Tüm canlılar gibi insanlar da karmaşık evrimsel süreçleriyle ortaya çıkmıştır. Atalarımızın çevresi ve beslenme biçimleri ile insan biyolojisinin sınırları birleşerek, doğal seçilim yoluyla bizlere hayatta kalma avantajı sağlayan adaptasyonlara yol açtı. Fakat bu adaptasyonlara rağmen, hâlâ vücudumuz hastalıklara yatkındır. Eğer evrimleşme yoluyla çevremize uyum sağladıysak, neden hâlâ hastalanıyoruz?
Günümüz tıbbı, hastalıkları ve mekanizmalarını anlama konusunda dikkate değer bir noktada olsa da, hastalıkların ardındaki nedenleri gözden kaçırabilir. Bu nedenle evrimsel tıp alanı ortaya çıkarılmıştır.
Hastalığın yaygınlığını açıklayabilmek ve klinik tedavi için öngörü sağlayabilmek için atalarımızın geçmişini ve hastalıkların evrimsel nedenlerini anlamanın önemi büyüktür. Evrimsel bakış açısı, “sağlıklı” veya “normal” olan bireylerin, büyük ölçüde, Kuzey veya Batı Avrupa kökenlerine dayandığı fikrini reddeder ve küresel düzeydeki çeşitliliğe odaklanır. Bu noktada belirli mekanizmalar karşımıza çıkar. Örneğin laktozu sindirememe, sıtmaya direnç ile insanların yüksek yağlı ve şekerli yiyeceklere olan ilgisi evrimin ürünleridir. Bu koşulları evrimsel bir bakış açısı ile incelemek, hastalıkları daha iyi anlamamız için eşsiz bir kavrayış sağlayabilir.
Laktoz intoleransı
Laktoz intoleransı, yetişkinlik döneminde, süt şekeri olan laktoz sindirilemediğinde ortaya çıkar. Laktoz intoleransı mide bulantısı, kramp, gaz ve ishale neden olabilir; tıbbi bir durum olarak kabul edilir.
Esasen laktoz, laktaz enzimi tarafından parçalanır. Yetişkinlerde laktaz üretimi, yaklaşık 10.000 yıl önce hayvanları evcilleştiren insan popülasyonlarında gelişmiştir. Bu popülasyonlar Kuzey ve Orta Avrupa’da ve Afrika’daki pastoral topluluklarda yaşamıştır. Süt, kalori açısından zengin bir besindir, yani laktozu sindirebilen insanlar daha iyi beslenir. Bu durum da onlara hayatta kalma ve üreme açısından avantaj sağlar.
Yetişkinlerde laktozun sindirimini sağlayan mutasyonlar, popülasyonlar içinde yavaş yavaş nesillere yayılmıştır. Fakat insanların bir bölümü bu mutasyonlardan yoksundur. Dünya çapındaki yetişkinlerin yüzde 65’i laktoz intoleransı gösterir. Küresel nüfusun yüzde 65’lik bir bölümü laktozu sindiremiyorsa, bu durum neden bir hastalık olarak görülüyor? Esasen evrim bize laktoz intoleransının tamamen normal olduğunu söylüyor. Sadece, hastalığı yeniden tanımlamamız gerekiyor.
Orak hücreli anemi
İnsanlar sıtmaya neden olan parazit (Plasmodium) ile uzun bir evrimsel geçmişi paylaşırlar. Sıtma hastalığı, her yıl milyonlarca insanı enfekte eder ve öldürür. Zamanla, parazite karşı koymak için insanlar çeşitli adaptasyonlar geliştirmiştir. Bu adaptasyonlardan biri beta hemoglobin genindeki bir mutasyondur. Beta hemoglobin geninin iki versiyonu bulunmaktadır. Biri normaldir, fakat diğeri orak şekilli kırmızı kan hücrelerinin üretilmesine neden olan bir mutasyon taşır. Mutasyona uğramış genin bir kopyasını taşımak sıtmaya karşı direnç sağlar. Fakat mutasyona uğramış genin iki kopyasını taşıyan kişilerde orak hücreli anemi görülür.
Orak hücreli anemi, hilal benzeri bir şekli olan kırmızı kan hücrelerini üreten kalıtsal bir hastalıktır. Bu hastalığa sahip olan bireyler, oksijeni dokulara etkin bir biçimde taşıyamaz. Eğer doğal seçilim, üreme ve hayatta kalmayı olumsuz yönde etkileyen mutasyonları ortadan kaldırsaydı, daha sonra mutasyona uğramış olan beta hemoglobin gibi genler kayboldu veya popülasyon içinde nadirleşirdi. Fakat bu hastalık özellikle de Afrika’nın bazı bölgelerindeki insanlar arasında yaygındır.
Popülasyon içerisinde yüksek orak hücreli anemi oranlarına sahip olmak, sıtmaya karşı dirençli olma avantajının maliyetidir. Sıtma direnci için seçilim o kadar güçlüdür ki, Afrika’nın farklı bölgelerinde orak hücreli anemiye neden olan mutasyonlardan birkaçı bağımsız olarak meydana gelmiştir.
Uyumsuz hastalıklar
Evrimsel tıbbın temel odaklarından biri, vücudumuzun endüstri öncesi bir yaşam tarzına adapte olduğu ve mevcut çevremizle aramızda bir “uyumsuzluk” olduğudur. Bu durumdan kaynaklanan hastalıklar uyumsuz hastalıklar olarak nitelendirilir.
Bu uyumsuzluğun temelinde, endüstriyelleşme kaynaklı bir enerji dengesizliği bulunmaktadır: Fazla besin almak ve çok az hareket etmek bu enerji dengesizliğini oluşturur. İnsanlar, üreme başarısını ve hayatta kalmayı negatif yönde etkilediği için tüketilenden daha fazla kalori yakmak gibi enerji dengesizliklerinden kaçınmaya uyarlanmıştır. Bu durum, fiziksel aktivitede bir azalma veya besin tüketiminde artış gerektirir. Bu nedenle, insanlar zamanla daha az hareket etmeyi veya enerji bakımından daha yoğun yiyecekleri tüketmeyi tercih eder hale geldi. Besine erişimin kısıtlı olduğu zamanlarda bu adaptasyonlar sorun oluşturmuyordu. Fakat bu kısıtlılığın olmadığı dönemler, obezite ve tip 2 diyabete yol açabilecek süreçleri beraberinde getirdi.
Esasen bu hastalıklar modern dönem ile daha fazla bağlantı içermektedir. Bu dönemde en kolay erişilebilir durumda olan besinler yağ ve şeker bakımından yüksek, lif bakımından düşük bir içeriğe sahiptir. Avcı-toplayıcı topluluklar tarafından tüketilen et ve bitki temelli besinlerin yerini artık çokça işlenmiş ve rafine hale getirilmiş gıdalar almıştır. Bunun yanı sıra, modern dönemde hareketlilik de düşüktür.
Son söz…
İnsanların ve hastalıkların evrimini anlamak etkin tedaviler geliştirmenin yegâne yoludur. Daha iyi bir sağlık hizmeti için evrimimizin daha derinlikli bir şekilde anlaşılması gerekir. Tıbbın ilerleyebilmesi için, öncelikle nereden geldiğimizi anlamalıyız.
Kaynak: https://phys.org/news/2021-05-evolutionary-medicine-early-human-ancestors.html