Pythagoras önce Büyük Yunanistan’da daha sonra asıl Yunanistan’da hem bilimci bakış açısıyla hem gizemci görüşleriyle büyük ilgi uyandırdı. O hem bir filozoftu hem de bir din adamıydı, bir tarikat önderiydi. Pythagoras’çılık Büyük Yunanistan’da çok önemli bir felsefe atılımı olmuş, Elea okuluyla birlikte Akdeniz havzasında çok değişik kültürleri zamansal ve uzamsal genişlikte derinden etkilemiştir.
Afşar Timuçin
İonia’nın çöküşü ve Güney İtalya’nın yükselişi
İonia’nın Miletos kentinde Thales’le ve onun ardılları Anaksimandros ve Anaksimenes’le doğan felsefe güneşi Perslerin Batı Anadolu’da yayılmasıyla pek erken battı. Herakleitos İonia geleneğini her şeye karşın İonia’nın pers işgali altındaki kenti Ephesos’da sürdürdü. MÖ VII. yüzyılda tarih sahnesine çıkan yayılmacı Persler durmadan topraklarını Doğu’ya doğru genişletiyorlardı. Sonunda Anadolu’nun batısına kadar geldiler. O zaman bir ışık birdenbire söndü, ilk filozofların dünyaya attığı ilk felsefe tohumları bundan böyle Batı Anadolu’dan Güney İtalya’ya doğru savrulmaya başladı. İonia kentleri pers yayılmasını engelleyememişlerdi. Yunan sitelerinden bekledikleri yardım da gelmeyince bir kültürün sonu gelmiş oldu: İonia 546’da düştü. 494’de Persler Miletos’u yakıp yıktılar, Miletos’un yakılıp yıkılmasıyla birçok İonia’lı Güney İtalya’ya ve Attika’ya göçtü. Böylece düşünce etkinlikleri ileride Romalıların Büyük Yunanistan diye adlandıracağı Güney İtalya’ya ve Sicilya’ya doğru kaydı. Bu topraklarda VII. yüzyılın başlarında birçok yunan sömürgesi kurulmuştu. Bugün Napoli kentinin yakınlarındaki Salerno’nun bulunduğu topraklarda kurulan Elea kenti ikinci büyük felsefe deviniminin merkezi oldu. Léon Robin şöyle der: “Burası bir ölçüde yeni bir ortamdı, geleneklerin büyük baskısı altında değildi, sonuç olarak daha esnek, düşünceye daha yatkın, daha tutkulu bir ortamdı; bu ortamda kültür maddi refahın gelişimini izler gibiydi: örneğin Kroton’da ünlü bir hekimler okulu vardı.”
Bu topraklarda önce iki büyük düşünce akımı ortaya çıktı: Pythagoras’ın gizemciliği ve Elea okulunun usçuluğu. Elea usçuluğunun temellendiricisi Parmenides duyumcu ya da fizikçi bakış açılarını tümden dışlayarak felsefeye baştan sona ussal çözümler getirmeye yöneldi: duyu verileri aldatıcıydı, gerçek olan bizim ancak usla kavrayabileceğimiz “Bir Varlık” olabilirdi. Böylece İonia felsefelerinin tam karşıtı bir anlayış ortaya atılmış oldu. İnsanın gözlerini doğruca duyulur olandan düşünülür olana çevirmesiydi bu. Sorun hep o sorundu: değişen varsa değişmeyen nedir, değişmeyen varsa değişen nedir? Parmenides’in gözleri dünyaya kapamak diye özetlenebilecek bu çabası gününde büyük ölçüde etkili olmuş olsa da daha sonra başka filozofların fizik dünyaya dönük açıklamalarının ardarda gelmesini engelleyemedi. Agrigente’li Empedokles, Klozemenai’li (bugünkü Urla), Anaksagoras ve Abdera’lı (Trakya’da Mesta ırmağının ağzı yakınlarında) Demokritos fizik dünyanın verilerine dayalı açıklamalar yaptılar: herbiri kendine göre bir atomculuk anlayışı geliştirdi. Atomculuk usa daha yatkındır: atomcular hem değişkenin hem değişmezin varlığını benimsiyorlardı, elbette bunları karşıt ögeler olarak belirlemeden benimsiyorlardı, birbirini tümleyen iki şey olarak, daha doğrusu bir gerçekliğin iki yüzü olarak benimsiyorlardı. Empedokles evreni açıklamaya yönelirken insan sorunlarıyla da ilgiliydi, atomcu Demokritos aynı zamanda bir ahlakçıydı. Öte yandan, Miletos’un yıkımıyla felsefe Batı’ya kayarken Perslere başeğen Ephesos’da Herakleitos oldukça önemli bir kuram geliştirmiş, bunu yaparken ahlak sorunlarının uzağında kalmamıştı.
Pythagoras’çılık: inanca dönüşmüş felsefe
Elea ve çevresinin en eski felsefi atılımını gerçekleştiren Pythagoras 585-570 arasında Samos’da (Sisam) doğdu, 480’e doğru Metapontion’da öldü. Okulunu Yunanistan’ın Kroton kentinde kurdu. Yolculuklara çıktı, Fenikelilerin, Kaldelilerin, Perslerin, Hintlilerin, Mısırlıların, Arapların yaşam ve inanç biçimlerini inceledi. Trakya’da Orpheus gizleriyle tanıştı. Pythagoras önce Büyük Yunanistan’da daha sonra asıl Yunanistan’da hem bilimci bakış açısıyla hem gizemci görüşleriyle büyük ilgi uyandırdı. O hem bir filozoftu hem de bir din adamıydı, bir tarikat önderiydi. Kişiliği de yaşamı da söylencelere bulanmıştır, bu yüzden Pythagoras’çılığın ne olup ne olmadığını tam olarak belirlemek olası değildir. Nitekim Pythagoras’ın ölümünden yarım yüzyıl sonra Empedokles onu insanüstü bir varlık ilan etti. Bir zaman geldi, Pythagoras Apollon’un ya da Hermes’in oğlu olarak anıldı. O tanrı katıyla insan dünyası arasında bir köprüydü, bir tür peygamberdi.
Bir zaman sonra Pythagoras’çılar toplumsal yaşam düzenini koşullayacak bir ağırlık kazandılar ve her yerde olmasa da Güney İtalya’da yoğun bir tepkiyle karşılaştılar. Bunun üzerine Pythagoras’çıların çoğu Güney İtalya’dan ayrıldı ya da çıkarıldı. Bu kişiler genellikle Yunanistan’a gittiler. Yunanistan’a gidenler biri Thebai’de öbürü Philonte’de Pythagoras’çılığın iki merkezini kurdular. Thebai merkezini kuran Philolaos oldu. Pythagoras’çılığın Orpheus’çuluğa kendi rengini vermesi ve aynı zamanda Orpheus’çuluğun Pythagoras’çılığı etkilemesi, onunla bütünleşmeye doğru gitmesi bu koşullarda olmuştur. Pythagoras’çılık daha sonra Dionysos misterleriyle karıştı. Orpheus’çu-Pythagoras’çı gelenek bir zaman sonra yeniden Güney İtalya’yı etkisi altına almış olmalıdır. Evet, bu bir felsefe olduğu kadar da bir dindi. Pythagoras’çı ahlak anlayışının daha çok dinsel bir çerçevede ortaya konmuş olduğunu söyleyebiliriz. Pythagoras’çılık bir tür tarikat olduğu için elbette her yönüyle dışa açık değildi. Onunla ilgili bilgilerin azlığı büyük ölçüde buradan gelir. Öte yandan Pythagoras’çılardan kaldığı sanılan metinlerin de özgün olup olmadığı son derece tartışmalıdır. Bu yüzden sakınık davranmak, sanıların peşine takılıp gitmemek, Pythagoras’çılarla ilgili bir görüş geliştirmeye kalkarken çok özenli olmak gerekir.
Evet, Pythagoras’çılık hem bir düşünce devinimi hem bir inanç atılımıydı. Yunanistan’da Yedi Bilgeler’in ahlak alanındaki ilginç etkinliklerini izleyen zamanlarda Pythagoras’çı gelenek Orpheus’çu inanç ögeleriyle birleşerek sınırlı bir tarikat olmaktan çıktı ve bir halk dini olmaya doğru gitti. Bu inanç bütününde daha belirleyici olan Orpheus’çuluk muydu yoksa Pythagoras’çılık mıydı? Bu konuda belli bir şey söyleyebilmek çok zordur. Her iki anlayış da birbirini tümleyecek kadar birbirine yakındı. Bu inanç bileşiminde gene de Pythagoras’ın ağırlığı başat olmuş olmalıdır dersek belki de çok yanlış bir şey söylemiş olmayız. Pythagoras gerçekten çok etkili bir kişilikti ve sayılara dayalı felsefesinin gizemci özellikleri onu insanların gözünde tanrılaştırıyordu. Pythagoras’çılık kısa zamanda dinsel özyapılı gizli ya da kapalı bir anlayış özelliği kazandı. Pythagoras’ın VI. yüzyılda kurduğu tarikatı ölümünden sonra V. yüzyılda Philolaos ve IV. yüzyılda Arkhytas yaşattı. Pythagoras’çılar insanlara Yedi Bilgeler’in özdeyişlerine benzeyen çok kısa özdeyişler sunmuşlardır. Emile Bréhier Pythagoras’çıların yalnız felsefe ve din adamı olmadıklarını, Büyük Yunanistan’da sitelerin yönetimini ele geçirmek amacını güden siyasetçiler olduklarını yazar: “Dinsel örgütlenme, ionia evrenbilimi, fiziğe dayalı matematikçilik… bu üç çizgiye bir başka çizgi eklenir: bu da tarikatın siyasal etkinliğidir.”
Pythagoras: her şeyin kökeninde sayılar var
Tüm Pythagoras’çılar efendilerinin yani Pythagoras’ın görüşlerini tartışmasız benimsiyorlar, konuşurken sık sık autos epha yani “o da böyle der” diyorlardı. Pythagoras’çılar ruhu arındıracak tek şeyin bilgi olduğunu düşünüyorlar, ruhgöçüne inanıyorlar, ruhun insandan hayvana ve hayvandan insana geçebileceğini bildiriyorlardı. Felsefenin adını koyan, bu köklü düşünce alanı için alçakgönüllü bir yönelimle sophos (bilge) yerine philosophos’u (bilgisever) öneren Pythagoras felsefe yapmayı bilgeliğe doğru bir çaba olarak görüyordu: felsefe onun için ahlaki arınmanın tek yoluydu. Bu ilginç filozofun yolundan gidenler geniş bir kültür etkinliği içindeydiler: çeşitli bilimlerle ilgilendikleri gibi Homeros’un ve Hesiodos’un metinlerini yorumlamaya da büyük önem veriyorlardı. Tarikatın yandaşları birbirlerini bir takım işaretlerle tanıyorlardı.
Son derece katı kuralları olan bu inançta ussal görünmeyen uygulamalar da vardı. Örneğin Pythagoras’çılar bakla ve ebegümeci yemezlerdi. Kesinlikle değil ama genellikle hayvan eti de yemezlerdi ve bu yüzden kasaplardan ve avcılardan uzak dururlardı. Horoz kurban etmezler ve özellikle beyaz horoz kesmekten kaçınırlardı. Ekmeği koparmazlar ve somunu sonuna kadar tüketmezlerdi. Ateşi bıçakla karıştırmazlardı. Yere düşeni almazlardı. Yükünü boşaltan hamala yardım etmezlerdi. Karanlıkta konuşmazlardı. Bu yasakların neye yaradığı ve simgesel olarak ne anlama geldiği belli değildir. Emile Bréhier’nin belirttiği gibi tarikatın kadınlara ve yabancılara açık olması onun kentsel boyutlardan evrensel açılımlara uzandığını gösteriyordu. Pythagoras’çılar “Dostlar arasında her şey ortaktır” derlerdi. Bir Pythagoras’çı her akşam kendiyle hesaplaşmak için şu üç soruyu kendine sorardı: hangi konuda yanlış yaptım, iyi denebilecek ne yaptım, yapmam gerekenlerin hangisini yapmakta eksik kaldım? Her Pythagoras’çı sabah uyanır uyanmaz o gün ne yapacağını planlardı. Tanrılara başeğmek, onlara saygı göstermek de bir başka yükümlülüktü. Dostlarına bağlı kalmak da, iyilik ederken basit ve alçakgönüllü olmak da, yaptığı kötü bir işten utanmak da, yalan yere yemin etmekten kaçınmak da, tarikatın gizlerini yabancıya açmamak da Pythagoras’çının yükümlülükleri arasındaydı.
Gerçekte Pythagoras’dan çok Pythagoras’çılardan sözetmek doğru olur. Philolaos, Kebes, Simmias, Timaios, Arkhytas gibi filozoflar başta olmak üzere Pythagoras’ın öğretisini izleyen pekçok kişi bu felsefi bakış açısını bir tarikat durumuna getirdi. Pythagoras’çılar matematik, gökbilim, müzik, fizyoloji, tıp alanlarında birçok buluş ortaya koydular. Evrendeki uyuma dikkatimizi çekerek felsefe tarihinin ilk estetikçileri sıfatını da kazanan Pythagoras ve ardılları öte yandan gizemci bir bakış açısı içinde sayılara bir varlık değeri uluyorlardı. Philolaos şöyle der: “Tanımamız için bize sunulan tüm şeylerin bir sayısı vardır, sayılar olmadan hiçbir şey anlaşılamaz ve bilinemez.” Yalnız cisimsel şeylerin değil adalet gibi evlilik gibi durumların ve ilişkilerin de belli sayıları vardır. Sayı bir kavram değildir, şeylerin yapısını ortaya koyar. Örneğin 4 adalettir, 3 evliliktir, 10 yetkinliktir. Bunların neden böyle olduğu konusunda sonradan yapılan yorumların daha çok yakıştırma olduğunu ve pek de belirleyici ve aydınlatıcı olmadığını söyleyebiliriz.
Mısır’dan ve Hindistan’dan gelen etkilerle ruhgöçü anlayışını inanç temeline yerleştirmiş olan Pythagoras’çılara göre ruh da bir sayıdır, bedenin ölümünden sonra ya Tanrı’ya doğru gider ya da duyulur dünyaya karışır. Böylece Pythagoras’çılar bilimsel, siyasal, felsefi, dinsel, ahlaki anlamda bir topluluk oluşturdular. Nesnelerin ilkelerini sayılara bağlarken evrende sarsılmaz bir uyum öngördüler. Aristoteles bize Metaphysika A’da Pythagoras’çıların sol ve sağ, dinginlik ve devinim, eğri ve doğru, sınırlı ve sınırsız, bir ve çok, erkek ve dişi, ışık ve karanlık gibi karşıtları belirlediklerini anlatır. Pythagoras’çıların bir ilginç yanı da dünya merkezli olmayan bir evren kavrayışı geliştirmiş olmalarıdır. Buna göre Güneş de Ay da merkez olan bir ateşin çevresinde dönüp duruyordu. Bu belirlemede bizi çok sonra Copernicus’a kavuşturacak bakışın ilk belirtileri var gibidir.
Orpheus’çuluk: arı bir yaşam ve tam bir dayanışma
Ruhun ceza olarak bedene bağlandığı, böylece bir tür mezara gömüldüğü inancını sürdüren Orpheus’çuluğun Pythagoras’çılığa bağlanması bir bakıma olağan bir oluşumdu, birbirine çok yakın duran iki anlayışın bütünleşmesinden daha doğal ne olabilirdi. Pythagoras’ın Kroton’da okulunu kurduğu zamanlarda Yunanistan’da başta Orpheus’çuluk olmak üzere pekçok tarikat vardı. Bu tarikatlardan herbiri üyelerine ahlaki açıdan arınmanın yollarını gösteriyorlardı. Mutlu yaşamın anlamı arı bir ruha ulaşmış olmakla belirgindi. Bu mutluluk yalnız yaşamla ilgili değildi, aynı zamanda ölümden sonrasıyla ilgiliydi. Orpheus’çuluk böylece arı bir yaşam ve inananlar arasında tam anlamında dayanışma öngörüyordu. Orpheus’çuluğun kaynakları şurada burada olmaktan çok yunan gizemciliğinde, Demeter’de, Apollon’da, Dionysos’da aranmalıdır. Onda elbet misterlerin etkisini de bulmak olasıdır. Kısacası Orpheus’çuluğun kaynakları yunan topraklarındaki en eski inanç ögelerine kadar uzanır.
Orpheus’çuluğun asıl gelişimi ve yayılımı Pythagoras’çılıkla birlikte oldu. Orpheus’çuluk bedenin kirli olduğunu, buna karşılık ruhun arınık yani tanrısal olduğunu benimser. Pythagoras’çılar gibi Orpheus’çular da ruhgöçüne inanırlar, iki ayrı inanç alanını birleştiren en belirleyici özellik budur. Orpheus’çular bu dünya için çileli bir yaşam öngörüyorlardı. Onlara göre Zeus en yüce tanrıydı, bu kavrayışlarıyla onlar tektanrıcılığa yönelmiş görünüyorlardı. Bu tektanrıcılık heptanrıcılığa uzak durmayan bir tektanrıcılıktı. Öğretilerden zamanla dogmalara doğru açılan Orpheus’çu-Pythagoras’çı anlayış ahlak açısından tüm davranışları belli kurallara bağlamak istiyordu. Pythagoras’çı anlayışa göre en büyük iyilik uyumla en büyük kötülük uyumsuzlukla ya da kargaşayla ilgili olabilirdi. Pythagoras’çılar bu anlayış çerçevesinde giderek son derece katı ya da tutucu görüşler geliştirdiler. Düşüncede katılık ya da tutuculuk o toprakların havasına uygun değildi oysa. Bir yarı tanrı gibi görülen Pythagoras bu yüzden demokratların tepkisini çekti ve Kroton’dan (Sicilya) ayrılıp Metapontion’a yerleşmek zorunda kaldı. Başlangıçta Yedi Bilgeler gibi basit kuralların peşinden giden Pythagoras’çılar böylece giderek katıkuralcı oldular.
Geniş bir etki alanı
Pythagoras’çılar özellikle siyaset düzeyinde yeni bir ahlak anlayışı geliştirdiler. Onlar tüm yunan sitelerinde iktidarın en soylu kişilere, doğuştan ya da kafaca en üstün kişilere verilmesini istiyorlardı. Buna göre, Emile Bréhier’nin de belirttiği gibi “Pythagoras’çılık yalnızca bir aydın devinimi değildir, o aynı zamanda Büyük Yunanistan’ın sitelerinde propaganda yapmaya ve iktidarı ele geçirmeye çalışan bir kardeşler topluluğu örgütüdür. Bu çok karmaşık devinimle ilgili olarak tam bir fikre sahip olmak olası değildir: öncelikle Pythagoras’ın yaşamı yalnızca ilk kuşaklardan başlayarak oluşmuş söylencelerle tanınmaktadır, öte yandan Pythagoras’çılığın tarihi birbirinden çok ayrı iki evreden oluşmuştur, bunun birinci evresi okulun Kroton’da kurulmasından (530’a doğru) Platon’un ölümüne (350) kadar sürer, ikinci evresi yani yeni Pythagoras’çılık MS I. yüzyıldan başlar.” Pythagoras’çığın etkileri Platon’a ve hatta Descartes’a kadar sürmüştür. Böylece Pythagoras’çılığın alanına girmek oldukça kaygan bir zeminde iş görmek anlamına gelir. Bu yüzden Pythagoras’la ve Pythagoras’çılıkla ilgili görüşlerden çoğunun çelişkilerle dolu olduğu ve hiçbir gerçeği karşılamadığı bilinir. En belirleyici inanç ögesi ruhgöçüdür. Bugün bu dünyada bir insan bedenine girmiş olan bir ruh bir başka zaman bir hayvanın bedenine girebilir, hatta cansız bir bedene de girebilir. Ruh için bu dünyayla öbür dünya arasında sürekli bir gidiş geliş vardır.
Diogenes Laertios, Pythagoras’la ilgili olarak şunları söyler: “Bazı yazarlara göre onun zaman zaman balla ya da ekmekle yetinme alışkanlığı vardı ve her gün şarap içmezdi. Yemek yerine çok zaman haşlanmış ya da çiğ sebze yerdi, arada bir de balık yerdi. Tertemiz beyaz bir giysisi vardı, beyaz yünden örtüler kullanırdı, çünkü keten henüz bu bölgelere girmemişti. Onun sindirim zorluğu çektiği, aşk yaptığı ve sarhoş olduğu görülmemişti. Gülmezdi ve alay etmezdi, ne nükte yapardı ne hafif şeyler anlatırdı. Öfkelendiğinde köle olsun özgür insan olsun kimseye vurmamıştır. (..) Tanrılara kanlı kurban sunmayı yasaklıyordu. İnsan ibadetini üstünde kan olmayan bir sunakta yapmalı derdi.” Diogenes Laertios’a göre Pythagoras insan yasalara yardım etmeli ve yasadışı olanla savaşmalı diye düşünürdü. Ne bir ağaca ne bir insana kötülük etmek doğruydu. Utanç duygusu ve inanç aşırı gülmemeyi ve aşırı ciddi olmamayı gerektirirdi. Çok şişman olmaktan, çok yolculuk etmekten ve az yolculuk etmekten, öfkeyle konuşmaktan ve öfkeyle davranmaktan kaçınmak gerekirdi. Pythagoras’da şeylerin ilkesi monad’dır (birlik ya da birim anlamında). Ondan “belirsiz madde” olan dyad (ikili) çıkmıştır. Monad’a bağlı olan dyad bir nedendir. Yetkin monad’dan ve belirsiz dyad’dan sayılar çıkmıştır, sayılardan noktalar, noktalardan çizgiler, çizgilerden yüzeyler, yüzeylerden hacimler, hacimlerden duyulara açılan tüm cisimler çıkmıştır. Bu cisimler dört ögeden, su, ateş, toprak ve hava’dan gelirler. Bu ögeler çeşitli biçimlerde dönüşürler ve canlı, ruhsal, küresel olan dünyayı oluştururlar. Yerdeki hava devinimsiz ve sağlıksızdır, dokunduğu her şey ölümlüdür. Yükseklerdeki hava, tersine, her zaman devingendir, arıdır ve sağlıklıdır, dokunduğu her şey ölümsüzdür ve tanrısaldır.
Doğa kavrayışı
Güneş, ay ve öbür yıldızlar birer tanrıdırlar. Çünkü onlarda yaşam ilkesi olan sıcak baskındır. Ay, ışığını güneşten alır. İnsanlar tanrılarla akrabadır, çünkü onlarda da sıcak ögesi vardır. Bu nedenle tanrıların gözü üzerimizdedir. Her şey evrenin düzeniyle ilgili ilkeye yani yazgıya boyun eğer. Güneş ışıkları soğuk ögeyi ve yoğun ögeyi yani havayla suyu geçerler, toprağın derinliklerine kadar işlerler, orada yaşamı oluştururlar. Her yaşayan varlık sıcakla ilişkilidir. Bu yüzden bitkiler de canlıdır. Ama tüm varlıkların ruhu vardır diyemeyiz. Ruh soğuk ögeyle sıcak ögenin bir parçasıdır, canlılıktan ayrıdır çünkü kendinde ölümsüzdür. Hayvanlar spermalar yoluyla birbirlerini üretirler. Sperma kendinde sıcak bir buğuyu barındırır. Genel olarak duyum, özel olarak görme duyusu çok sıcak bir buğudur. İnsan ruhu üçe ayrılır: duyumsama, düşünme, canlı ilke. Hayvanlarda duyumsama ve canlı ilke vardır.
Düşünce yalnız insanda vardır. Ruhun ilkesi yürekten beyne kadar uzanır. Yürekte bulunan bölüm canlı ilkedir. Düşünce ve duyumsama beyinle ilgilidir. Ruhun kavrayıcı yanı ölümsüz, kalanı ölümlüdür. Ruh besinini kandan alır. Sözcükler ruhun soluklarıdır. Ruh ve sözcükler kendilerini biçimleyen ilke gibidirler, görünmezler. Hava tümüyle tanrılar ve yarı tanrılarla doludur. İnsanı oluşturan şeylerin en güçlüsü ruhtur, iyilik anlamında da kötülük anlamında da. İnsanlar iyi bir ruha sahip oldukları zaman mutludurlar, ancak onlar hiçbir zaman dingin olamazlar: onların yaşamı bir aralıksız değişimdir. Erdem tıpkı sağlık gibi bir uyumdur, tümel iyiliktir, tanrısallıktır. Bu yüzden şeyler bütün içinde uyumludurlar. Dostluk uyumlu bir eşitliktir. Yaşlılık çözülüp dağılan her şeye benzer, gençlik büyüyüp gelişen her şeye benzer. Sağlık türün sakınımıdır, hastalık türün yıkımıdır. Bütün bu bilgiler Pythagoras’çı düşüncenin gerçek anlamda arayıcı etkinliğini ortaya koyar. Bu düşünce hem doğaya hem insana açık bir araştırmadır.
Ahlakçı yaklaşımlar
Pythagoras belirgin bir ahlak görüşü bırakmadı. Oysa Pythagoras’çılar yunan sitelerinde ahlaki ve toplumsal bir devrimi ya da düzenlemeyi öngörüyorlardı. Pythagoras’çı ahlak anlatımını çok sonra Khrysa epe’de (Altın dizeler) buldu. Altın dizeler Pythagoras’ın çömezi Lysis’e maledilir ama büyük bir olasılıkla çok sonra oluşturulmuştur. Yakın dönem araştırmacıları onun MÖ III. yüzyıldan ya da IV. yüzyıldan kaldığı görüşündedirler. MS V. yüzyılda İskenderiye’li Hierokles Altın dizeler’i yeniden yorumladı. Altın dizeler pekçok erdem önerir: yazgıya boyun eğmek, kendine egemen olmak, adaletli olmak, sabırlı olmak, alçakgönüllü olmak, öngörülü olmak, basit yaşamak… Her günün sonunda bir bilinç hesaplaşması yapmak her Pythagoras’çının alışkanlığı olmalıdır. Ahlaklı yaşam kişiye mutluluğun ve ölümsüzlüğün yolunu açacaktır. Sağlam ahlak insanı tanrı olmaya doğru götürecektir. Demek ki zaman içinde Orpheus’çulukla bütünleşmiş olan Pythagoras’çılığın ahlak anlayışı tam olarak daha geç bir zamanda belirginleşmiştir. Orpheus’çu gelenekten bugüne bazı metinler kalmıştır. Bu metinlerin de daha geç bir zamanda oluşturulmuş olduğu sanılır. Onları bize MS V.yüzyıl araştırmacıları, hatta hıristiyan yazarları ulaştırmıştır. Bunların Orpheus’çulukla ilgili gerçek metinler olup olmadığı bilinmiyor. Onlardaki düşünce yapısı ve anlatım özellikleri ilkel bir dönemden çok gelişmiş bir dönemin koşullarını duyuruyor. Bu metinleri ne olursa olsun sakınıklıkla ele almak doğru olur. Biz yalnızca örnek vermek açısından bunlardan bazı satırları buraya alıyoruz:
“Sözlerimi yalnız bu açınıma hakkı olan kişilere yönelteceğim; hiçbir ayrım gözetmeden kapıları bu gize ermemişlere kapatın; ey sen Musaios, parlayan ayın oğlu, beni dikkatle dinle. Doğruyu söyleyeceğim. Gönlünde daha önce benimsenmiş düşünceler seni üstün yaşamdan yoksun bırakmasın. Tanrı kelamını izle ve birinci yeri al; ruhunun tüm kavrayıcı gücünü uygula, sonra ilerle gerektiği gibi dar yolda ve dünyanın tek kralını gözle. O birdir, kendiyle vardır, her şey yalnız ondan doğmuştur. O evrende deviniyor, hiçbir ölümlü onu görmüyor ama o herkesi görüyor. Onlara mutluluktan sonra mutsuzluğu, kanlı savaşı ve büyük acıları veren odur. Bu büyük kralın dışında bir ikincisi daha yok. Kendi payıma ben onu göremiyorum: bir bulut onu bakışlardan gizliyor. Çünkü ölümlülerin gözlerinde yalnızca ölümlü gözbebekleri vardır, bunlar evrenin efendisi Zeus’u görmekte yeterizdir. Tunçtan göğe dayanıyor, bir altın tahtta oturuyor, toprağın üzerinde yürüyor ve Okyanus’un sınırlarına kadar elini uzatıyor. Onun çevresinde titriyor yüce dağlar, ırmaklar ve köpüklerle taçlanmış mavi dalgalı denizin derinlikleri.”
Altın dizeler’den de bir parça alalım:
“Her şeyden önce kendilerine uygun görülen sıraya göre tanrıları kutsa; sözüne saygı duy ve soylu kahramanlarla yeraltı ruhlarını yücelt; bunu yaparken yasaların gereklerini yerine getirmiş olacaksın. Yakınlarını ve sana kan bağıyla en yakın olanları da onurlandır. Bunların dışında özel olarak erdemli olanları dost edin. Sözlerin tatlılığına engel olma, yararlı edimlere karşı koyma; küçük bir yanlış yaptı diye dostuna kinle yönelme. Bu senin gücün ölçüsünde olacaktır, çünkü olasılık gerekliliğin yanıbaşında durur. Yukarıdaki kurallara iyice bağlan; ama öncelikle iştahına ve uykuna, sonra da tutkularına ve öfkene egemen olmayı temel almaya çalış. Utanılası hiçbir şey yapma, tek başına da başkalarıyla da; her şeyden önce kendi kişiliğine saygı duy. Daha sonra eylemlerinde ve sözlerinde adaleti uygulamaya çalış; hiçbir zaman düşüncesizce davranmamayı öğren. Bil ki ölüm insan için kaçınılmaz bir yasadır. Mal mülk edinmeye de duruma göre malı mülkü yitirmeye de alıştır kendini.(..) Nedenini bilmeden hiçbir şey yapma ve bilinmesi gerekeni öğren. En güzel yaşamanın kuralı budur. Sağlığına da özensiz davranma: yerken içerken ölçülü ol, bedenini çalıştırmaktan geri durma. Ölçüden sana zarar vermeyecek olanı anlıyorum. Sağlıklı bir uygulamaya kendini alıştır, şişmanlıktan uzak dur, hırs yaratacak her şeyden koru kendini.”
Böylece Pythagoras’çılık Büyük Yunanistan’da çok önemli bir felsefe atılımı olmuş, Elea okuluyla birlikte Akdeniz havzasında çok değişik kültürleri zamansal ve uzamsal genişlikte derinden etkilemiştir.