17 yıldır bitkisel hayatta “yaşatılan” kızın babasının girişimi Katolik İtalya’da ötenazi tartışmasını yeniden alevlendirdi. Bilim dünyası da tartışmaya katıldı. Ünlü genetik bilimciler Luca ve Francesco Cavalli-Sforza makalelerinde şu soruyu sordular: “Bizi dünyaya getirmeden önce kimse fikrimizi sormuyor, bu dünyayı terk etmek konusunda neden özgür olmayalım?”
Eluana Englaro 18 Ocak 1992 günü trafik kazası geçirdi. Bu kazanın ardından bitkisel hayata girdi. 17 yıldır derin bir uykuda. 1994 yılından bu yana ailesinin kararıyla Kuzey İtalya’da Lecco şehrinde tedavisinin sürdüğü Beato Telamoni bakımevinde. Eluana’nın tedavisini yıllardır sürdüren hekimlere göre genç kızın henüz 20 yaşındayken girdiği bitkisel hayattan çıkma şansı yok. Eluana makinelere bağlı, bilinci bütünüyle kapalı bir şekilde, yapay yolla beslenerek “yaşıyor”.
Eluana’nın dramatik öyküsü İtalya’da ‘beyin ölümü’, ‘ötenazi’ ve ‘biyolojik miras’ gibi çok önemli ve hassas konular üzerinde alevli bir tartışma başlattı. Bu tartışmanın bir ucunda yıllardır süregelen derin bir acının ardında aslında kızları Eluana’yı 1992’de yitirdiklerinin bilincinde olan, kızlarının artık daha fazla acı çekmemesi için ötenaziyi talep eden, bu yönde onurlu bir hukuk mücadelesi başlatan baba Beppino Englaro var. Öteki uçta ötenaziye karsı olduğu bilinen Vatikan ve farklı düşünceleri savunan siyaset ve bilim dünyası.
Vatikan bilindiği gibi “Tanrı’nın verdiği canı ancak Tanrı alabilir” diyor ve Englaro ailesinin ötenazi talebini bir tür cinayet olarak yorumluyor. Çünkü Vatikan açısından Eluana, 17 yıldır derin bir komada da olsa kalbi atmaya devam ediyor ve bu koşullarda da olsa yaşamaya hakkı var. Bilim dünyası bu tartışmada bölünmüş durumda. Öncelikle Eluana’nın beyinsel işlevlerini yakından takip eden nöroşirurji uzmanları Eluana’nın durumunda komadan çıkışın söz konusu olamayacağını söylüyor. Çünkü beyinde büyük bir tahribat var. Bugün yaşasaydı 37 yaşında olacak olan Eluana’nın uyanma şansı yok. Bu noktada bir grup hekim, baba Beppino Englaro’yu destekliyor. Eluana’nın daha fazla acı çekmemesi adına ötenazi uygulayabilecek bir sağlık kuruluşunda yaşamının sonlandırılmasını mantıklı buluyor. Ama Katolik inancındaki hekimler buna karşı. Onlar Vatikan’la aynı çizgide. Eluana’nın yaşam destek ünitesine bağlı olarak koma hali devam etse de yaşatılması gerektiğini savunuyor.
Siyaset dünyası bu konuda oldukça temkinli bir tavır sergiliyor. Gerek sağ gerekse sol kanatta birçok siyasetçi ötenaziye karşı. Zaten İtalya’da ötenazi yasal açıdan uygulanmadığı için hiçbir devlet hastanesinde Eluana’nın ötenaziye karşı olmayan bir hekimin yardımıyla dahi yaşamının noktalanması olanaksız.
Tüm bu dramatik öykünün içinde Eluana’nın babası Beppino’nun başlattığı hukuk mücadelesi ‘onurlu bir biçimde bu yasamı terk etme’ adına önemli aşamalar kaydetti. Beppino Englaro bu kararı tek başına almadı. Kendisiyle yapılan bir söyleşide kızı Eluanao’nın 18 Ocak 1992’de geçirdiği kazadan birkaç ay önce bir arkadaşının komayla sonuçlanan trafik kazasına tanık olduğunu anlattı. Arkadaşını derin uykuda gören Eluana’nın daha sonra babasıyla yaptığı bir sohbette, “benim başıma böyle bir şey gelecek olsa hiçbir umut ışığı olmayacaksa yaşamımın sona erdirilmesini isterdim” dediğini anlattı. Englaro ailesinin kızları Eluana için istediği ötenazi, aslında Eluana’nın hayattayken ifade ettiği ve istediği bir şeydi. Bu noktada baba Englaro, ‘biyolojik miras’ konusunun ne denli yaşamsal ve önemli olduğu gerçeğini de masaya koydu. Biz henüz yaşamdayken başımıza herhangi bir nedenle bitkisel hayata girmemiz durumunda gerçek isteğimizin ne olduğunu ifade etmek ve bunun yasalarda ya da biyolojik miras yasası altında kaydedilmesi. Böylece Eluana gibi beyin ölümü gerçekleşmiş hastaların durumunda, yaşamla ölüm arasındaki tercihi başkalarının iradesi ve tartışmasına izin vermeden, bizim kendi öz irademizle seçmiş olmamız.
Eluana’nın ailesi kızlarının hayattayken dile getirdiği bu arzudan güç alarak, 17 yıldır karanlık bir tünelde süregelen bu zorlu mücadeleyi Eluana’nın artık acı çekmemesi, hayattayken dilediği gibi dingin bir biçimde bu dünyayı terk etmesi için ötenazi talep ediyor.
Geçtiğimiz 8 Temmuz 2008’de Beppino Englaro, Milano Yüksek Mahkemesi’ne bir dilekçe vererek kızı Eluana’nın yaşam destek ünitesinden çıkarılmasını ve yapay yolla beslenmesine son verilmesini talep etti. Yargıçlar Englaro’nun talebine saygı göstererek kalıcı bitkisel hayatta olan Eluana’nın yaşamına ne şekilde bir prosedürle nokta koyulacağını da belirlediler. Ancak Yargıtay Englaro ailesinin ötenazi talebini reddetti. Geçtiğimiz 17 Aralık 2008’de bakan Sacconi, İtalya’daki devlet hastanelerine ilettiği genelgede Eluana’nın destek ünitesinden çıkarılması amacıyla hiçbir tıbbi müdahalenin yapılamayacağını vurguladı.
Englaro ailesi ötenazinin yasalar çerçevesinde yasak olmadığı bir ülkeye başvurarak herhangi bir klinikte Eluana’nın tercihini gerçekleştirebilirdi. Ama Beppino Englaro İtalya’da insana ve yaşamına saygı adına bazı yasal değişikliklerin hayata geçmesi amacıyla mücadelesine İtalya’da devam etme kararı aldı. Bu zorlu mücadelede bazı özel kliniklerden yardım talepleri gelse de bölgesel idarelerin yaklaşımı ve yasal kısıtlamalar bu önerilerin önünü kesti.
İtalya’da gündemi uzun bir süredir meşgul eden beyin ölümü, ötenazi ve biyolojik miras eksenindeki tartışma konusunda çok şey yazılıp çizildi. Ama kanımca bu konuda en sağduyulu, mantıklı ve özne olarak insan yaşamına saygı duyan yorum ünlü genetik bilimciler Luca ve Francesco Cavalli-Sforza’dan geldi.
Cavalli Sforza’ların makalesi
Baba-oğul Cavalli-Sforza, 2 Ocak 2009 tarihli La Repubblica gazetesinde “İnsanın Özgürlüğü’ başlıklı ‘ölüm hakkının reddi’ ve ‘biyolojik miras konusunda bir referandumun gerekliliği’ konularına odaklanan makalelerinde şu ilginç soruyu yöneltti okurlara: “Bizi dünyaya getirmeden önce kimse fikrimizi sormuyor, bu dünyayı terk etmek konusunda neden özgür olmayalım?” Makalelerinin özetini aşağıda veriyoruz.
İster yaşlı ve hasta olsun, ister genç ve sağlıklı, herhangi bir nedenle kendi iradesiyle yaşamına son vermek isteyen bir kişinin bu tercihine karşı gelme hakkımız var mı? Bir insanın yaşamına son vermeyi istemesinin çılgınca bir karar olduğu konusunda hemfikirim. Böyle bir çılgınlığı göze alan birine her türden desteğin verilmesi için yardımcı olurum, bu hayata tutunabilmesi için elimden geleni yaparım. Ama bu hayatı terk etmeye karar veren birine hangi türden bir otorite engel olabilir ki?
İtalya’da Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre 2007 yılında 2867 kişinin yaşamına son verdiği görünüyor. Hemen hemen her 100 bin kişiden 5’i intihar etmiş. Yaşam en büyük kazanımımız, hayatına kendi kararlarıyla son verenler bu tercihlerini derin bir mutsuzluk, çaresizlik ve bir çıkış yolu bulamamak gibi gerekçelerle yapıyor. Geçmiş yüzyıllarda intiharın onurlu bir tercih olduğu da gözleniyor. Bu gelenek halen Japonya’da mevcut.
İntiharın ürkütücü bir gerçek olduğu konusunda birleşsek de, intiharın bir suç olduğunu gerçeğini kabullendiğimiz zaman ölmeye karar veren kişiyi engelleme hakkı bize ne kazandırır? Eğer bu özne bilinçli bir biçimde hayatına son vermeye karar verdiyse onun bu tercihine engel olma hakkı bulan bizler kimiz?
Yaşamı ve ölümü ne kadar tanıyoruz? Hayatımızı doğrultma hakkından haberdar olsak da yaşamımızı noktalama hakkı konusunda engel olan nedir? Dindarlar insanı yarattığına inandıkları Tanrı’nın arzusunu öne sürecektir, ama hiçbir yerde Tanrı’nın varlığına tanıklık etmeyenler için bu inanış neden geçerli olsun ki?
Her bireyin tercihlerinde özgür ve sorumlu olması gerekir. Böyle toplumlar arzuluyoruz. Devlet, Kilise ya da aile yardım eli uzatıyorsa uzatsın, o kişiyle konuşsun ama bunu yapamıyorsa, yeteneği yoksa ya da bu destek çok da gerekli değilse intiharı tercih edene saygı göstermeyi bilebilsin. Ölme özgürlüğünü reddetmek iki nedenle çok gülünç; öncelikle intihar etmeyi aklına koyan, bu emelini eninde sonunda gerçekleştirecektir, ikinci neden ölüm gerçeğinin hepimiz için geçerli olması. Dünyaya geldiğimizde yazgımızda ölüme mahkumiyet var.
Uygar olduğunu iddia eden bir toplum, vatandaşlarına ölme hakkı konusunda karar almasını kısıtlayamaz. İşte biyolojik miras, kişinin kendini özgürce ifade edebilmesinde odaklanan en temel hakkı İtalya’da hukuki yönden bir tabu.
Örneğin bireyin kalıcı bitkisel yaşam gibi bir durumda yaşamına son verilmesini talep etmesi ve bu arzunun yasal bir güvence altında dile getirilmesi düşüncesi bile siyasetçileri panikletiyor. Gerçekte yaşamla ölüm arasındaki ince bir çizgi olan koma sırasında neler olup bittiği konusunda kimse bilgi sahibi değil, Siyasetçilerin yanı sıra, din adamları, hekimler, kimse bir şey bilmiyor. Bilinç olarak adlandırdığımız ‘ben’den bir şey kalıyor mu belirsiz. Kimse bilmiyor.
17 yıldır kalıcı bitkisel komadaki Eluana Englaro’nun durumu kurumlar arasında bir çatışmaya neden oldu. Bir örnek verirsem, sanki savcılık bir tutuklunun salıverilmesini talep etti ama yargısal iktidar onu yeniden hücresine döndürdü. Üstelik daha önce bir arkadaşının benzer durumda bir koma haline tanıklık eden Eluana, kendisinin başına benzer bir durum geldiğinde tüplere bağlı, yapay bir yöntemle yaşamak istemeyeceğini hayattayken ailesine söylemiş.
İtalya’da gerekli güvenlik önlemleri alınmadığı için her gün dört/beş kişi iş kazalarında yaşamını yitirirken, bu ölümler konusunda hükümet kaygılanmaz ve olan bitene seyirci kalırken, 17 yıldır bilinci kapalı olan genç bir kızı yatağa mahkum eden sadist düşünceyi nasıl yorumlamalı?
Vatandaşlara biyolojik miras yasası konusunda ne düşündüklerini sormak gerekir. Eluana örneğinde olduğu gibi bir kaza sonucu bitkisel hayata girilmesi durumunda her birey nasıl bir gelecek tercih ettiğine kendi öz iradesiyle karar verebilmeli. “Tüpleri çıkarın” ya da “Mümkün olduğu sürece beni yaşatmaya devam edin” diyebilmesi yeterli.
Umarım biyolojik miras yasası konusunda bir referanduma gidilir ve “Hayatımın patronu benim” mantığı çoğunluğu sağlar. Kilise gerçekten de insanın özgürlüğüne inanıyorsa neden vatandaşlara ölme özgürlüğü tanımıyor? Kimse bizi dünyaya getirmeden önce ne düşündüğümüzü sormadı. O halde gitmek konusunda neden özgür olmayalım?