Vatikan Gözlemevi’nde bir yandan gökbilim araştırmacılarıyla evrene ilişkin araştırmalar sürerken diğer yandan da “Bilim ile inancın uyumlu bir biçimde birlikteliği nasıl gerçekleşir?” sorusuna açıklama getirmeye çalışıyorlarmış. İşte hazırladıkları rapordan birkaç inci: “ET’lerle karşılaştığında din varlığını sürdürebilecek mi?”, “İnancın kuantum sıçramaları”.
Robert L. Park’ın Superstition: Belief in the age of science adlı kitabı Türkçeye Batıl İnanç – Bilim Çağında İtikat olarak çevrildi ve İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları arasında yer aldı. Bu kitaptan öğrendiğimize göre, John Templeon Vakfı, “Ruhsal gerçeklikleri araştırma veya keşfetme yönündeki ilerlemeler için Templeton ödülü (Templeton Prize for progress toward research or discoveries about spiritual realities)” veriyor. “Parasal ödül günümüzde 1,5 milyon dolardır. Bu ödül, Nobel Ödülü’nden daha fazla olması için her yıl yeniden ayarlanır”. Richard Dawkins’in Tanrı Yanılsaması (The God Delusion) adlı kitabında da değindiği gibi, bu ödül, “din hakkında iyi şeyler söyleyen” bilim insanlarına veriliyor. Bu ödül sahiplerinin çoğu fizikçi ve evrenbilimcidir.
Bir yandan Calvin geleneğine bağlı Presbyterian Protestan kilisesi diğer yandan Katolik kilisenin Vatikan Gözlemevi bilim ile dinin kesişim noktasını bulma çabalarını sürdürüyor. Bilim ile din geçmişte “kesişmişti”! Ve bu kesişmede dereler gibi kan akmıştı! Bruno, Galileo, Thomas Muenzer, vd. yakından bildiklerimiz. Ayrıntılar için F. Engels’in Almanya’da Köylü Savaşları eserine bakınız.
Bilim ve inanç
Vatikan Gözlemevi’nde bir yandan gökbilim araştırmacılarıyla evrene ilişkin araştırmalar sürerken diğer yandan da “Bilim ile inancın uyumlu bir biçimde birlikteliği nasıl gerçekleşir?” sorusuna açıklama getirmeye çalışıyorlarmış. Bu yöndeki çabalar gözlemevi çalışanlarının inanç ile usun birbirini tamamlamasına ilişkin verdikleri derslerde açıkça görülebilirmiş. Vatikan, “Bazı kültürel bağlamlarda din ile bilim sanki birbiriyle savaş durumundaymış gibi gösteriliyor. Ancak biz hem bilim insanı hem de inançlı kişilerin görüşleriyle farklı bir yaklaşım sunabiliriz” saptamasında bulunuyor. Bu açıdan Vatikan Gözlemevi bilim ile dinin kesişme noktasında olduğunu savunuyor.
İngiltere’yi ziyaretinde Papaz Benedict XVI, Katolik okullarda şöyle söylemiş: “İnsanlığın iyi bilim insanlarına gereksinimi var. Ancak, yaşamın dinsel ve ahlaki boyutunu dikkate almazsa bilimsel bakış açısı son derece dar bir bölgeye kısıtlanır; diğer yandan din de, eğer yaşamı anlamamızda bilimin yapmış olduğu katkıyı dikkate almazsa, kendisini dar kalıplara sokar. Gökbilimin insan kültüründeki rolü evrenin en büyük ölçeklerde resmini sergilemektir. Biz bunu gerçekleştirmekten mutluluk duyuyoruz.”
Raporun “Bilim, Felsefe ve Teoloji” başlıklı bölümünde şunları okuyoruz:
“Doğa bilimlerini, felsefeyi ve teolojiyi içeren disiplinler arası çalışmalarda Stoeger ‘ruh’ kavramını zenginleştirme çabasındadır. Çalışması ruha ilişkin geleneksel Aristo/Thomistic yaklaşımıyla sürüyor: ruh, insan bedeninin sanal olmayan gerçel biçimidir. Çalışmanın doğal uzantısı ruhun dinamik dünyayla ilişkisini göstermek, insanın yaratıcı tanrıyla olan ilişkisini göstermek değildir. Ruhun bu ilişkisine en büyük dolaylı destek üç koldan geliyor: a) çağdaş biyolojiden; b) son zamanlarda bilinç üzerine yapılan indirgemeci olmayan çalışmalardan ve c) Katolik felsefe ve teolojiye ilişkin çağcıl araştırmalardan. Bu çalışma ruhun kendini nesnel bir biçimde gösterdiğini savunan teolojiyi güçlendirirken, nesnenin düalist yapısını savunan tehlikeli görüşten de uzak tutuyor.”
Vatikan Gözlemevi’nin “Günümüzde Hiç Yoktan Yaradılış” konulu (Creatio ex Nihilo Today) dinler arası araştırma konferansında sunulan bildiriler Ekim 2010 tarihinde Yaradılış ve Abraham’ın Tanrısı (Creation and the God of Abraham) başlıklı kitapla yayınlandı (editor David B. Burrell, Carlo Cogliati, Janet M. Soskice ve William R. Stoeger, Cambridge University Press, 2010). Bu konferans 9-15 Temmuz 2006 tarihlerinde Castel Gandolfo’da yapıldı ve tek tanrılı dinler olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinine inanan kişilere ev sahipliği yaptı.
Vatikan Gözlemevi kadrosuna giriş koşulu
Vatikan Gözlemevi kadrosuna katılmadan önce Gabriele Gionti 4 yıl süren teolojik eğitimini Berkeley’deki Santa Clara Üniversitesi Cizvit Teoloji Okulu’nda tamamlamış. Gionti teolojik çalışmalarını, Kutsal Teoloji Lisans Tezini (Sacred Theology Licentiate) savunarak yapmış. Tezin konusu, sicim kuramının savunduğu birden çok evrenin var olma olasılığına ilişkin tartışılan konularmış: Multievrenlerde Teoloji? (Theology in a Multiverse?). Bu tartışmalar Antropik İlke’nin canlanmasına ve Akıllı Tasarım’ın tartışılmasına neden olmuş. Bu tartışmanın canlı bir örneği olarak Susskind’in Kozmik Alan: Sicim Kuramı ve Akıllı Tasarım İlüzyonu (The Cosmic Landscape: String Theory and the illusion of the Intelligent Design) kitabı gösteriliyor. Bu tartışmalar çağımızdaki yeni ateizmin üzerinde büyük bir etki yapmış.
Eğitim ve halkla ilişkiler
Vatikan bu konuda da başarılı! Vatikan’a eğitim konusunda yardımcı olan Emmanuel M. Carreira İspanya, Ekvador ve Peru’daki üniversitelerde “Bilim ve İnanç” konusunda seminerler vermiş. Ekvador ve Peru’da 6 hafta kalmış ve toplam 60 konuşma yapmış. Vatikan müdür yardımcılarından Guy J. Consolmagno, ABD ve İngiltere’deki okul ve kilise gruplarına astronomi, kilise ve bilim konularında kamuya açık 57 konuşma yapmış. Uluslararası Astronomi Birliği’nin (IAU) Ulusal (İtalya) Komite Başkanı Christopher J. Corbally’nin 10-11 Aralık 2010 tarihlerinde Primland, Meadows of Dan, VA konuşmasının başlığı oldukça ilginç: “ET’lerle karşılaştığında din varlığını sürdürebilecek mi?” (Will Religion Survive An Encounter With Extraterrestrials?). Vatikan Gözlemevi Müdürü Jose G. Funes, Alberta Üniversitesi’nde (Edmonton) “Bilim ve İnanç birbiriyle niçin ilgilenir?” (Why Science and Faith Matter to Each Other?) başlıklı bir konuşma yapmış. Vatikan Gözlemevi bilim felsefecilerinden Alessandro Omizzolo, 2010 yılında birçok kuruluşta evrenin kozmolojik betimlemesiyle evrenin yaradılışına ilişkin İncil söylemlerinin ilişkisini anlatmış.
Christopher J. Corbally 3 Eylül 2010 tarihinde ABD Catholic sitesinin konuk blog’unda “İnancın kuantum sıçramaları” (Quantum leaps of faith) başlıklı bir söyleşide bulunmuş! (http://uscatholic.org/blog/2010/09/quantum-leaps-faith). Corbally söze şöyle başlamış:
“Basın yayın organları Stephan Hawking’in yeni kitabından (The Grand Design) oldukça provokatif alıntılar yapıp duruyor. Bu alıntılardan bir tanesi şöyle: ‘Çekim denen bir yasa olduğu için evren kendisini hiç yoktan yaratabilir ve yaratacaktır. Kendiliğinden (spontaneous) yaradılış hiçliğin değil belli bir şeyin varlığının, evren niçin var, biz niçin varız’ın nedenidir’
“Ben bir Katolik’im, bu düşünceye şöyle düşünerek tepki gösterebilirim, ‘Hawking kim olduğunu sanıyor, Tanrı mı?’ Ancak ben aynı zamanda Hawking’in kozmolojisine saygı duyan bir Cizvit (Jesuit) gökbilimciyim. Eğer Hawking ‘mekanik bir benzetmeyle’ sav ileri sürüyorsa, gerçeği yalnızca fizik ve matematikle yorumluyorsa, o zaman kuantum çekim kuramı da kendiliğinden yaradılışa neden olur ve hiçlik yerine bir şeyin varlığının fiziksel nedeni olur.
“Felsefe, ‘böylesi bir nedene gereksinim var mı yoksa çekim yasası ‘oluşumu gerçekleştirdiği’ için mi olmuştur?’ sorusuna yanıt veremez. Bu soruya ancak teoloji yanıt verebilir. Yanıt, sevgisi sonsuz olan bir Yaratıcıyı gündeme getirir ve var olan her şey O’nun varlığına bağlıdır. Bu yanıt inananları, tanrılarının varlığının deneyimini yaşamış olanları zevkten titretir.
“Bu nedenle Hawking’in kitabını okumalıyım, bakalım benzetmeleri karıştırıyor mu, yoksa, provokatif de olsa, esas olarak uzman olduğu fiziğe mi bağlı kalıyor”.
Raporun anımsattıkları!
Vatikan Gözlemevi 2010 Yıllık Raporu’nu okurken Denis Diderot’yu anımsadım: “Son imparator son papazın bağırsaklarından yapılan urganla boğulmadıkça insanlık özgürlüğüne kavuşamayacak!”
Sonra Alfred Hitchcock’u anımsadım. Richard Dawkins Tanrı Yanılsaması (The God Delusion) kitabında, Hitchcock’un İsviçre’de bir araba yolculuğu sırasında dışarıda, bir papazın elini bir çocuğun omuzuna koyup O’nunla konuşurken gördüğünü ve korku filmlerinin uzmanı Hitchcock’un, ‘Yaşamımdaki en korkunç sahne’ olarak betimlediğini ve arabanın pencere camını açıp ‘Kaç çocuk kaç, yaşamını kurtarmak için kaç!’ dediğini aktarıyor.
Sonra Prens Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma (Mutual Aid) yazısını anımsadım:
“İnsanlık tarihi, salınımı yüzyıllar süren sarkacı andırır. Uzun bir uyku döneminin ardından uyanma çağı başlar. Düşünce kendisini, dikkatli bir biçimde zincirlere vurmuş olan yöneticilerden, düzenin avukatlarından ve din adamlarından kurtarır.
“Düşünce, kendisine vurulan zincirleri parçalar. Kendisine öğretilmiş olan her şeyi ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirmeye başlar ve ortasında bir ot gibi yetiştiği dinsel, politik, yasal ve sosyal önyargıların kofluğunu açığa çıkarır. Yeni çıkış yolları aramaya başlar, yeni bulgularıyla bilgilerimizi zenginleştirir, yeni bilimsel alanlar üretir.
“Ancak düşüncenin kökleşmiş düşmanları -hükümet, yasa koyucu ve din adamları- kısa bir süre sonra yenilginin üstesinden gelip başlarını yine yeniden kaldırmaya başlar. Dağılmış olan güçlerini yavaş yavaş toparlarlar ve inançlarını, yasal kurallarını yeni koşullara ve gereksinimlere uygun olarak yeniden düzenlerler. Sonra, düşüncenin ve kişilerin köleliği olan yatkınlığından -ki bu yatkınlığı kendileri çok iyi bir biçimde ekerler- toplumun anlık örgütsüzlüğünden, bazı bireylerin tembelliğinden, diğerlerinin aç gözlülüğünden yararlanarak, sürüngenler gibi yavaş yavaş görevlerinin başına dönerler ve ilk olarak eğitim aracıyla çocukları esir alırlar.
“Çocuk zayıf bir ruh halindedir. Onu korkuyla sindirmek kolaydır. Onlar da bunu yapar. Çocuğu önce zayıflatırlar sonra ona cehennem işkencelerinden söz ederler. Çocuğun usunda, lanetlenmiş olan kişilerin ıstırabı ve tanrının intikamı gibi düşünceleri uyandırırlar. Hemen ardından devrimin korkunç yanlarına, bazı devrimcilerin aşırı uygulamalarına değinerek çocuğu ‘düzenin bir dostu’ yaparlar. Din adamları çocuğun yasa düşüncesine alışmasını sağlarlar, ‘ilahi yasa’ denen şeye uymasını isterler ve bu ilahi yasa gevezeliğiyle çocuğun sivil yasalara uyması sağlanır.
“Ve çok iyi bildiğimiz bu boyun eğme alışkanlığından yararlanarak bir sonraki neslin aşılanan bu dinsel sapıncı sürdürmesini sağlarlar. Bu dinsel sapınç hem köleleştirici hem de otoriterdir, çünkü otoriteyle kölelik kol kola gider.”
Engels’in Almanya’daki Köylü Savaşları eseri geldi takıldı usuma:
“Açıktır ki, bu koşullar altında feodalizme karşı yöneltilen tüm saldırılar, önce kiliseye yöneltilmiş oluyordu; tüm devrimci, sosyal ve politik doktrinler teolojik açıdan kâfirlik oluyordu. Var olan sosyal koşullara saldırabilmek için önce, toplumun tepesinde tıpkı azizlerin tepesindeki hale gibi duran kutsal hale (aureole) sökülüp alınmalıydı.”
Kutsal hale? Nedir? Nasıl sökülür? Yine Engels’ten dinleyelim:
“Eylemlerinin ilk aşamasında Luther’in güçlü köylü yapısı, kendisini fırtınalı bir biçimde gösterdi. ‘Eğer (Roma kilisesinin din adamlarının) saldırgan delilikleri sürecekse, bana öyle geliyor ki buna karşı yapılabilecek en iyi şey krallar ve prenslerin güç kullanması, kendilerini silahlandırması ve tüm dünyayı zehirleyen bu şeytanlara karşı saldırıya geçmeleri ve bu oyuna, lafla değil silahla bir son vermeleridir. Eğer hırsızlar kılıçla, katiller iple ve kâfirler ateşle cezalandırılıyorsa, biz de niçin elimizde silahla bu cehennemin öğretmenlerini, papaları, kardinalleri, başpiskoposları ve Roma Sodom’unun (kulampara – ERP) tüm tayfalarını ele geçirmiyoruz? Niçin ellerimizi bunların kanıyla yıkamıyoruz?’”
Sonra Bertrand Russell’ın Niçin Hıristiyan değilim? (Why I am not a Christian?) makalesindeki saptamaları anımsadım:
“Her şeyin temelinde korku yatar – bilinmeyenden korku, yenilgiden korku, ölümden korku. Korku zulmün atasıdır, bu nedenle zulüm ve dinin kol kola gidişine şaşmamalıyız… Tanrı kavramı eski Ortadoğu zorbalığından türetilmiştir. Özgür bir insan için değersiz bir kavramdır.”
Son olarak da, Karl Marx’ın “Din insanlığın afyonudur” saptaması çınladı kulaklarımda!
“Bilim kuşku duyma kültürüdür” (R. Feynmann). Dinde ise kutsal kitaplarda yazılana kuşku duyamazsınız; ilahiyat doktorlarının yazdığı reçetedeki hapları olduğu gibi yutmak zorundasınız, çiğnemeye kalkarsanız acı gelebilir!