Yapılan araştırmalara göre alerjik hastalıklar, dünyada en sık rastlanan hastalıklar arasında 6. sırada yer alıyor. Ama bu rakam sabit değil; alerjik hastalıkların hastalık sıralamasındaki yeri, ülkenin gelişmişliğine göre artıyor ya da azalıyor. Bu bilgiden sonra, pek çok hastalıkta olduğu gibi, dünyanın yoksul ülkelerinde alerjik hastalıkların daha sık görüldüğünü düşünebilirsiniz tabii. Ama yanılırsınız. Çünkü alerjik hastalıklar zengin ülkelerde daha çok, yoksul ülkelerde daha az görülüyor. Yani alerji bir uygarlık hastalığı.
Rıfat Bey’in yüksek bürokrat olduğu anlaşılıyor. Valilerle yiyip içen, kulüpte bezik oynayan bir adam. Kemal Bey onun bezik arkadaşı. Rıfat Bey, telefonda neden ortalıklarda görünmediğini soran Kemal Bey’e yakınıyor: Hart hart kaşınıyormuş efendim, ürtiker olmuşmuş… Kemal Bey bunun üzerine Rıfat Bey’in son birkaç günde yiyip içtiklerinden, ona hangisinin dokunmuş olabileceğini soruşturmaya başlıyor: Fazla kaçırdığı hindi dolması mı, böbrek yahnisi mi, sarımsaklı cacık mı, sütle yapılmış fıstıklı irmik helvası mı, mayonezli levrek mi, halis manda kaymaklı telkadayıf mı, pastırmalı yumurta mı, maden sulu rakı mı, sütte ezilmiş muzlu hindistan cevizi mi, hurma mı, badem ezmesi mi, kavrulmuş fındık, tuzlu badem ve şam fıstığı mı, yumurta çalkalanmış şekerli süt mü, kına kına şurubuyla, greyfurt suyu mu, bol tereyağıyla ezilmiş karahavyar mı, gravyer peyniri mi, tulum peyniri mi, kuzu kızartması mı, fıstıklı üzümle zeytinyağlı patlıcan-biber dolması mı, kaşarpeynirli fırında makarna mı, viskiyle soda mı, sütlaç mı, salçalı kebap mı, lahmacun mu, şişli bulgur pilavı mı, su böreği mi, nohutlu işkembe mi, karışık turşu mu, lokum mu, kokoreç mi, midye tava mı, rus salatası mı, tarator mu… Evet, “yuh artık” dedirtecek, 10 çocuklu bir aileyi tıka basa doyuracak bunca yemeği, Rıfat Bey son 2-3 günde yemiştir.
Rıfat Bey neden kaşınıyor olabilir? İki “yemektaş”, bu kadar yemek sayılıp döküldükten sonra, Rıfat Bey’e dokunan şeyin ne olduğunda karar kılarlar. Sorumlu bulunmuştur: Her zaman sandviç ekmeğini ya da francalayı tercih eden Rıfat Bey’in, bunların bulunamadığı bir akşam zorunluluktan yediği yarım dilimcik, basbayağı fırın ekmeği…
“Rıfat Bey neden kaşınıyor?”, Aziz Nesin’in unutulmaz mizahi öykülerinden biridir. Nesin, pek çok öyküsünde olduğu gibi, sıkı bir toplumculuk taşıyan bu öyküsünde de, halkın azımsanmayacak bir kısmı kuru ekmeğe talimle gün geçirirken, “kuru ekmeğe” alerjik reaksiyon geliştiren yüksek bürokratların yeme-içmelerinin hangi boyutta olduğunu ortaya serer. Tevfik Fikret’in “Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar/ Yiyin efendim yiyin” diye anlattığı “yiyicileri”, Aziz Nesin ustası olduğu edebiyat türüyle, öyküyle teşhir eder.
Peki alerji konulu bir makalede bu girişin işi ne derseniz: Konuya öyküdeki hastalıkla, yani bir alerjik hastalık olan ürtikerle bağlanmak derim. Nesin, öyküsünde yüksek bürokratların yeme-içmelerini sergilemek için o kadar gıdayı sayıp döküyor, ama bu aynı zamanda bilimsel bir yaklaşım. Çünkü, burada sayılıp dökülen bütün bu yiyeceklerin ürtikere yol açmış olması olası. Her türlü besin maddesi alerjiye yol açabilir. İkincisi Rıfat Bey’in karşısında “yiyici” arkadaşı Kemal Bey değil de, doktor olsaydı; doktor da Rıfat Bey’den son günlerde yiyip-içtiklerini sayıp dökmesini isteyecekti. Çünkü alerji etkenini, yani alerjeni araştırırken, doktorların da ilk başvurduğu şey anamnezi, yani hastanın öyküsü.
Alerjik uygar dünya…
Birazdan alerjiyle ilgili terimlerin tanımlarını vereceğiz, ama alerjik hastalıkların dünyadaki şaşırtıcı durumuna bakmadan önce, ilk olarak alerjinin genel bir tanımını yapmak gerek. Alerji aslında zararlı olmadığı halde, temas ettiği bazı maddelere karşı vücudun aşırı reaksiyon göstermesi durumudur. Bu reaksiyonlar genellikle, vücudun bağışıklık sistemi yoluyla oluşur.
Yapılan araştırmalara göre alerjik hastalıklar, dünyada en sık rastlanan hastalıklar arasında 6. sırada yer alıyor. Genel olarak, her 4-5 kişiden birinde, alerjik bir hastalık olduğu kabul ediliyor. Ama bu rakam sabit değil; alerjik hastalıkların hastalık sıralamasındaki yeri, ülkenin gelişmişliğine göre artıyor ya da azalıyor. Bu bilgiden sonra, pek çok hastalıkta olduğu gibi, dünyanın yoksul ülkelerinde alerjik hastalıkların daha sık görüldüğünü düşünebilirsiniz. Ama yanılırsınız. Çünkü alerjik hastalıklar zengin ülkelerde daha çok, yoksul ülkelerde daha az görülüyor. Yani alerji, bir uygarlık hastalığı.
Örneğin alerjik hastalıklar, ABD’de kronik hastalıklar arasında erişkinlerde 3., çocuklarda da 1. sırayı alıyor. Yine alerjik olarak da gelişebilen astım hastalığı, İngiltere veya Avustralya gibi ülkelerde yüzde 20’nin üzerinde bir sıklıkta görülürken, Afrika’nın kırsal bölgeleri, Çin’in bazı yerleri veya Eskimolar arasında yüzde 1’in altında görülüyor. Ülkemizde astımın görülme sıklığı, tam dünyadaki sosyoekonomik yerimize denk düşüyor: Geçiş özelliği gösteriyor. Erişkinlerde astım görülme sıklığı, yüzde 5’in altındayken, çocuklarda yüzde 5-8 arasında.
Hacettepe Ünv. Tıp Fak. Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Erişkin Alerjisi Ünitesi’nden Prof. Dr. A. Fuat Kalyoncu, ntv’nin internet haber kanalında yer alan açıklamasında, yakın zamanda Almanya’da yapılan bir araştırmanın ilginç sonuçlarından söz ediyor. Bu araştırmada yeni bir topluma uyum sağlamanın en iyi göstergesinin dil olduğundan yola çıkılarak, Almanya’daki bir grup Türk’e evlerinde hangi dilde konuştukları sorulmuş ve sağlık kontrolleri yapılmış. Gerçekten de evlerinde aile içinde kendi dillerini konuşan Türkler’de, astım ve alerji en düşük oranda çıkarken, evde çocukları ile Almanca konuşanlarda ve Almanlar’da neredeyse benzer yüksek rakamlar bulunmuş. Burada sorun tabii, konuşulan dilde değil, konuşulan dilin göstergesi olduğu yaşam biçiminde. Aynı ülkenin kırsal kesiminde yaşayanlarda da, genelde şehirlerde yaşayanlara göre daha az astım ve alerji görülüyor.
Bu gibi verilerden yola çıkarak geliştirilen “hijyen hipotezi” oldukça ilgi çekici. Bu hipoteze göre, kişisel ve toplumsal hijyen standartlarının yükselmesi, enfeksiyonlara karşı aşılanmalar ve enfeksiyonların bulaşma riskinin azalması, alerjik hastalıkların artışı ile ters orantılı. Hipotez, günlük karşılaşılan bakteri miktarı ve sindirim sistemindeki bakterilerin türü ve belki yoğunluğunun, insanların bağışıklık sistemlerini önemli derecede etkilediğini savlıyor. Yani doğadan uzak, fanus içindeki yaşamlarımız, bağışıklık sistemimizin günün birinde karşılaştığı pek çok maddeye “yabancı” muamelesi yapmasına neden oluyor. Erken çocukluk döneminde geçirilen enfeksiyonların koruyucu olduğunu gösteren bazı araştırma sonuçları, bu hipotezi destekler gibi görünüyor. Finlandiya’da tüberküloz geçiren kadınlarda astım sıklığının düşük olduğu bulunmuş. BCG (verem) aşısının, astım ve alerjik hastalıklara karşı da koruyucu olabildiği konusunda ipuçları var.
Alerjik hastalıkların gelişmiş ülkelerde neden daha sık görüldüğü sorusuna, “hijyen hipotezi” dışında yanıtlar da var. Yaşamımıza giren kimyasal maddelerin, başta ilaçlar olmak üzere, giderek artması; katkı maddeleri içeren gıdaların daha çok tüketilmeye başlanması; hava kirliliği; ani hava değişiklikleri; ozon tabakasının delinmesi sonucu ultraviyole ışınlarına maruz kalınması; bitki örtüsünün giderek azalması, açık alanlarda çalışmaktan büroda çalışmaya geçilmiş olması; az güneş gören, boydan boya halı kaplı, iyi havalanmayan kapalı ve dar alanlarda topluca yaşanması; bu ortamlarda daha çok partikül solunması; ev içinde kedi, köpek, kuş vb hayvanların beslenmesindeki artış; bebeklerin anneler tarafından daha az oranda emzirilmesi; sigara alışkanlığının yayılması gibi etkenler, alerjik hastalıkların artışını tetikliyor. Bir anlamda bağışıklık sistemlerimiz, doğadan giderek uzaklaşan yaşamlarımıza uyumsuzluk (belki de uyum sağlama çabaları) tepkileri veriyor.
Şimdi, insanlığın geleceğini tehdit eden hastalıklardan biri gibi gözüken ve sık görülmeleri, süreklilik göstermeleri, kişinin normal yaşamını kısıtlamaları, ciddi işgücü kaybı ve okul devamsızlıklarına yol açabilmeleri ve en önemlisi anafilaksi gibi bazen ölümcül olabilecek biçimler alabilmeleriyle, dikkate değer sağlık sorunları arasında yer alan alerjik hastalıklara biraz daha yakından bakalım. Alerjik hastalıklar ile ilgili bu bilgi derlemesinin önemli kaynaklarından biri, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Alerji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Dal ile yaptığımız söyleşidir. Diğer kaynaklar, makalenin sonunda belirtilmiştir.
Alerji, alerjen, alerjik reaksiyon, duyarlılanma
Bizi zararlı organizmalara karşı koruyan bağışıklık sistemimiz, istilacıları (antijen) zararsız hale getirme görevi üstlenen savunmacılar (antikor) üretir. Yaşam ortamımızda her gün yüz binlerce yabancı proteinle karşılaşırız. Bunları besinlerle, soluyarak, kan (böcek ısırması ve enjeksiyonla) ve deri yoluyla vücudumuza alırız. Bağışıklık sistemi normalde bunları vücuttan eler. Örneğin bağırsağın peristaltik hareketleri gibi mekanik bariyerlerle, mide asidi, hormonlar gibi biyokimyasal bariyerlerle besinlerle aldığımız proteinlerin bir kısmı bertaraf edilmektedir. Ama bazen bağışıklık sistemi, zararlı olmayan kimi yabancı maddelere karşı aşırı bir reaksiyon verir. Bu reaksiyonlara, aşırı duyarlılık ya da alerji adı verilir. Vücuda girdiğinde, alerjik bir reaksiyona yol açan protein yapısındaki antijenlere de allerjen denir. Alerjik reaksiyonlar tek tip değildir, birçok yolla ortaya çıkabilir, vücudun değişik bölümlerinde meydana gelebilir ve çeşitli şiddetlerde olabilirler.
Yaşamımızın başlangıcında organizmamız yabancı maddelerle karşılaştığında, bağışıklık sistemimiz onları tanımayı ve belleğine almayı öğrenir. Duyarlılanma, bağışıklık sisteminin antijenle temas etmesi, onu belleğine alması ve ona karşı özel antikorlar üretmesidir. Daha sonraki karşılaşmada bağışıklık sistemi antijeni kolayca tanıyacak ve hemen reaksiyon gösterecektir. Yani kişinin herhangi bir alerjene karşı duyarlı olabilmesi için, o alerjenle daha önce karşılaşmış olması gerekmektedir. Bir alerjene karşı duyarlılanma süresi, kişiden kişiye değişir.
Alerjik bünyeli olmak
Alerjik bünyeli olmak, genetik olarak alerjik hastalıklara yatkınlık göstermek anlamına gelir. Tıpta bu durum özel bir terimle adlandırılmış: Atopi. Ailesinde, 1. kuşaktan yakın bir akrabasında alerjik rahatsızlık bulunanlar atopik kişiler olarak adlandırılır. Atopik kişiler genetik olarak alerjik reaksiyonlarda rol alan bir tür (İgE tipi) antikor üretme eğilimindeler.
Anne veya babadan birisi alerjik ise çocukta alerjik hastalığa rastlanma olasılığı yüzde 40 dolaylarındayken, hem anne hem de babanın alerjik olduğu durumda bu oran yüzde 70’e çıkabiliyor. Üstüne bir de büyükanne-büyükbaba ve nine-dededen birinde alerjik hastalık varsa, o zaman neredeyse kaçarınız yok, alerjik bir hastalığa yakalanma olasılığınız yüzde 80. Yine de atopik kişilerde alerjik hastalıkların gelişip gelişmemesi çevresel alerjenlerle karşılaşma yoğunluğuna bağlı olarak değişir.
Alerjik hastalıklar, genetik etken olmaksızın da gelişebilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, yaşam ve ortam şartları, alerjik olayların oluşmasını etkileyen en önemli unsurlardır.
Alerji mekanizması
Alerjiler oluşum mekanizmalarına göre, 4 ayrı tipte değerlendirilir. En iyi bilinenler I. tip alerji reaksiyonlarıdır. Bu tip reaksiyonlarda alerjik birey, çevresel alerjenlerle temas etmesinden sonra, İmmünoglobulin E (IgE) adlı özel bir tip antikor salgılar. Sağlıklı bireylerde IgE düzeyi düşüktür. Ama alerjik hastalığı olan kişilerde, yüksek IgE düzeylerine rastlanmaktadır. İnsan vücudunda yer alan mast hücreleri (bağ dokusu hücreleri) ve bazofiller de alerjik reaksiyonlarda yer alırlar. Tekrar eden alerjen uyarısı sonucunda üretilen IgE, mast hücreleri ve bazofillerin yüzeyine yapışır ve takip eden alerjen yüklemeleriyle, bu hücrelerin duvarını patlatır. Bu da, histamin, heparin gibi maddelerin bu hücrelerden serbest kalmasına yol açar. Bu maddeler dokularda sıvı birikimi ve düz kasların gevşemesi ya da kasılması, sinir uçlarının uyarımı gibi sonuçlara neden olurlar. Nitekim, burun akması, göz yaşarması, ciltte kızarıklık gibi gözle görülebilen alerji belirtileri histaminin açığa çıkmasından ileri gelir.
Belli başlı alerjik hastalıklar
Alerjik hastalıkları, alerjenin vücuda giriş rotasına ve alerjik reaksiyonon gerçekleştiği yere bağlı olarak ortaya çıkan bulguları üzerinden, solunum sistemi, deri ve göz hastalıkları olarak gruplamak mümkün. Solunum sistemi alerjileri, alerjik astım, alerjik sünizit ve saman nezlesi (alerjik rinit) olarak sayılabilir. Deri hastalıkları ise, atopik dermatit (egzema), kontak dermatit ve ürtiker gibi hastalıklardır. Gözde ise, alerjik konjonktivit yani göz nezlesi görülebilir.
Alerjik astımın en önemli bulguları, öksürük, nefes darlığı ve hışırtılı solunum, göğüste tıkanıklıktır. Bu yakınmaların aniden ve krizler şeklinde ortaya çıkması, bir müddet sonra kendiliğinden ya da tedaviyle düzelmesi, tekrarlaması, gece uykudan uyandıracak şekilde olması çok tipiktir. Saman nezlesinde, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, aksırık-hapşırık, boğazda, genizde kaşıntı, gözlerde sulanma gibi birtakım belirtiler görülür. Göz nezlesinde, gözlerde kızarıklık, sulanma olur. Kontak dermatitde özellikle alerjenle temas yerindeki deri kırmızı, kaşıntılı, iltihaplı ve kabarcıklı bir hal alır. Atopik dermatitde (egzema) dirsek içlerinde, boyun ve bacak katlarında kuru, kızarık, kaşıntılı bir döküntü olur. Bu döküntüler, bebeklerde yanaklarda, kulak arkalarında, bacaklarda ve uyluktadır. Ürtikerde ise, vücudun farlı yerlerindeki deride yuvarlak kırmızı döküntüler oluşur.
Bunların dışında, besin, ilaç ve böcek ısırmasıyla oluşan alerjilerde, çok daha karışık bir bulgu tablosu ortaya çıkabilir. Örneğin besin alerjilerinde ürtiker, egzema, hırıltılı solunum, kusma ve ishali bir arada görmek olasıdır.
Anafilaksi
Anafilaksi, alerjiye bağlı olarak ani ortaya çıkan ve acilen tedavi edilmezse ölümcül olan sistemik, tehlikeli bir tepkidir. Aşırı duyarlık olarak da bilinir. Anafilaksi de, solunum sistemi, kan dolaşımı sistemi gibi vücudun hayati sistemleri devreye girer ve bu sistemlerde bir şok tablosu oluşur. Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen derecelerde yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte solukluk, kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı, hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş, terleme, çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal, havale geçirme, solunum durması, bilinç kaybı ve ölüm olabilir. Anafilaktik şok alerjenle temastan sonra saniyeler içinde, çok kısa sürede gelişebildiği gibi, saatler sonra da oluşabilir. Besin alerjileri, ilaç alerjileri ve arı sokması, anafilaksiye yol açabilmektedir.
Bahara dikkat!..
Alerjik rahatsızlığı olan hastalar, iki gruba ayrılabilir. Birincisi mevsimsel şikayetleri olanlar, ikincisi rahatsızlıkları yıl boyu sürenler. Özelikle polenler, küf mantarı sporları gibi alerjenlere karşı duyarlılanmış kişilerde, bu maddelerin yoğunluğunun arttığı dönemlerde, alerjik rahatsızlıklar oluşur.
Polen alerjisine yol açan başlıca üç bitki ailesi vardır: Çayır otları, ağaçlar ve yabani otlar. Alerji hastaları, havadaki polen konsantrasyonunun belli bir düzeyi geçmesinden sonra, alerjik belirtiler gösterir. Ağaçlar, Ocak-Mayıs arası, çayır otları Mayıs-Temmuz arası, yabani otlar Temmuz-Ekim arası polen verir. Polene karşı olan alerji, alerjik saman nezlesi, alerjik göz nezlesi, alerjik astım ve akut ürtiker şeklinde ortaya çıkabilir. Polenlerin yoğunluğu azaldığında, yani mevsim değiştiğinde, hastadaki bütün bulgular ortadan kalkar. Yine küf mantarları sporlarının da, havanın sıcak ve nemli olduğu zamanlarda, örneğin yaz sonu ve sonbahar başlangıcında havadaki yoğunlukları artar.
Ama bazı hastaların şikayetleri yıl boyu sürer. Bunlarda alerjen daha çok ev tozu akarları gibi, bütün yıl karşılaştıkları maddelerdir.
Solunumsal alerjenler
Solunarak vücuda alınan ve alerjik reaksiyon yol açan alerjenler arasında, ev tozları sayılabilir. Ev tozları homojen değildir, içinde insan derisi, insan tüyleri, kumaş parçacıkları vs. yer alır. Ama ev tozlarını alerjen deposu haline getiren şey, ev tozları içinde yaşayan, akar (mite) denen küçük hayvancıklardır. Bunlar örümceğe benzeyen canlılardır, gözle görülmezler. Ortalama 0,3 mm uzunluğundadırlar. İnsanların deri döküntüleri ile beslenirler. Yatak içleri, yastıklar, yorgan vs. yerleştikleri yerlerdir. Depo, silo gibi yerlerde de yoğun olarak bulunurlar. Dışkıları da alerjiktir. Yataklardan alınan 1 gr tozda 2 bin-15 bin arasında akar bulunabilir. Ev tozu akarlarına karşı olan alerji, astım, saman nezlesi ve göz zarında iltihaplanmaya yol açar. Akar alerjilerinde, yakınmalar özellikle uykudan uyanınca başlar. Belirtiler yıl boyunca sürer, ancak kışın ya da sonbaharda kötüleşme gösterebilir.
Polenler, solunum alerjenlerinin başında gelir. Bitkilerin erkek tohumu olan polen tanecikleri, birçok alerjik protein içerir. Ortalama polen boyutu 0,005 mm’dir. Küçük ve ince olanlar rüzgâr yoluyla dağılır; daha büyük olanlar ise böceklerle taşınır. Rüzgârla dağılan polenler, geniş bir alana yayılır ve daha alerjiktirler.
Küf mantarları da gözle görülmeyen alerjik etkisi olan sporlar üretirler. Ev dışında, çürüyen bitkiler üzerinde ve havada bulunabilecekleri gibi, evlerin güneş görmeyen nemli yerlerinde de bulunabilirler. Polenler gibi atmosferdeki spor sayısı da hava koşullarına bağlıdır.
Evdeki hayvanlar
Kedi ve köpek gibi evde beslenen hayvanların hem tüyleri, hem de salyalarındaki proteinler alerjendir. Bu hayvanlar kendilerini yalayarak temizledikleri için, salyalarındaki proteinler tüylere yapışır ya da havaya saçılır. Tüyler ve salyadaki proteinler, hayvan okşandığında deri yoluyla ya da havadan solunum yoluyla alındığında, alerjik bünyeli kişilerde bir alerjen gibi etki gösterebilir. Bu nedenle atopik kişilerin evde hayvan beslememeleri önerilmektedir. Kediler köpeklerden daha alerjiktir. Kuşların alerjikliği tartışmalıdır.
Böcek sokmaları
Hamamböceği, kalorifer böcekleri, tahtakurusu, sivrisinek, atsineği ve pire gibi haşerelerin ısırmasıyla, tükrük ve dışkılarının solunum veya cilt yoluyla vücuda girmesiyle, yabanarıları ve balarılarının zehirlerine karşı bazı kişilerde alerjik reaksiyonlar gelişebilmektedir. Böcek alerjenleri alerjik burun nezlesi ve astıma neden olabilmekte; arı sokmalarında ise 10-15 dakika içinde sokma yerinde sınırlı veya tüm vücutta hafif veya ağır bir reaksiyon gelişebilmektedir.
Arı alerjisine ait ilk yazılı kayıtlar, MÖ 2641 yılında Mısır Firavunu Menses’ in yabanarısı tarafından sokulup ölmesine aittir. Arı alerjisi, özellikle arı tarafından birkaç kez sokulan ve genetik olarak yatkın kişilerde ortaya çıkar. Arıya karşı alerjisi olanların, yanlarında arı soktuğu taktirde acil müdahale için ilaç taşımaları ve bunları kendi kendilerine kullanmayı öğrenmeleri gereklidir.
Besin alerjisi
Besin alerjilerine çocuklarda daha sık rastlanır. 3 yaşına kadar takip edilen 480 yenidoğanın özellikle yaşamlarının ilk yılında daha sık olmakla birlikte, yüzde 28’inde gıda reaksiyonu saptanmıştır. Birkaç ülkede yapılmış çalışmalarda 1 yaşına kadar olan çocukların yüzde 2,5’uğunda inek sütü alerjisi saptanmıştır.
Her türlü besin maddesine karşı alerjik reaksiyon oluşma olasılığı vardır. Peynir, yoğurt, ekmek, bira ve şarap gibi mayalı gıdaların alerjikliği bilinmektedir. En sıklıkla alerjiye yol açan besinler inek sütü, tavuk yumurtası, soya fasulyesi, ceviz, fındık, yer fıstığı, balık, kabuklu deniz hayvanları ile buğday ve diğer tahıllardır.
Besin ile ortaya çıkan alerjilerde, deri, mide-bağırsak sistemi ve solunum sistemi bulguları ortaya çıkabilir. Bunlar alerjiyle ilgili antikor olan immunoglobulin E (IgE) aracılığıyla olabildiği gibi, IgE’den bağımsız da oluşabilir. Alerjiye neden olan besinin alınmasından sonraki dakikalar veya saatler içerisinde, alerjinin yerleştiği bölgeye bağlı olarak, değişik şikayetler görülmeye başlar. Dudaklarda, dilde, boğazda şişme, yanma, kaşıntı, yüzde kızarıklık seste kabalık görülebilir. Kramp şeklinde karın ağrıları, bulantı, kusma ve ishal görülebilir. Bebeklerde gelişme geriliği dikkati çeker. Hapşırma burunda kaşıntı, akıntı, tıkanıklık, göz yaşarması, gözlerde kaşıntı olabilir. Astım tablosu gelişebilir. Bunların besinlere bağlı olup olmadığı ve hangisine bağlı olduğu testlerle anlaşıldıktan sonra, o besin hastanın diyetinden çıkarılır. Bir süre bu gıdayı almayan kişide zamanla duyarlılık kaybolabilmektedir. Besinler, alerjik olaylar dışında da besin zehirlenmesi gibi önemli sorunlara yol açabilirler ve bunların alerjik olaylardan ayrımı zor olabilir.
Gıda katkı maddeleriyle gelişen alerjiler
Teknoloji ilerledikçe, modern kentli yaşamda zaman darlığı sorunu arttıkça, eskiden evlerde doğal ve taze olarak hazırlanan gıdaların yerini, fabrikasyon olarak hazırlanan ve uzun süre marketlerde bozulmadan saklanması gereken gıdalar alıyor. Bir gün içinde tükettiğimiz gıdalarda, yaklaşık 2 bin tane katkı maddesi var. Koruyucular, kıvam arttırıcılar, lezzet arttırıcılar, renklendiriciler, tatlandırıcılar vb. her gün aldığımız yiyecek ve içeceklere ekleniyorlar.
Alerji geliştirdiği bilinen katkı bazı katkı maddeleri şunlar: Yapay tatlandırıcı olarak bilinen aspartam, gıda koruyucusu olarak kullanılan benzoatlar, yine koruyucu olan parabenler ve sülfitler, antioksidan olarak kullanılan BHA (butillenmiş hidroksiyanozil) ve BHT (butillenmiş hidroksitoluen), gıdalara renk vermek için kullanılan gıda boyaları, lezzet arttırıcı olarak kullanılan MSG (monosodyum glutamat-E621), hem koruyucu, hem renklendirici, hem de lezzet arttırıcı olarak kullanılan nitrat/nitritler…
Duyarlı insanlarda en iyi yol, hekimden alerjik reaksiyon bulgusunun nedeni olabilecek maddelerle ilgili bilgi alınması, hangi gıdada hangi katkı maddesinin bulunduğunun bilinmesi ve bunlardan uzak durulması.
İlaç alerjileri
Hastalıkların tanı ve tedavileri için art arda ilaçlar geliştirildikçe, bunlarla birlikte oluşan alerjik reaksiyonların görülme sıklığı da artıyor. Hemen her ilaç alerjiye neden olabilir, ama bazı ilaçların kullanımı sırasında buna daha sık rastlanmaktadır. İlaçların çoğu kendi başlarına alerji etkili değildir; vücuda girdiğinde birtakım proteinlerle birleşerek alerjik etkinlik kazanırlar. Kullanılan ilaca; kullanan kişinin yaşına, cinsiyetine, genetik özelliklerine ve diğer hastalıklarına; daha önce aynı ilacın kullanılıp kullanılmadığına; ilacın veriliş yoluna bağlı olarak, alerjik reaksiyonların görülme olasılığı değişmektedir. Alerjik reaksiyon bir ilacın ilk alınması ardından ortaya çıkmaz. Genellikle bu ilaç daha önceden alınmış olmalıdır.
İlaca bağlı alerjik olaylar, ciltte görülen kurdeşen ve egzamadan kan hücrelerinin sayı ve fonksiyon bozukluklarına; anafilaksi, ateş, serum hastalığı gibi sistemik tablolardan böbrek, karaciğer ve damar iltihabına; safra kanallarının tıkanması, ani nefes darlığı, sarılık ve zatürreeden, göğüste, karında su toplanması gibi belirli organlara özel olarak görülen bulgulara kadar çok farklı görünümlere sahiptir. İlaç alımıyla olayların başlaması arasında geçen süre birkaç dakikadan, 1-2 haftaya kadar değişmektedir.
En sık antibiyotik grubu ilaçlar ilaç alerjisine neden olur, ilaç alerjilerinin yüzde 45’inden sorumludurlar. Adı en sık anılan penisilin alerjisidir. Aspirin ve romatizma ilaçları da, ilaç alerjilerinin yüzde 17’sinden sorumludur. Renkli röntgen filmi çekmek için kullanılan ilaçlarla, diş çekimleri ve ameliyatlarda kullanılan uyuşturucu ilaçlar da önemli ilaç alerjisi nedenlerindendir. Bu ilaçlar dışında birçok ilaç, alerjik reaksiyona neden olabilir. Örneğin; gut hastalığında kullanılan allopurinol, antibiyotik sınıfından kinolonlar, sülfa içeren ilaçlar, sara ilaçları, bazı hormonlar (örneğin insülin), vitaminler gibi. Bazı çocuk aşılarının hazırlanması sırasında yumurta proteinleri ve bazı jel maddeler aşıya karışmaktadır. Bunlara bağlı alerjiler de görülebilir.
Bir ilaç kullanırken ortaya çıkan yeni bir sağlık sorunu, ilaçla ilişkili veya ilişkisiz olduğuna karar verilemese bile, o ilacı reçete eden hekime bildirilmelidir. Eğer hasta herhangi bir ilaca karşı geçirilmiş bir alerji öyküsüne sahipse, başka ilaçları kullanması gerektiğinde de bunu hekimine bildirmelidir. Çünkü bazı ilaçlar arasında çapraz reaksiyonlar olabilmektedir, yani birine duyarlı olunduğunda, bununla çapraz reaksiyon gösteren bir diğerine de duyarlı hale gelinebilir.
İlaç alerjisi varlığını araştırmak için alerji deri testi ve bazı ilaçlar için (örneğin penisilin) RAST testi yapılabilir. Gereksiz yere uygun olmayan dozlarda düzensiz ilaç kullanımları ilaç alerjisini davet edeceği için, bu tür uygulamalardan sakınılmalıdır.
Alerji yapan aksesuvarlar ve kimi aparatlar
Alerjik bünyeli kişilerin işi gerçekten zor görünüyor. Çünkü, cildin herhangi bir madde ile genellikle uzun süreli ve tekrarlayan temasları sonrasında bile, ciltte alerjik hastalıklar gelişebiliyor. Temas edilen cilt alanında kızarıklık, kabarıklık, kalınlaşma, çatlaklar, soyulma, kaşıntı, sulanma ve kabuklanmalar görülebiliyor.
Kadınlar arasındaki günlük konuşmalara girmiş kimi cümleler vardır: “Altın dışında takı takamıyorum, alerji yapıyor” gibi… Gerçekten de, özellikle nikel karışımli imütasyon takılara karşı, alerji gelişebilir. Ama altının alerji yapmadığı doğru değildir. Düşük ayarlı altınlara da alerji gelişebilir, ancak 20 dereceden yüksek ayarlı altınlar alerji yapmaz. Aksesuvarlar, genelde temas bölgelerine yakın yerlerde alerji oluştururlar. Örneğin küpe taktığınızda, kulak memesine yakın kısımlarda, boyunda döküntülü, kızarıklıklar oluşabilir.
Nikel, kemer tokası ve kol saatlerinde de bulunabilmektedir. Nikel kullanılmış, fermuvarlar, çıt çıtlar, kancalar ve gözlük çerçeveleri de alerji oluşturabilir. Krom kaplı malzemeler de, kişilerde kontak dermatite neden olabilmektedir. Cıva da duyarlılığı olanlarda reaksiyon oluşturabilmektedir. Cıva, kimi lens solüsyonlarında kullanılmaktadır.
Şimdi iyice şaşırtacak bir malzeme: Diş hekimliğinde kullanılan kimi protezler, kullanan hastalarda alerji geliştirebilir. Bu durumlarda allerjen, protezin yapımında kullanılan kimi maddelerdir. Bunun dışında kadınların kullandıkları tamponlar, alerjik reaksiyon, hatta anafilaktik şok meydana getirebilmektedir.
Kozmetik malzemeler
Her türlü kozmetik malzeme de alerjik reaksiyon oluşturabilir: Elinize, yüzünüze, vücudunuza, saçınıza sürdüğünüz bütün kozmetikler, saç boyasından göz farlarına, dudak boyalarından tırnak cilasına, parfümden güneş kremlerine kadar… Saç boyalarında kullanılan parafenilendiamin en sık sorumludur. Elbise boyaları da, alerji oluşturabilmektedir.
Cilde sürülerek kullanılan kozmetik malzemeler, kontakt dermatite neden olabileceği gibi; deodorant, parfüm gibi havaya saçılan kozmetikler, alerjik astım krizine yol açabilirler. Bunun için öncelikle hipoallerjenik ibareli ürünlerin kullanılmasına dikkat edilmeli ve tanınmamış markaların kozmetik malzemeleri kullanılmaktan kaçınılmalıdır.
Lateks alerjisi
Sağlık çalışanlarında (doktor, hemşire vs.) en sık rastlanılan alerjilerden biri, lateks alerjisidir. Lateks, Brezilyada yetişen tropikal kauçuk ağacının (Hevea brasiliensis) özsuyundan üretilen bir maddedir; lastik içerikli birçok üründe, örneğin lastik eldivenler (ameliyat eldivenleri), balonlar, prezervatifler, elastik yapışkan bantlar, çeşitli sonda ve kateterler, lastik ayakkabılar, spor malzemelerinde bulunur. Sağlık çalışanları dışında, lastik endüstrisinde çalışanlar ve çok fazla cerrahi operasyon geçirenlerde de lateks alerjisine sık rastlanmaktadır.
Lateks duyarlılığı olanların deri veya göz, burun, akciğerler, ağız, anüs ve vajina mukozaları bu madde ile karşılaştığında, alerjik reaksiyon oluşur. Deriye temas halinde, kızarıklık, şişlik, kaşıntı ve çatlama oluşabilir. Lateksin solunumla alınması daha ciddi sonuçlara yol açabilir. Örneğin, ameliyat eldivenlerindeki pudraya yapışmış lateks parçacıkları solunduğunda, gözlerde kızarıklık, kaşıntı ve sulanma, hapşırma, burun akması olabileceği gibi; göğüste sıkışma, nefes almakta zorluk gibi bir astım tablosu da oluşabilir. Lateksten yapılmış balonların şişirilmesi ya da patlaması da yüzde ciddi şişmelere neden olabilir. Duyarlı erkek ve kadınlarda, lateksten yapılmış prezervatiflerin kaşınma ve şişlik oluşturmasına rastlanmıştır. Lateks, hayatı tehdit eden bir reaksiyon olan anafilaksi de geliştirebilir. Bu tür reaksiyonlar, kadın doğum muayeneleri, doğum, ameliyat veya diş operasyonlarında oluşabilir.
Sağlık çalışanlarında lateks alerjilerine sık rastlanması sonucunda, içinde lateks olmayan ameliyat eldivenleri üretilmeye başlanmıştır, ama bunlar daha pahalıdır.
Özel bir durum: Egzersiz alerjisi
Başlığı yanlış okumadınız: Yavaş koşu, tenis, futbol, bisiklet, kayak hatta aerobik gibi birçok egzersiz türü alerjik reaksiyonlara yol açabilir. Bu reaksiyonlar, ciltteki hafif kızarma ve kabartılardan karın ağrısı, bulantı ve kusmaya, astım krizinden anafilaksiye kadar çok farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Egzersiz alerjisi asıl olarak, kimi gıdalarla ilişkilidir. Egzersizden 2-4 saat önce alınan bazı besinler, egzersiz alerjisine neden olurlar. Bunun dışında kimi hormonal faktörler ve sindirim sistemi hastalıkları da egzersiz sırasında alerjik reaksiyon başlatabilmektedir. Örneğin adet dönemindeki kadınlarda egzersiz alerjisi riski daha fazladır.
Egzersize bağlı olarak astım krizi de oluşabilir. Egzersiz astımın nedeni, aşırı nefes alıp verme nedeniyle hava yollarında ısı ve sıvı kaybı olmasıdır. Soğuğun etkisiyle, astımlı hastada kriz meydana gelebilir. Deride sıcaklık, kızarma, kaşıntı, kurdeşen olmaksızın; inatçı, kuru öksürükle beraber hırıltılı solunum ve nefes darlığı oluşur. Belirtiler egzersiz sırasında veya sıklıkla egzersizden 5-10 dakika sonra görülür. Cinsel ilişki sırasında ortaya çıkan seks astımı da egzersiz astımının bir türüdür.
Egzersiz alerjini önlemenin yolları şunlardır: Egzersizden 4 saat öncesine kadar yemek yenmemesi, hiçbir ilaç alınmaması; ağır egzersizlerden önce ısınma hareketleri yapılması; egzersizlerin birden değil vücudu soğutarak yavaş yavaş kesilmesi; çok sıcak, nemli ya da soğuk ve kirli havada egzersizden kaçınılması ve öncü belirtiler ortaya çıkar çıkmaz egzersize son verilmesi…
Psikolojik faktörler
Alerjik hastalıkların gelişiminde, yakınmaların ortaya çıkmasında ve hastalığın kontrolünde psikolojik durumun da katkısı vardır. Stresin alerji nedeni sayılıp sayılmadığını sorduğumuz Prof. Dr. Murat Dal, “Alerjik yatkınlığı olmayanlarda, stresin bir reaksiyon oluşturduğunu düşünmüyorum” diyor. Ama kişi atopikse, psikolojik durum yüzde 30 gibi bir oranla alerjiyi tetikleyebilir. Özellikle astım ve alerjik rinitte, kişinin psikolojik durumu gerçekten önemlidir. Ama yalnızca stres ya da üzüntü değil, bazen aşırı sevinç ya da atılan bir kahkaha da astım krizini başlatabilir.
Alerjik hastalıkların teşhis ve tedavisi
Alerjik hastalıklar teşhis edilirken, hekimin ilk yapacağı hastadan ayrıntılı bir anamnez (hastalık öyküsünü) almaktır. Alerjik hastalık belirtilerine benzer belirtileri olan kişilerde, ailede benzer hastalığı olanların varlığı, şikayetlerin süreğen ve tekrarlayıcı olması, mevsimlere göre değişmesi, diğer alerjik hastalıkların eşlik etmesi tipik özelliklerdir. Hastanın anamnezi, kanda IgE tipi antikorların araştırılması, alerjik cilt testleri ve hastalığın tipine göre değişen diğer incelemelerle birleştirilerek kesin teşhis konulabilir.
Tedavi ile alerjik bünye değiştirilemez. Ancak, alerjik hastalıklar kontrol altına alınabilir ve hastanın yakınmaları giderilip, yaşamının kısıtlanması önlenebilir, normal yaşamına dönmesi sağlanabilir. Tedavi kişiye göre değişmekle birlikte, alerjik hastalıklarda korunma, yani alerjenden uzak durmak esastır. Bunun için, öncelikle alerjiye neden olan madde veya maddeler belirlenmelidir. Korunmanın içine, şikayetleri alevlendirecek yerlerde bulunmaktan kaçınmak da girer. Örneğin kişi astımlıysa, tozlu, rutubetli, havalandırılmamış, sigara içilen yerlerde olmamaya özen göstermelidir.
Korunmanın yeterli olmadığı durumlarda, ilaçlara başvurulur. Alerji tedavisinde, alerjik reaksiyon sonrası oluşan histaminin etkilerini ortadan kaldırma amaçlı olarak antihistaminikler ve kortizon türevi ilaçlar kullanılır.
Hekimler alerjik hastalıkları, akut ve kronik olarak değerlendirir. Akut alerjilerde, bulgular devam ettiği sürece alınacak ilaçlarla kısa süreli tedaviler uygulanabilir. Ama kronik alerjilerde, tedavi devamlılık göstermek durumundadır. İlaçlar sürekli kullanılmakla birlikte, zaman zaman kesilerek, ilaçsız kontrol ve korunma önlemleri izlenebilir. Hekim kontrolü olmadan, kendi başına ilaç kullanmak ve başlanan tedaviyi kontrolsüz sürdürmek doğru değildir ve yan etkilerin görülme riskini artırır.
İlaçlarla, yakınmalar kontrol altına alınamıyorsa, immünoterapi denilen duyarsızlaştırma (hiposentizasyon) yöntemine başvurulabilir. Bir tür aşı tedavisi olan bu yöntemde, duyarlı olunan alerjen, belirli aralıklarla, artan dozlarda hastaya verilir. Bu alerjene karşı vücudun bağışık hale gelmesi sağlanır. Tedavi süresi 4-5 yıldır.
Alerjik hastalıkların tedavilerinde, bağışıklık sistemi tepkilerini kontrol altında tutacak kimi yeni ilaçlardan da söz ediliyor. Bu konuyu sorduğumuz Prof. Dr. Murat Dal, “Alerjiler de, bağışıklık sistemi aşırı çalışır. Az çalışsa, kanser gibi birtakım hastalıklar ortaya çıkacaktır. O nedenle, ben bağışıklık sistemine yönelik ilaçları kullanmayı doğru bulmuyorum” diyor.
KAYNAKLAR
1) İÜ Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Alerji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Dal ile yapılan söyleşi.
2) www.populermedikal.com. Bu internet adresinde, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ABD İmmunoloji Bilimdalı’nda görevli, Uzman Dr. Cengiz Kırmaz’ın alerji konulu çok sayıda makalesi yer alıyor.
3) Ana Britannica Ansiklopedisi; Alerji Maddesi, 1. Cilt; Anafilaksi Maddesi, 2. Cilt; 1993 Baskısı.
4) İÜ Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Ders Notları.