Mezhep ayrılığının derinleştiği Irak’ta, Şii ve Sünni yerleşim bölgelerinin arasına çekilen beton duvarları yıkmak mümkün ama insanlar arasındaki “duvarları” kaldırmak o kadar da kolay görünmüyor. Ülke mezhepler ve etnik gruplar arasında öyle bir bölünmüş ki ne yollar ne de Dicle’nin üzerindeki köprüler artık onları birbirine bağlayabiliyor.
Irak’ın ABD ve İngiltere tarafından işgalinin 8. yıldönümüne (20 Mart) yakın günlerde ajanslara düşen bir haberde, şiddet olaylarını önlemek için Bağdat’ın birçok yerine örülen gri duvarların yıkımına başlandığı yazıyordu. ABD, “kitle imha silahlarına sahip”, “buraya demokrasi getireceğiz” gibi yalanlarla işgal ettiği Irak’ta tam bir bataklığa saplanmıştı. Şiddet olaylarının önünü kesemeyince de kenti duvar ya da tellerle bölmeye başlamıştı. Her bir duvar ya da tel örgü kontrol noktasına dönmüştü, bu da kimlik kontrolü, gecikme ve trafik tıkanıklığı anlamına geliyordu.
Mezhep ayrılığının derinleştiği Irak’ta, Şii ve Sünni yerleşim bölgelerinin arasına çekilen beton duvarları yıkmak mümkün ama insanlar arasındaki “duvarları” kaldırmak o kadar da kolay görünmüyor. Ülke mezhepler ve etnik gruplar arasında öyle bir bölünmüş ki ne yollar ne de Dicle’nin üzerindeki köprüler artık onları birbirine bağlayabiliyor.
İşgal boyunca giderek daha da çirkinleşen ve harabeye dönen Bağdat için film yapımcısı ve fotoğrafçı Muhammed Kasım, “Bağdat çok güzel bir kıza benziyor. Ama o kız çamurun içine düştü. Birisi kaldırıp yüzünü yıkamalı” diye konuşuyor düş kırıklığı içinde.
Mahallelerin ortasına örülen duvarlar savaşın sembolleri gibi. Kimisinin üzerine doğadan manzaralar kimisine de Irak tarihinden görüntüler işlenmiş. Bu arada, ressamların parasını duvarların mucidi Amerikalılar ödemiş! Bazı duvarlar ilan asılan veya sloganların yazıldığı panolar haline gelse de çoğu insana arkasında gizli bir tehlikeyi barındırıyor duygusunu verecek kadar soğuk ve gri.
Bağdat’ta metrelerce yükseklikte ve 5 kilometre uzunluğundaki bir duvar, “Şii saldırılarını” önlemek amacıyla 2007 yılında Sünni Azamiye Mahallesi’ne yapılmıştı. ABD karşıtı Radikal Şii lider Mukteda El Sadr, duvar inşaatını kınayarak, bu durumun protesto edilmesini istemişti. Sadr, yazılı açıklamasında Iraklıların protestolarla “Sünni ve Şii ayrılığını isteyen mezhepçi, ırkçı ve haksız duvarı” reddettiklerini belirtmişti. Sadr, kutsal toprakları korumak için Sünnilerle el ele vereceklerini de bildirmişti.
Azamiye mahallesinde, 2 binden fazla Sünni, Amerikan ordusunun örmeye başladığı duvarı çeşitli slogan ve pankartlarla protesto etmiş, güvenlik duvarının kendilerini mahpusa dönüştüreceğini ve teröristler için daha kolay hedef olacaklarını belirtmişlerdi. Göstericiler “Güvenlik duvarına hayır”, “Azamiye çocukları, Bağdat”ı duvarsız görmek istiyor” yazılı pankartlar taşımıştı. Şii Sadr Mahallesi’nde de yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı bir protestoda, “hayır, ayrıma hayır” diye slogan atılmıştı. Ellerindeki pankartlardan birinde, “Duvarın örülmesi Bağdat’ın bölünmesinin başlangıcıdır” deniliyordu.
Güvenlik sorunu sürüyor
Irak’ta, işgalin 8. yılında güvenlik hâlâ büyük bir sorun. Örneğin, Arap Birliği’nin Bağdat’ta Mart’ta yapılması planlanan yıllık toplantısı güvenlik gerekçesiyle Mayıs’ın sonuna ertelendi. İlk geçen haziran ayında Ankara’da yapılan “Türkiye ve Irak İlişkileri Tarihi ve Geleceğe Yönelik Açılımlar Sempozyumu”nun ikincisi Mart ayında Bağdat’ta yapılacaktı. Benim de katılmayı istediğim toplantı yine güvenlik sorunu nedeniyle ertelendi. Bağdat’ta bazı gazetecilerin kaldıkları otelden Dicle’nin karşı kıyısında, hükümet organlarının bulunduğu “Yeşil Bölge”ye röportaja giderken bile hâlâ sorunlar yaşadığını duyuyoruz. İşte hal böyleyken, dışarıya karşı “normalleşiyoruz” görüntüsü vermek isteyen Başbakan Nuri el-Maliki’nin, Bağdat’taki duvarların kaldırılmasından sorumlu bir yüksek komite kurulması için talimat verdiği bildiriliyor.
Bazı çevreler, duvarların yıkılmasının ardından saldırıların artacağı endişesini taşıyor. Aslında, bu endişelerinde pek de haksız sayılmazlar. Örneğin, 2009 yılının Ağustos ayında Dışişleri ve Maliye bakanlıklarının dışında bomba yüklü aracın patlaması sonucunda çok sayıda insan yaşamını kaybetmiş, binalar ağır hasar görmüştü.
Sadr mahallesine ise duvarın yıkımına başlanmasının yarattığı şaşkınlık ve sevinç hakim. Çünkü duvardan sonra çevresindeki dükkânlar kapanmış, evler boşalmıştı. Geçenlerde bir buldozer ve vincin duvarı yıkmaya başladığını gören halk şaşkınlık içindeydi. “Biz ona ‘Berlin Duvarı’ ismini vermiştik” diyen Saad Halef (41), “Şimdi rahat nefes alacağız. Yemin billah, dün o taraftan gelen esintiyi hissettim” diyerek sevincini anlatıyor. Duvar yıkıldığı için halk kurban kesmiş. Burada hayatın eskiye dönüp dönmeyeceği belli değil ama karşıda boş bir arsa, inşaat halindeki binanın paslanmış demir iskeleti ve şarapnel yemiş bir başka binadan oluşan manzara bile gri duvardan sonra güzel görünüyor gözlerine.
Yazının girişinde de belirttiğimiz gibi beton duvarları buldozer ve vinçlerle kaldırmak mümkün, ancak Saddam’ın baskıcı rejiminin ardından yabancı işgalinin daha da arttırdığı mezhepçilik yüzünden oluşan duvarları yıkmak güç. Mezhepler arasındaki çatışmalar Bağdat’ın mimarisini sadece çirkin gri duvarlarla değil başka açılardan da etkilemiş durumda. Örneğin, Şiilerin On iki İmamlardan ikisinin türbesine sahip Kazımiye’ye, Sünni bölgesine uğramadan gitmelerini sağlamak için 14 Temmuz isimli yeni bir köprü yapılmış. Anlayacağınız, eskiden birbirinden kız alıp veren, yan yana evlerde yaşayan Sünni ve Şiiler artık birbirlerinin mahallesine bile giremez olmuş.
Bu arada, Şubat tarihli bir haberde Bağdat Belediyesi’nin kente verdiği zarardan dolayı ABD’den 1 milyar dolar tazminat istediği belirtiliyordu. Kentin altyapısı ve estetiğinin Amerikan ordusunca ciddi biçimde zedelendiğinin vurgulandığı açıklamada “ABD güçleri bu güzel şehri çirkin ve yıkıcı bir şekilde bir kampa döndürdüler” deniliyordu. Açıklamada ayrıca “Bağdat belediyesini karşılayamayacağı kadar büyük kayba sokan bu devasa zarar yüzünden, Amerikan tarafının Bağdat halkından özür dilemesini ve bu masrafları karşılamasını istiyoruz” deniliyordu.
İşgalin 8. yılında Irak
Irak, 20 Mart 2003’te ABD ve İngiltere tarafından “kitle imha silahlarına sahip olduğu” gerekçesiyle işgal edildi. İşgalin 8. yılında ise bunun yalan olduğu kesinleşti. Amerikan yönetimine Irak’ın biyolojik silahlar ürettiği bilgisini veren Iraklı kimya mühendisi Rafid Ahmed Alwan el-Cenabi, Şubat ayında İngiliz Guardian gazetesine yaptığı açıklamada yalan söylediğini ilk kez kabul etti.
El-Cenabi, 1995 yılında Saddam Hüseyin rejiminden kaçarak Amerikan ve Alman istihbaratına, Irak’ın biyolojik silahlara sahip olduğu ve bu silahların kamyonlarla taşınabildiği gibi yalan haberler üreterek Amerikalılara Irak’ın işgali için gerekçe verdiğini ve bundan pişman olmadığını söyledi. Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powel, 2003 yılında Birleşmiş Milletler’de yaptığı bir konuşmada el-Cenabi’nin sağladığı uydurma bilgileri, biyolojik silahların üretilmesine tanıklık etmiş bir kaynaktan gelen bilgiler olarak sunmuştu.
İşgalin ana gerekçesi elbette ne Bush’un “demokrasi götüreceğiz” palavrası ne de kitle imha silahları tehlikesiydi; Eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in (delik çorap), 3 Haziran 2003’te Singapur’daki Asya Güvenlik Zirvesi’nde sarf ettiği, “Irak petrol içinde yüzüyor” sözleri yeterli.
Irak işgali, 100 binden fazla insanın ölümüne, nesiller boyu sürecek travmalara yol açtı. Irak’ta çocuklar dahil herhangi bir şiddet olayına tanık olmayan insan yok gibi. Ülkede 2 milyonu yurtdışına çıkmak suretiyle 4,7 milyon insan yerinden yurdundan oldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 2008’den sonra ülkeye dönen on binlerce insan olduğunu açıkladı. Ancak çoğu döndüğüne pişman. Çünkü işgalin ilk yıllarına kıyasla şiddet olayları azalmış gibi görünse de güvenlik sorunu devam ediyor.
Irak’taki yaşam koşulları bugün ayaklanmaların yaşandığı Arap ülkelerinden daha kötü. Halk temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Başkent Bağdat da dahil ülkenin birçok yerinde elektrik sıkıntısı yaşanıyor. Sağlık sistemi doğru dürüst işlemiyor. Nüfusun büyük bölümü fakirlik sınırının altında yaşıyor. İşsizlik yüzde 30’larda.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transperancy International) verilerine göre Irak yolsuzlukların en yaygın olduğu ülkeler arasında ilk üçteki yerini koruyor. ABD işgalinin ardından göreve gelen siyasetçi ve liderler kendilerine ve yakın çevrelerine mevki ve imtiyaz sağlama kaygısında. Bazılarının “hızla gelişiyor”, “Irak’ın geri kalanından farklı tablo çiziyor” dediği Kuzey Irak’ta binalar yükseliyor ama sosyal anlamda bir iyileşme olduğunu söylemek güç. Bölgede, yozlaşma, rüşvet, adam kayırmacılığına sayısız örnek var. Geçen ay, İngiliz Avam Kamarası’nda düzenlenen “Kürdistan” konulu toplantıyı basan Barzani karşıtı bir grup insan hakları savunucusu, İngiliz milletvekillerine “Siz Kürt halkının dostu değil, petrolün dostusunuz” diye bağırırken olayı da özetlemiş oluyorlardı…