Çınar öyle bir ağaçtır ki, insan var olduğundan beri ona âşıktır. İlişkinin en eski kanıtları Antik Ege’ye kadar gider. Kültürel tarihin önemli ağaç figürlerinden biridir. Bilimsel ismi olan Platanus kelimesinin kökeni, geniş veya düzlemsel anlamına gelen Yunanca “platys”dir. Geniş yaprakları ile gökyüzüne doğru yayılan düzlemsel konumu (plane ağaçları) çağlar boyunca ona tarihsel, dinsel, folklorik, edebi ve mitolojik birçok unvan yüklemiştir.
Çınar ağacının bilimsel ismi Paltanus’un bitkiler âlemindeki yeri nedir, nerededir?
400 milyon yıl önce Devoniyen başlarında gezegenimizi yeşil bir halı gibi örtmeye başlayan Plantea (bitkiler) krallığının alt krallığı olan Viridiplantae’dir (yeşil bitkiler). Aynı zamanda Streptohyta’ya (kara bitkileri) ait büyük bir bitki topluluğudur. Enerjilerini güneş ışığını kullanarak besinlerini karbondioksit ve sudan sentezleyerek elde eden Embryophyta’dır. Vasküler yani iletim borulu ve tohumlu (Spermaphyta) bitkilerdir. Ayrıca Magnoliopsida sınıfının bir temsilcisidir. Biraz daha ayrıntıya girersek, süper takımı (üstordo) Proteanae ve takımı (ordo) Proteales’tir. Sınıflamanın en alt birimi olan familyası Platanaceae 1826’da Fransız doğa bilimci Gaspard Thémistocle Lestiboudois (1797-1876) tarafından tanımlanmıştır. Familyanın en önemli türü Doğu çınarı Platanus orientalis de İsveçli botanikçi Carolus Linnaeus tarafından isimlendirilerek botanik dünyasına tanıtılacaktır. Bu ilginç ağacın fosil kayıtları 115 milyon yıl öncesine kadar gider ama en fazla türlendiği zaman Eosen’in termal maksimum (55 myö) dönemidir. Platanus’un orientalis ve occidentalis türleri Erken Miyosen’den başlayıp günümüze kadar gelen 23 milyon yıllık bir süreçte yaygınlaşmıştır. Çınar ağacıyla ilgili ilk arkeolojik bilgiler de Neolitik döneme aittir. Malatya’nın 40 km kuzeydoğusunda yer alan Caferhöyük Neolitik yerleşiminde çınar kalıntıları MÖ 7500’lere tarihlenmiştir (Parlak, 2020). Mısır kültüründe çınar ağacından yapılan levhaların kullanıldığı kazılardan bilinmektedir.
Geniş yaprakları, 30-40 metrelere kadar boylanan, insanlık tarihinde ululuğun ve gücün simgesi olan “Platanus” insan yaşamında bir külttür. Altında oturanlar, devasa gövdesine yaslanıp da dinlenenler onun bu gücüne, ululuğuna binlerce yıldır saygı duymuştur. Türk halk kültüründe yer alan ateş, su, hava, toprak ve tanrı kültlerinin yanı sıra ağaç kültlerinin de önemli bir yeri vardır.
Ağaç genelde varoluşun, hayatın, canlılığın, bereketin temsilcisidir. Türk ve Dünya kültüründe insan tarafından asırlar boyunca birbirinden farklı değişik rollerle özdeşleştirilmiştir. Aynı zamanda Tanrı’yla bir iletişim aracıdır. Kötü ruhları kovma törenlerinde, doğa olaylarını yönlendirmede, Güneş’in doğuşu ve batışında, rüzgârla ilişkili törenlerde, ay tutulmasında, yağmurun yağmasında, yıldırımlarda, fırtınalarda, ağaç bir ritüel unsuru olduğu gibi aynı zamanda da bir külttür.
Tarihte çınar
Bahar geldiğinde tüm yaz boyunca el ayasından da büyük, dikenimsi kenarlı yaprakları ile dolu dalları gökyüzünden yere açılan bir yeşil şemsiye gibidir. İnsanlık tarihinde bildiğimiz bilgilere göre Aristoteles’ten beri bu şemsiye altında yapılan felsefi söylenceler pek meşhurdur. Diyebiliriz ki felsefe bu ağacın altındaki gölgelikte yeşermiştir. Bu nedenle felsefe coğrafyasının ağacıdır. Ege adaları, Anadolu’nun batı tarafları ve Akdeniz ile Karadeniz kıyılarındaki söylencelerde hep çınar vardır. Ona Hipokrat Ağacı da denir. Efsaneye göre, tıbbın babası Hipokrat’ın öğrencilerine ilk tıp bilgilerini öğrettiği günümüzde Kos adasında bulunan 12 metre çevreli P. orientalis, Hipokrat Koslu olduğu için ona atfedilmiştir. Bunun için kaynaklarda “Hipokrat Ağacı” olarak bilinir. Ancak ağaç, Hipokrat’tan çok daha gençtir.1
Felsefede çınar
Milattan önce 600’lü yıllarda Miletli doğa felsefecileri Tales, Anaksimandros ve Anaksimenes’in doğa ile ilgili (Peri Phseos) söyleşilerin ve tartışmaların olasılıkla Milet’in sıcak yazlarında bir veya birkaç Platanus’un gölgesi altında yapıldığı aşikârdır. Anadolu’nun herhangi bir yerinde bir köyde, mezrada halkın toplanıp da konuştuğu, problemlerine çözüm aradıkları yer çınar gölgelikleridir.
P. orientalis, doğu çınarıdır ama Antik Ege’de çok sevilir. Homer, Hipokrat, Sokrat ve Platon, ona kutsal bir varlık gibi saygı duyar. Şehir dışında pastoral bir ortamda ulu bir Platanus gölgesi altında yapılan tartışmalar Platon’un kurgusal kahramanı “Phaedrusla ilgilidir”. Cicero’nun De Oratore’sinin sahnelenmesinde de çınarın rolü vardır. Handel’in operası “Pers imparatoru Darius’un oğlu Xerxes”in başkarakterinin “çınar ağacını” överek söylediği ünlü aryanın (Ombra mai fu / Çınar ağacına yakarış) mısralarında gizlidir.2 Şöyle söylenir:
“Sevgili çınar ağacımın
Sevecen ve güzel yaprakları
Sizin için parlıyor kader.
Gök gürültüsü, şimşek ve fırtınalar
Asla incitmesin sevgili barışınızı,
Yırtıcı rüzgâr lekeleyemesin sizi
Asla bir bitkinin
Gölgesi,
Daha sevgili, sevilesi ve büyüleyici olmadı.”
Mitolojide çınar
Binlerce yıldan bu yana Anadolu’da imparatorun, hükümdarın, yasal yaptırımlarının simgesi olduğu gibi, ataerkil bir toplumun egemenlik kurallarının uygulandığı sembollerden biridir. Gövde kabuğunun kendiliğinden soyulması, diğer ağaçlardan daha pürüzsüz ve estetik bir peyzaja sahip olması, onu barbar mutlak bir gücün belirteci haline getirmiştir. Çınar dile geldiğinde şöyle der: “Uluyum ve bir gücüm var. Bunu doğadan değil kültür ve onun kurallarından alırım.”
Biliriz ki P. orientalis gövdesinin alt kısmı kalın ve sert kabukludur. Üste doğru ağacın genelde çatallandığı yerden başlayarak bu kalın kabuk soyulur. Önce kızıl-kahve, ince kabuklar bu sert kabuktan ayrılarak dökülür. Altında sarının tonlarından başlayarak koyu yeşilden açık yeşile ve griyle renklenen çıplak bir yüzey kalır. Bununla ilgili bir başka söylence yankılanır Antik Ege’de:
Satyr, üstü insan altı keçi biçimli kır tanrısıdır. Doğanın çılgın sembolüdür. Düzene, kurallara geleneklere karşı gelmesiyle bilinir. Antik Ege mitlerinde şöyle anlatılır: Homeros’a göre yarı tanrısal fantastik yaratıklardır. Küçük olduklarında Satyr olarak bilinirler. Yaşları ilerlediğinde büyürler, bacaklarındaki kıllar tüm vücutlarını kaplar. Bu hale geldiklerinde onlara “silenos” denir. Antik dönemin erken zamanlarında bacakları at bacakları gibidir. MÖ altıncı yüzyılda daha sık insan bacaklarına benzeyen bacaklarıyla temsil edilmişlerdir. Kirli bir yeleye benzeyen iğrenç saçları, kalkık burunlu hayvani yüzleri karakteristiktir. Satyr’ler, müstehcenlikleri ile de bilinir. Şarap, müzik, dans ve kadınla özdeşleşerek şarap ve eğlence tanrısı Dionysos’un yoldaşı olmuşlardır.
Marsyas’a gelince o, yarı insan yarı keçi biçimli yaşlanmış bir satyr’dir. O, aynı zamanda Irmak Tanrısı Oiagros’un müzikle ilgilenen Frigyalı oğludur. Antik Ege mitlerinde bu konu şöyle anlatılır:
Efsaneye göre, MÖ 4000 yıllarında, Tanrıça Athena geyik kemiği, bir başka söylenceye göre de Büyük Menderes Çayı’nın çıktığı yerdeki bir gölde yetişen uzun sazlar üzerine delikler açar, üflediğinde çıkardığı seslerden çok etkilenir. Bu buluşu ile gururlanır ve tanrılar önünde çalmak için düzenlenen ziyafetlerine katılır. Athena flütünü çalmaya başlayınca, Aphrodit ve Hera onun yüzünün aldığı şekille alay edince sinirlenir ve toplantıyı terk eder. İki tanrıça kendisiyle neden alay etmiştir? Ida (Kaz Dağı) dağı eteklerinde bir su kaynağına gider burada bir su kenarında flütünü çalmaya başlar. Yüzünün aldığı şekli suyun berrak yüzeyinde görünce şaşırır. Tanrıçalar gerçekten haklıdır. Yanakları şişmiş ve yüzü çirkinleşmiştir. Kızar, sinirlenir flütü lanetleyerek atar. Onu bulup da kullananın da büyük cezalara çarptırılmasını diler. Söylence budur ya, müzik yeteneği olan kır tanrısı Marsyas doğada dolaşırken bir kenara atılmış lanetli flütü bulur, ilahiler yazarak bunları flütüyle seslendirir. Kısa bir süre sonra da ünü etrafa yayılır. Bu haber kısa süre sonra Tanrı Apollon’un kulağına gider. Güzel Sanatlar Tanrısı Apollon için bu bir meydan okumadır. Bunun için Frig Kralı Midas, halkın ve su perilerinden oluşan hakemlerin huzurunda Marsyas ile Apollon’u yarışmaya çağırır. Yarışma sonrasında kazanan kaybedene dilediği cezayı verecektir.
Apollon üç telli gümüş Lyra’sını çalar, Marsyas da flütü ile dinleyenleri adeta büyüler. Yarışma sonunda Kral Midas, Marsyas’ı, su perileri de Apollon’u seçer. Berabere kaldıkları için Apollon çok kızar ve Lyra’sını ters çevirip aynı melodiyi tekrar çalar. Marsyas’a da aynı şekilde flütünü çalmasını söyler. Ancak Marsyas flütü tersten çalamaz ve yarışmayı kaybeder.
Apollon, Kral Midas ve Marsyas’ı cezalandırmaya karar verir. Kral Midas’ı kulakları iyi duymadığını söyleyerek lanetler ve kulaklarını eşekkulağına dönüştürür. Marsyas’ı da çınar ağacının o kalın gövdesine bağlayarak derisini yüzdürür.
Marsyas doğanın fısıldayışını duyarak onu seslendirir. Kamıştan yaptığı flütünden üflediği doğanın sesi ile Apollon’un kültürü temsil eden Lyra’sına karşı koyabileceğini, ona üstün geleceğini düşünür ama bunun, doğanın sesinin kültürün sesine karşı açtığı bir savaş olduğunu anlayamaz. Bu mitosta çınar ağacı, yasaların ve kültürün sembolüdür. Bir çınar ağacı altında Zeus’un huzurunda kurulan mahkeme; aslında başıbozuk doğaya karşı kültürün yargılayıcı ve cezalandırıcı gücünü göstermek içindir.
Marsyas’ın çınar ağacına bağlanarak derisinin yüzülmesi, günümüz Anadolu Türkçesinde çınar ağacına “deri döken, derisini atan” anlamındaki “kavlan, kavlağan” isminin verilmesi ile özdeştir. Çınar büyüdükçe parça parça kabuklarını döker. Dökülen kabuklardan sonra Satyr’in kıllı bedeni gibi pürüzlü gövdesinin pürüzsüz bir hale gelmesi insanlar tarafından yaratılan kültürün doğanın kuralsızlığına karşı üstünlüğünün bir sembolüdür. Diğer bir görüşle bu sembol insan kültürünün doğaya estetik olarak müdahalesinin bir mottosudur. Çınar, belden aşağısı bir keçinin bedenini taşıyan, ancak yukarısı insan biçimli olan Satyr’e şu mesajı verir. “Sen hiçbir zaman bir tanrıyla boy ölçüşemezsin, çünkü tanrı dediğin insan formundadır. Sen ise yarı hayvan olduğuna bakmadan tanrıyla boy ölçüşmeye kalkarsan başına gelecek budur. Derin yüzüldüğünde kurban edilmiş bir hayvandan farkın yoktur. Kabuğu soyulunca insan bedenine (tanrıya) benzeyen çınar ağacının tersine, senin kabuğun soyulduğunda senin bedenin insan bedeni değil vahşi bir hayvan bedenidir.3
Türk mitolojisinde kutsal ağaçlar ve çınar
Gökyüzüne doğru uzanan, çevresinde başka ağaç bulunmayan tek ağaçlar inanca göre gökte olduğu düşünülen Tanrı’nın cennetine erişmek için kutsal bir yolu temsil eder. Bu nedenle Türk inancına göre kutsal ağaçlar Tanrı’nın somut bir görüntüsü olarak algılanmış ve tanrısallık kazanmıştır (Ergun, 2000).
Kavak, meşe, kayın, elma ve çınar gibi ağaçların Türk mitolojisinde önemli yeri vardır. Hemen hemen tümü “Yer Tengri, Gök Tengri” ile ilişkilidir. Bunların arasında çınar özel bir yere sahiptir. Ululuğu, görkemliliği ile diğerlerinden ayrılır. Metrelerce çapı ve çevresi ile sanki ağaç üstünde başka bir ağaç varmış gibi çatallanan dalları ve geniş yapraklarının oluşturduğu göğe yükselen devasa bir şemsiyeyi andırır. Kış geldiğinde yaprakları dökülür ama ululuğundan bir şey kaybetmez. Dayanıklıdır, her türlü koşula uyum sağlar. Uzun yıllar yaşar. Sonu geldiğinde, yaşlandığında içi boşalır, kovuklaşır, bir oda gibi olur. O zaman dahi koruyucudur. Ayrıca çınar, yerleşik hayatı, uzun ömrü ve kök salmayı da simgeler. Bu nedenledir ki, Anadolu’da ve imparatorluğun başkentlerinde her doğum için bir çınar dikilmiştir (Torlak, 2013).
Türk edebiyatında çınar
Edebiyatımızda, özellikle de divan edebiyatında ve tasavvufda önemli bir yere sahiptir. Hakkında güzel sözler söylenmiş, efsaneler dile getirilmiş, beyitler, şiirler yazılmıştır. Divan şairleri şiirlerinde birçok kez bu muhteşem ağaç için beyitler dizmiştir.
Çınarı divan edebiyatında sıkça kullanan bir tabiat figürüdür. Osmanlı dönemindeki önemi göz ardı edilemez. 15. yüzyıl divan şairlerinden Veliyyüddîn-zâde Ahmed Paşa çınara sanki meftundur. Çoğu beyitlerinde bu ulu ağaçtan bahseder.
Ahmed Paşa Divan’da yazdığı beyitlerde çınarı, yaprakları ile ele, dalları ile de kola benzetir. Çınar, dua eden, niyazda bulunan, ya da hizmet eden kişidir. Bu kimse şairin övdüğü şahıs ya da sevgilidir. Bazı beyitlerinde ise kendisi çınardır, sevgili de serv (uzun boylu sevgili)dir. Divan’da çınar ağacı kullanılan beyitlerin çoğunda çınarı şekli nedeniyle ellerini göğe açmış sevgiliye dua eden aşığa da benzetmiştir.
“Sissen dil uzaduban okur zülfüne sena
El götürür çınar boyuna du’ô’ için”
Ahmed Paşa bazı beyitlerinde sararan çınar yaprakları sanki sevgilisinin kınalı elidir ve bunu şu beyti ile dile getirir.
“Benzer ki kâse sunmağa hanında ıydının
Reng etmiş ellerini güzeller gibi çınar”
Şair bir başka beytinde çınara âşıktır. Aşığın çınara teşbihi, sevgilinin servidir. Çınarın geniş ve uzun dallarıyla servinin yanında bulunuşu veya öyle hayal edilmesi, Ahmed Paşa’ya kolunu sevgilisinin boynuna atmış aşığı hatırlatır.
“Naz ile çınar attı kolun boynuna servin
Bir yerde iki âşık u maşuk idi güya”
- yüzyıl divan edebiyatı şairlerinden Bâki de çınar için şöyle konuşur:
“Eşcâr-ı bağ hırka-i tecrîde girdiler / Bâd-ı hazan çemende el aldı çenârdan”
Anlaşılır anlamıyla: Bahçedeki ağaçlar yapraklarını döktü. Sonbahar rüzgârı çınar ağacından el aldı.
- yüzyıl divan şairlerinden Sabr-i Şakir şöyle der çınar için:
“Aleme şamil o kadar hıfzı kim
sûz-i derûn ile tutuşmaz çınar”
Ârif-zâde Âsım 18. yüzyıl divan şairlerindendir. Çınar için şöyle yazar:
“Pirlikte ateş-i fakrın olur te’siri saht
Gör çenar-ı köhnenin halin nice suzan olur” (Onay, 1996)
Servet-i Fünûn şairi Tevfik Fikret, çınar ağacını bir şiirinde şöyle anlatır.4
“Bir çınar gördük; enli, boylu, vakur
Bir ağaç hiç eğilmemiş mağrur
Koca bir gövde, belki altı asır
Belki ondan da fazla dalgın, ağır”
Daha kimler dil etmiştir çınar için. Örneğin Servet-i Fünûn edebiyatçılarından Süleyman Paşazade Mehmet Sami Bey kısa adıyla “Süleyman Nesib” çınar için şöyle der:
“Haşre dek yansa derun-suz-ı hasretle nola
Çun harimi gülşene destin dıraz etmiş Çenar”
Dadaloğlu ise “Beyler Nic Oldu” şiirinde çınarı farklı bir şekilde anlatır. Der ki,
“Çenar sana sırtın verip oturan
Pöhrenk (yeraltındaki suyolu) ile sularını getiren
Ha deyince beş yüz atlı getiren
Samur kürklü koca beyler nic’oldu”
Nâzım Hikmet, ölümünden on sene önce yazdığı “Vasiyet” adlı şiirinde çınardan şöyle bahseder:
“Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani”
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” adlı şiirinde çınar için ilk mısralar şöyledir:
“Bursa’da eski bir cami avlusu
Küçük şadırvanda şakıyan su;
Orhan zamanından kalan bir duvar.
Onunla bir yaşta ihtiyar bir çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden”
Tanzimat’tan sonra Batı edebiyatından etkilenen ve Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli simalarından Cenap Şahabettin (1870-1934) “Çınar” şiirinde şöyle der:5
“Bir zaman haşmeti hep meydanı örten bu çınar
Şimdi mâzideki dârâtını hasretle anar.
Kubbesinden bile köy mescidini aşmıştı;
Bir ucu gövdesinin göklere yaklaşmıştı.
Kökleri öyle temellerdi ki sadr-ı kürede
Zelzele sallayamazdı onu, yıkmak nerede?”
İstanbul’da çınar
Tarihi tarihlere sığmayan bu kent, aynı zamanda çınarlar kentidir. Çınarla ilgili en güzel benzetme bir İngiliz seyyahına aittir. Çınarın tarihini okurken “İstanbul” diye yazar. O Türk ruhunun büyüklüğü, devamlılığı, yüceliği ve asaletidir.
İstanbul’un tarihini çınarların varlığı belirler. Nerede bir çınar varsa orada tarih vardır. Söylenceler vardır, mitoloji vardır. Devasa çınarlar onunla özdeşleşir, bir yerde şehrin alâmetifarikasıdır. İstanbul’un çınarı endemik P. oriantalis yani Doğu Çınarı ya da Osmanlı Çınarı’dır. Bir başka yaygın çınar ise, Kuzey Amerika’nın doğu bölgelerinde yerleşik olan Batı Çınarı (Sycamore) da denilen P. occidentalis ile bu iki endemik çınarın en yaygın doğal melezi olan P. acerifolia yani Londra Çınarı’dır.6
Biz İstanbul’dan bahsedeceğiz ama zannetmeyin ki P. orientalis yalnız buradadır, o Ege adalarından başlayıp Anadolu’dan doğuya kadar uzanan bir coğrafyada yayılmıştır. Sarayların bahçelerinde, tarihi yol kenarlarında, parklarda meydanlarda, bir çeşme başında hep o vardır. Sıcak yaz zamanlarında çınarların yapraklardan oluşan o muhteşem devasa çadırının altında yapılan söylenceler, dinlenceler her bir mekân için geçerli “Çınaraltı” deyişi ile özdeştir.
Örneğin Beyazıt meydanı dev çınarların mekânıdır. Buranın hikâyesi Doğu Roma İmparatorluğu zamanında 393 yılında Theodosius Forumu’nun yapılmasıyla başlar. Kalıntıları, günümüzde Ordu caddesinin Beyazıt meydanına sonlandığı yerde Simkeşhane’nin hemen yanı başında bulunur. Beyazıt meydanında eskiden Harbiye Nezareti olan günümüz İstanbul Üniversitesi’nin kapsından girip de Atatürk heykeline doğru uzanan yolda sağlı sollu P. orientalis’ler dizilidir. Meydanda dikkat çeken iki çınar vardır.
Eski İstanbul üniversiteliler onu çınarın dev gövdesinin önünde kurduğu kitap ve eski para sergisinden tanır. Şairdir Hüseyin Avni, beline kadar uzanan yer yer sarılaşmış beyaz sakalı ile arkasını yasladığı çınarın gövdesi ile neredeyse bütünleşmiş gibidir. Yalnız Beyazıt değil tüm İstanbul tanır onu. Platonik zamanların tanınmış simasıdır. Son yıllarda belediye ile başı derde girmiştir. Kitaplarına el konulmuştur ama uzun uğraşlardan sonra halkın desteği ile onunla bütünleşmiş çınar ağacının yanındaki yerine yeniden kavuşmuştur. Ama daha da önemlisi cami girişindeki 350 yıllık muhteşem P. orientalis artık şair Hüseyin Avni Dede Çınarı olarak bilinecektir.
Caminin iki devasa duvarı arasında “Çınaraltı” bulunur. P. orientalis, nice öğrenci aşklarının yeşerdiği, nice söylencelerin akıp gittiği, tavşankanı çayların içildiği, ders notlarının masadan masaya dolaştığı, tansiyoncuların, tablalarında çiklet satanların, piyangocuların vazgeçemedikleri mekândır.
Bir de Emirgan’daki çınaraltı vardır ki 50-60’lı yılların dillere destan çay bahçesidir. Daldan dala uzanan iplere dizili renkli lambaların süslediği çınaraltı geçmiş yıllarının duygusal izlerinden geriye hiçbir şeyler kalmamış, kültür yok olmuştur. Bir masaya oturup gelen çayın rengine değişik düşüncelere dalabilseniz de hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını anlamakta zorlanmayacağınız kesindir. Boğaz’dan esen sert rüzgârların hışırdattığı yapraklar ya da çıplak dallara şöyle bir kulak verirseniz, aralarında geçmişin o naif güzelliğinin tınısını belki duyabilirsiniz.
Eyüp Sultan Camii’nin iç ve dış avlularındaki asırlık çınarların tarihi, Fatih Sultan Mehmed ile Üçüncü Selim’e kadar uzanır. Kadıköy Osman Ağa Camii”nin avlusundaki çınarın kitabesinde şöyle yazar; “Bu çınarı gars eden (diken) Babüssaade Ağası merhum Buharızade Osman Ağa Camii Şerifi imam ve hatibi es-Seyid Mehmed Asım’dır. Yıl; Hicri 25 Rebiülahir (Baharın Başlangıcı 1298), Rumi: 14 Mart 1297, Miladi, 1879”.
Kimse fark etmemiştir ya da ilgisini çekmemiştir. Sultanahmet’ten Gülhane’ye inerken yolun ortasında, sağından solundan geçen tramvayların arasında kalmış neredeyse elektrik telleriyle direkleri arasında boğulmuş P. orientalis, tarihe ve vandalizme meydan okurcasına halen oradadır.
Ancak bu kadarla da değildir. İstanbul’da bir çınar katliamı vardır ki diğerleri bunun yanında önemsiz kalır. Çoğu kişi bunu bilmez. Ordu Caddesi, Beyazıt’tan Aksaray’a caddenin ortasında P. orientalis’ler (Osmanlı Çınarı) sanki ağaçtan bir tünel gibidir. Tarih 1950’li yılların sonuna yakın bir zamandır. DP hükümettir. Topkapı ve Edirnekapı’daki şehre giriş yollarını genişletmek için büyük bir yıkım başlatır. Millet Caddesi’nde birçok bina ve bunun yanında birçok tarihi eser yok edilir. Aksaray’dan Beyazıt’a kadar Ordu Caddesi’nin orta kaldırımında bulunan yüze yakın asırlık devasa Osmanlı çınarları bir iki hafta içinde kesilir. Çınar cesetleri yola yatırılır. Asırlık tarihi doku katledilmiştir.
Sultanahmet Meydanı’ndaki “Yeniçeri Çınarı” olarak da bilinen Şecere-i “Vakvak Çınarı” ya da “Kanlı Çınar” kanlı olayların şahididir. 1656’da IV. Sultan Mehmet’e karşı gelen yeniçeri ve kapıkulu süvarileri 15 yaşındaki genç padişahtan, saray entrikalarına karışan harem ağalarının kellelerini ister. Hepsi idam edilir ve saray duvarlarından aşağıya atılır. İsyancılar da çırılçıplak soydukları bu cesetleri ayaklarına bağladıkları ipler ile At Meydanı’na kadar (Sultanahmet) sürükleyerek getirir ve oradaki ulu bir çınarın dallarına asar. Bu ağaç tarihin kanlı çınarı olarak bilinen “Vakvak Çınarı”dır.
Daha Osmanlı yokken Büyükdere düzlüklerinde Çayırbaşı’ndaki tarihi olaylara şahit olmuş ulu Çınarlardan söz edilir. 1096 yılında Haçlı kumandanlarından Godenferoy de Bouillon’un, Büyükdere Çayırında, gölgesi altında karargâh kurduğu Boğaziçi Çınarı (Platane de Godenferoy de Bouillon) bunlardan biridir. Altı kocaman gövdenin birleşmesinden oluşan çınarın çevresinin 32 metre, boyunun ise 60 metre olduğu söylenir. Çınarlı bu düzlükler uzun süre Osmanlı sultanlarının dinlence ve av mekânı olarak da kullanılmıştır. 20. yüzyılın başlarında çınarın kovuk gövdesinde bulunan çay ocağının alev alması sonucunda tümüyle yanarak geriye yalnız söylenceleri kalır. Bugün İstanbul’da sayısız anıtsal nitelikte çınar ağaçları vardır ama bunlardan en dikkat çekeni Bilezikçi Çiftliğindeki “Uyuyan Çınar veya Ahtapot Çınar” ile “Örümcek Çınar”dır. Buraya ulaşım yolu da sağlı sollu çınarlarla sıralıdır. Büyükdere Çayırbaşı Caddesi, Bahçeköy Sukemeri ve devamında Valide Sultan Caddesi, Orman Fakültesi yolu ve Belgrat ormanlarına giden yolun her iki tarafı P. acerifolia ile kaplıdır ve sonbaharda henüz sararmış yapraklarını dökmeden sarı bir tünel gibidir. Ahtapot Çınar, kalın ve kısa gövdesi üzerinde yanlara doğru uzanmış 5-6 adet gövdemsi dalları ile bir ahtapot gibidir. Çiftliğin içinde bir başka yaşlı anıt çınar ağacı daha bulunur. Çınar yaşı ilerledikçe “gelin bana sizi koruyayım” dercesine içini boşaltır. Buradaki çınar (Örümcek Çınar) işte böyledir. İçi bir-iki kişinin rahatlıkla yaşayabileceği bir oda kadar oyulmuştur. Suadiye ile Bostancı arasında pek bilinmeyen bir Çınarlı sokak vardır ki, yaklaşık 300 metrelik bir yolda yüze yakın P. acerifolia sağlı sollu dizilidir. Her gün geçtiğimiz ama hiç dikkat etmediğimiz meşhur Bağdat Caddesi boyunca neredeyse Bostancı’dan Kadıköy’e kadar yüzlerce P. orientalis yazları tüm caddeyi gökyüzünü göremeyecek şekilde bir tünel gibi yapar.
Gülhane’de çınar
Gülhane’nin ünü çınarlarından gelir. Gökyüzüne doğru gittikçe incelerek uzayan devasa çınarların dalları bulutlara sanki bir şeyler anlatır gibidir. Çoğu Doğu Çınarı P. orientalis’tir, ama buna eşlik eden melezi P. acerifolia da yer yer patikaların kenarlarında sıralanmıştır. Belli ki yaşları oldukça genç olmalıdır. Topkapı Sarayının dış bahçesi olarak bilinen park, Osmanlı tarihi için önemlidir. Tanzimat Fermanı burada okunmuştur. Kökeni Bizans’a kadar gider ama Romalıların savaşta Gotları bozguna uğrattığını simgeleyen yekpare Marmara Adası (Proconnesus) mermerinden yapılmış 18 metrelik “Gotlar Sütunu” Platanusların arasına gizlenmiştir.
Boğaziçi’nde çınar
Asya ile Avrupa arasında Boğaziçi kıyıları Doğu Çınarı P. orientalis ve melezi P. acerifolia’nın süslediği sanki bir inci gerdanlıktır. Dolmabahçe’de Çırağan’da P. orientalis (Doğu Çınarı) ile P. acerifolia (Londra Çınarı) yol boyunca sıralıdır. Kuruçeşme’de yolun hemen kenarında, merdivenle çıkılan restoranların beton basamakları arasına sıkışıp kalmış gövdeleri, insan vandalizmine meydan okumaktadır. Rumelihisarı da Doğu Çınarı ile süslüdür. Çay bahçelerinde reklam tabelaların çivilendiği, yer yer iki metre kalınlığa ulaşan gövdeleri masaların arasına sıkışıp kalmıştır. Neyse ki biraz ileride “Hacı Kemalettin Camii’nin” hemen yanı başında cami ile bütünleşen tam anlamıyla ulu bir çınar “işte böyle olmalıyım” dercesine huzur içinde 30 metrelik boyu ile göğe yükselir. Caminin yapılış zamanı I. Mahmut dönemidir. Künyesindeki tarih 1746’dır. Buna göre 276 yaşında olmalıdır. Biraz ilerdeki Bebek parkında P. orientalis’ler devasa gövdelerine yaslanmış sevgililerin, yaşlıların, koşuşturan küçük çocukların dünyasını kucaklamaktadır. Bazıları çok yaşlıdır. Demir desteklerle yaşama tutunma gayreti içindedir. Emirgan ise bir P. orientalis (Doğu Çınarı) mabedidir. Hamid-Evvel (Emirgan) Camii yanındaki çeşme ve civarı doğu çınarları ile çevrilidir. İstanbul’un platonik zamanları olan 50-60’lı yıllarda Emirgan Çay Bahçesi olarak bilinen bu yer 300 yıl yaşındaki bu ulu çınarlar ile anılır. Bu yıllarda çay içmek İstanbul’un bir ritüelidir. Şimdilerde ise tost ve patates kızartmalarının kesif kokusu, geçmişin o naif duygularının üzerinde bir kara bir bulut gibidir. Yanı başındaki muhallebici, gövdeleri masalar arasına sıkışıp kalmış, yer yer reklam tabelalarının çivilendiği asırlık çınarlar; masalardaki çatal kaşık bıçak sesleri arasında sigara dumanlarının kesifleştiği yerde bize de biraz saygı derler mi? Boğaziçi’nin Asya kıyıları da böyledir. Üsküdar semtindeki “Atik Valide Camii’nin” avlusunda, şadırvanın yanında büyük bir çınar tüm ululuğu ile dikkati çeker. Çengelköy de Çınaraltı Çay Bahçesi Hamdullah Paşa Cami’nin (Çınarlı Cami olarak da bilinir) içinde devasa çınar ağacının altındadır. Boğazın daha da ilerisinde yer yer P. orientalis ya da P. acerifolia dizilerini ya yol kenarında ya da bir çeşmenin başında görebiliriz.
Dünya’da çınar
Platanus türleri ve melezleri çeşitlidir. Doğada iki önemli türü ile bilinir. P. occidentalis diğer adıyla Batı Çınarı, diğeri de P. orientalis yani Doğu Çınarı veya Osmanlı Çınarı. P. occidentalis, Kuzeybatı Amerika’da yayılmıştır ve endemiktir. P. orientalis, ki bu çınarların babasıdır, Yunanistan, Ege Adaları, Anadolu’da ve oradan da doğuya Himalayalara kadar uzanan bir yaşam alanı vardır. Her iki türün değişik doğal melezleri de bulunur. En yaygın olanları P. acerifolia ve P. hispanica’dır. P. kerrii (Vietnam), P. mexicana (Meksika), P. racemosa (Kaliforniya), P. wrightii (Arizona) endemik yayılımlı türlerdir. P. orientalis Uzakdoğu’da Hindistan’da yaygındır. Halk arasındaki adı “Chinar”dır. Yaprağı Keşmir’de ulusal semboldür, devlet ağacıdır, bilginin ağacıdır.
Çınar odununun morfolojisi
Çınarlar türleri birbirlerine göre önemli farklıklar gösterir. Morfolojik ve fizyolojik olarak bunları ayırt etmek kolaydır. Ancak öyle değişikler vardır ki bunlar ancak ağacın genomik özellikleri ile çözülebilir. Morfolojik olarak P. orientalis ve İstanbul’da yaygın bulunan melez P. acerifolia arasındaki farklar şöyledir. Koyu sarıdan açık sarıya, açık yeşile, gri-yeşile, kahverenginden kızıl kahveye kadar renk değişimi gösteren koyu renkli kabuğun altından peyzaj yani kavlan her iki türün de kabuk karakteristiğidir. Ancak iki tür arasında gövde kabuklarının soyulmasında belirgin bir fark görülür. P. orientalis’in gövdesi yerden birkaç metre yukarıya kadar kalın bir kabuk ile kaplıdır. Ağaç yaşlandıkça belki de stresten bu kabuğu üzerinden atmak ister ve sonucunda kavlanır yani soyulur ve altından o pastel renkli lentisellerle süslü bir desen ortaya çıkar. P. acerifolia’da ise, kabuk çok daha erken dökülür. Dökülen kabuğun altından çıkan renk ve longitudinal lentiseller (Ağaçta oluşan zararlı maddelerin dışarıya gönderilmesini sağlayan yapılar, bir çeşit boşaltım sistemi gibi) P. orientalis’e göre daha belirgindir. Başka bir fark da meyve sayılarıdır. Yaprağa bağlı sapta tek bir meyve varsa bu P. acerifolia’dır. Birden fazla 4-6 meyve varsa bu da P. orientalis’dir. Başat bir diğer fark ise yapraklarındadır. 5-7 parçalı ve yaprak kenarları belirgin dilimliyse P. orientalis, eğer yaprak üç parçalı ve kenarları daha az dilimliyse P. acerifolia’dır.
Her iki çınar türünü de ilginç yapan, büyüdükçe soyunmasıdır. Eski kabuklarını eski elbiseler gibi sırtından atar, yepyeni kıyafetlere bürünüp doğaya merhaba der. O artık soyut bir dünyanın tipik temsilcisidir. İlk kabuk soyulmaya başladıktan sonra ortaya çıkan ikinci kabuk (kavlayan) birincil kabuğun soyulma izlerini taşır, lentiseller ortaya çıkar. Oluşan karmaşık biçimler size bir şeyler anlatmaya çalışır. Aklınıza Antik Ege’nin doğacıları gelir. Bunlar Milet’in, Kos’un dev çınarları altında konuşurlar. Platon soyulmuş kavlana hiç bakmış mıdır? Ya da Tales’in ya da Anaksimandros’un dikkatini çekmiş midir kavlan. Devasa gövdede birbirinden farklı sarıdan açık yeşile bazen grimsi yeşile, kahverengine, kızıla çalan kahvenin keskin sınırlarla değişik biçimlere dönüştüğünü, kesikli çizgiselliklerle dokusal lentisellerin süslediği kanvasın neler anlattığını düşünmüşler midir? En güzel ve anlamlı kanvaslar P. acerifolia’dadır. Onlar tüm kabuklarını çabucak atıp çok şeyler anlatır. Devasa P. orientalis’ler pek öyle değildir. Bağdat Caddesinde Çınar Sokakta veya Dolmabahçe’de, Çırağan’da, Sarıyer’de Marsyas’ı anımsatan soyulmuş dev gövdelerde arıyoruz Tales’in ya da Platon’un göremediklerini. Üsküdar’dan Beykoz’a, Boğaz’ın akıntılı sularına yaslanmış çınarların kavlanları bize bir şeyler anlatabilir mi?
Teşekkür
Bu yazıda, “Çınarın soyut dünyası” konusundaki fotografik çalışmalarla ilgili bilgileri aktaran Sefer Örçen’e, odun dokusundaki lentisel oluşumları hakkında yazıya katkı koyan Orhan Küçüker’e teşekkür ederim.
DİPNOTLAR
1) https://en.wikipedia.org/wiki/Tree of_Hippocrates
2) https://en.wikipedia.org/wiki/Ombra_mai_fu
3) https://ozhanozturk.com/2018/02/08/marsias-marsyas-yunan-mitolojisi/
4) https://bilgilihocam.com/threads/tevfik-fikret-cinar-siiri.82928
5) https://tr.wikipedia.org/wiki/Cenap_%C5%9Eahabettin./
6) http://www.tree-guide.com/london-plane-tree
KAYNAKLAR
– Ergun, P. (2004). Türk Kültüründe Ağaç Kültü. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
– Onay, T. A., 1996, Edebiyatımızda Mazmunlar. MEB, 166.
– Parlak, S. E., 2020, Anadolu’da Neolitik Dönem Kültürleri Tezli Yüksek Lisans Dönem Ödevi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 64s.
– Torlak, H., 2013, Anadolu Kültüründe Ağaçlar: Çınar ağacı düzenin ve otoritenin sembolü Bilim ve Gelecek Dergisi, sayı 118.