Ana Sayfa Bilim Gündemi Yeniden vatan olmanın Türk-Kürt denklemi

Yeniden vatan olmanın Türk-Kürt denklemi

328
0

Ender Helvacıoğlu

Türkiye nasıl yeniden bir vatan olur? Bu soruyu sormak bile bir zül. Ama öyle koşullarda yaşıyoruz ki böylesine ağır bir soruyu sormak ve yanıtını aramak zorundayız. Bu sorunun yanıtının, hepsi birbirinden önemli çok fazla boyutu var.1 Bu yazıda konuyu Türk-Kürt sorunu bağlamında ele alacağız.

Bu coğrafyayı paylaşan Türklerin ve Kürtlerin birliği, bir vatan oluşturmanın (veya mevcut vatanı korumanın da diyebilirsiniz) olmazsa olmaz denklemlerinden biridir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti adlı vatanımız bu denklem temelinde kurulmuştur. Çanakkale Savaşından 1923’te Cumhuriyetin ilanına kadar geçen süreçte Türklerin ve Kürtlerin mücadele ortaklığı sağlanamasaydı Sevr kaçınılmaz olurdu. Bunu, o mücadeleye önderlik eden Mustafa Kemal ve arkadaşları (ve Birinci Meclis) net olarak kavramışlardı. O dönemin bütün belgeleri yayımlandı, isteyen inceleyebilir. Okuru belgelere boğup yazıyı uzatmadan kuruluş dönemindeki önderliğin tutumunu şöyle özetleyebiliriz: “Türkiye’nin millî sınırları, Türklerin ve Kürtlerin üzerinde oturduğu araziyi kapsar. Türkler ve Kürtler ortak vatanları üzerinde birlikte yaşamaya karar vermişlerdir. Kürtler, bir azınlık değil, fakat Türklerle birlikte cumhuriyetin ve milletin kurucu unsurudur. Türkiye halkı, esas olarak Türk ve Kürt unsurlardan oluşur.”

Türkiye adlı vatanın temel kuruluş ilkelerinden biri budur: Türk ve Kürt unsurlarının eşitlik ve birbirlerinin haklarına saygı temelinde birliği. Kuruluştan sonra ne oldu, 1930’da girilen hat ne kadar gerçekçiydi, sonraları, hele 1980 sonrası neler yaşandı ve bugünkü tablo oluştu… bunlar çok önemlidir ama o süreci atlayıp günümüze geleceğiz.

Bugün “yeniden vatan” diye bir sorunumuz var. Çünkü Türkiye bir vatan olmaktan, Türkiye’de yaşayanlar da “vatandaş” olmaktan çıkma tehlikesiyle karşı karşıya. Ve bu tablodaki ana yarılmalardan biri yine Kürt sorunudur.

***

Burjuva politikası bir çalım atma sanatıdır ama -aklı başında burjuvalar da dahil- herkes bilir ki politika sosyolojiye çalım atamaz. Attığını sanır ama önünde sonunda duvara toslar. Kürt sorunu da sadece politik değil sosyolojik bir sorundur. Bu sorunu salt politik tedbirlerle, 40 yıldır uygulanan inkâr, baskı ve şiddet yoluyla çözmeye çalışanlar, çözebilmişler midir, bu sorunu ortadan kaldırabilmişler midir? Yoksa çok daha derinleşmesine ve en tehlikelisi uluslararasılaşmasına mı yol açmışlardır? Sadece seçim sonuçlarına bakmak bile, politikanın her türlü baskıya karşın sosyolojiye çalım atamadığını, sosyolojinin nasıl ağırlık koyduğunu görmeye yeter.

Kürt hareketinin kurduğu yasal partiler defalarca kapatıldı, mevcut parti hakkında yine kapatılma baskısı var; sorun çözülebildi mi?

Kürt hareketinin önder kadroları, düşman hukuku uygulanarak sürekli cezaevine tıkıldı (son örneği Kobani kumpas davasında yağdırılan cezalar); sorun çözülebildi mi?

Kürt illerinde halkın seçtiği belediye başkanları, anayasal haklar ayaklar altına alınıp ve hukuksal süreçler göz ardı edilip görevden alınarak yerine kayyumlar atandı (son örneği Hakkâri ve devam edecek gibi gözüküyor); sorun çözülebildi mi?

Nasıl oluyor da Kürt hareketinin partisi, bunca hukuksuzluğa, baskıya ve şiddete karşın, seçimlerde ülke çapında üçüncü büyük parti ve daha önemlisi Kürt illerinde açık ara birinci parti olarak çıkıyor? İşte bu, sosyolojinin gücüdür.

Demek ki başka bir çözüm yoluna ihtiyaç var. Kürt hareketinin yasal temsilcilerini Türkiye siyaset sahnesinden dışlayarak “Türkiyeli” bir çözüm geliştirilebilir mi? Israrla inkâr, şiddet ve baskı politikası izleyerek Kürt sosyolojisi nereye doğru itilir?

Soruna halk düzleminde baktığımızda, Türkiye’nin her yerinde Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın -her şeye karşın- kardeşçe yaşadıklarını görürüz. Kardeşlik, bu coğrafyanın sosyolojisinin bir parçasıdır; politik düzlemde eşitlik, özgürlük ve karşılıklı haklara saygı ile taçlanmalıdır.

Öte yandan, yukarıda söylediğimiz gibi, Kürt sorunu geldiğimiz aşamada sadece bir hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlük sorunu değildir; bir ortak vatan sorunudur da. Bir vatanımız olsun istiyorsak, eşitlik ve özgürlük temelinde kardeşçe yaşamaya mecburuz.2

Hakkâri Belediyesine kayyum atayanlar sadece hukuk ve demokrasi düşmanı değiller; ortak vatanımıza da düşmandırlar. Kayyum dayatması bir beka sorunudur. Bütün Türkiye halkı, hepimiz için…

DİPNOTLAR
1) Bazılarını sayalım: Laikliğin, cumhuriyetçiliğin ve vatandaşlık bilincinin aşınması; muhalif kesimlere düşman hukuku uygulanması ve toplum sözleşmesinin ortadan kalkması; ülke demografisine kısa bir zaman içinde ciddi bir müdahalede bulunulması, 10 milyondan fazla sığınmacı; ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yerli-yabancı büyük sermaye tarafından talan edilmesi; gelir dağılımındaki büyük uçurum ve toplumun yoksulluğa mahkûm edilmesi; devletin mafyalaşması; yaşadığımız coğrafyanın doğasıyla uyumsuzluk…
2) Bu konuda çok yazı yazdık. Birkaçına atıf yapalım:
– E. Helvacıoğlu, “Neden birlikte yaşamak zorundayız? Ve nasıl?”, Bilim ve Gelecek, sayı: 78, Ağustos 2010.
https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2013/03/01/turk-de-biziz-kurt-de-biziz-peki-sonrasi/

https://abcgazetesi.com/yazarlar/ender-helvacioglu/turk-ve-kurt-uluslasma-sureclerinin-ortaklasmasi-312384

https://abcgazetesi.com/yazarlar/ender-helvacioglu/yeni-vatan-yeni-ulus-yeni-halk-yeni-bagit-207029

https://abcgazetesi.com/yazarlar/ender-helvacioglu/kurt-sorununa-iliskin-bazi-sosyolojik-olgular-206316