte belirtilen “güç” ve “yetke” de kullanılabilir. Swartz’ın sonraki bir çalışmasında (1968) gene bir dizi, ama bu kez kutupları “zorlama” ve “yasallık” (meşruiyet) kavramlarının oluşturduğu bir dizi kullanıldığını görmek ilginç. Swartz bir hükümetin “yasallık derecesi” dediği şeyden söz etmekten hoşlanır; bununla, her bir hükümetin, yasaların ve buyrukların kabul edilebilir nitelikte olduklarına, herkesin her zaman inanmayabileceği gerçeğinden doğan soruna, bir yolunu bulup, bir çözüm bulmak zorunda olduğunu söylemek ister. Gerçekten, herkesin her zaman böyle bir inanca sahip olduğu durumlar genel değil enderdir. (Wertheim, 1971)
Bu yasallık inancı, genellikle ideolojik inanç ve ikna üzerine dayandırılır. Devletin erki genellikle, nüfusun çoğunluğu tarafından tanınıp kabullenilirse de, devletin yöneticileri ona ideolojik bir destek sağlama işini örgütlendirme zorunda kalacaklardır ve onu [uygulamada] genellikle kendi amaçları yönünde oynayarak kullanacaklardır. Öyle ki, bir hükümetin, “yurttaşlarının” [hükümet iradesinden] bağımsız eylemini” önlemeye çalışacağı açık bir gerçektir. Bir hükümetin erkini sürdüremez duruma düştüğü zaman ve ayrılıkçı eğilimlerin cirit atma olanağı bulduğu yerde, artık gerçek bir merkezi hükümetin dolayısıyla gerçek bir devletin varlığından söz edilemez. Bu bakış açısının bir uzantısı da, bir devletin hükümetinin bağımsız konumda olmasının zorunluluğu sonucuna varır. Bununla birlikte, bazı örneklerde, bağımsız oldukları besbelli bazı erken devletlerin, öteki devletlerin egemenlerine, törensel nitelikte bir bağımlılık (tribute) gösterdikleri görülür. Bu yükümlülük, söz konusu erken devletin iç ya da dış işlerine karışılmasına yol açmadıkça, o devletleri bağımsız saymamak için ortada bir neden yoktur. Dolayısıyla bir devlet “de facto” (fiilen) bağımsızsa, bağımsız sayılacaktır. Bu, devletin aynı zamanda, kendi birlik ve bütünlüğünü dıştan gelecek tehditlere karşı savunmak zorunda olacağı anlamına gelir.
Kamu yönetimi (administration) devlet işlerinin yönetilmesi işlemidir; ya da bir devletin hükümetinin, bu işleri yürüten yürütme aygıtıdır. Kamu yönetimi aygıtı, genellikle; en yüksek memurların başkentte (ya da [başkent yoksa] hükümet merkezinde) yoğunlaştıkları memurlar hiyerarşisi biçimini alır. İdeal durumda bu aygıt, karar alıcıların amaçlarına hizmet eder. Bununla birlikte, bazı koşullarda onun devlet içinde az çok bağımsız bir erk ele geçirmesi olanağı vardır.
Toplumsal tabakalaşma
Devletin karakterinin, kısaca, en az iki ana toplumsal gruba bölünmüş bir toplumda toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi amacıyla tasarımlanan bir örgüt olarak ortaya konabileceği gerçeği göz önüne alınarak, toplumsal tabakalaşma olgusunun tartışılması bu bağlam içine düşse gerek. (Sahlins. 1968; Maquet, 1961; Fried, 1967; Holy ve Stuchlik. 1968; Tuden ve Plotnicov, 1970; Plotnicov ve Tuden, 1970; Claessen, 1970; Smith, 1974; Service, 1974) Genel olarak söylendikte, toplumsal tabakalaşma, belli bir insan topluluğunun, mülkiyete, statüye ve erke veya hem statüye hem erke, dayanan, karşılıklı bir hiyerarşik düzen** gösteren, farklı, oldukça geniş ve az çok değişmeyen (istikrarlı) kategorilere bölündüğü anlamına gelir. (Sahlins, 1968)3 Smith (1974) tabakalaşmayı “yansız” dediği bir tutumla “çeşitli üstünlük konumlarına ulaşmanın (kurumsallaşmış biçimde) sınırlandırılması” olarak görür ve onun “temelde siyasal nitelikli olup sonuçta güce dayandığı” görüşünü ileri sürerse de, toplumda üretim araçlarını ele geçirmede “eşitsiz fırsat” (unequal access) çoğu bilgine asıl tabakalaştırıcı etmen olarak görünür. Böyle gören bilginlerden kimilerine göre bu yön öylesine büyük bir önem taşımaktadır ki, bu kimseler onu devletin ortaya çıkmasının belirleyici ön gereği sayarlar. Söz konusu bilginler, Engels’i (1964:189) izleyerek, devletin daha çok bu eşitsizliğin sürdürülmesi için var olduğu savını sürdürürler (Nadel, 1942; Fried, 1967) Hindess ve Hirst, (1975) bir yayınlarında (ekonomik eşitsizliğe dayanan) karşılıklı olarak birbirlerine hasım sınıfların varlığını savlarının mihenk taşı yaparak, bu görüşü ısrarla yinelemektedirler. Öyle ki, devletin karakteristik özelliklerinden birinin ve belki de en önemlisinin, sınıfların varlığı olduğu görüşüne karşı çıkan yok gibidir. Bununla birlikte her yazar “tabakalaşmış toplum” sözünden aynı şeyi anlamamaktadır:
“Aynı cinsten ve aynı yaş grubunun statüsüne sahip üyelerinin, yaşamın sürdürülmesini sağlayan temel kaynaklara ulaşmaları yolunda eşitliğin bulunmadığı… tabakalaşmış bir toplum” (Fried.1967) ve “… zorlayıcı aygıtların, bir işçiler sınıfı ile işçi olmayanların oluşturduğu bir sınıf arasındaki sömürücü üretim ilişkilerinin sürdürülmesi için örgütlendirilip eşgüdüm içine sokulduğu” (Hindess ve Hirst, 1975) bir tabakalı toplum kavramı arasında açık bir fark bulunmaktadır.
Yukarıdaki iki alıntıda, toplumun evriminde görülen iki farklı ve birbirinden oldukça uzak aşamadan söz edilmektedir. Bunlardan birinden ötekisine geçiş, oldukça uzun bir zaman alabilir.
Söz konusu farklılığın önemi, sınıf ayrımının daha kesin bir biçim almayıp “dolaşıma bir sınıfın ya da tabakanın öteki toplumsal tabakalar üzerindeki siyasal erkinin” daha tam olarak yerleşmediği bir evreyi temsil eden örgütler için “barbar krallıkları” terimini sokan Sovyet ortaçağcısı Neyusikin (1898-1969) tarafından açık bir biçimde kabul edilmişti. (Neyusikin, 1967; aynı zamanda 1974) Başlangıç evresinde sınıf toplumunun devlet ile aynı şey olmayıp, aralarında uzun bir evrim dönemi bulunduğu gibi bir görüş ise, Hazanov tarafından dile getirilmiştir. Bu bilgin, başlangıç evresinde sınıf toplumundan devlete geçişte, kaçınılmaz olarak, devletin kurumlarının yavaş yavaş evrim gösterip oluştuğu uzun bir “sınıf oluşumu dönemi” dediği şeyin yaşanmasının gerekeceğini enine boyuna tartışmaktadır. (1971, 1972, 1974, 1975; aynı zamanda Teiray, 1975)
Bu görüşler, altında “barbar krallıkları”, “Afrika krallıkları” vb. kavramların toplanabileceği “gosudarstevennoe obrazovanie” yani “devlete benzer formasyon” (devlet benzeri formasyon) terimini sunmuş olan bir grup Sovyet bilgininin son zamanlardaki yayınlarıyla alttan alta desteklenmiş oldu. (Tomanovskaya, 1973) Ol’derogge, Engels’in devleti “sınıf üstünlüğü örgütü” olarak tanımlanmasına dayanarak, devlet teriminin birçok Afrika örneği için kullanılamayacağını ileri sürdü. (Ol’derogge, 1970; Tomanovskaya, 1973) Ancak “devlet benzeri formasyon” teriminin de geçici bir çözüm sunduğu ortada; ayrıca onun fazla sakıntılı (ihtiyatlı) bir kavramlaştırma olduğu söylenebilir.
‘Erken devlet’ ve karakteristik özellikleri
Birçok bilginin devlet olan ile devlet olmayanı birbirinden ayıran çizgiyi çekmekte oldukça büyük bir güçlükle karşılaşmış olmalarının nedeni, söz konusu biçim değiştirmenin, birdenbire görülen ve mekanik bir oluşum değil; tersine son derece uzun bir süreç oluşturduğu gerçeğini kavrayamamalarının ürünüdür. Söz konusu sürecin karakteristik özelliği, “erken devlet” (early state), denmesini önerdiğimiz farklı bir sosyo-politik örgütün gelişmesidir.
Erken devletin, üzerinde yapacağımız inceleme süresinde kullanılabilecek “geçici çalışma tanımı” (working definition) olarak şöyle bir öneride bulunulabilir. “Erken devlet, yöneticiler ve yönetilenler olmak üzere iki yeni yetme toplumsal sınıfa bölünmüş bir toplumda, toplumsal ilişkileri düzenleyen örgüttür.”
Bundan önceki paragraflarda yapılan tartışmalardan, erken devletin aşağıdaki karakteristik özellikleri çıkarılabilir:
1) Toplumsal kategorileşmenin oluşmasına, tabakalaşmaya ve uzmanlaşmaya elverecek yeterli sayıda insan vardır.
2) Yurttaşlık, söz konusu ülke içinde oturmayla (ikametle) ya da o ülkede doğmayla belirlenir.
3) Hükümet [aygıtı] merkezileşmiştir ve hukuku ve düzeni, hem yetke hem de güç ya da güce başvurma tehdidi kullanarak sürdürmek için gerekli egemen erke sahiptir.
4) Hiç değilse “de facto” (fiilen) bağımsızdır ve hükümet, ayrılma eğilimlerini (bölünmeyi) engelleyecek yeterli erke ve bütünlüğünü dış tehditlere karşı savunma gücüne (kapasitesine) sahiptir.
5) Verimlilik (üretici güçlerin gelişkinlik düzeyi) devlet örgütünün sürdürülmesi için kullanılan düzenli bir artı sağlayabilecek bir noktaya ulaşmıştır.
6) Nüfusu, yeni yetme toplumsal sınıfların (yöneticilerin ve yönetilenlerin) varlıklarının ayırt edilebilmesine olanak verecek derecede toplumsal tabakalaşma gösterir.
7) Yönetici tabakanın (yöneticilerin) yasallıklarını (meşruiyetlerini) dayandırdıkları ortak bir ideoloji bulunur.
Bu, yukarıdaki karakteristik özelliklerin her birinin, erken devletin gelişmesinde nedensel bir rol oynamış bulunmalarının gerektiği anlamına gelmez. Tersine, bunlardan bazılarının devlete doğru evrimin [nedeni değil] sonucu olarak gelişmiş olmaları hiç de olanaksız değildir.
Artık, bir yönetim biçiminin, “roller arasında karşılıklı ilişkiler takımını etkileyen en geniş ölçekli yetke ilişkileri sisteminin” (Cohen, 1970) yukarıda ana çizgileriyle verilen karakteristik özelliklere sahip olduğunun söylenebildiği yerde, erken devlet aşamasına ulaşılmış demektir. Bu önerme, erken devletin, mutlaka, terime Fried’in (1967) kullandığı anlamda eski çağlara ait (pristine) olmasının gerekmediği düşüncesini içinde taşır. Bundan aynı zamanda, bir toplumun erken devlet aşamasına birkaç kere ulaşabileceği anlamı da çıkarılabilir. Somut devletin gelişmesiyle ilgili çözümlemeler, gerçekten, bazı toplumların, bir merkezileşme dönemini bir çözülme döneminin izlediği dalgalanmalarla, devlet düzeyine birkaç kez ulaştıklarını açıkça göstermiştir. (Mısır ve Çin bu durumun iyi bilinen örnekleridir; aynı zamanda Steward, 1955 ve Service, 1975) Ayrıca, buluşlar, teknoloji, örgütsel ilerlemeler (yeni düşünceler) ile şeflik düzeyinden devlet örgütüne doğru gelişme arasındaki ilişki hakkında, daha bir üst düzeyde olmak üzere Adams (1975) tarafından tartışılan eski evrimci sorun vardır. Adams, şeflik düzeyinden devlete doğru gelişme olanağı kadar, devletten şefliğe bunun tersine bir gelişme olanağının bulunduğu noktası üzerinde önemle durur. Bu diyalektik “ileri geri” harekette, Adams, daha çok yapısal ve sayısal (kanlitatif) ölçütleri kullandığı için, ne yazık ki, şeflik ile devlet arasında asal önem taşıyan niteliksel (kalitatif) farklılıkları gözden kaçırmış görünüyor.
Bu bağlamda, şefliğin de inceleme sırasında kullanılabilecek bir geçici çalışma tanımının yapılmasının yersiz düşmeyeceği söylenebilir. Service’in tanımını (1975) hareket noktası alarak, böyle bir tanım şöyle formülleştirilebilir: “Şeflikler, merkezi bir hükümetle, aristokratik bir ethos (değerler takımı) ile kalıtsal hiyerarşik statü düzenlemelerine sahip olan; ama güce başvurarak bastırma yolunda resmi, hukuksal araçlara sahip bulunmayan ve bölünmeyi önleme yeteneği olmayan sosyo-politik örgütlerdir.”
Bu örgütler, hemen her yerde, bir şef-rahip çevresinde toplanmış dinsel topluluk biçimini alan yetkeye boyun eğildiği teokratik bir nitelik taşıyor görünürler (aristokratik ethos için Goldman, 1970). Şeflikler, “büyük adamlar” ya da onlara benzer önderler tarafından yürütülen daha yalın siyasal örgüt türlerinden çok daha gelişmiş düzeydedirler.
Erken devlet tipleri
Erken devlet düzeyine ulaşmak başka şeydir, devletin olgun biçimi, gelişme evresini her bakımdan tamamlamış “ergin devlet” bambaşka bir şeydir. Bu iki aşama arasında, onları birbirinden ayıran, çoğu zaman uzun süren ve karmaşık olan bir evrim süreci vardır. Dolayısıyla, erken devlet olarak sınıflandırılabilecek çeşitli toplumlar, birbirlerinden, karmaşıklığın derecesi, ülke topraklarının genişliği, nüfusun büyüklüğü ve merkezi hükümetin elinde bulunan erkin derecesi bakımından önemli farklılıklar gösterebilir. Birçok bilgin, yöntemsel yaklaşımlardaki farklılıklara karşın bu noktaya değinmiş bulunuyor. (Gluckman. 1965; Claessen, 1970; Goldman. 1970; Cameiro. 1970b) Öyleyse, gene çalışma sırası geçici varsayımlar olarak, erken devletin üç tipini ayrımlamak yararlı olabilir. Bunlar:
1) emekleme evresinde (inchoate) erken devlet,
2) tipik (typical) erken devlet,
3) geçiş evresinde (transitional) erken devlettir.
Aşağıdaki ölçütler, bu üç tipin birbirinden ayırt edilmesine yardımcı olabilir. Bunlar, yukarıda tanımlanan erken devletin, yukarıda verilen yedi (varsayımsal) karakteristik özelliğinin daha bir belirgin kılınmalarının ürünüdür.
Emekleme evresinde erken devlet, akrabalık, aile ve topluluk (cemaat) bağlarının hâlâ siyasal alandaki ilişkilere hükmettikleri; tam zamanlı uzmanların ender bulunduğu; vergilendirme sistemlerinin ilkel olmaktan öteye geçemeyip. “ad hoc” [geçici amaçlarla bir kerelik] vergilendirmelerle sık sık karşılaşıldığı ve toplumsal farklılıkların karşılıklılık ilkesinden ve yönetenlerle yönetilenler arasındaki yakın ilişkilerden dolayı birbirlerini dengeleyen bir nitelik taşıdıkları yerlerde bulunur.
Tipik erken devlet, akrabalık bağlarının karşısında, onu dengeleyen [o ülkede doğmuş olmaktan, onun üzerinde yaşamaktan kaynaklanan] toprak bağlarının (teritoryal bağların) bulunduğu; makamların kalıtsal olarak [babadan oğula] geçmesi ilkesinin, bir göreve yarışmayla ve atamayla getirilme yöntemleriyle dengelendiği; [yöneticilere] akraba olmayan memurların ve unvan sahiplerinin hükümet yönetiminde önemli bir rol oynamaya başladıkları ve yeniden bölüştürme ve karşılıklılık bağlarının toplumsal tabakalar arası ilişkilerde hâlâ ağır bastıkları yerlerde bulunur.
Geçiş evresinde erken devlet ise, kamu yönetimi aygıtında atanmış memurların ağır bastıkları; hükümette akrabalık kanalıyla yapılan etkilerin hükümetin ancak önemli olmayan (marjinal) yönünü oluşturduğu ve üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin doğuşunun, bir pazar ekonomisinin ve birbirine açıkça hasım sınıfların ortaya çıkışının ön gereklerinin bulunduğu yerlerde görülür. Bu tip, ergin devletin gelişmesinin ön koşullarını da içinde barındırmaktadır.
Sorular
Yanıtlanması gereken, asal önem taşıyan sorular ise şunlardır:
1) Erken devletlerin genel karakteristik özellikleri nelerdir? Yukarıda ileri sürülen yedi karakteristik özellik ne ölçüde kullanışlıdır?
2) Erken devletin en kısa tanımı nedir?
3) Erken devlet hangi tiplere ayrılabilir ve bunların ayırt edici özellikleri nelerdir? Erken devletin, emekleme evresinde, tipik evrede ve [ergin devlete] geçiş evresinde erken devletler olarak üç tipe ayrılması, kullanışlı, yararlı bir ayrım mıdır?
4) Devlet oluşumunun izlediği en olası gelişme süreci neydi? Ve bu, yukarıda ortaya konan birbirinin zıddı iki kavram kategorisinden hangisine ne ölçüde uygundur?
Kuramlar hakkında karşımıza çıkan sorular özetle şöyle sıralanabilir:
1) Devletin evriminde toplumsal sınıfların varlığı ve rolü hakkında neler söylenebilir?
2) Asyatik üretim biçiminin karakteristik özelliklerini erken devletin tümüne ya da yalnızca bazılarına yükleme olanağı var mıdır?
3) Erken devletin doğuşunda ve doğuşunu izleyen gelişmelerde fethin rolü ne oldu? (bu soru hem fethedenin hem de fethedilenin daha önce bir devlet örgütüne sahip olmadıkları bir durum varsayımına göre yanıtlandırılmalı)
4) Erken devletin evriminde savaşın ve öteki dış çatışma türlerinin rolü ne oldu?
5) Nüfus artışının veya nüfus baskısının ya da her iki etmenin birlikte, erken devletin gelişmesi üzerindeki etkisi ne oldu?
6) Ticaretin ve pazarların gelişmesiyle erken devletin ortaya çıkışı arasında ne tür bir bağıntı bulunmaktadır?
7) Erken devlette iç çatışmaları çözmenin yöntemleri nelerdi?
8) Erken devletin gelişmesiyle, kentlerin ve kentsel yaşamın yükselişi arasında ne tür bir bağıntı vardı?
DİPNOTLAR
1) Toplum üzerine yazılmış en eski Budist kitaplarda, toprak üzerinde özel sahipliğin, toplumsal eşitsizliğe ve hukuku ve düzeni sürdürecek bir örgütlenme gereğine yol açtığına değinildiğini görmek ilginç (Rhys Davids, 1965, IV:77-94). Aynı şey ilk İslam yazıları için de söylenebilir.
2) Lenin’in bir devlet kuramı geliştirmek (1917) yolundaki devrimci girişimi, büyük ölçüde Engels’in Der Ursprung (“Köken”) adlı yapıtına [Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı yapıta] ve Mant’ın bazı yapıtlarına dayandırılmıştır.
3) Fallers (1973:3-29) “toplumsal tabakalaşma” teriminin tümüyle bir yana bırakılıp yerine çok yönlü “eşitsizlik” kavramının alınmasını önerdi; böylece “tabaka” ve “sınıf indirgemelerinden kaçınılabileceğini ileri sürdü.
BAŞVURU KAYNAKLARI
– Adams, Richard N. (1975), Energy and structure: a theory of social power, Austin: University of Texas Press.
– Adams, Robert McC. (1966), The evolution of urban society. Chicago: Aldine.
– Baal, J. van (1975), Reciprocity and the position of women, Assen: Van Gorcum.
– Bück, Lucien (1976), Zam Enlstehen einer KlassengeseUschafi. Textkritische Untersuchung zu ethnologischen Studien in den Werken von Karl Marx und Friedrich Engels. Berlin: Basılmamış tez elyazması.
– Bakel, M. A. van (1976), Bevolkingsdruk en culturele evolutie [Nüfus baskısı ve kültürel evrim]. Elyazması, Leiden.
– Beattie, John (1971), The Nyoro State. Oxford: Clarendon.
– Bigelow, R. (1969), The dawn warriors. Boston: Littie, Brown.
– Birdsell, Joseph B. (1973), ‘A basic demographic unit’, Current Anthropology 14 s.337-356.
– Blackburn, R., ed, (1972), Ideology in social Science: Readings in social theory. London: Fontana Books.
– Boserup, Ester (1965), The conditions of agricultural growth. Chicago: Aldine.
– Cameiro. Robert L. (1970a), ‘A theory of the origin of the State’, Science 169:733-738.
(1970b), ‘Scale analysis, evolutionary sequences, and the rating of cultures’, A handhook of method in cultural anthropology, ed. R, Naroll ve Ronald Cohen içinde, s.834-871. New York: NatUral History Press
(1973), ‘The four faces of evolution’, Handbook of social and cultural anthropology, ed. J. J. Honigınann içinde, s.89-110. Chicago: Rand McNally.
– Childe, V. Gordon (1950), ‘The urban revolution’, Town Plaming Review 21: s.3-17.
– Claessen, Henri J.M. (1970), Van vorsten en volken. [Prensler ve halklar hakkında]. Amsterdam: Joko.
(1973), ‘Despotism and irrigation, Bijdragen tot de Taal-, Land- en Volkenkunde 129 içinde, s.70-85.
(1974), ‘Review of: I. Goldman, Ancient Polynesian society’, Bijdragen lot de Taal-, Land- en Volkenkunde 130 içinde s.180-184.
– Cohen, Ronald (1970), ‘The political system’, A handbook of melhod in cultural anthropology, ed. Raöul Naroll ve Ronald Cohen içinde. s.484-499. New York: Natural History Press.
(1974). The evolution of hierarchical institutions: a case study from Biu. Nigeria’, Savanna 3 s.153-174.
– Danilova, Ludmila V. (1968), ‘Diskussionnyeprobleınyteörii dokapitalisticheskikh obshchestv’ [Prekapitalist toplumlar kuramında tartışılan sorunlar] Prohiemy istorii dokapiialişticheskh âhshclıesiv ed. L.V. Danilova. cilt I. Moskova: Nauka. Aynı zamanda ‘Controveısial problems of the theory of precapitalist societies’, Soviet Anthropology and Archaeology 9 içinde yayımlandı, s.269-328(1972).
– Downing, Th. E. ve Gibson, McGuire, ed. (1974), Irrigation’s impaci on society. Tucson: University of Arizona Press.
– Ecsedy, Cs. (1972). ‘Some questions on the political evolution of the traditional State in Africa, south of the Sahara’. Neprajzi Ertesitö 54 içinde, s.189-215. ‘
– Eder, Klaus (1976), Die Entstehung slaatlich organisierter Gesellschaften. Ein Beitrag zu einer Theorie sozialer Evolution. Frankfurt/Main: Suhrkamp.
– Engels, Friedrich (1877/78), Herrn Eugen Dührings Unmâlzung der Wissenschaft. (Anti-Dühring). Marx-Engels Werke 20, s.5-303.
(1939), Herr Eugen Dühring’s revolution in science (Anti-Dühring). New York: International Puplishers.
(1964), Der Ursprung der Familie, des Privateigentums und des Staats. Büdıerei des ManiismuS’Leninismus, Band 11. Berlin; Dietz.
(1972), The origin of the family, private property and the state . Bir “Sunuş” yazısıyla birlikte çev. Eleanor Burke Leacock. Londön: Lawrençe and Wishart.
– Fallers, Lloyd (1973), Inequality. Soctal stratification reconsidered. Chicago, London: University of Chicago Press.
– Firth, Raymond (1972), The sceptical anthropologist? Social anthropology and Marxist views on society’, Radcliffe-Brown Lecture 1. London: Oxford University Press. Marxist Analysis and Social anthropology, ed, M. Bloch. London: Malaby Press (1975) içinde yeniden basıldı.
– Fortes, Meyer ve Evans-Pritchard, E.E., Cd. (1940), African political systems. International African Institute. London: Oxford University Press.
– Fried, Morton H. (1967), Tlte evolutton of political society. Nevv York; Random House.
– Gamaiunov, L.S. (.1968), [Karl Marx’ın Doğu ile ilgili yapıtlardan alıntıları üstüne]. Narody Azii i Afriki 2, s.137-147.
– Gluckman, Max (1965), Politics, law and ritual in tribal society. Oxford: Blackvvell.
– Godelier, Maurice (1969), ‘La notion de “mode de produetion asiatique” et les sehdmas Marxistes d’evolution des societes’. Sur le ‘mode de produetion asiatique’, ed. Roger Garaudy içinde s.47-100. Paris; Editions Sociales.
(1970), Preface, Sur les societes pricapitalistes, ed. Maurice Godelier içinde. s.13-142. Paris: Editions Sociales.
– Goldman, Irving (1970), Ancient Polynesian society. Chicago; Chicago University Press.
– Gumplovicz, L. (1899), The outlines of sociology. Philedelphia: American Academy of Political and Social Science.
– Harner, M. J. (1975), ‘Scarcity, the factors of production, and social evolution’, Population, ecology and social evolution, ed. Steven Polgar içinde, s.123-138. Lahey: Mouton.
– Harris, Marvin (1968), The rise of anthropological theory. London: Routledge and Kegan Paul.
– d’Hertefelt, M. (1968), A concept of government. Cahiers Economiques et Sociaux 4, s.329-345.
– Hindess, B. ve Hirst, P. Q. (1975), Pre-capitalist modes of production. London: Routledge and Kegan Paul.
– Holy, L. ve Stuchlik, M. (1968), ‘Analysis of social stratification’, Social stratification in tribal Africa, ed. L. Holy içinde s.7-65. Prag: Academia.
– Kendall, P.M, (1971), Louis XI. London; Allen and Urwin.
– Khazanov, Anatolii M. (1971), ‘Les grandes lignes de la formation des classes daas la societe primitive’, Problemes theoriques de l’ethnographie içinde s.66-75. Moskova: Bilimler Akademisi.
(1972), [F. Engels ve sınıf oluşumuna ilişkin bazı sorunlar], Problemy etnografii i anthropologii v svete nauchnogo nasledia F. Engel’sa, ed. lu. V. Bromley, A.I. Pershits ve S.A. Tokarev içinde. s.134-161. Moskova: Nauka.
(1974), ‘Military democracy’ and the epoch of class formaton’, Soviel ethnology and anthropology today, ed. Yu. Bromley içinde, s.133-146. Lahey: Mouton.
(1975), [İlkel komünal düzenin çözülmesi ve sınıf toplumunun doğuşu] Pervobytnoe obshchestva, ed. A. I. Pershits içinde, s.88-139. Moskova: Nauka.
– Köbben, A. J. F. (1970), ‘Cause and intention’, A Handbook of method in cultural anthropology, ed. R; Naroll ve Ronald Cohen içinde, s.89-99. New York: Natural History Press.
– Koranashvili, Guram V. (1976), [Tarihsel materyalizm kuramında prekapitalist sosyoekonomik formasyon sorunu]. Tiflis, Tiflis Üniversitesi Basımevi.
– Kottak, C. P. (1972), ‘Ecological variables in the origin and evolution of African States’, Comparative Studies in Society and History 14, s.351-380.
– Krader, Lawrence (1968), Formation of the State. Englewood Cliffs: Prentice Hail.
(1972), The ethnological notebooks of Karl Marx. Assen: Van Gorcum.
(1973), Ethnologie und Anthropologie bei Marx. München: Hanser.
(1975), The Asiaticmode of production. Assen: Van Gorcum.
(1976), ‘Social evolution and social revolution’. Dialectical Anthropology 1, s.109-120.
– Leach, E. (1954), Political systems of highland Burma. London: Athlone.
– Lenin, V. I. (1917), [Devlet ve devrim. Marksizmin devlet ve proletaryanın devrimdeki görevleri hakkındaki öğretileri]. Polnoe sobranie sochineni, cilt 33.
– Lewis, Herbert S. (1966), The origins of African Kingdoms’, Cahiers d’etudes Africanies 23, s.402-407.
– Lowie, Robert H. (1927), The origin of the state. New York; Harcourt Brace.
– Mair, Lucy (1962), Primitive government. London: Pelican Books.
– Maquet, J. J. (1961), The premise of inequality in Ruanda. London: Oxford University Press.
– Marx, Karl (1859), ‘Vorwort’ Zur Kritik der politischen Oekonomie. Marx-Engels Werke 13 içinde.
(1953), Grundrisse der Kritik der politischen Oekonomie, (Rohentwurf 1857-1858).
(1964), Pre-Capitalist economic formations. Eric Hobsbawm’ın bir “sunuş” yazısıyla. London; Lawrence and Wishart.
– Mitchell, W. P. (1973), ‘The hydraulic hypothesis. A reappraisal; Current Anthropology 14, s.532-535.
– Morgan, Lewis H. (1877), Ancient socieiy. Cleveland: World Publishing Company.
– Nadel, S. F. (1942), A black Byzantium. The kingdom of Nupe in Nigeria. London: Oxford University Press.
– Neusykhin, A. I. (1967), [Klan-kabile düzeninden erken feodal düzene varan gelişmede bir geçiş aşaması olarak pre-feodal dönem] (Ortaçağ başlarında Batı Avrupa tarihi ile ilgili malzemeye dayandırılmıştır), Voprosy Istorii 1: s.75-87.
(1974), [Avrupa feodalizmi sorunu]. Moskova: Nauka.
– Ol’derogge, D. A. (1970), [V. I. Lenin ve devletin doğuşu sorunları]. Kratkoe soderzhanie dokladov godichnoi nauchnoi sessii Instituta etnografi AN SSSR içinde, s.5-7, Leningrad.
– Oppenheimer, Franz (1909), Der Staat. Frankfurt am main: Mohr.
(1932), Der Staat. Utrecht: Bijleveld. .
– Orans, Martin (1966), “Surplus”, Human Organization 25, s.24-32.
– Pecirka, J. ve Pesek, J. ed. (1967), [Uygarlığın erken biçimleri]. Prag: Svoboda.
– Plotnicov, L. ve Tuden, A., ed. (1970), Essays in comparative social stratification. Pittsburgh: University of Pittsburgh Press.
– Polgar, Steven (1975), ‘Population, evolution, and theoretical paradigms’, Population, ecology and social evolution, ed. Steven Polgar içinde, s.1-25. Lahey: Mouton.
– Radcliffe-Brown, A. R. (1940), ‘Preface’. African political systems. ed. M. Fortes ve E. E. Evans-Pritchard, içinde, s.ix-xxiii. London: Oxford University Press.
– Redfield, Robert (1953), The pirimitive world and its transformations. Penguin Books (1968).
– Rhys Davids, T. W., ed. (1965), Sacred books of the Buddhists: IV. London: Pali Text Society.
– Sahlins, Marshal D. (1958), Social stratification in Polynesia. Seattle: University of Washington Press.
(1968), Tribesmen. Englewood Cliffs: Prentice Hall.
(1972), Stone age economics. Chicago; Aidine.
– Schapera, Isaac (1956), Government and politics in tribal society. London; Watts.
– Semenov, Iu. I. (1974), ‘On Northwest Coast society’, Current Anthropology 15, s.400.
– Service, Elman R. (1971), Primitive social organization, 2. Baskı, New York; Random House.
(1975), Origins of the State and civilization. New York; Norton.
– Skalnik, Peter (1973a), ‘Engels über die vorkapitalistichen Gesellschaften und die Ergebnisse der modernen Ethnologie’, Philosophica. Zbornik Filozofickej Fakulty Univerzity Komenskeho 12-13, 405-414,
(1973b), The dynamics of early State development in the Voltaic area (West Africa)’. Yayınlanmamış tez, Charles University, Prag.
(1975) M. A. Vitkin’in kitap incelemesi; Political Anthropology 1, s.88-90.
– Skalnik, Peter ve Pokora, Timoteus (1966), ‘Beginning of the discussion about the Asiatic mode of production in the USSR and the People’s Rebuplic of China’, Eirene 5:, s.179-187.
– Skinner, E. P. (1964), The Mossi of Upper Volta. Stanford: Stanford University Press.
– Smith, M. Estellie (1969), ‘Technology and social control. American Anthropological Association (AAA) 68. New Orleans toplantısında okunmuş bildiri.
– Smith, Michael G. (1956), ‘On segmentary lineage systems’, Journal of the Royal Anthropological Irtstutite 86, s.39-80.
(1960), Government in Zazzau. London International African Institute.
(1974), Corporation and society. London: Duckworth.
– Southall, Aidan (1965), ‘Critique of the typology of States and political systems’, Political systems and the distribution of power, ed. Michael Banton, s.113-138. ASA monografileri, 2. London: Tavistock.
– Stauder, Jack (1972), ‘Anarchy and ecology: political society among the Majangir, Southwestern Journal of Anthropology 2, s.153-168.
– Stevenson, Robert F. (1968), Population and political systems in tropical Africa. New York: Columbia University Press.
– Steward, Julian. H. (1955), Theory of culture change. Urbana: Universiy of Illinois Press.
– Swartz, Marc j., ed. (1968), Local-level politics, Chicago: Aidine
– Swartz, Marc J., Türner, V. ve Tuden, A., ed. (1966), Political anthropology. Chicago: Aidine.
– Terray, Emmanuel (1975), ‘Classes and class consciousness in the Abron kingdom of Gyaman’, Marxist analysis and social anthropology, ed. Maurice Bloch, s.85-135. ASA Çalışmaları, 2. London: Malaby.
– Thurnwald, Richard (1935), Die menschliche Gesellschaft in ihren ethnosoziologischen Grundlalagen. Cilt 4. Berlin: De Gruyter.
– Tökei, Perene (1969), Zur Frage der asiatischen Produktionsweise. Neuwied ve Berlin; Luchterhand.
– Tomanovskaia, O. S. (1973), [Devletin oluşumu sorunu üzerine inceleme, Afrika malzemesine dayandırılmıştır]. Osnovnye problemy afrikanistiki, ed. lu. V. Broinley içinde, s.273-283. Moskova: Nauka.
– Tromvborst, A. A. (1973). La base territoriale de l’etat du Burundi ancien. Revue (Universitaire du Burundi 1, s.245-254.
– Tuden, A. Ve Plotnicov. L. ed. (1970). Social stratification in Africa. New York: Free Press.
– Vitkin. M. A. (1972), [Karl Marx’ın ve F. Engels’in felsefi-tari.sel anlayışında Doğu]. Moskova: Nauka.
– Weber, Max (1964), Winschafi und Gesellschaft Studienausgabe. Köln/Berlin: Kippenheuer und Witsch. ‘
– Webster, David (1975), ‘Warfare and the evolution of the state: a reconsideration’. American Antiquity 40, s.464-470.
– Wertheim. W. F. (1971), [Evrim ve devrim]. Amsterdam: Van Gennep.
– Westermann, D. (1952), Geschichte Afrikas. Slaatenbildung südlich der Sahara. Köln; Greven Verlag.
– Wittfogel, Karl A. (1957), Oriental despotism. A comparative study of total power. New Haven: Yale University Press.
– Wright, Henry T. ve Johnson, Gregory (1975), ‘Population. exchange, and early state formation in southwestern Iran’, Anterican Anthropologist 77: s.267-289