Bu sayının öne çıkan iki dosyası, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ve önerdiği müfredat ile siyanürle altın madenciliği. İkisi de bu iktidarın ne kadar çürüdüğünün, devleti ve toplumu ne kadar çürüttüğünün belgesi. Prof. Dr. Hasan Aydın, Prof. Dr. Dilek Gözütok, Ahmet Doğan ve Dr. Özgür Taşkın, önerilen Maarif Modeli’ne yön veren gerici ideolojiyi, felsefeyi eleştiriyorlar, müfredatın bilime ve laikliğe yönelik saldırısını ve yaratmak istediği “kul-insanı” örnekleriyle ortaya seriyorlar. Bir yönüyle belki tekrar olacak bu kapak dosyasını yapmak zorundaydık, çünkü önümüzdeki aylarda belli ki bu alanda ciddi bir mücadele verilecek. Dr. Hüseyin Karakuş’un hazırladığı siyanürle atlın madenciliği konulu makale ise, ülkemizin zenginliklerinin nasıl yerli-yabancı büyük sermayeye peşkeş çekildiğini, kâr uğruna halk sağlığının nasıl hiçe sayıldığını, doğal çevremizin nasıl tahrip edildiğini anlatıyor. Çarpıcı iki dosya.
Ciddi tehlikelerle karşı karşıya toplumumuz. Öncelikle devlet açısından: Peşi sıra çıkan skandallardan da görüldüğü gibi içinde birbiriyle çatışan güç odaklarının, mafya gruplarının, tarikatların cirit attığı bir devlet söz konusu. Maliyesi tamtakır. Toplumun bütün zenginliklerine ve birikimine el koyup yerli-yabancı büyük sermayeye aktaran halk düşmanı bir mekanizmaya dönüşmüş. Halkın hiçbir yakıcı sorununu çözemeyen, büyük afetlerde bile bir birliktelik yaratamayan, halktan kopmuş, azınlığa düşmüş bir iktidar tarafından yönetilmeye çalışılan bir devlet. Kısacası, Türkiye devleti çürümektedir ve çöküşün eşiğindedir.
Ya toplumumuz? Onun da güç kaybettiğini teslim etmeliyiz. Çünkü çürüme sadece devlette kalmaz; karşı bir müdahale yapılamadığı sürece topluma da yayılır. Birkaç örnek verelim: Tarikatlar ve cemaatlerin yarattığı tehlike sadece devlet içinde yuvalanmaları değildir; toplumu da toplum olmaktan çıkaran, insanları yurttaş olmaktan çıkarıp kullar topluluğu haline çeviren bir rolleri vardır. Gençlerimiz ya ülkeden umudu kesip yurtdışına kapağı atmaya çalışmakta ya da -hayatlarını devam ettirebilmek için- suç örgütlerinin ve tarikatların ağına düşmektedir. Kürt sorununa şiddet ve baskı dışında bir çözüm bulunamaması (son örneği Kobani davası kararları) toplumsal bölünmeyi derinleştirmekte, “Türkiyeli” bir çözüm arayışını iyice zayıflatmaktadır. Üstüne üstlük Türkiye toplumuna, geçmişi, talepleri, duyguları tamamen farklı olan 10-12 milyonluk bir kitle kısa bir zaman aralığı içinde sığınmacı olarak katılmıştır. Daha pek çok toplumsal zaaf unsuru sayılabilir. Kısacası Türkiye toplumu da çürümekte, birçok biçimde kutuplaşmakta, dağılmakta ve toplum olma niteliğini yitirmektedir.
Asıl tehlike de budur. Ama her şeye rağmen yine de tek umudumuz toplumumuzdur, halkımızdır. Çünkü toplumların kendilerini koruma, çürümeye tepki verme mekanizmaları ve bağışıklık sistemleri devletlere oranla çok daha köklü ve güçlüdür. Boş bir laf değil bu, 11 yıl önce kanıtlanmıştı. Bu ay, milyonların gericiliğe ve yoksulluğa karşı ayağa kalktığı büyük Haziran Direnişinin 11. yıldönümü. Coşkuyla hatırlıyoruz.
Dostlukla kalın…