Arkeoloji
Paul Bahn, Çev. Nurettin Elhüseyni, İş Bankası Kültür Yayınları, 2024, 140 s.
Mağaraların derinliklerinden dağların doruklarına, çöllerden ormanlara, taş aletlerden uydu fotoğraflarına, kazılardan soyut teoriye dek arkeoloji, geçmişi kavrama çabasında diğer disiplinlerin hemen hemen hepsiyle etkileşim halinde. Oxford Üniversitesi Yayınları’nın bu kısa giriş kitabında Paul Bahn’ın üslubuyla bu bilim dalına duyulan ilginin kökenlerine eğiliyorlar. Arkeologların geçmişi keşfetmek ve insanların nasıl yaşadığını değerlendirmek için kullandıkları yöntemleri karikatürler eşliğinde, eğlenceli bir dille aktaran yazar, geleneksel arkeolojiden bilime dayalı arkeolojiye geçiş sürecini özetlerken, yeni bilimsel ve teknolojik gelişmelerin uygulamada sağladığı büyük kolaylıklara da işaret ediyor.
Sokak Kodcusu: Yıkılması Gereken Kurallar ve Onları Yıkmanın Yolları
Sedat Kapanoğlu, Mundi Kitap, 2024, 312 s.
Masa başında uykusuz geçirilen saatler, ekip üyelerinin kader arkadaşlığı; üç, beş, yedi, on kupa kahve, revizyonlar ve kodlama… Kodlama dünyasındaki sokaklar birer labirente dönüştüğünde ne yapmalı? Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu, namı diğer SSG, Sokak Kodcusu’nda acemi ya da kıdemli her kodcuyu yazılımcılığın arka sokaklarına götürüyor ve onlara bu labirentte yol göstererek, sokaklarda hayatta kalmanın teknik yollarını, püf noktalarını açıklamaya çalışıyor.
Belirsizlik Çağı: Fiziğin Parlak ve Karanlık Yılları 1895 – 1945
Tobias Hürter, Ayrıntı Yayınları, 2024, 336 s.
Yirminci yüzyılın en önemli fizikçileri, fiziğin bugün hâlâ tam olarak kavrayamadığımız yeni bir dünya görüşüne yol açan, hayal bile edilemeyen bir bilimsel dalgalanmayı tetiklediler. Marie Curie, Max Planck, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger ve Albert Einstein sadece fizikte devrim yaratmakla kalmadılar; dünyamızı ve içinde yaşadığımız gerçekliği yeniden tanımladılar. Ancak görelilik ve kuantum mekaniği çağı aynı zamanda savaşlar ve devrimler çağıydı da. Örneğin radyoaktivitenin keşfi bilimde devrim yarattı ama sonuçta Hiroşima ve Nagazaki felaketine yol açtı. Belirsizlik Çağı’nda Tobias Hürter, fiziğin altın çağına ve onun göz kamaştırıcı, kusurlu ve unutulmaz kahramanlarına hayat vermeye çalışırken, dünyada olup bitenlerle bilimin nasıl sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu anlatmayı hedefliyor.
Bedenin Sırları – Hayatımızı Değiştirecek Yeni Bir İnsan Biyolojisi
Daniel M. Davis, Yapı Kredi Yayınları, 2024, 100 s.
Bedenin Sırları insan biyolojisinin son yıllarda gelişen teknoloji ve artan bilgi birikimi sayesinde öne çıkan ve büyük tartışmalar yaratan genetik düzenleme, mikrobiyom, beynin işleyişi gibi alanlarını, hücre düzeyinde bir araya getiriyor. Bu gelişmeleri mümkün kılan bilim insanlarının zaman zaman eğlenceli olabilen hikâyelerine de yer veren kitap bilimsel düşüncenin gelişimine dair bir okuma deneyimi sunuyor. “Yakın gelecekte hayatlarımızı en çok kendi kendine giden arabalar veya robotlar değil, yeni insan biyolojisi etkileyecek” diyen yazar, okuru insan biyolojisinin sınırlarını keşfetmeye davet ediyor.
Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler
Claude Meillassoux, Çev. Leven Ünsaldı, Heretik Yayıncılık, 2024, 267 s.
Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler kitabını antropoloji ve iktisadın kesişiminde önemli kılan nedir? Hiç kuşkusuz, teorik ve ampirik ayakları güçlü bir çifte köprü kurması: bir yandan, kendi kendine yeterli tarımsal topluluklar özelinde üretim ve üreme ilişkileri arasında (Birinci Bölüm), diğer yandan da bu topluluklarda üretilen/yeniden üretilen emek gücünün ve artı emeğin mevsimlik göçler yoluyla capitalist system tarafından hem artı değer hem de emek rantı biçiminde sömürülmesi ve modern kölelik formları arasında (İkinci Bölüm).
Geçimlik besin üretimi ve üreticilerin yeniden üretimi gibi, insan faaliyetinin en belirleyici yönlerinden hareket eden ve nu manada diyalektik materyalizmin en yaratıcı örneklerinden birini sunan C. Meillassoux, çalışmasında Lévi Strauss’un yapısalcılığının keskin bir eleştirisine de girer. Kadın, yapısalcı antropoloji dâhilinde sadece ittifak temelli mübadelelerin konusu olarak ele alınırken, burada bir üretim ilişkisine dönüşmüş üreme ilişkilerinin, babayanlı soy ilişkilerinin tesisinde üreme fonksiyonu gereğince aranan, el konulan, boyun eğdirilen bir figür; eril bir kolektif siyasal girişimin nesnesi olarak karşımıza çıkar. Bu açıdan bakıldığında, Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler, Marksizm ile uzlaşılabilecek bir feminizm ve feminizm ile uzlaşabilecek bir Marksizm için, tıpkı toplumsalın ve sömürünün karmaşık kıvrımları hususunda naif olmaması gereken bir teorinin yapması gibi, iyi tasarlanmış bir başlangıç noktası teşkil eder.
Şehirdeki Şeytan – Underclass Kavramının İcadı
Loic Wacquant, İstanbul Bilgi Üniv.Yayınları, 2024, 224 s.
Yirminci yüzyıl kapanırken Amerikalı sosyal bilimciler, siyasa araştırmacıları, hayırseverler ve siyasetçiler gettoyu kasıp kavurduğu söylenen korkunç ve gizemli görünen yeni bir grubu takıntı haline getirdi: Kentsel “underclass”. Çok geçmeden bu öcüler kategorisi ve şeytanlaştırılmış imgesi Birleşik Krallık’a ve Kıta Avrupası’na ihraç edildi ve sanayi sonrası metropollerindeki toplumsal dışlanmaya ilişkin uluslararası çalışmaları kışkırttı. Düşünce tarihini, katılımcı gözlemi ve kavramsal çözümlemeyi bir araya getirdiği bu çarpıcı kitabında Wacquant, İsveçli iktisatçı Gunnar Myrdal’ın yapısal anlayışından başlayarak Washington’daki düşünce kuruluşu uzmanlarının davranışsal mefhumuna ve sosyolog William Julius Wilson’ın yeni çevresel formülasyonuna kadar bu ırksallaştırılmış halk şeytanının icadının ve geçirdiği başkalaşımların izini sürüyor. Kamusal tartışmalarda “Underclass”ın ani baskınının, hızlanan dolaşımının ve ansızın buharlaşıp yok oluşunun kaynaklarını ortaya çıkartıyor ve bunların kentsel marjinalliğin toplumsal epistemolojisi üzerindeki etkilerine kafa yoruyor. Irk ve yoksulluk üzerine çalışan bir kuşak akademisyeni bilimsel bir uçurumdan aşağı sürükleyen sürü etkisini açıklayan nedir? “Kavramsal spekülatif balonlar”ın oluşması ve patlaması için gerekli koşullar nelerdir? Toplumsal araştırmacılara “anahtar teslim sorunsallar” dayatılmasında düşünce kuruluşlarının, gazeteciliğin ve siyasetin rolü nedir? Mülksüzleştirilen ve itibarsızlaştırılan nüfusların bilimsel söylemde adlandırılmasının ortaya çıkardığı özel açmazlar nelerdir ve bu tür sorunlardan kaçınmak için “ırk” meselesini nasıl yeniden formüle edebiliriz? Bu soruları yanıtlamak Bachelard, Canguilhem ve Bourdieu geleneğinde epistemik düşünümsellik üzerine titiz bir çalışma teşkil ediyor. Ve sosyal bilimcilerin kendi entelektüel özerkliğini ister devlet yetkilileri ister medya ister düşünce kuruluşları ya da hayır kurumları olsun, haricî güçlerin tasallutuna karşı savunmaları için bir çağrı niteliği taşıyor.
Osmanlı’da Bilimin Siyaseti
Mehmet Alper Yalçınkaya, Fol Kitap, 2024, 384 s.
Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzun yüzyılı Büyük Güçler’in tahakküm biçimlerine karşılık verme mücadelesiyle geçti. Bu mücadelede Büyük Güçler arasında değil de öteki tarafta olmanın yenik hissine türlü çareler arandı. Üstelik zaman ritminin Batı’nın teknolojide ve bilimde gösterdiği hızla değişmesi, Osmanlıları aciliyet duygusuna gark etti. “Batı neden ilerledi, Osmanlı neden geri kaldı?” sorusu toplumun her kesiminde, farklı ideolojiler etrafında tek bir fenomenin yorumuyla cevaplanmaya çalışıldı: bilim. Mehmet Alper Yalçınkaya, 19. yüzyıl Osmanlı okuryazarlarının bilimden ne anladığını siyasal ve toplumsal bir bağlama yerleştirerek incelemeye çalışıyor. Erdem, ahlak gibi değerler sistemi ile altın çağa geri dönememe endişesinin yarattığı “bilim adamı portreleri”ni bir kültür haritasına yerleştirip, devlet ve toplum için makbul bir kimliğin inşasında bilim ve ahlakın girift ilişkisini analiz etmeyi amaçlıyor.
Sözün Dolaştığı Yer – Kadınlar Siyaset ve Kolektif Bellek
Kolektif, İmge Kitabevi, 2024, 602 s.
Eser Köker’e Armağan kitaplar dizisinin ikincisi olan Sözün Dolaştığı Yer: Kadınlar, Siyaset ve Kolektif Bellek, sinema, siyasal iletişim ve siyasal katılım konularının ağırlıkla kadın odağından değerlendirildiği yazıları bir araya getiriyor. Kitapta, kadınların sinemasından erkekliğin sinemada inşasına, Fransız sinemasından Yeşilçam’ın Hollywood uyarlamalarına, filmlerin bir propaganda aracı olarak kullanılmasından siyasal iletişime, iletişim özgürlüğüne, iletişimsel eyleme, kadın gazetecilere, kadınların medyada ve siyasette temsiline kadar uzanan geniş bir yelpazede Eser Köker’in çalışma alanlarıyla ilişkilenen makaleler yer alıyor. Kitabın ikinci bölümü ise meslektaşlarının, öğrencilerinin ve yol arkadaşlarının tanıklıklarını aktardıkları kısa yazılardan oluşuyor.
Yaşayan Marksizm – Düşlerden Gerçeğe
Semih Gümüş, Akademim Yayıncılık, 2024, 172 s.
Marksizm; yerinde durması olanaksız, yaşayan, organik bir düşünce. Uzun yol koşucularının ufkuna açılıyor. Reel sosyalizmin yaşadığı sıcak çöküntünün Marksizmin de sonunu getirdiğini savunan önyargılar, kapitalizmin o krizden öbürüne savrulduğu günümüzde artık unutulmaya başlandı. “Suçluluk dönemi” bitti, düşünce üretimi yeniden canlanıyor. Sosyalizm hayalini ütopya olmaktan çıkaran Marksizm, bir eski zaman düşüncesi değil. Hayatın her alanını anlamayı sağlayan bir düşünme biçimi, yorumlama yöntemi, derinlikli bir felsefe, yüksek bir soyutlama yetisi. Semih Gümüş, dünyayı değiştirme düşüncesi olarak, insanın bilişsel yetileri ölmedikçe Marksizmin eskimeyeceğini anlatıyor ve şöyle diyor: Bizim gündüzümüz sosyalizm mücadelesinin olağan pratiğiyle yaşanır, savaştığımız idealin gerçekten çıkıp gerçeküstüne varıncaya dek değişen düşleriyle tamamlanır. Ve düşler bizi olduğumuz yerden alıp ileriye, görmediğimiz, düşünmediğimiz dünyalara taşır.
Kyoto Okulu Felsefesi
Bret W. Davis, Beyoğlu Kitabevi, 2024, 116 s.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında, Japon İmparatorluğunun Büyük Doğu Asya politikalarını uyguladığı dönemde bir grup Japon felsefeci Kyoto İmparatorluk Üniversitesi çevresinde fenomenoloji, din, etik, varoluşçuluk gibi alanlarda müstesna bir tartışma ortamı yaratmış; birbirinden ilginç eserler vermiştir. Batının krizinden bahseden Nietzsche, Bergson, Heidegger gibi Batılı filozoflara atıfla “Batı modernitesinin üstesinden gelmek” dâhil, pek çok tez geliştiren bu hareket, yürüttüğü tartışmaları giderek derinleştirip çeşitlendirmiştir. Batıdaki varoluşçu felsefeye ve nihilizm sorununa özellikle Mahāyāna Budizminin entelektüel ve manevi öğretilerinden beslenerek cevaplar geliştiren Kyoto Okulu filozofları “benliğinden arınmak”, “kendini terk etmek”, “hiçlik felsefesi” ve “mutlak hiççilik” gibi yeni yaklaşımlar getirmiştir. Konunun önde gelen uzmanlarından Bret W. Davis’in bu çalışması dört soruya odaklanmaktadır: Kyoto Okulu nasıl tanımlanmalıdır? Temel felsefi kavramı olan “mutlak hiçlik”le kastedilen nedir ve Kyoto Okulu filozofları ilhamını Doğudan alan bu fikri Batı düşüncesiyle diyalog ve tartışmalar içinde nasıl geliştirmiştir? Politik eserlerinin esası ve onları çevreleyen tartışmaların temeli nelerdir? Kültürlerarası düşünme veya “dünya felsefesi” açısından Kyoto Okulunun mirası nedir?
Epifaniler ve Açıklıklar-Proust, Joyce ve Brecht’ten Berio-Eco Poetikasına
Yiğit Özatalay, Bağlam Yayıncılık, 2024, 376 s.
Müzik Bilimleri Dizisi’nin 23. Kitabı olarak çıkan Epifaniler ve Açıklıklar kitabı, Yiğit Özatalay’ın geleneksel yapıt okumalarının ötesine uzananması, anahtar kavramlar ve referans metinler/tartışmalar üzerinden, okurlarına edebiyat-müzik ilişkisine dair bir yolculuk vadediyor. Özatalay, çalışmasının temeline kurduğu üçgen ve onun üzerine oturttuğu çokgen yapıyla, adeta iğneyle kuyu kazarak müzik ile edebiyat arasındaki yaratıcı kanalları, bunların gizli dehlizlerini bulup ortaya çıkarmaya çalışıyor. Yazar kendi sözleriyle kitabını şöyle tanımlıyor: Düzen mi, düzensizlik mi? Sezgisellik mi, ussallık mı? Biçimleyicilik mi, rastlantısallık mı? An’a odaklanan bir farkındalık (günümüzün gözde terimiyle “mindfulness ”) mı, yoksa “anlamak” mı “gideni ve gelmekte olanı”? Çok sorulu ve çok yanıtlı bir yapıt, yine çokgen bir biçimde çözümlenebilir ancak. Berio’nun Epifaniler ’ini Eco’nun Açık Yapıt ’ı bağlamında inceleyen bu kitap da ana yolu belirleyen Proust, Machado, Joyce, Sanguineti, Simon ve Brecht’e ek olarak Türkiye ve dünyadan birçok yazar, sanatçı, düşünür ve bilim insanının üretimi ışığında yan yollara girerek yolunu dolaştırıyor, hatta labirentleştiriyor kimi zaman. “İki nokta arasındaki en kısa yol, belki de eğri olanıdır” dememiş miydi Galileo?