Bu ay ne kitap okudum doğru düzgün ne çalıştım. Neden? Çünkü taşındım. Sıcağı sıcağına bildiriyorum: taşınmanın yüzde yetmişi beklemek, yüzde yüzü işkence. Yapmayın, ben yandım siz yanmayın.
Neticede bir aydır tek gündemim, tek kaygım, tek hamallığım taşınmak oldu. Yine de bu satırları dalgalı bir heyecanla yazıyorum: yeni mekânın ilk yazısı. Yeni düzenin, yeni umutların, yeni beklentilerin ilk satırları. Taşınmanın yorgunluğu biraz dinince yeniliğin beraberinde getirdiği hafiflik, tazelik var şimdi üstümde. Fazlalıklar atıldı, yükler azaltıldı, umutlar tazelendi…
Ama bir yandan yeni dertler, yeni kaygılar edinildi. Zira taşındıktan sonra yerleştiğimiz apartmanda evcil hayvan beslemenin katiyen, kesinkes ve fizik kanunu katılığında yasak olduğunu öğrendik. Biz: yani dört kedi, bir köpek ve onların yanına sığınmış iki insan. Zamanında biri bunu apartman yönetim planına eklemiş (neden?), o dönemin kat malikleri kabul etmiş (delirmişler herhalde?) ve o zamandan bu yana bu madde kati biçimde uygulanmış (toplu cinnet?). Ancak bunu apartmanın hiçbir yerinde belirtmedikleri, bizi önceden bilgilendirme ihtiyacı duymadıkları için (ki belirtseler, söyleseler haksızlığın dozu azalacak mıydı?) taşındıktan günler sonra, yöneticinin köpeğimizi görmesiyle işin rengini anladık. Neyse ki yönetici soruna büyük bir sakinlik ve açıklıkla yaklaştı: “Bunu çözeceksiniz, bu gidecek. Bir yer bulun, gönderin bunu.” Bu, dediği köpeğimiz, ciğerimiz. Buyurun cenaze namazına.
Taşınmadan önce kendimi yaz sıcağında yeni evin balkonunda buz gibi biramı yudumlarken hayal ediyordum. Şimdi kahve fallarımda kişiliksiz, meymenetsiz mahkeme koridorları çıkıyor. Heyhat! Zaman gösterecek. Ama hemen karşısında çocuk parkı, bir sokak aşağısında okul olan bir apartmanın; gece gündüz çocuk çığıltısı dinleyen bir apartmanın kedi ve köpeğin olası gürültüsünden endişe duyması ve bu konuda kati, hatta bana sorarsanız kıyıcı önlemler alması zamanla anlayabileceğim bir şey değil. Bu kadar hayvan düşmanlığı, yaşama bunca müdahale zamanla anlayabileceğim bir şey değil. Pes!
***
Bu ay elime Julia’nın yeni sayısı – Moda Cinayetleri – geçti; şu telaş ve yoğunlukta kendimi kollarına atabileceğim en uygun kitap da oydu. Ne zamandır burada sözünü etmek istiyordum, yeri geldi.
Julia, Bir Kriminoloğun Maceraları, Mylos Kitap etiketiyle, Ayşe Gezer Kolb’un çevirisiyle okur karşısına çıkan son derece sürükleyici ve leziz bir polisiye çizgi roman. Giancarlo Berardi’nin Lorenzo Calza ile yazdığı, Ernesto R. Garcia Seijas’ın çizdiği Moda Cinayetleri, serinin öne çıkan bütün öğelerini içeriyor.
Zeki, kararlı, özgüvenli ve son derece çekici (adeta Audrey Hepburn) bir kriminolog olan Julia aklın gücüyle kalbin derinliğini buluşturan bir karakter. Sanırım seriyi bunca etkileyici kılan da bu. Mantığın serinliği ve sakinliği, Julia’da sevginin şefkatli elini hiç bırakmıyor. Böylece yöntemleri ve çıkarımları bilimin ışığında yol alırken suçun ve suçlunun insani yanı da irdeleniyor.
Julia’nın yeni macerası Moda Cinayetleri’nde Julia’nın manken kız kardeşiyle ilişkisine, bu ilişkinin tortu ve pişmanlıklarına tanık oluyoruz. Kardeşlerin aralarındaki engeli, duvarı yıkma çabası korkunç bir kazayla (yoksa cinayet mi?) yön değiştiriyor. Julia, Paris polisiyle olayı incelerken moda dünyasının yıpratıcı dinamiğine, hırsın yıkıcılığına ve insan ruhunun dolambaçlı mağaralarına ilişkin de çok şey gösteriyor bize.
***
Cadı’nın Yüreği birkaç ay önce okuduğum ama yazmaya fırsat bulamadığım kitaplardan. İskandinav mitolojisinden yola çıkan Genevieve Gornichec bizi tanrıların, cadıların ve elbette ezilenlerin diyarına götürüyor. Cadı Angrboda’nın hikâyesinde kadınlığın, anneliğin, aşkın ve mücadelenin (ve hatta sınıf mücadelesinin) sancıları var; yaratımın, yıkımın ve kabullenişin acısı var.
İthaki Yayınları’ndan, Ceren Gürein çevirisiyle karşımıza çıkan Cadının Yüreği sürükleyici ve ilham verici bir kitap. Ancak kadim bir lezzet vaat eden metinde kullanılan güncel sokak dili beni rahatsız etti. Sanki bu dil, bu sözcük ve tabir seçimleri (ki bunlar doğrudan yazarın seçimi de olabilir, çevirmenin de – bilemiyorum) metnin inandırıcılığına halel getirmiş. Mitolojik karakterlerin, tanrıların, devlerin ve cadıların; eski diyarların bu efsanevi figürlerinin biraz daha ağdalı konuşmasını bekliyor insan.
Ama belki de bu benim gerisinde kaldığım bir değişimin doğal sonucudur. Bu tip durumlarda aklıma hep çocukluğumdan kareler geliyor. Yeni çıkan (ve tabii benim delice sevdiğim) şarkıcıları, oyuncuları hiç beğenmezdi ebeveynlerim; kendi kuşaklarının oturaklı sanatçılarıyla kıyaslarlardı onları. Geçmişin nostaljik ağırlığında benim beğenilerim kaybetmeye mahkûmdu. Öte yandan, istisnasız burun kıvırışları benim gözümde yaşlılıklarının kanıtıydı; ayak uyduramıyorlardı yeni dünyanın yeni ve onların gözünde hafif zevklerine.
Evet. Belki şimdi de ben. Şimdi de bende sıra. Ürkütücü ama kaçınılmaz.
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
-Julia, Bir Kriminoloğun Maceraları, Moda Cinayetleri, Giancarlo Berardi ve Lorenzo Calza, Çev. Ayşe Gezer Kolb, Mylos Kitap, 130s.
-Cadını Yüreği, Genevieve Gornichec, Çev. Ceren Gürein, İthaki Yayınları, 336s.